Ugh, Bay Beyaz. Neden buradasın! Ancak sonra beyaz adamın verdiği tepki çok farklı bir cevaptı. Kendisi de utanmış olan Dük Alpheus kızarmış yanaklarıyla yalandan öksürmeye başladı.
Beni gördükten kısa bir süre sonra, hafifçe kıstığı gözleriyle babasına bakan Ijekiel'i gördüm.
"Bu sabah Ijekiel ile birlikte avlanmaya gittim ancak, ne kadar da utanç verici, ormanda kaybolduk. Buraya kadar bütün yolu yürüdük."
"Olamaz, avlandığınız bölgeden buraya kadar uzun yolu yürüyerek geldiniz. Kaybolduğunuza inanamıyorum...?"
Dük Alpheus'un açıklamasını dinledikten sonra, yanımdaki Felix inanamıyormuş gibi mırıldandı. Daha çok karşısındaki insana, bunun ne kadar delice bir şey olduğunu düşünüyormuş gibi acıyan bir yüzle bakıyordu.
"Bir dahaki sefere daha çok dikkatli olmalısınız. İzin verilen arazilerin dışında avlanmak bir suçtur."
"Pekala..."
Beyaz beyin alnının masum fikre karşı kırıştığını gördüm. Bu doğru. En azından kaybolduğu için burada olmadığını biliyorum.
Asıl olayı kavradıktan sonra, şu an bütün kartlarını kullandığı için gülmesi gerekiyor mu gerekmiyor mu pek emin değilim.
Ve bana aşık olan Ijekiel, Dük Alpheus gibi farklı hilelere başvurmadı, piknikte olan kişilere saygılı bir şekilde özür diledi.
"Eğer beklenmedik ziyaretimizle sizi korkuttuysak çok özür dilerim. Yolun piknik bölgesine gittiğini düşünmemiştim, ancak benim için de bir sürpriz oldu."
"Ah, hiç de bile, genç efendi!"
"Sizi bu şekilde görebildiğim için çok mutluyum!"
"Madem buradasınız o zaman bir bardak çay içer misiniz?"
Ijekiel'in beklenmedik bir şekilde ortaya çıkmasıyla, piknikteki sıkıcı ortam anında ateşlenmişti. Hepsinden öte, o Obelia'daki en iyi erkek.
Dahası, genç kızların arasında tamamen favori olmak, daha yirmi yaşına yeni girmiş narin Ijekiel için gayet normal bir şey.
Umm ve bir şey söyleyeyim. Her zaman giydiği resmi kıyafetler harikaydı, ancak av kıyafeti Ijekiel'e çok erkeksi bir çekiciliğin yanında bir tür vahşilik de getiriyordu. Tek kelimeyle, parıldıyor.
"Evet, bugünkü piknik Alpheus'lar tarafından hazırlandı."
Bu arada, Bay Beyaz'ın da kalmasından hoşlanırlar mı? Pekala, ne isterseniz onu yapacağım. Kızlar onları çok seviyor, ve bunu yanında, bugünkü pikniğin ev sahibi ben değilim yani onları kovalamak için herhangi bir sebebim yok.
Tabii ki, buradaki en yüksek rütbeli kişi benim ve son sözü benim söylemem gerekiyor, yani sadece o role ayak uyduracağım.
"O zaman avlanma eşyalarınızı uşağınıza verin."
Jennette de onlar geldiği için çok mutlu olmuş gibi gözüküyordu. Belki de tek başına zorlanmıştı. Şimdi düşündüm de, bu Alpheus ailesinin Jennette için verdiği ilk piknik, yani neden en başından beri Dük Alpheus burada değildi?
Yoksa Jennette tek başına halledebileceğini mi söyledi? Şey, Jennette'in doğası göz önüne alınırsa, bu oldukça mümkün gözüküyor.
"Anlayışınız için teşekkür ederim, Prenses. Yaşlanınca, oldukça geniş olan avlanma arazisinde yolunuzu bulmakta zorlanıyorsunuz da. "
"Şey, evet. Peki, fazla tavşan avlayabildiniz mi?
Benim iğneli sorumla birlikte, Bay Beyaz utanmış gibi yalandan öksürdü. Ancak kızlar neden buraya geldiklerini merak ediyordu. Şimdi Ijekiel geldiği için heyecanla haykırıyorlar.
"Bir grup genç insana katılmak için yeteri kadar düşünceli değilim, bu yüzden içeride zaman geçireceğim. O zaman, Ijekiel'i size bırakıyorum. "
Baksana, beyaz. Aşk tanrısı falan mısın sen? Bu kadar çok uğraştığını görmek çok sevimli ancak yine de şüpheliyim. Artı olarak, neden bilmiyorum ancak iki yıl öncesinden beri, beni ve Ijekiel'i bir şekilde yakınlaştırmaya çalışıyor, bu da beni biraz utandırıyor.
Hafifçe utanmış bir yüzle uzakta duran Dük Alpheus'a baktım.
"Beklediğim gibi siz de buradasınız, Bay Robane."
"Ben Prenses'in gölgesiyim. Ancak merak ediyorum ki, sizinle birlikte gelen görevliler yok mu, efendim? "
"Onları ormanda bıraktım, bu yüzden onlar hakkında endişelenmenize gerek yok."
"Ah, tanrım! Diğer görevliler de ormanda kayboldu mu? Onlar hakkında endişelenmediniz mi? Şövalyeleri toplayıp hemen onları ormanda arayacağım! "
"Hayır, bunu yapmanıza gere-"
"Diğer herkesin Dük Alpheus gibi şanslı olacağının garantisi yok. Hadi en kısa sürede onları bulalım, millet!"
"Bay Robane, bekle!"
Dikkatli bir şekilde o taraftaki Dük Alpheus ve Felix'in konuşmasını dinliyordum. Tanrım, Felix, gerçekten çok büyüdü ve nazikliği... Gerçekten çok güzel.
"Genç Efendi Alpheus da çok yorulmuş olmalı."
Avlanma eşyalarını uşağa verdikten sonra bana doğru yaklaşan Ijekiel'e söyledim. Ortaya çıkar çıkmaz ilk söylediği şeye bakılırsa, büyük ihtimalle o da babasının tavrı yüzünden tedirgin ve şaşırmış gibi gözüküyor.
"Bildiğim kadarıyla Tyreos'a yakın olan avlanma arazisi buradan oldukça uzak. "
"Büyük ihtimalle babam Jennette için oldukça endişelendi."
Ve şimdi de Ijekiel, Dük Alpheus'un acayipliğinin en mantıklı sebebini ortaya attı.
Tesadüf lafı altında buraya geldiğini duymak kulağa en mantıklı ve inandırıcı hikaye gibi geliyor çünkü yeğeni, Jennette için oldukça endişelendi. Tabii ki, bunun hiçbir sebebi yok.
"Ormandan bir ayının çıkacağını düşünerek neredeyse büyü kullanacaktım."
"O zaman ben ve babamın başı belaya girebilirdi."
Ancak, öyle dese bile, Ijekiel bu olasılığı hayal etmenin komik olacağını düşünerek güldü.
Ah, neredeyse alıştığımı sanmıştım ancak bu şekilde gülümsemesi... kalbim normalden daha hızlı atmaya başladı... Dur, sakin ol kalbim! İçgüdüsel olarak güzelliğe karşı zayıf olsan da, bu biraz fazla!
"Aslında, babam bu sabah aniden Tyreos'a avlanmak için gitmeyi istediğinde çok tuhaf hissetmiştim. "
Şimdi de, Ijekiel'in gülümseyen yüzü kalbim için çok zararlı! Ijekiel ile kısa bir konuşma yaparken Jennette'in bize doğru geldiğini gördüğümde artık durmam gerektiğini düşündüm ve konuştum. (ÇN: Birileri kıskandı~)
"Eminim ki piknik çok daha eğlenceli olacaktır çünkü sizin ortaya çıkışınızla leydiler çok mutlu oldular."
"Prenses, herkesten daha çok benim çevremde mutlu olmaya istekli olursanız ben de çok mutlu olurum. "
Ancak dediği şeyle bir süre durdum.
Kafamı ona doğru çevirdiğimde, Ijekiel doğrudan bana bakıyordu. Bir kelime bile söylemeden birkaç dakika ona baktım, hemen sonra hafif yapmacık bir gülümsemeyle tekrar arkamı döndüm.
"Genç Efendi Alpheus'un etrafında olup da mutlu olmayan birisi varsa, bu çok daha şaşırtıcı olur. "
Bu tuhaf şakaya Ijekiel'in nasıl tepki verdiğini bilmiyordum. Leydilerin toplandığı yere doğru ilerlerken arkamdan gelen sesleri dinlemeye başladım.
"Jennette, bir anda beni gördüğün için şaşırmış olmalısın."
"Hayır, geldiğin için çok mutluyum."
Konuşmaları, kalpleri ısıtan ve insanlara bugünün gerçekten güzel bir gün olduğuna inandıran abi ve kız kardeş ilişkisi kadar nazikti. Ancak ben her zaman berbat hissediyordum.
***
"Bayan Margarita, bugün çok güzel bir zaman geçirdim. Bir sonraki sefere, ben de aynı bugünkü gibi bir pikniğe ev sahipliği yapmak isterim. "
"Eminim ki sizin ev sahipliği yaptığınız piknik çok daha harika olacaktır."
Pikniğin sonuna geldik. İkişer üçer ayrılmaya hazırlanan leydilerin arasında bende İmparatorluk Sarayı'na gitmek için hazırlanıyordum.
"O zaman, sizi bir dahaki sefere görmek dileğiyle."
Sessizce fısıldadıktan sonra Jennette parlak bir şekilde gülümsedi. Ancak bugün piknikte güzel bir zaman geçirdiği için çok memnun olmuştum.
"Sizi geçirebilir miyim?"
Bir anda, Ijekiel konuştu. Kafamı hafifçe çevirdiğimde, uzaktaki Dük Alpheus oturduğu yerden kalkarak beni selamladı.
Şey... başka seçeneğim yok. Tam karşımda uzatılan Ijekiel'in elini tuttum.
Kısa bir süre, Jennette'in sert bakışları ikimizin birleşen elindeydi. Ancak bir süre sonra, gülümseyerek beni son kez selamladı.
"Prenses ile birlikte olabildiğim için çok mutluydum. Lütfen bir sonraki çay partinize de beni davet edin."
"Tabii ki."
Jennette'i arkamda bırakarak Ijekiel ile birlikte ilerledim. İkimiz ilerlemeye başladığımızda, benimle birlikte sıradan bir konuyla konuşmaya başladı.
"Bugünkü piknikte eğlendiniz mi?"
"Tabii ki. Alpheus ailesi bu kadar dikkatli bir şekilde hazırlamıştı sıkıcı olamazdı bile."
"Jennette bugünü dört gözle bekliyordu. Bu yüzden Prenses daveti kabul ettiği için özellikle mutluyum."
Ijekiel'in ağzından çıkan Jennette'in ismini duyduğumda yanımdaki kişinin yüzüne gizlice baktım. Şu an Ijekiel'in yüzünde ne düşündüğünü anlamadığım bir yüz ifadesi vardı.
İleriye doğru bakarken konuştum.
"Bayan Margarita ile düzenli bir ilişkimiz var."
"Doğru. Debutante partinizi net bir şekilde hatırlıyorum. "
Ugh, o sırada içimden homurdandım. Karanlık geçmişim, debutante partim... Neden benimle bunun hakkında konuşuyorsun şimdi? Her ne kadar o zaman benim debutante günüm olsa da, lütfen tekrar hatırlatma.
"Bunun yanında, Prenses ile birlikte olduğum her zamanı sanki dünmüş gibi net bir şekilde hatırlıyorum."
Kulaklarıma girmeye devam eden Ijekiel'in sesi fısıldıyor gibiydi.
"Aslında, bu anıların zihnimde biraz sönükleşmesini tercih ederim."
Tekrar hafif bir duygu dalgası sızan yüzüne bakmaktan başka seçeneğim yoktu. Boyu uzun olduğu için bana yukarıdan bakıyordu da, bu yüzden anında gözlerimiz buluştu. Sonra Ijekiel bana hafifçe gülümsemeyi unutmadı.
Ancak bu gerçek bir gülümseme değildi. Onu daha önce bütün kalbiyle güldüğünü görmüş olduğum için bu gülümsemenin nasıl bir gülümseme olduğunu kolayca görebiliyordum. Şu an gördüğüm gülümseme sadece güzelce yapılmış bir gülümseme. Bu yüzden, ben de dudaklarımın kenarlarını kaldırdım ve gülümsedim.
"Gerçekten mi? Geçmişi fazla hatırlamıyorum."
"Öyle mi?"
"Genç Efendi Alpheus'un güzel bir hafızası var gibi gözüküyor."
Sonunda at arabasına vardığımızda, Ijekiel elimi hafifçe sıktı.
"Bunu söylemek kabaca olabilir ancak bırakmak istemiyorum."
"Genç Efendi Alpheus."
"Biliyorum. Bu yüzden size elveda etmeme izin verin lütfen."
Bu şekilde konuştuğunda onu reddetmek benim için çok zordu. Gümüş kirpiklerinin arasındaki altın göz bebeklerine bakarken sessiz kalmak zorunda kaldım
Kısa bir süre sonra Ijekiel'in dudakları elimin arkasına dokundu. O zamanda her şey durmuş gibi göründü, bana doğru yavaşça fısıldadı.
"O zaman sizi tekrar görmeyi dört gözle bekliyorum."
Sol elimdeki sıcaklık daha yok olmamışken, arkamı döndüm ve at arabasına bindim.
*** Kapı kapandıktan kısa bir süre sonra, at arabası hareket etmeye başladı. Ijekiel'in durduğu cama bilerek bakmadım. Oturup kafamı diğer tarafa çevirdiğimde, görüşüme ilerleyen manzara geldi.
"...."
Aklımda dolanan düşünceleri yerinde tutmaya ve Jennette hakkında düşünmeye çalıştım.
Jennette'in öncesine göre bugün biraz daha sessizdi.
Şimdi düşündüm de, gençken kendisine daha çok güvenirdi. İlk debutante partimde yere düşen kurdelemi getirmek için beni peşlemesinden tut, Claude'un karşısında beni selamlaması ve doğrudan gözlerinin içine bakması gibi... Ve romandaki kadının ayrıca heybetli bir güzelliği vardı.
Tabii ki, Jennette şu anda olduğu gibi yeteri kadar sevimli ve güzeldi, ancak... Ijekiel biraz önce...
Kafamın içinde kasırga gibi dönen düşünceler yüzünden biraz zorlanmış gibi hissederek ilerleyen at arabasının içinde camdan dışarıya bakmaya devam ettim.
"Eh, piknik olsa da önemli bir şey değilmiş."
"Huck!"
Sonra aniden, tam karşımdan bir ses geldi, o kadar ürkmüştüm ki çenemi destekleyen elim aşağıya doğru kaydı. Sesin geldiği tarafa kafamı çevirdim ve anında bağırdım.
"Lucas!"
"Ne?"
Ne mi? Neee mi?! Neden "Ne?" diyorsun?!
"Neden buradasın! Kalp krizi geçireceğimi sandım!"
Ah, çok şaşırdım! Ancak Lucas bana sanki çok komikmişim gibi bakıyordu. Ugh. Evet, devam et. Bu dünyadaki en küstah adamsın.
"Bekle! Yoksa beni İmparatorluk Sarayı'ndan buraya kadar takip mi ettin?! "
"Ha, o kadar boş zamanım olmadığını söylemiştim."
Çaprazımda oturan Lucas bacaklarını üst üste attı ve böyle bir şey söyledi.
Bakar mısın? Neden o kadar çok meşgul olan adamın şu an benim at arabamda ne işi var çok merak ediyorum.
Ve sonra Lucas umursamazca konuşmaya başladı.
"Beyaz Köpeğin kulübesi bomboş, biraz araştırdım."
"Ne?"
Araştırmak? Neyi araştırmak? Neden? Niçin? Beyaz köpeğin kulübesi derken yoksa Alpheus Malikanesini mi kastediyor? Orada bir şey mi araştırdın?
"Sadece kişisel bir mesele yüzünden oraya girdim yani seni ilgilendirmesine gerek yok."
Bu kadar rahat bir şekilde konuşabiliyorsan nasıl beni ilgilendirmez! Ugh, ama bu pek de yeni bir şey değil. Kimseye söylemeden Lucas'ın kendi başında bir şeyler yapması... bu ilk değil. Gönülsüzce sordum.
"Eee, istediğin şeyi buldun mu?"
"Bulduğumu düşünüyorum ama düşünmüyorum da, emin değilim. Bir kez daha araştırmam gerekecek. "
Soğukkanlı cevabı beni şaşırttı.
Hoho, yoksa bir suç dizisinde falan mı oynuyorum? Bu izinsiz giriş oluyor! Ancak bir şey söyleyebilecek pozisyonda olduğumu düşünmüyorum çünkü öncesinde bende Alpheus Malikanesine gizlice girmiştim.
"Yine üzerinde kirli şeyler getirmişsin."
Düşüncelerim sayesinde gözlerim titrerken, Lucas hiç umurunda değilmiş gibi tersledi. Çaprazımda bacak bacak üstüne atmış bir şekilde çenesini eline yaslayıp bana bakıyordu. Bir süre dediği şeye korktum ve hemen sonra sakinleşerek konuştum.
"Son zamanına kadar birlikteydik çünkü."
Artık Lucas'ın "kirli" dediği şeyin ne olduğunu biliyordum.
Jennette'in bilinçsizce etrafa yaydığı büyüydü...
İki yıl önce, bir Lucas ile birlikte çalıştığım zamanlarda, Lucas, Jennette'in büyüsünü merak etmiş gecenin yarısında Dük Alpheus'un malikanesine sızmış ve Jennette uyurken onu incelemişti.
Sonraki gün, bunu öğrendiğimde Lucas'a bir daha asla bunu yapmayacağına dair yemin ettirdim...Ugh, ne olabilir ki? Olan çoktan oldu ve o yapmasa bile, onu engelleyebileceğimden pek emin değilim.
Her neyse, o gün Lucas sonunda söyleme zahmetine katlandı, "Benim iznimi almadan senin üzerine kirli şeyleri yerleştiren kişiyi öğrendim." Hayır, aslında birisi vücuduma kara büyü yerleştirmek için neden senden izin alması gerektiğini merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Her neyse, işte Lucas şöyle açıkladı. Kara büyü tarafından yapay olarak doğduğu için, Jennette'in vücudundaki benzersiz büyü gücünün normale göre özellikle biraz daha tuhaf bir şekilde hareket ettiğini söylemişti.
"Bugün de üzerinde çok kir var. O da, şu da, hepsi çok sinir bozucu."
"Gerçekten mi? Biraz önce üzerimdekileri temizlemiştim. Şey, gücünün derecesinin duygularına göre değiştiğini söylemiştin."
Şaşırtıcı bir şekilde, Jennette'in büyü gücü diğer insanların kolayca ona çekilmesini sağladı. Her ne kadar büyü gücünü bilerek kullanmıyor olsa da, büyü gücü bilinçsizliğinden etkilendi ve kendi isteğine göre yönlendirildi.
Jennette yedi yaşındayken Lucas onu ilk kez gördüğünde, büyü gücünün hareketi oldukça zayıftı bu yüzden Lucas herhangi garip bir şey fark etmedi. Ancak şu an büyü gücü Lucas'ın açıkca görebileceği kadar çok gelişmiş ve hareketliydi...
Jennette'i ne zaman görsem, fark etmeden gardımı indiriyorum. İlk başta, sesinin tonunun hep yapmacık olduğunu düşünmüştüm, ancak artık şimdi fark ettim ki kolayca insanların kalplerini açabiliyor. Bu kıza karşı değişen düşüncelerimin çoğunun Jennette'in büyü gücü sayesinde olduğunu öğrendiğimden beri, tuhaf hissetmekten kendimi alıkoyamadım.
"Bu kadar kızmana gerek yok. Anında kendimi temizleyebilirim."
Çatmış kaşlarıyla birlikte Lucas bana bakıyordu, gerçekten de Jennette'in büyü gücünün benim vücudumda olmasından hoşlanmıyordu.
Geçen sene "Neden o Kimera'dan da kurtulmuyorum?" dediği zaman ne kadar çok korktuğumu ben bile bilmiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, çay partisinde Jennette tam önümde düşmek üzereyken onu yakaladığım gün bunu söylemişti.
Her neyse, Jennette'in büyü gücünün kasten beni incitmek gibi bir amacı olmadığını söyleyen kişi de sen değil miydin? Buna ek olarak, ilk başta büyü gücünün o kadar güçlü olmadığını ve bir anda böyle bir büyü gücüne sahip olmanın imkansız olduğunu söyledi.
Yapayalnız küçük bir kız kalbinin derinliklerinden başkaları tarafından sevilmeyi diliyor. O farkında değilken başkalarının sevgisini kazanmak için bu kadar hafif hareket etmesi, Jennette'in büyüsüydü.
"Olduğun yerde kal."
Tekrar Jennette'ten kurtulmak hakkında konuşmaya başladığında üzerimdeki büyü kalıntılarını temizlemeye çalışıyordum. Ama vücudumdaki büyü gücünü üzerimden tamamen atamadan önce Lucas bana doğru yaklaştı.
"Gayet iyi. Neredeyse tamamen temizlendi."
Lucas'ın eli alnıma dokunduğunda, parlak beyaz bir ışık görüşüme girdi.
"Burada da."
Boynuma doğru ilerleyen dokunuşu omzumda durdu. İki yıl önce Lucas'tan arınma büyüsü öğrendikten sonra, ben de artık bunu oldukça güzel bir şekilde yapabiliyordum, ancak yine de kendisi yapmaktan çekinmedi.
İkimiz de sırtımızın arkasındaki koltuklara yaslanmıyorduk hatta tam tersi birbirimize oldukça yakındık, aramızdaki uzaklık oldukça kısaydı. Lucas bana elini uzatırken biraz daha yaklaştı. Dirseğimdeki dokunuşunu hissederken tuhaf hissetmeye başladım.
Lucas'ın eli kolumdan bileğime doğru ilerledi.
"Ve burası en kirli yer."
Bir anda, elime bakan Lucas'ın kırmızı gözlerinde keskin bir parıltı gözükmeye başladı. Kısık sesi kulaklarımda yankılandığında, bileğimin etrafında aniden bir acı hissettim.
Ijekiel'in öptüğü eldivenler göz açık kapayıncaya kadar yok oldu. Bir süre büyüleyici bir şekilde havada yok olan ipek eldivenlerimi izledim.
"AHHH!!"
Lucas tam o anda memnun bir şekilde birdenbire gözüken çıplak ellerime gülümsedi.
"Eldivenlerim! Ne yaptığını sanıyorsun!"
"Ondan kurtuldum. Kirliydi."
"Onları daha yeni yaptırmıştım!"
"Bunu giy, yeni bir tane."
Lucas elini havada salladı. Kısa bir süre sonra, ellerinde biraz önce giydiğim ipek eldivenin aynısını görebiliyordum.
"İşte. Memnun oldun mu?"
Bir süre yeni eldivenlere boş gözlerle öncesine göre çok daha rahat gözüken eldivenlere baktım.
Ne, bu ne şimdi? Bu hassas nakış da neyin nesi? Bir nedenden dolayı, ipeği bile eskisinden daha fazla ipek parlaklığa sahip!
Neşeli ruh halimle Lucas'ın verdiği eldivenleri kabul ettikten sonra, tenime değen ipeğe takıntılı hale geldim.
"Hayatım boyunca o, o*rospu çocuğundan hiç hoşlanmadım. O heriften de. O Kimera benzeri kızdan da. Benim olan şeye, benim iznimi almadan kirli şeyler bulaştırmaya cüret eden herkesten de. Düşündüğüm gibi, Beyaz Köpeğin kulübesini yok etmem gerek..."
Sonra Lucas'ın ürkütücü mırıldanmasıyla tüylerim diken diken oldu.
"Baksana, "Benim olan şey" de ne demek oluyor?! Kendi üzerimde hakkım yok mu? Ben kendime aitim, anladın mı? "
Ancak yine de, Lucas benim ürkek laflarımı dinlemedi bile.
Ah, her neyse, Lucas şu an kötü bir ruh halinde gibi gözüküyor, bu yüzden onu rahatsız etmesem iyi olur. Ama bekle bi'. Bu at arabası benim, aynı şekilde eldivenler de benim. O zaman neden benim onun kötü ruh haline katlanmam gerekiyor?! Sadece onu dışarı atmam gerek.
At arabası İmparatorluk Sarayı'na varana kadar, sinirli ve rahatsız bir bakışla Lucas'a baktım.
Alacakaranlıkta İmparatorluk Sarayı'na geri döndük. At arabasının kapısı açılmadan önce Lucas geldiğimizi anladı ve arkasında bir iz bile bırakmadan kayboldu.
Çok yorulmuştum doğrudan Zümrüt Sarayı'na gitmek ve dinlenmek istedim ancak bunu yapamazdım. Dışarı çıktıktan hemen sonra Claude'a selam vermek ikimizin arasında bir söz gibi bir şeydi.
"Saray neden bu kadar gürültülü?"
Ancak bir sebepten ötürü saray her zamankinden çok daha farklı hissettiriyordu. Saray'ın atmosferinin farkına vardıktan sonra mırıldandım.
Sonra Garnet Sarayı'na doğru ilerleyen bir hizmetçiden bir şeyler duyan refakatçilerimden birisi, yanıma gelip eğildi ve konuşmaya başladı.
"Prenses, Kara Kule'nin Büyücüsü biraz önce Majestelerini görmeye gelmiş..."
Yanımdaki uşağın sesi, arkasında gün batımı ile bana doğru yürüyen yabancı bir adam gördüğümde aniden uzaklaştı.
Ah!
Bu da ne? Onu gördüğümde, etrafımdaki her şeyin benden uzaklaştığını hissettim... Siyah bir kuş kanatlarını çırparak gün batımına doğru uçtu.
O sırada, yolun karşısında yürüyen adam da beni gördü. Karşımdaki kapkara gözlerin doğrudan bana baktığını gördüğümde nefes alamadım.
Bir anda bu gizemli adamın benden on adım uzakta olduğunu fark ettim ve buna tepki veremeden önce, yolumda, yani tam karşımda duruyordu.
"Ah, görüyorum."
Kısa bir süre sonra adam yavaşça ağzını açtı ve halsiz bir ses tonuyla konuştu.
"Siz Prenses Athanasia'sınız."
Siyah gözleri bana dikkatlice bakarken ona karşı tuhaf bir hoşlanmama duygusu hissettim..
"Sizinle tanışmak benim için bir onurdur, Prenses."
Beni selamladığında bana karşı olan terbiyesi sadece sözde ve yapmacık bir tiyatro oyunundaymış gibi hissettim.
"Kendimi tanıtmak isterim."
Hareket tarzı görgü kurallarına aykırı değildi, ancak sözlerinde biraz laubalilik ve egoistlik vardı.
"Ben Kara Kule'nin Muhafızı, Büyücü Carax. Obelia'nın şanı ve refahı sizinle olsun."
Kara Kule'nin Büyücüsü...
***
Kendini tanıtmasını duyduğumda, arkamdaki refakatçilerin şaşkınlık içinde nefes aldıklarını duydum. Aklında endişe olan kişiler sadece ben ve Felix'ti.
"Kara Kule'nin Büyücüsü... Demek sizsiniz?"
"İnsanlar bana bu şekilde sesleniyor."
Kendini Kara Kule'nin Büyücüsü olarak tanıtan Carax, onu selamladıktan sonra bir süre sessizce yüzüme baktı.
"Anlıyorum. Babamı görmeye geldikten sonra geri döneceğinizi duydum. Umarım Obelia'nın şanı sizinle olur."
Şaşırmış gibi bile davranmayarak sakin bir şekilde onu selamladığımda, gözlerinde ciddi bir parlama gördüm.
Tabii ki, karşılaştığım bu adamdan gelen tuhaf atmosfer beni biraz sarsmıştı... Ancak yine de öncesinde Claude'un söylediği gibi, değil mi? O bir sahtekâr... Ancak neden bir süre kaybolup üç yıl sonra ilk kez ortaya çıkıyorsun?
Zihnimde birkaç şüpheyle birlikte Kara Kule'nin Sahtekâr Büyücüsü 'nün yanından geçmeye çalıştım. Sonra aniden bir şeye hayran kalmış gibi hareket etti ve bana yaklaştı.
"Daha fazla yakınlaşmaya iznin yok."
Ancak Felix onu durdurdu. Sonra yerinde durdu ve parlayan gözleriyle ilgili bir şekilde bana bakmaya başladı.
"Saray görgü kurallarını bilmiyor gibi görünüyorsun."
Acımasızdım çünkü bana bakış şekli gerçekten aşırı derecede kabacaydı.
"Ah, lütfen kabalığımı affedin."
Ama beni duyduğunda, güldü ve hızlıca yüzündeki ifadeyi değiştirdi. Tamamen ciddi bir bakışla gözlerimin içine bakmaya başladı.
"Prenses, bu sorum biraz kabaca gözükebilir ancak..."
Ve sonra sanki çok önemli bir sırrını söylüyormuş gibi sesini alçalttı ve ciddi bir şekilde fısıldadı.
"Kadere inanıyor musunuz?"
Ne?
"...?"
Bir süreliğine kulaklarımdan şüphelendim. Sudaki balıklar gibi sayısız soru aklımda dönüp dolaşıyordu.
Onu yanlış duyduğumu düşündüm bu yüzden de yanımdaki Felix'e baktım ve onda da ne dediğini anlamadığını anlatan bir ifade vardı. Yani demek oluyor ki duyduğum şey yanlış değildi...
"..."
Pekala, bu herif de kim?
"Benimle dalga mı geçiyorsun?"
"Ah, aman tanrım, şaka gibi mi gözüktü?"
Sinirlenmiştim.
Refakatçilerim, aşağı yukarı onun "kule büyücüsü" olduğuna ikna olmuş gibi gözüküyorlardı, ancak ben bu heriften oldukça şüphelenmiştim.
Ancak,"Kara Kule'nin Büyücüsü" olarak tanınan bu adama nasıl karşı çıkmam gerektiğini düşünmekte de haklıydım.
Umm, sadece bu saçmalıkla daha fazla uğraşmadan onu görmezden geleceğim. Bu şekilde düşündükten sonra, sanki biraz önce hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim.
"Aman tanrım, Babamı görmeye gidecektim ancak burada oyalanıyorum. Büyücülerin de güneş batmadan geri dönmeleri gerekiyor, bu yüzden elveda."
İnanmıyorum. Yani beni daha fazla tutma!
"Peki ya, öldükten sonra yeniden doğmaya...inanıyor musunuz?"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.