Chu Lian onu şu şekilde püskürtmek istiyordu: “Seni gerçekten artık görmek istemiyorum. Lütfen bundan sonra benimle herhangi bir buluşma ayarlamaya çalışma. Seninle biraz bile ilgilenmiyorum!” Ama ne yazık ki Chu Lian böyle bir şey söyleyemezdi. Bunun yerine Xiyan’a yaklaştı ve kulağına fısıldadı: “Onu engellememe yardım et.” Xiyan akıllıydı. Hemen Chu Lian’ı arkasına alıp Xiao Bojian’a karşı konuşacak cesareti buldu. “Bay Xiao lütfen ayrılın. Hanımımız sizi görmek istemiyor. Eğer hala inat ederseniz bu hizmetçi... Bu hizmetçi korumaları çağıracak!” Xiao Bajian, Xiyan’la uğraşmadı. Bakışlarını sadece hala Xiyan’ın arkasında saklı duran Chu Lian’ın üzerine sabitledi. Adım adım yaklaşarak, kızlar köşkün bir köşesinde sıkışıncaya kadar ilerledi. Arkalarında çiçek açmış ağaçlar vardı, görünüşe göre artık kaçamazlardı. “Lian’er lütfen konuş benimle. Artık bana bakmayacak mısın? Verdiğimiz sözü unuttun mu?” Xiao Bojian’ın gözleri kızardı ve sanki içindeki bir acıyla boğuşuyormuş gibi göründü. Chu Lian, Xiyan’ın arkasından Xiao Bojian’ı gizlice gözlemliyordu. Duygularının kontrolden çıktığını görünce Chu Lian gerginlikle kaşlarını çattı. Xiao Bojian yaşlı Dük Ying’in şu anda tek öğrencisiydi. Sefillik içinde doğmuştu ve şimdi yirmi yaşındaydı. Geçen sonbahar Bölgesel İmparatorluk Sınavı’nda birinci olmuştu ve Jiaqing Salonu’nun en iyi öğrencisi seçilmişti. Şimdi memur olmak için gerekli son iki aşamayı beklerken Ying Hanesi’nde kalıyordu. Büyük Şehir Sınavı ve Son İmparatorluk Sınavı. Chu Lian bu yıl Son İmparatorluk Sınavı bittikten sonra Xiao Bojian’ın art arda üç imparatorluk sınavında da ilk sırada yer alıp başkentte olağanüstü yeteneğini sergileyeceğini biliyordu. Tam o sıralarda asıl kadın ana karakter Xiao Bojian’la ‘takılmaya’ başlıyordu. Xiao Bojian çok yakışıklı ve potansiyeli olan birisi olsa da Chu Lian ondan hoşlanmıyordu. Eğer seçmesi gerekseydi He Changdi’yi seçerdi. En azından He Changdi’nin çok çok derinlerinde iyi bir kalbi vardı, hareketlerine nerede sınır çekeceğini biliyor ve fazla ileri gitmiyordu. Sınırları olmayanlar asıl korkutucu olanlardı. Xiao Bojian kesinlikle o tip bir insandı. Sürekli ondan kaçmaya çalışmak bir çözüm değildi. Xiao Bojian’ın duygularının kontrolünü kaybettiği belliydi. Chu Lian yutkundu ve başını kaldırmaya yetecek kadar cesaretini toplayarak onun kırmızı yıkılmış gözlerine baktı. “Xiao Bojian geçmişte ne olursak olalım ben artık evli bir kadınım. Geçmiş geçmişte kaldı. Sen kendi yoluna gitmelisin, ben de kendi yoluma.” Chu Lian kararlılıkla konuştu. O kadar endişeliydi ki yumruk yaptığı avuç içleri durmadan terliyordu. Bojian uzun süreli bekleyişinin sonunda Chu Lian’dan böyle kalpsiz bir karşılık alacağını hayal bile edemezdi. Yüzü duygularının ağırlığıyla kasıldı ve hızla ileri doğru bir adım attı. “Lian’er şaka yapıyorsun değil mi? Evlenmek için ayrılmadan önce böyle anlaşmamıştık. He Changdi’yle evli olsan bile ondan ayrılmanın bir yolunu bulacaktın! Hatta kalbindeki tek kişinin ben olduğumu söylemiştin!” Xiao Bojian konuşmaya devam ederken vücudunun titremesi daha kötü bir hal aldı. Önündeki kadın yeni açmış bir şakayık gibi güzel ve narindi. Zarif güzelliği ve ince kokusu onu kollarının arasına çekip dünyadan koruma isteği uyandırıyordu. Onun küçük bir acı çekmesini bile istemiyordu. Bu çiçeğe büyüme yolculuğunda eşlik etmişti onu beslemişti, büyümesini ve yavaş yavaş açmasını izlemişti. Ama bu çiçek ona karşı dikenlerini kullanmış, bedeninin her yerinde kanayan yaralar bırakmıştı. Chu Lian sadece Xiao Bojian’a karşı duruşunu netleştirmek istemişti. Eski ‘Chu Lian’ onu ne kadar sevmiş olursa olsun, şimdiki ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Duruşunu belli ettikten sonra Xiao Bojian’ın kontrolünü kaybetmesini hiç beklemiyordu. Bu hiç iyi olmadı. Chu Lian umutsuz hissetti. Neden romandaki her şey Xiao Bojian ve He Sanglang dışında aynıydı? Adeta He Sanglang bipolar olmuştu, Xiao Bojian ise en küçük duyguyla bile baş edemiyordu. Huzurlu bir hayat yaşama hayali gittikçe uzaklaşıyordu... İstekleri çok da aşırı değildi, değil mi? Tek istediği bir aylak gibi mutlu ve huzurlu yaşamaktı. Sorun çıkarmayı hiç istemiyordu. ”Xiao Bojian, hepimiz sakinleşelim. Zorla güzellik olmaz.” Chu Lian şu anda çaresiz hissediyordu. Burası aşırı derecede sessiz ve ıssızdı, aynı zamanda ziyaret günüydü. İç avludaki bütün hizmetçiler yardım için dış avluya gitmişti ve bu yüzden buralarda kimsecikler yoktu. Eğer Xiao Bojian duygularının kontrolünü kaybedip bir şey yapacak olsa Chu Lian kesinlikle kaybeden tarafta olurdu! Xiyan sadece genç bir kızdı, olgun bir adama engel olamazdı. Chu Lian’a odaklanmış ateş saçan bakışlar bir anda soğudu. Görünüşe göre Xiao Bojian artık dayanamıyordu, Xiyan’ı ittirdi ve Chu Lian’a uzandı. Chu Lian artık geçmişteki ‘Chu Lian’ olmadığı için Xiao Bojian’a karşı gardını çoktan almıştı. Xiyan’a uzandığı anda çoktan diğer tarafa doğru kaçmaya başlamıştı. Chu Lian hızla ondan birkaç adım uzaklaşarak aralarındaki mesafeyi arttırdı. İkili avluda birbirlerine dönük şekilde duruyordu. Çok uzak olmayan çiçek açmaya başlamış bir ağacın arkasından He Changdi olan her şeyi görmüştü. Oradan her hareketlerini görebilse de söylediklerini duyamıyordu. Ama gözlerinde burada He Avlusu’nda kalmak için bahane bulan kişi Chu Lian’dı. Madam Rong’un ayrılmasının üstünden çok zaman geçmeden Xiao Bojian bu şeytan kadınla buluşmak için her nerede saklanıyorsa dışarı çıkmıştı. Önceki hayatında, o kötü kadının ölmeden evvel söylediklerinin aslında gerçek olduğunu anladı. Ona zarar vermek için uydurduğunu düşünmüştü, kim hepsinin doğru olduğunu bilebilirdi ki?! Chu Lian! Çok cesursun! Bu ziyareti gerçekten sevgilinle buluşmaya alet ediyorsun! Daha yeni ismen karı koca olsalar da bu Jing’an Hanesi için bir utançtı! He Sanglang sanki kafasından parlak yeşil bir ışık* yayılıyormuş gibi hissetti. Bununla birlikte Xiao Bojian’ın Xiyan’ı kenara ittirip Chu Lian’a yaklaştığını görünce He Changdi daha fazla bekleyemedi. Yeşilliklerin arasında saklandığı yerden karanlık bir ifadeyle çıktı ve ‘aşıklara’ doğru büyük adımlarla yaklaştı. Onları bugün ifşa edecekti! *Çin kültüründe ‘yeşil şapka giymek‘ demek karısı tarafından aldatıldığı anlamına geliyor. He Sanglang Chu Lian’ın ‘sevgilisiyle’ buluştuğunu görünce aldatıldığını sandı ve bu yüzden etrafında yeşil bir aura olduğunu hissetti. Yeşil şapkanın aurası. He Sanglang’ın adımları güçlü ve aceleciydi. Chu Lian kafasını hafifçe çevirince He Changdi’nin aceleyle onlara yaklaştığını görebiliyordu. Kalbinde alevlenen endişe sonunda hafifledi. He Changdi’nin gelmesi iyi olmuştu. Artık Xiao Bojian tarafından zorbalığa maruz kalmayacak ve kenardan geçen birisi tarafından yanlış anlaşılmaktan korkmasına gerek kalmayacaktı. Rahatladığı için Chu Lian’ın yüzündeki endişe kayboldu. Eteğini toplayarak döndü ve He Sanglang’a doğru koşmaya başladı. He Sanglang’ın öfkeli yüzü beklenmedik bir şekilde Chu Lian’ınkiyle karşılaştı. Ona doğru koşan kadın, pembe bir elbise ve kat kat etek giyiyordu. Ona doğru koşarken etekten oluşan katlar rüzgar tarafından havalanarak bir kelebeğin güzel resmini ortaya çıkardı. Yüzündeki endişesiz ifade sanki gözünde sadece o varmış gibi hissettirdi. He Sanglang dondu. Onun tepki vermesini beklemeden Chu Lian çoktan yanına ulaşmıştı. Samimi bir şekilde kolunu tuttu ve kendisinin bile tüylerini diken diken eden cilveli bir ses tonuyla seslendi: “Kocacığım!” Chu Lian’ın dokunuşu yüzünden He Sanglang’ın bütün bedeni gerildi. Bir dakika bu resimde yanlış bir şeyler yok muydu? Buraya bir çift zinacıyı basmaya gelmemiş miydi? Olaylar nasıl böyle bir hal almıştı?
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.