Who Made Me A Princess - Novel - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




117   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   119 


           
***

"Prenses için başka bir hediye daha geldi."

"Ah, daha sonra bakacağım."

"O zaman diğer hediyelerin bulunduğu odaya götüreceğim."

Claude ile başka bir keyifli yürüyüşün ardından Zümrüt Sarayı'na geri döndüm.

Çatlak Claude tekrar o tehlikeli bakışlarla gül bahçeme baktı! Tropikal arboretum konusu bitti sanmıştım. Ancak görünüşe göre yanılmışım.

"Davetiyeler de çoğaldı, Prenses."

Bence bugünkü davetiyeleri Ces değil de Hanna benim için düzenledi. Ah, bu arada, eskisine göre çok daha fazla davetiye alıyorum gibi gözüküyor.

"Her gün çok güzel, özellikle Prenses'i gördüğümde bugünler daha da güzel oluyor, çok daha derin. Eminim ki, Majesteleri de aynı şekilde hissediyor. "

Felix bana duygulanmış bir bakış gösterdi. Bu bakış, Lily'ninkine çok benziyor. Ve bu gözleri ne zaman görsem ne düşündüklerini biliyorum.

Büyüdükçe gitgide Diana'ya benzediğimi söylediklerini birkaç kez duydum.

"Prenses dışarıya dönük sosyal aktiviteler yapmaya başladığından beri, aristokrat genç efendiler ona yakınlaşmaya başladı. Tabii ki, bu gayet normal. Genç efendiler ve dükler size her gün aşk mektupları yolluyor."

"Hanna, o aşk mektubu değil."

"Aman tanrım, Prenses çok safsınız. Eğer beyefendilerin artniyetleri yoksa, nasıl olur da size her gün mektup yazabilirler?"

"Hanna, Prenses'in karşısında anlamsızca şeyler söyleme."

O sırada, Lily tam zamanında odaya girdi ve Hanna'yı azarladı. Lily'nin dediklerine bir süre somurttu sonra hemen kendini toparladı ve tekrar ağzını açtı.

"Aslında, diğer genç efendiler arasından en çok Bay Ijekiel'i destekliyorum..."

"Hanna."

Ancak Lily ısrarcıydı! Sadece ismini söyleyerek Hanna'yı susturdu.

Hanna genç efendiler hakkında konuşmak için can atıyor gibiydi ancak tekrar konuşamazdı çünkü öncesinde Lily tarafından iki kez uyarı yemişti.

"Bayan Lillian'ın başına bela açacağını düşünmüştüm."

"Ces, sen de merak ediyorsun! Bu hainlik!"

Ces ve Hanna'nın konuşmasını duyduğumda gülmeye başladım.

Bu arada, Hanna, tam bir Ijekiel destekçisiydi.... Şey, mavi kuş hediyesini aldığımdan beri ben de özellikle Ijekiel hakkında biraz meraklıydım.

Bir süre, aklıma son zamanlarda saray mensuplarının ve soyluların dillerinden düşmeyen Ijekiel'i düşündüm.

"Gerçek şu ki, yarın bir pikniğe davet edilmişsiniz gibi gözüküyor."

"Sorun yok. Babam ondan başka kimseyle yakın olmamdan hoşlanmıyor."

"Ha ha..."

Felix ürkerek, gözlerini benim gözlerimden kaçırarak gülümsedi.

Bak, biraz önce söylediğim şeyi Felix bile inkar etmiyor, değil mi? Yani artık Claude'un tamamen beni sarayda saklamaya çalıştığını herkes açıkça biliyor. (Çn: Kızı o kadar güzel olmuş ki bir yanına tehlike yaklaşacak diye korkuyor. Ancak bilmiyor ki... gerçek tehlike sarayın içinde.)

Tabii ki, benim için endişelendiğini biliyorum ama... ama büyüdükten sonra bile sonsuza dek babanla oynayamazsın, değil mi?

"Ama, kesinlikle, bugünler sonsuza kadar sürmeyecek. Prenses evlendikten sonra Majesteleri'nin nasıl tepki vereceğini ya da hissedeceğini bilmiyorum..."

Ah, ama bunun hakkında endişelenmek için çok erken. (Çn: Canım, on yedi yaşındasın hani? En azından balolarda bir nişanlı şart. )

"Sorun olmayacak. Ben asla evlenmeyecek birisiyim."

"Öyle mi?"

"Öyle mi?"

Bir şekilde, söylediğim şeye herkes şaşırdı. Ugh, umm...Yoksa koskoca İmparatorluğun Prensesi'nin bekar kalacağını duydukları için mi şaşırdılar...?
Ancak hızlıca sakinleştiler. Büyük ihtimalle demek istediğim şeyin, "Evlenmek istemiyorum, burada herkesle birlikte yaşayacağım!" olduğunu sandılar.

Kısa bir süre sonra Felix kafasını salladı ve konuştu.

"Majesteleri de bunu duyduğunda çok mutlu olacaktır."

Ah, biliyor musun? Artık Claude'un imajını koruyabilir miyim bilmiyorum...

"Dilerim ki, Prenses Zümrüt Sarayı'nda benimle birlikte uzun süre kalabilir. "

"Ah, evlense bile Prenses'e eşlik edecektim!"

"Hanna, birdenbire böyle bir açıklama yapma."

Ah, tanrım, bugün Zümrüt Sarayı ailesinin şimdiye kadarki en sevimli günü...

Ben sımsıcak duygulara dalmışken, her zamanki gibi Hanna ile kavga eden Ces konuştu.

"Prenses, eğer bazı tuhaf yemekler sizi rahatsız ederse, lütfen bana söyleyin. Sessizce gelecek ve..."

Ugh.

Ces'in keskin topukluları parladı ve etrafa ürkütücü bir parıltı yaydı!

Şey, işte bu kişi böcekle mücadele uzmanı! Adı ise, hamamböceği Avcısı Ces! Üç buçuk yıldır olan bilgi birikimlerimden yola çıkıyorum ki o çok güçlü.

"Bay Robane, siz ona en yakın kişi olduğunuz için, yarınki piknikte tehlikeli yemekleri ondan uzak tutacağınıza inanıyorum."

"Haklısın, Bay Robane'ye güveneceğim!"

"Evet, yarın özellikle çok dikkatli olacağım."

Ah, Felix, neden bu kadar önemli bir şeymiş gibi cevap veriyorsun? Bunun yanında, yarın olacak olan piknik sadece hanımlar için.

En azından Lily biraz uzaktan, çaresiz bir şekilde kafasını iki yana sallıyordu ve bu biraz rahatlatıcıydı.

"Prenses, geçen sefer sipariş ettiğiniz ipek eldivenler bugün tamamlanmış. Nakışı çok güzel. Ona bakmak ister misiniz?"

"Olur, Lily. Hadi gidelim ve bakalım."

Ces ve Hanna'nın cesaretlendirmesi sayesinde, daha da azimlenmiş Felix'e baktım ve kısa bir süre sonra kafasını umutsuzca iki yana sallayan Lily 
ile birlikte odadan ayrıldım.

***

"Piknik mi? Eğlenceli mi?"

Bugün tekrar odama gelen Lucas, homurdandı. Geçen gün olan şeyleri düşünürken gizlice ona baktım ancak Lucas gözlerini bile kırpmadan bana bakmaya başladı.

Hey, k-kes şunu. Kes artık. Onun hakkında düşünmeye devam ederek zamanımı boşa harcamam benim kaybım olur.

Masadaki çay bardağını kaldırdım ve her zamanki gibi davranarak cevapladım.

"Eğlenceli olsun ya da olmasın gitmem gerekiyor çünkü Alpheus ailesi ev sahipliği yapıyor."

"Beyaz çocuk mu?"

Dediklerimi duyduktan sonra Lucas kaşlarını çattı. Yüzündeki ifade şu an ne düşündüğünü açıkça gösteriyordu. Bu şekilde bakınca, Lucas gerçekten de fazla değişmemiş?

"Evet, çünkü Jennette bana davetiye yolladı."

"Ah, demek o kimera."

"O bir kimera değil."

Bu sefer duyarsız yorumuna ben kaşlarımı çattım.

Lucas, Jennette'e kimera demeye devam ediyor. Tabii ki, Jennette çok normal bir şekilde doğmadı. Ama o kelime için Jennette biraz nazik ve sevimli değil mi?

"Hmm, öyle mi?"

Ah! Bu arada, bu senin ruh halinden dolayı mı? Nedense radarımda çok rahatsız bir şey hissediyorum?

"Yarın beni takip etmeyeceksin, değil mi?"

"O kadar boş zamanım olduğunu mu sanıyorsun?"

Dediklerim sanki aptalcaymış gibi Lucas güldü.

Tuhaf. Ama bu garip duygu neden yok olmuyor...?

Ona şüphelenmemiş bir şekilde bakmaya çalışırken, Lucas kocaman açtığı gözleriyle oldukça masum gözüküyordu. Ancak ona bakmaya devam ettikçe şüphem daha da büyüyordu.

Umm, Lucas neden nazik bir koyun kılığıyla beni kandırmaya çalışan yalancı bir kurt gibi gözüküyor...?

"Karşı koyamazsın."

"Neden öyle söylüyorsun? Zorla gelmemi emretsen bile, gelmeyeceğim. Bundan hoşlanmıyorum."

Bundan bu kadar çok nefret ettiğini görmem gerçek değil mi?

Yüzümde zalim bir ifadeyle Lucas'a baktım ve kısa bir süre sonra şüphelenmiş gözlerimi çaresizce bir kenara koydum.

***

Sonraki gün,Alpheus'lar tarafından ev sahipliği yapılan pikniğe katılmak için at arabasına bindim.

Aslında, ışınlanma büyüsü kullanmak çok daha etkili ve hızlıydı ancak eğer bunu yaparsam, yanımdaki bütün görevlileri de ışınlayamam. Ve eğer Claude bunun olduğunu öğrenirse,  hepsinin yemek yemesini engeller. Yani onlara yardımcı olamam.

Geçmişte, ne olursa olsun, at arabasıyla uzun zamanlı bir yolculuk yaparsan vücudun bir şekilde rahatsız hissedecektir. Şanslıyım ki, bir keresinde dışarı çıktığım zaman, bunu fark ettim ve bununla başa çıkabilmek için bir büyü oluşturdum.

At arabasına iki tane büyü yerleştirdim, sallanma karşıtı ve havanın temizlenmesi. Şu anda, at arabası tamamen rahat ve sallanmıyor. Artık at arabasına güzel zamanlar geçirebiliyorum.

"Prenses, geldik."

Bir süre sonra, Felix'in seslenmesiyle at arabasından dışarı çıktım.

"Prenses!"

Ve Felix'in elini tutup yere adım attığımda, net bir ses kulaklarımda yankılandı.

Karışmış saçlarıyla bana doğru koşan kıza baktım.

"Merhaba, Jennette. Nasılsın?"

Gülümseyip ilk önce onu selamladığımda, Jennette de bana parlak bir gülümseme verdi.

"Hoşgeldiniz, Prenses. Sizi özledim!"

Mavi gözleri sanki cam parçalarıymış gibi parladı. Ah, yüzü bugün de çok parlıyor, değil mi?

İki yıl önce, Jennette sadece taze bir çiçek tomurcuğuydu ancak şu an o tamamen güzel bir çiçek gibi açarak güzelliğini ortaya koyuyor.

Yani, açıkça söylemem gerekirse on yedi yaşındaki Jennette aşırı derecede sevimliydi.

Güzelliğe karşı çok zayıftım, aynı Lily'nin bebekliğimden beri olağanüstü güzellikle kutsanan bana karşı olduğu gibi. Büyük ihtimalle şu an yüzümden mutluluğun gülümsemesi dökülüyor.

"Ah, Jennette bekle bir dakika. Saçın biraz karışmış."

Şimdi düşündüm de, yeşim taşının kusursuz güzelliği! Jennette'in dağılmış saçlarını toplamak için elimi kaldırdım. Tabii Jennette, saçı karman çorman olsa bile her zaman çok sevimliydi ancak bugün piknikte ev sahipliği yaptığı için, bu şekilde durmaması çok daha iyi olur.

"Pekala, bu kadarı yeterli olur."

"Teşekkürler, Prenses."

Her ne kadar Jennette biraz utanmış gibi gözükse de, saçına dokunmamı reddetmedi. Ah, ne! Felix! Neden bize yüzünde bir baba gülümsemesiyle bakıyorsun?!

"Gelen genç hanımlar şurada bekliyorlar. Benimle gelin, Prenses."

Felix'i görmezden gelerek, hızlıca ilerledim.

Zambak kızda olduğu gibi, artık önümdeki kıza Bayan Margarita olarak değil de, Jennette olarak sesleniyorum.

Artık buna alıştım, bence önceki buluşmalarımızdan sonra Jennette ile oldukça yakınlaştım.

Ve bir ara kara büyü kullanarak benim yaralanmamı sağladığını düşünerek ondan şüphelenmiştim, ancak artık biliyorum ki Jennette bunu yapmadı ve biraz suçlu hissediyorum.

"Ah, Prenses! Hoşgeldiniz."

"Sizi bu şekilde göreli uzun zaman oldu."

"Bugün de çok güzelsiniz."

Bugünkü pikniğe davet edilen genç hanımlar beni görür görmez ayağa kalktılar ve beni selamladılar. Ben de onları gülümseyerek selamladım.

"Sizinle tanışmak da çok güzel. Geç kaldım mı bilmiyorum. Bugün beni davet ettiğin için teşekkür ederim Bayan Margarita."

"Teşekkür ederim. Prenses'in katılması benim için bir onurdur."

Bugünün konumu kişisel olamayacak kadar fazlaydı, bu yüzden Jennette'e adı yerine Bayan Margarita şeklinde seslendim.

"Yani, Prenses'in geldiğini duyar duymaz, yerinden kalktın ve dışarı koştun."

"Ah, aman tanrım. Gerçekten mi? Ne oldu, ahahaha."

"Bayan Valentine'nın başı büyük belada olmalı. "

Kızlar uzun bir süre boyunca dedikodu yaptılar. Atmosferi bozmamak için, ben de sadece sessiz kaldım.

Ugh, ama pek de eğlenceli değil. Alpheus ailesinin Jennette için yaptığı ilk piknik olduğu için Jennette'i ziyarete geldim.

"Yani, Debunik çayını sevmiyor musunuz, Bayan Margarita?"

Kızların konuşmalarını gülümseyerek dinleyen Jennette'e bir anda  sordum. Sonra  Jennette bir süre gözlerini kocamanca açtı ve kısa bir süre sonra nazik bir şekilde gülümseyerek cevap verdi.

"Evet, doğru. Acı Debunik çayından çok limon aromalı çayı daha çok seviyorum."

"Kahvenin Debunik çayına harmanlanması da oldukça yeni."

"Ah, öyle bir şey mi var? Bir dahaki sefere denemek istiyorum."

"Ah, aman tanrım, Prenses, Bayan Margarita'nın Debunik çayını tercih ediyor."

"Annem bazen içiyor ancak görünüşe göre benim de denemem gerekiyor. "

Genç hanımlarla keyifli bir sohbet geçiren Jennette'i izlerken gizlice gülümsedim.

Pekala, plan işe yaradı! Bu,bir şekilde, konuyu herkesin kendi fikrini sunabileceği bir konuya göre ilk kez değiştirme denememdi. Şimdi hafiflediğimi 
hissediyorum, sırtımı dayayıp rahatlayacağım.

Buna ek olarak, Jennette beyaz yanaklarını hatırlatarak parlak bir şekilde gülümseyerek, basit bir şekilde etkileyici güzelliğini gözler önüne serdi. 

Tanrım, bu güzellik çok değerli. Güzellik herkesle birlikte korunmalı.

Ancak aslında sadece Jennette değil, aynı zamanda bu odanın içindeki tüm genç hanımlar da bin bir türlü çiçekler kadar farklı güzelliktelerdi.

Evet, güzelliğin sadece tadı vardır, sıralaması değil. Bu sırada, bardağımdaki çaydan yansıyan yüzümü gördüm.

Diana, teşekkür ederim. Sana da teşekkür ederim, Claude. Ebeveynlerim aşırı derecede güzel olduğu için onların genini miras aldığım için çok mutluyum.

Voşş!

Ne? Sonra aniden köşedeki çalılar hışırdamaya başladı. Bu garip, birazcık bile rüzgar hissetmiyorum oysaki.

"Hmm?"

"Şuradaki çalılarda garip bir şey yok mu?"

Bir süre sonra, sadece ben değil diğer kızlar da garip bir şey hissetmiş gibi gözüküyordu. Ahi şimdi düşündüm de, burası tam bir ormanın sınırı. Yani, bilirsin, belki de kaybolmuş bir hayvan dostumuzdur?

Tabii ki, Alpheus evinde vahşi hayvanlarla piknik yapmamızın imkanı yok ancak burada imparatorluk mahkemesi tarafından onaylanan bir avlanma 
bölgesini olduğunu biliyorum.

Tehlike olmasına karşın manamı parmaklarımın ucunda topladım.

Şrakk!

"Ayy!"

Hop!

Bir süre sonra, bir şeyin çalılardan dışarı çıktığını gördüm ve ellerimi tekrar indirdim.

"Ah, sadece bir yavru tavşanmış."

"Sevimli~"

Kaybolmuş hayvan dostumuz küçük bir tavşandı. Eğer daha da ileri gidip manamı kullansaydım kesinlikle çok utanırdım...

"Kürkü yumuşacık. Dokunmak ister misiniz, Prenses?"

Eğer bu şekilde ona dokunursam kesinlikle tavşan korkacaktır. Ve hayvanları pek sevmiyorum...

"Hayır teşekkür ederim."

Tam bir prensesten gelecek cevapla birlikte geride durdum.

Svişş!!

Sonra aniden, tekrar ormanda hışırtı olmaya başladı. Bu sefer de tavşanın annesi mi?

Şrakk!

Ah, bu arada gölgesi sanki bir ayının gölgesi gibi!

"Biraz geride durabilir misiniz?"

Ormandan bize doğru yaklaşan figür çok daha büyüktü ve bir tavşanla karşılaştırılamazdı bile. Garip, neden bu kadar çok hayvanın olduğu bir yerde piknik yaptırırsın ki?

Bunun ne olduğunu bilmiyorum ancak en azından küçük bir hayvan dostu olmadığını biliyorum, bu yüzden birazcık tedbirli olmaktan bir şey olmaz.

"O şey de ne?"

"Şey, şimdilik bilmiyorum."

Jennette yarı meraklı, yarı korkmuş bir şekilde sordu, ancak figür kendisinin ne olduğunu söylemedi.

Bir adım geri çekildim ve ellerimi ileriye doğru uzattım. Felix ve diğer şövalyeler de ormanın önünde, kılıçlarını çekmek için hazır durumda bekliyorlardı.

Şrakk!

En sonunda, bir tıkırtı sesiyle, ormanın içinden güneş ışığına doğru ilerleyen kocaman gölge gözüktü.

"Ah, sanırım kayboldum."

Ancak tam karşımızda duran şey bir ayı değildi.

Karakterin beklenmedik  görünümüne şaşkınlıkla gözlerimi açtım.

"Dük Alpheus?"

Yok artık, Bay Beyaz!


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


117   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   119 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.