Balmumu kağıdından yayılan soluk, tiksindirici bir koku burun deliklerine hücum ediyordu. Bu, insana rüya gördüğünü hissettirecek sarhoş edici bir duyguydu. İki parça sert kara ekmek ve az kirlenmiş bir şişe su… Yağmacılar daha önce hiç bu kadar kaliteli yiyecekler görmemişlerdi ve her biri mutluluktan havalara uçuyordu. Gökdoğan'ın elleri mumlu kağıdı yavaşça açarken titriyordu, çocuk adeta kutsal bir nesneye bakan dindar bir hacıya benziyordu. Bir anda, iki parça sert ekmek gözlerinin önünde beliriverdi. Koku duyusu eskisinden daha da güçlenmişti, neredeyse çocuğun ağzını sulandırıyordu. Ekmek, ekmekti bu! Daha önce bunun resimlerini kitaplarda görmüştü. Böyle bir efsanevi inceliğin, kendi ellerinde görüneceğini asla hayal edemezdi. Yıkıntılarda, bu iki ekmek parçası bir insanın hayatına değerdi. Hayır, on adamın hayatına değerdi! Gökdoğan büyük bir dikkatle küçük bir parça ekmek kopardıktan sonra onu ağzına koydu. Gözlerini kapayıp dikkatlice tadını çıkardı. İlk olarak tükürüğünün sert ekmeği yavaşça yumuşatmasına izin verip eşsiz lezzetlerinin dilinin ucuna yayılmasını sağladı. Bu öyle harikaydı ki neredeyse gerçek dışı gibi geliyor ve kendini tamamen sarhoş hissettiriyordu. Her şey tıpkı bir rüya gibiydi. Ancak bu harika rüya, aniden kaba bir şekilde bölündü. Sıska ama kaslı biri, elinde palayla ona doğru yürüyordu. Adamın yüzü iğrenç bir bıçak yarasıyla kaplıydı. Kimdi bu? Daha dün diğerlerini Gökdoğan'ın etini çalmaya yönlendiren adamdı. O da bu etkinlikte yer almaya gelmişti! Gökdoğan kısa kılıcını eline alıp gözlerinde açık bir düşmanlıkla yaralı yüzlü adama gözlerini dikti, neredeyse genç bir leopar gibi görünüyordu. Dün, payını yediği için ölümüne dövüşmesi gerekmemişti. Bugün ise işler farklıydı. Biri ekmeğini elinden almaya kalkışırsa, kısa bıçağını o kişinin kalbine geçirecekti; bu, onunla birlikte ölmek anlamına gelse bile! “Yemeğinle ilgilenmiyorum!” “O zaman ne istiyorsun?” Yaralı yüzlü adamın gözlerinde, ürpertici bir şekilde parıldayan tuhaf bir bakış vardı. “Şuradakini görüyor musun? Sadece üç kazıcı var ama bu kamyon ekmek ve suyla dolu. Hepimiz silahlıyız. Neden şansımızı bir denemiyoruz?” Kamyonu koruyan sadece üç kazıcı vardı ve üçünden hiçbiri ateşli silahlarla donatılmamıştı. Kazıcılar muhtemelen onları ölüme göndermek için buraya getirmişlerdi. Buraya oturup ölmeyi beklemek yerine, neden güçlerini birleştirip üçünü öldürmesinlerdi ki? Yiyecekler, silahlar, su… bunlar çorak toprakların sunabileceği en önemli şeylerdi ve onların üçünü birden tek seferde elde edebileceklerdi! Yağmacılar, ekmeğin ne kadar lezzetli olduğunu tekrar düşündüklerinde, gözleri ellerinde olmadan kan çanağına döndü. Toplumsal bir açgözlülük ve öldürme arzusu, göğüslerinde hızla yükselmeye başlamıştı.
Hepsini öldür! Onları lime lime et! Çöpçülerin hepsi ayağa kalkmaya başladı. Yaralı yüzlü adam, gözlerini kararsız Gökdoğan'a dikmişti, “Geliyor musun, gelmiyor musun?” Tüm insanların arzuları vardı. Yiyecek ve yaşam arzusu, en güçlü arzular arasındaydı. Aslında Gökdoğan onlara katılmak istiyordu, ancak… çok uzun yıllar boyunca harabeler içinde yaşarken edindiği deneyimler onun yaralı yüzlü adama ve diğerlerine güvenmesini imkansız hale getirmişti. Reşit olmayan, az gelişmiş bir delikanlı… tüm ekmeği ve suyu ele geçirmeyi başarabilseler bile, yaralı yüzlü adam ve diğerleri yiyecekleri gerçekten onunla paylaşırlar mıydı? Cevap oldukça açıktı. Yaralı yüzlü adamın ona tek bir ekmek dilimi bile vermesi mümkün değildi. Bunun yerine, bütün yağmacılar kendi gruplarının güçsüzlerini yok etmek için bir araya toplanırdı... Çünkü öldürdükleri her bir kişiyle, her bir hayatta kalan daha fazla miktarda kaynak kazanırdı. Hem... yağmacılar başarılı olabilir miydi ki? Bu aptalca bir soru gibi görünüyordu. Üçe karşı yirmi mi? Cevap açıktı. Ancak nedense Gökdoğan'ın içinde olacaklara dair kötü bir his vardı! Gökdoğan siyahi adama gizlice bir bakış attı. Bunu yaptığında, elinde olmadan kafa derisinin uyuşmakta olduğunu hissetti, sanki kafasına bir kova dolusu buz gibi bir su dökülmüştü. Vahşi görünen siyahi adam onların söylediklerini duyabiliyor gibi direkt olarak yağmacılara bakıyordu. İkisinin gözleri ortada buluştu. Gökdoğan kendini bir şimşekle çarpılmış gibi hissetti. Sahip olduğu sınırlı kelime bilgisi, bu gözlerin ona verdiği hissi tanımlamak için yeterli olmaya bile yakın değildi! Bu keskin, sert bakış, içinde tarif edilemez müthiş bir güç barındırıyordu. Bir insanın bakışlarıymış gibi gelmiyordu; daha ziyade, korkunç bir mutant hayvanın bakışları gibiydi. O bakışta açık bir uyarı vardı: Hepiniz bir grup zavallı güçsüz avdan başka bir şey değilsiniz. Endişelenmeye bile değmezsiniz! Gökdoğan, vücudundaki her kasın korkuyla gerginleştiğini algılayabiliyordu. Az önce dehşetle felce uğramış genç bir hayvan gibiydi. Hayatta kalma şansı olmadığını bilmesine rağmen, bilinçaltındaki arzu mücadele etmekti! “Gitmeyin!” Gökdoğan, içindeki tüm cesareti ve kuvveti toplayıp, gözlerini ayırdığında buz gibi terle sırılsıklam olmuştu. Fısıldadı, “Hepiniz öleceksiniz!” “Sen işe yaramaz pislik!” Yaralı yüzlü adam sert bir şekilde tısladıktan sonra diğer çöpçülere şöyle dedi: “Bu kazıcıları öldürelim, sonra geri dönüp bu pisliğin icabına bakarız.” "Tamam!" Yirmiden fazla yağmacı birliktelik içinde hareket etmeye başladı, gözleri sessiz bir amansızlıkla doluydu. Çorak arazilerin içinde yaşamış herkes, o amansız bakışın tam olarak ne anlama geldiğini bilirdi. Yağmacılar bir kurt sürüsüne dönüşmüştü... Ya da daha doğrusu, avlarını takip eden aç bir kurt sürüsü haline gelmişlerdi.
Çılgın Köpek ne gergin ve de sabırsızdı. Önündeki aç insan kurtları yokmuşçasına sigarasını tüttürmeye devam ediyordu. Duvarın yanında sessizce çömelmiş, bir parça ekmek çiğneyen sıska delikanlıya bir göz attı. Özellikle bu yağmacı biraz ilginçti. Oldukça zeki ve akıllıydı. Çocuğun bakışları, belirli bir inatçı yabanilikle doluydu, neredeyse hayvaniydi. Çılgın Köpek'le bir süreliğine gözlerini kaçırmadan bakışmayı başarmıştı. En önemlisi, çocuk tehlikenin kokusunu iyi alıyordu. İntihar eylemlerinde diğerlerine katılmamasının sebebi bu muydu? Ne ilginç bir çocuk! “Ne yapıyorsunuz lan?! Ölmek mi istiyorsunuz yoksa?! ” “Kendinizi bir şey sanmayın, hamamböcekleri! Hepiniz geri çekilseniz iyi olur! ” Şimdiye diğer iki paralı asker de yağmacıların hareketlenmeye başladığını fark etmişti. Silahlarını çekip öfkeyle küfrederken yüzlerinde tehditkar bir ifade vardı. Ancak yağmacılar onlara cevap vermeyip gittikçe daha da yaklaşmaya devam ediyorlardı. "Eheheh. Hadi beyler. Neden böyle yapıyorsunuz?” Çılgın Köpek, bir baykuşun ötüşü gibi derin, boğuk bir şekilde kıkırdadı. Gülümsediğinde yüzündeki iğrenç izler, çirkin kırkayaklar gibi oynayıp kımıldanmaya başlıyordu. Sigarasını umursamazsa yere fırlattıktan sonra, onu botunun ucuyla çamurun içinde ezdi. “Bilirsiniz, çok da canım sıkılıyordu. Kenara çekilin, çaylaklar.” “Çılgın Köpek, patron...” İki paralı asker Çılgın Köpek'le bakıştıktan sonra hemen çenelerini kapattılar. Sessizce kenara çekildiler. Aptal yağmacılara baktıklarında yüzlerinden, halden anlayış okunuyordu. Çılgın Köpek vahşice sırıtarak ışıldayan iki palasını yavaş yavaş çekti. Palaların bıçakları kavisliyken, sırtları düzdü; gurka kaması şekli verilmişlerdi. Bıçaklar son derece geniş ve çok ağırdı. Onları uygun şekilde kullanmak, muazzam bir bilek gücü gerektiriyordu. Şok edici olan şey, Çılgın Köpek onları çıkardıktan sonra, toprağa atıp yağmacılara doğru yürürken yumruklarını sıktı. Neden silahlarını atmıştı? Neden birazcık bile gergin gözükmeden yirmi kişiyle yüz yüze gelebiliyordu? Neden silahlı büyük bir yağmacı grubunun üstüne tek başına yürüyordu? Yağmacılar şu ana kadar bütün mantıklarını yitirmişti. Yüzlerinde kana susamış bir ifade vardı ve öldürme arzusuyla dolup taşıyorlardı. Çılgın Köpek'in yaptığı hiçbir şey mantıklı değildi, ama tüm bu düşüncüler uzun zaman önce akıllarından uçup gitmişti. Yaralı yüzlü adam, yüksek sesle kükredi: “Öldürün!” Öylece bir anda onlarca yağmacı, açlıktan ölen bir hayvan sürüsü gibi ileriye doğru hücum etti. Yaralı yüzlü adam, palasını yukarı kaldırarak, sürüye ön taraftan saldırdı. Sağında bir metal çubuk kullanan bir yağmacı, solunda ise balta tutan bir yağmacı vardı. Bunlar bu gruptaki en güçlü ve en çevik yağmacılardı, bu yüzden bu saldırıda öncülere liderlik ediyorlardı! Kafalarını uçur! Kollarını kopar! Onlara ait olan her şeyi al!
Yaralı yüzlü adamın düşündüğü şey buydu ve tam olarak yapacağı şey de buydu. Ancak... palasını kaldırır kaldırmaz, hareketleri aniden durdu. Çılgın Köpek sağ eliyle yıldırım hızına ulaşırken beş parmağı rakibinin bileğini kaptı. Çat! El bileği ters yönde bükülmüştü; öyle ki yaradan kan fışkırırken derisinin altından kemikler dışarı çıkıyordu. Sonra, Çılgın Köpek sağ bacağıyla geniş bir vuruş yaptı. Bu tekme, çelikten bir kamçı gücüyle yaralı yüzlü adamın bacaklarına inince adam birden kısaldı; zira bacakları aniden ürkütücü bir şekilde doğal olmayan bir açıda bükülmüştü. Bacaklarının içindeki kemikler, çeşitli yerlerden temiz bir şekilde parçalara ayrılmıştı. Sonunda bir yumruk geldi! Yaralı yüzlü adamın göğsü bu yumrukla tamamen içine göçtü. Kaburgalarından sekizi küçücük parçalara bölünürken, bir kum torbası gibi geriye doğru uçarak, arkasından geçen yağmacıların birkaçını yere serdi. O anda, metal çubuk Çılgın Köpek'e doğru savruldu. Çılgın Köpek, çiçek toplamaya gitmiş kadar rahat hareket ediyordu; bir yakala, bir çek, bir at. Önce metal çubuğu yakalayıp kuvvetle adamdan uzağa çekti ve ardından öfkeli bir darbe ile ona geri gönderip direkt adamın ağzından geçirdi. Bu güçlü giriş, önce adamın dişlerini minik parçalara ayırdı ve sonra… çatırtı. Metal çubuk, adamın kafatasının arkasından çıkarken net bir ses duyuldu. Kafasında kocaman bir delik ortaya çıkmıştı! “Ahhhhh! Canavar!" Baltalı yağmacı bu manzara karşısında o kadar korkmuştu ki hemen kuyruğunu kıstırıp kaçmaya başladı. Ama Çılgın Köpek onun peşini bırakmayacaktı. Havaya sıçrayıp neredeyse iki metre yükselerek sağ bacağını adamın kafasının üstüne kaldırdı, ardından adamın kafatasına aşağı doğru bir darbe atmak için kullandı. ÇATIRT! Servikal vertebra temiz bir şekilde kesilmişti! Kafanın kendisine gelince, Çılgın Köpek'in darbesinin korkunç gücüyle adamın göğsünün içine göçmüştü. Bu saldırının akıl almaz gücü, yağmacının bacaklarını tıpkı zemine çakılmış bir çivi gibi. toprağa geçirmişti. Orada duruyor, düşemiyordu… ve tabii ki düpedüz ölüydü! “Ahahah!” Çılgın Köpek'in vahşi yüzünden çılgınca bir zevk ve körkütük sarhoşluk okunuyordu. Zihninin kontrolünü tamamen kaybetmişti sanki. “Hadi, devam edin! Henüz yeterince eğlenmedim!” İki paralı asker bunu gördüklerinde içlerinden ah etti. Patron yine, inanılmaz derecede tehlikeli olan çılgınca modlarından birine girmişti. Takma isminin “Çılgın Köpek” olmasının sebebi işte buydu! İki çaylak paralı askerden hiçbiri ona yaklaşmaya cesaret edemedi! Yaralı yüzlü adam yerde yatıyordu, nasılsa hala hayattaydı ve nefes almak için mücadele ediyordu. Çılgın Köpek doğrudan doğruya adamın yüzüne basıp beyaz beyin dokusunun yüzünden fışkırmasına neden oldu; sanki adamın kafatasının içinde olmaktan bıkmış da başka bir yere gitmek için sabırsızlanıyormuş gibi… Çılgın Köpek, adamın kafatasını, bir tavuk yumurtasına basıyormuş gibi kolayca ezmişti. Tüm bu süreç beş saniyeden az sürdü. Tamamen acımasız ve kanlı yöntemler kullanan Çılgın Köpek, en güçlü üç yağmacıyı anında alt edip öldürmüştü. Saldırıları o kadar temizdi ki, onları sayısız “uygulama” seanslarıyla kusursuzlaştırdığı besbelliydi. Onun gücü tek kelimeyle insanlık dışı ve tamamen kan dondurucuydu! O bir insan değildi. Düpedüz bir şeytandı! Yağmacıların hepsi, korkudan üç buçuk atmıştı… hatta daha da korkak olanlar oracıkta altına kaçırmıştı. Gökdoğan ise tüm bu olanları gözlerini kırpmadan izlemişti. Bizzat şahit olmasaydı, herhangi bir adamın bu kadar güçlü olabileceğine hayatta inanmazdı! Çılgın Köpek, yaralı yüzlü adamın cansız ellerinden palayı alıp diğer yağmacılara saldırdı. Tam da geri kalanını katletmeye başlamak üzereyken… Boom! Kirpi şeklindeki araç, dışarıdaki kum tepeciklerinden birinin üstünden yükselip, etrafa kumlar saçarak gürültülüyle içeri uçtu. Şişman adam, ağzında puro, sallanan aracın içinde oturuyordu. Sol eli direksiyonu kontrol ederken, sağ eli silahını kılıfından çekiyordu. Hem araç hem de şişman adam, şişman adam harekete geçtiğinde havadaydı. Silahını çektikten sonra da hiç nişan almadan, Çılgın Köpek'e ateş etti. Bir mermi havayı yırtıp, düzinelerce metreyi bir anda geçti. Clang! Çılgın Köpek'in elindeki pala vurulup iki parçaya ayrıldı. Gökdoğan bir kez daha sersemlemişti. Şişman adam hiçbir yeteneğe sahip görünmüyordu, ama aslında korkunç yetenekli bir nişancıydı. Onun akıl almaz keskin hedef alışı, Çılgın Köpek'in gücü kadar insanlık dışı bir şeydi! Araç doğrudan geçici üsse girmişti. “Çılgın Köpek, ne halt ediyorsun?” Şişman adam, yerdeki üç adet harap olmuş cesede baktı. “Bir ikisini öldürmek neyse de, tüm bu pislikleri yok etmeyi mi düşünüyordun?” “Bir saniyeliğine kontrolü kaybettim.” Çılgın Köpek başını sert bir şekilde salladı, görünüşte tekrar kendi kontrolünü sağlamıştı. “Hala yaşıyorlar, değil mi? Büyütülecek bir şey yok. ” Şişman adam, Çılgın Köpek'in problemini biliyordu. Adam ne zaman birini öldürse, sık sık çılgına dönerdi. Çok şükür, zamanında geri gelmeyi başarmıştı. “Kurnaztilki, bu pislikleri ne diye yanında getirdin?” Çılgın Köpek şimdi çok sinir bozucu ve sabırsızdı. “Gördüğüm kadarıyla, tek yaptığın zamanımızı boşa harcamak!” “Yemsiz nasıl balık tutabilirsin ki? Tamam, gevezeliği bırak.” Şişman adam, Çılgın Köpek'in omzuna vurdu. “Bu görev için işverenlerimiz epey sıra dışı ve görev ödülleri inanılmaz!” Çılgın Köpek daha fazla bir şey demedi. Şişman adam kalan yağmacılara baktı. "Yeter. Şimdi hepimiz burada olduğumuza göre dinleyin, pis yağmacılar! Size hazırlanmanız için yarım saat veriyorum!” “Ben hiçbir yere gitmiyorum!” Dehşetle bakan bir yağmacı aniden haykırdı. Bu, genellikle kazıcıların yağmacılara yaptırdıkları işlerden farklıydı. Bu kazıcıların hepsi ucubeydi, eğer onların dediklerini yaparlarsa, hepsi kesinlikle öleceklerdi. Bam! Kimse şişman adamın tetiği çektiğini görmemişti bile. Şişman adam silahını şahsen modifiye etmiş, mermiler de özel olarak üretilmişti. Saçmaların muazzam gücü, karşı çıkan yağmacının kafasının tamamen parçalanmasına neden olmuştu. Bir an sonra, itirazcı yere yığıldı. Beyaz beyin dokusu yere parçalanan kafatasından sızıyor, bütün vücudu istemsizce seğiriyordu. Diğer tüm yağmacıların tüyleri diken diken olmuştu. Gökdoğan'a gelince, duvarın dibinde oturup, ekmeğin son parçasını yavaşça ağzına sokarken izlemeye devam ediyordu. Daha sonra suyunun son yudumunu içti. İhtiyarın sözleri aklında yankılanıyordu. Bir adam ya bir satranç oyuncusu, ya da bir satranç taşı olabilir. Satranç oyuncuları nasıl oynamak istediklerini seçebilirken, satranç taşları seçemez. Herkes bir satranç oyuncusu olma şansına sahipti, ancak yaptıkları her seçim konusunda inanılmaz derecede dikkatli olmaları gerekiyordu. Satranç taşı olduktan sonra, yaşamları artık kendi kontrolleri altında olmayacaktı. Öfke, dehşet, boyun eğme… hiçbiri önemli olmazdı. Bir satranç taşı haline geldikten sonra, kendinizi gözünüzde büyüterek hala kendi kaderinizi belirleme gücüne sahip bir oyuncu olduğunuzu düşünürseniz, sonunuz, yaralı yüzlü adam ve diğerleri gibi olurdu. Bu yüzden Gökdoğan ne yapacağına dair kararını çoktan vermişti. İyi, küçük bir satranç taşı olacaktı... ve doğru anı bekleyip bu masadan atlayarak bir kez daha oyuncu olacaktı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.