Tüylerim diken diken oldu. Bir parçam yanımda taşıdığım tek kullanımlık telefonu çıkarmak istiyordu. Bir şeyler taşımama imkan sağlayacak türden bir kemer takmıyordum ama zırhın omurga kısmında birkaç tane Epipen, bir kalem ve bir kağıt, biber gazı ve tebeşir tozu koyduğum fermuarlı bir kısım vardı. Cep telefonum olsaydı gerçek kahramanları arayıp onlara Ciğer’in karanlık planını anlatabilirdim. En azından duyduğum kadarını. Hala yaşananlara inanamıyordum, Ciğer’in söylediği sözleri kafamda evirip çevirerek farklı bir anlam aramaya çalışıyordum. Aslında böyle bir şey yapması ‘imkansız’ değildi. Tek sıkıntı ben, bir insanın böylesine karanlık işlere bulaşabileceğine inanmıyordum. Ciğer çete üyelerinden birini yanıtladıktan sonra farklı bir dile geçti. Adamın kolunu yakaladı ve herifin saatine bakmak için bileğini çevirdi; sanırım ne zaman gideceklerini kararlaştırıyordu. Kolu bükülen çete üyesi acı içindeydi ama tek bir kelime dahi etmedi. Ne yapmam gerekiyordu? Liman’da telefon kullanmama izin verecek bir yer olduğunu sanmıyordum. İskele’ye gidersem de bu saatte açık bir dükkan bulmam kolay olmazdı ve ankesörlü telefona verecek bozuğum yoktu. Bir dahaki çıkışımda bunları hesaba katmam lazımdı. Telefon, fazladan bozuk para. Bir araba yanaştı ve içinden çete kıyafetlerine bürünmüş bir adam çıkarak gruba karıştı. Kısa süre sonra grup – yirmi ila yirmi beş kişiydiler – kuzeye doğru yürümeye başladı, altımdan geçerek sokaktan indiler. Düşünecek zamanım yoktu. Kabul etmek istemesem de beni pişman bırakmayacak sadece tek bir seçenek vardı. Gözlerimi yumdum ve mahalledeki bütün böceklere odaklandım, Liman yolunda topladığım sürü de buna değildi. Her birinin kontrolünü aldım. Saldırın. Hava öyle karanlıktı ki sürünün yerini ancak gücümü kullanarak hissedebiliyordum. Yani sürünün istediğim şekilde hareket ettiğini bile bilmiyordum. Beynimde korkunç miktarda bilgi vardı, zira her ısırığı, her sokmayı hissediyordum. Binlerce böcek ve örümcek gruba akın ettiğinde her insanın dış suretini görür hale geldim; böceklerin yürüdüğü ya da yürümediği yerler sayesinde. Şimdilik daha tesirli zehre sahip olanları yanda tutuyordum; alerjisi olan serserilerin böcek ısırığından şoka girip gebermesi işime gelmezdi. Gözlerimle neler olduğunu anlayamadan önce sürüyle olan bağlantım sayesinde ateşi hissettim. Gücüm bana böceklerin ısıyla karşı karşıya olduğunu söylüyordu ama ben ateşin neler yapacağını kestiremeden önce olan olmuştu. Böceklerin düşünce yapıları onları kaçmaya ya da ısıyı, ışığı takip etmeye yönlendiriyordu; bu yüzden sık sık onları yol bulmak için kullanıyordum. Ne yazık ki ısı yüzünden çoğu böcek ya ölmüş ya da sakat kalmıştı. Bulunduğum yerden Ciğer’in sağa sola ateş saçarak ilerlediğini görebiliyordum. Gülmemek için kendimi zor tuttum, adrenalin beynime akın etmişti. Elinden gelen bu kadar mıydı? Sürüye yeniden toplanma talimatı verdim, böylece halihazırda ısırmayan ve sokmayan böcekler grubun ortasına toplandı. Ciğer eğer onları yakmak istiyorsa kendi adamlarını ateşe vermek zorunda kalacaktı. Isı dolu hava ve çıkan kokular bana yeterince bilgi veriyordu; böcekler sağ olsun, Ciğer’in kalabalıkta hangi noktada olduğunu sürekli takip ediyordum. Derin bir nefes çektim ve hazırda beklettiğim diğer grubu gönderdim. Bir süredir yanda bekleyen zehir dolu böcekler Ciğer’e atıldı. Arılar, eşek arıları, karadullar, keşiş örümcekleri ve düzinelerce ateş karıncası. Gücü işlevsel haldeyken adam çabuk iyileşiyordu. İnternette okuduğum bilgilere göre şifa yeteneğine sahip olanlar zehir ya da uyuşturucu gibi şeylerin etkisinden çabucak kurtulabiliyordu. Bu yüzden adamın gücüne baskın gelmek için yoğun miktarda zehre ihtiyacım vardı. Üstelik herif iri yarıydı ve o kadar zehir alsa bile ölmezdi. Böceklerim bana Ciğer’in şimdiden vücudunun dörtte birini zırhla kapladığını söylüyordu. Cildini üçgen şeklinde metalik plakalar sarmaya başlamıştı ve bunlar her geçen saniye büyüyordu. Mermi dahi geçirmezlerdi. Yakında parmakları ve tırnakları keskin metal pençelerden de beter olacaktı. Saldırıyı Ciğer’e yönelttiğimde hastalıklı bir keyif sardı zihnimi. Adamın yüzüne saldıracaklardı. Hoşuma gitmese de yürüyen karıncaları ve örümcekleri adamın diğer… hassas bölgelerine yönlendirdim. O saldırıdan gelen bilgileri görmezden gelmeye çalıştım zira böceklerin bir saniye önce bana aktardığı topoğrafik haritaya benzer bir şeyle karşılaşmak istemiyordum. Ciğer güçlü bir adamdı ve onu bir an önce etkisiz hale getirmeliydim. Yani yapacağım saldırı basit olamazdı. Mantık bir yana, bir başkasının çektiği acıdan zevk aldığım için kendimi suçlu hissediyordum. Bu farkındalık beni bir anlığına sessizliğe sürüklese de, kendimi Ciğer’in yaptığı korkunç şeylere odaklanarak rahatlattım. Adam daha demin çocukları öldürmek için gözlerimin önünde plan kurmuştu. Ciğer infilak etti. Şaka yapmıyordum. Adam kıyafetlerini, çevredeki çöpleri ve çete üyelerinden birini ateşe verecek şekilde bir ateş topu gibi patladı. Yakınında duran böceklerin neredeyse çoğu can verdi. Çatıdan onu izlerken adamın bir saniye içinde kendini canlı bombaya çevirdiğini görmüştüm ve bir daha aynısını yaptı. İkinci patlama yüzünden kıyafetleri parçalandı ve adamları sağa sola kaçıştı. Çıkan dumanların arasında, elleri meşale gibi parlayarak ve gümüşi pulları vücudunu neredeyse sarmış halde duruyordu. Kahretsin, kahretsin, kahretsin. Ateşten etkilenmiyor muydu? Yoksa havayı kendisini etkilemeyecek şekilde kullanacak kadar usta mıydı? Vücudunda kalan son kıyafet parçaları da eriyip gidiyordu ve ellerinde dans eden ateşler adamın zerre umurunda görünmüyordu. Kükredi. Öyle bir adamdan bekleyeceğiniz korkunç bir kükreme değildi, gayet insani bir öfkenin ve hüsranın eseriydi. Fakat yine de epey yüksekti. Sokaktan bütün mahalleye kadar neredeyse her ışık ona cevaben titredi. Pencerelerden yaşananlara bakmaya yeltenen bazı suratlar gördüm. Aptallar. Ciğer’in bir sonraki saldırısı camları parçalarsa hepsi yaralanacaktı. Çatının çöktüğüm kısmından bazı zararsız böcekleri Ciğer’e saldırmaları için gönderdim. Adam böcekleri fark eder etmez hemen ateşle saldırıya geçti ki böyle yapacağını zaten biliyordum. Her ateş patlamasında çok sayıda böcek öldürmeyi başarıyordu ve hakkında çok şey okuduğumdan adamın her geçen saniye güçlendiğini biliyordum. Normal bir savaşta insan mücadele ettikçe yorulurdu. Ciğer’de ise durum tam tersiydi. Az sayıda zehirli böcek kullandığım için pişmandım çünkü gönderdiğim böceklerin pek etki etmediği açıktı. Neyse ki adam hala nerede olduğumu bilmediğinden avantaj benden yanaydı ama seçeneklerim ve sürümdeki böcek sayısı azalıyordu. Deminki keyfime kıyasla artık zaferden o kadar da emin değildim. Dişlerimin arasından tısladım, zaman tükeniyordu. Çok geçmeden Ciğer bütün şehri yakacak, böcek ısırıklarına karşı dirayet kazanacak ya da sürümü tamamen yok edecekti. Yaratıcı olmam gerekiyordu. Daha acımasız olmalıydım. Dikkatimi tek bir arıya odakladım, onu Ciğer’in arkasına, başının hemen arkasına gönderdim ve sonra bir daire çizmesini sağlayarak gözüne soktum. Arı kirpiğine dokunduğu anda Ciğer gözlerimi yumdu ve iğne gözüne değil, göz kapağına saplanınca adam öfkeyle bir kez daha patladı. Tekrar, diye düşündüm. Belki bu kez bir bal arısı iş görürdü. Önünde sonunda zırhlı göz kapaklarına sahip olup olmayacağını bilmiyordum ama belki de göz kapaklarını sokarak şişmelerini sağlayabilirdim. Şişlikten gözleri kapanırsa savaşamazdı. Arı bu kez hedefe ulaştı, iğnesini Ciğer’in göz bebeğine sapladı. Yapışmaması ya da arının ölmemesi garibime gitmişti, bu yüzden tekrar sokmasını söyledim. Bu kez diken gözünün tam ucuna, burnunun yan tarafına saplandı. Arı arkasında minik organlarını ve zehir kesesini bırakarak can verdi. Ciğer yine patlar diyordum ama patlamadı. Bunun yerine vücudunu baştan aşağı ateşlerle kapladı. Bir an bekledim, adam gardını indirdiğinde bir sonraki arıyı gönderecektim ama saniyeler geçtiğinde fark ettim ki Ciğer sönmeyecekti. Yüzüm değişti. Etrafındaki bütün oksijeni yakıyordu herif. Nefes alması gerekmiyor muydu? Bu kahrolası ateşin kaynağı neydi? Sokakta duran Ciğer, başını çevirmiş beni ararken ateşler bütün vücudunu sarmıştı ve sokağı aydınlatıyordu. Bir anda eğildi. Merak ettim, hatta umdum, belki sistemine giren zehirler sonunda etki ediyordu. Ardından sırtı ikiye ayrıldı, omurgasıyla et dolu bir yarık açıldı ve akabinde metalik pullar yarığı sardı. Birkaç saniye parladıktan sonra pullar düşen dominolar gibi dizildiler. Adam doğrultu ve esnedi, yemin ederim ki on beş santim uzamıştı ve artık omurgası çeliktendi. Hala yanıyordu. Kendini sürekli ‘ateşte’ tutması savaşın çıkmaza girdiğini gösteriyorduysa eğer, o halde adamın boy attığını ve güçlendiğini görmek beni dehşete düşürmüştü. Kaçmaya karar verdim. Mantıken, dedim kendi kendime, Ciğer’in adamları dört bir yana dağılmıştı ve iyi değillerdi. Ciğer bugün her ne planladıysa muhtemelen başarılı olamayacaktı. Yani öyle ya da böyle amacımı yerine getirmiştim ve şimdi kaçıp HMÜ’ye haber verebilirdim. Mantığım bana bunu söylüyordu. Ama bu, esasında kaçma isteğimi meşrulaştırmama yarayan basit bir sebepti. İşler böyle giderse ve gitmezsem Ciğer’in kanatlara kavuşup beni bulması işten bile değildi. Şu anda zaten onu yenecek gücüm yoktu ki bu yüzden çatıda kalmak çok saçmaydı. Herif arkasını bana döndüğünde yavaş yavaş doğruldum. Eğildim, yangın merdivenine doğru çekildim; bu esnada Ciğer’i izliyordum. Tam o anda, sanki bir tabanca sesi duymuş gibi Ciğer başını çevirip bana baktı. Maskenin ardından parlıyordu gözlerinden biri ama diğeri eriyik metalden yapılmış bir bilye gibiydi. Zafer dolu bir kükreme havada yankılandı, deminki kükremeden daha korkunçtu ve kendimi bırakmak istedim. Gelişmiş duyu. Şerefsizin dönüşümden aldığı güçlerden biri de süperinsan duyularıydı. …….
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.