Zaman öyle hafifti ki geçip gidişini insanlar hissetmiyordu. Önce değirmenler döndükten sonra dişliler. Çağlar geçip gitti insanlar inanmak için bir gerçek arayıp durdu. Tanrılar yok oldu gitti zihinlerinde. Tek bir tanrı yer edindi. Tek bir tanrı ve onun dini dini ortaya çıkarken günahlar yasalara dönüştü. Yasalar cezalar verirken kültürleri ele aldı durdu. Ama değişmeyen şeyler oldu. Bir kahraman doğdu, büyüdü, sevdi ve zaferlerini ardında bırakıp öldü. Zamanın ilerisi bizim gerimizde kalan bir öykü daha yazıcıların eline geldi. Onun hikayesi bir daktilonun tıkırtıları ile sayfalara işlerken insanlar unutmasın diye ona sayfaya daktilo sertçe harfleri, kelimeleri cümleleri işledi durdu. O kimdi, neydi, kimi sevdi, kim onu öldürdü? O bir kahraman değildi. Binlerce insandan birisiydi. Bir kadının rahminde döllenip doğan, doğunca ağlayıp kordonu kesilen sıradan bir insandı. İlahi bir yetisi yoktu ama o tarih yazacak kadar cesur olmayı seçmişti. … Bir şehirde bir zamanlar iki evin arasında kalan ufak bahçesi iki katı ile dikkat çekmeyen bir evde bir kadın sancılar içinde bağırmıştı. Doğumu sıradandı. Doğduğu aile gibi. Sevimli güzel bir erkek bebek dünyaya gelmiş ve kordonu bağlanıp annesinin kucağına verilmişti. Pembe yanakları, ışıltılı koyu siyah gözleri vardı. Onun doğumundan sene sonra büyük savaş patlak vermişti. Kendi ülkesinde olduğu bu savaştan habersizce henüz yaş büyük abisi ve çocukları cepheye gönderilmişti. Savaşa giden görev insandan sadece iki kişi ailesindendi. Bunun farkında bile değildi. On iki yaş babasının ölümü ile abisinin rütbe alışı üst üste üste gelmiş ve imparatorluk sınırlarını genişletme kararı aldığında kaderinden habersizce o da bu savaşın çarklarından birinin dişlisi olmuştu. Evlere gelen tebligatlar ve telgrafların ardından büyük kamyonlar gelmişti. Arkası branda olan askeri araçlar gezip şehir sokaklarından çocukları toplarken kimseini isteyerek vermemişti. Onu almaları için henüz iki senesi olduğunun farkında olacak kadar akıllıydı. Gittiği okulda öğrettikleri okuma yazma ile gazetelerin kupürlerinde yer alan cephe haberlerini okuyabiliyordu. Radyoda yapılan anonsları dinlendiğinde heyecanlanıyordu. En sevdiği şey işe madalya alıp teğmenlik başka varan abisi hakkında böbürlenmek ve onun gelişini beklemekti. İki sene bir çocuk için kısa savaş için uzundu. Zaman ilerlemiş ve bu savaşı daha da çok anlamaya başlamıştı. Gençliğin doruklarındaydı ve artık neyin ne olduğunu anlamaya başlamaya yakındı. Kanı kaynıyor, silahlar onun için artık önemliydi. Gideceği askeri okul için mızmızlanmayacak kadar gururlu olduğunu belirtmek istiyordu. Sıradan cephe askeri değil bir subay olarak eğitilmek istiyordu. Şehrinin en iyi okullarından birisindeydi. Ailesinden ablası bir subay ile evliydi. Abisi subaydı ve çocuğu rütbesiz asker olsada savaşta vurulmuş ve ölmüş onurlu bir adamdı. Sürekli çalışan bir kadındı. Mahallesindeki kadınlarla beraber konfeksiyonda cephe için dikiş dikiyordu. Sanayi devrinin zirvesiydi. Makineler çalışıyor, kara duman tütüyor ve fabrikalar her gece ve sesli gündüz işliyordu. Onun için son baharın ilk ayı idi en heyecanlı ay. Artık o ve subay olmak isteyen arkadaşları gelecek olan ordu heyeti tarafından seçilecekti. Hafta ikinci haftasıydı ve o hafta diğer okullarında seçmeler yapılmıştı. Haftanın son günü onun okulu listeydi. Hepsi tıraşlarını olmuş, giyinmiş ve sert çehrelerini yüzlerine takmıştı. Müdürün odasının olduğu ikinci katta uzun köhne ama bir o kadar tavanı yüksek koridorda adının söylenmesi için bekliyordu adı söylenen içeri giriyor, dakikalar ona saat gibi geliyor elinde belgesi ile heyecanla sırıtırken belge alamayanlar guruları kırılıyordu ikinci katta çehrelerinde soluk bir ifade ile koridordan sessizce uzaklaş. "Andrjez Dejan!" adını duyulan kalbi göğsünden çıkacak gibi olmuştu. Neredeyse nefesi kesilmişti. Adımlar birbirine karışırken odaya girip subayın kapıyı kapatması ile oturan omuz apoletleri sallanan dört adama dikilen subaylara bakıp kalmıştı. Bir süre yutkunamadan öylece onlara bakarken Müdürün ona kaş yaptığını görmüştü. Okullar için asker vermek önemliydi. Ne kadar subay verirler ise o kadar gurur tablosunda isim olurdu. Büyüyen ülkeleri ve imparatorlukları için bu bir onurdu. Andrjez müdürden gözünü alıp ortaya dikilmişti. Uzun geniş omuzlu, kara saçlı kara gözlü bir genç olmuştu. Beş yaşını doldurmasına az kalmıştı. Genç bir oğlandı artık. Kaşları çatık, yüzü donuktu. Ellerini yanlara doğru uzatmış parmakları sıkıca kapalıydı. Ayaklarında kırk beş derecelik bir açı ve dimdik bir duruş. Uzun ile boyu üniformayı gururla taşıyacak geniş göğsü… Oturan dört adamı etkileyecek duruşunu gerçekleştirdiğinde emir gelmişti. "Rahat!" dendiğinde ayaklarını hafifçe açıp ellerini birleştirmişti. İfadesini hiç bozmamıştı. Dosya incelenmiş ve ailesinin kim hakkında bakılmak için diğer dosyaya bakıldığında tek kelime bile edilmemişti. Ortada oturan adam diğerlerinden daha fazla yıldızı apoletlerinde taşıyordu. Kalın kır kaşlarını çatmıştı. "Daha önce kavga etmişsin okulda!" demişti. Andrjez gururla çenesini ileri doğru kaldırmıştı. "Evet efendim." Demişti. Adam ona bakıp ellerini çenesinin altında kenetlemişti. "Nedenini öğrenebilir miyiz Bay Dejan?" demişti. Andjez hemen söz hakkını alınca konuşmaya başlamıştı. "Ailem, ülkem için canını feda hazırken cephede insanlarımız savaşırken burada bir grup savaş karşıtı onların katil olduğunu söylediğinde kendime engel olmadım efendim. Darp ettim onları. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyorum. ” Dedi. Bu adamın çok hoşuna gitmişti. “Abinin cephede ortaya çıkardığı başarıları duyuyoruz. Dejan ailesinden bir subay daha olması bizim için çok gurur verici olur. ” Demişti. Kırmızı dosyadan çıkardığı sarı zarfı açıp belgeleri imzaladıklarında soğuk bir ifade takınmıştı. Belgeleri alıp eve varana kadar soğuk ifadesi devam etmişti. Eve vardığında bağırmış ve annesine sarılıp heyecan ile ağlamıştı. O hala bir çocuk gibiydi. “Abinin cephede ortaya çıkardığı başarıları duyuyoruz. Dejan ailesinden bir subay daha olması bizim için çok gurur verici olur. ” Demişti. Kırmızı dosyadan çıkardığı sarı zarfı açıp belgeleri imzaladıklarında soğuk bir ifade takınmıştı. Belgeleri alıp eve varana kadar soğuk ifadesi devam etmişti. Eve vardığında bağırmış ve annesine sarılıp heyecan ile ağlamıştı. O hala bir çocuk gibiydi. “Abinin cephede ortaya çıkardığı başarıları duyuyoruz. Dejan ailesinden bir subay daha olması bizim için çok gurur verici olur. ” Demişti. Kırmızı dosyadan çıkardığı sarı zarfı açıp belgeleri imzaladıklarında soğuk bir ifade takınmıştı. Belgeleri alıp eve varana kadar soğuk ifadesi devam etmişti. Eve vardığında bağırmış ve annesine sarılıp heyecan ile ağlamıştı. O hala bir çocuk gibiydi. Abine telgraf çekmeliyiz. Yakında onun gibi cephede olacaksın. Gidip ona telgraf çektireceğim. " Dedi. Andrjez heyecan içindeydi. Birçok arkadaşı gibi o da eğitim için büyük manastıra gidecek ve sonra cepheye gidip onurun temsilcisi olan madalyalar almak gibi hayalleri vardı. Büyük hayallerdi onun için bunlar. Abisine çekilecek olan telgraf için o da postaneye gitmişti. Annesinin yanında heyecanla yürüyordu. Babasının ölümünden sonra ailesine verilen ilk madalyayı anımsamıştı. Kurşun alaşımı olan ve maddi değeri olmayan o madalyanın yanına ve kendisinin asılacak olan madalyalarını düşünürken gülümsüyordu. Postaneye vardığında annesi içeri girmişti o ise postanenin önündeki kaldırıma oturmuştu. O ara okuldan onun gibi subay eğitimi için onaylanmış ile karşılaşıp konuşmaya başlamışlardı. O müthiş manastırı konuşuyorlardı. "İçinde eğitim cephesi varmış." Dedi heyecanla Andrjez. “Abim orada ders vermiş. Orası çok büyükmüş. Herkes için odalar ve büyük yatakhaneler varmış. Bir şehir kadar büyük. ” Bunları heyecanla söylerken önlerinden geçen kadın telaşla elindekileri onu takıp eden çocuğa vermişti. “Burada beni bekle ve kımıldama. Hemen mektubu postaya verip geliyorum. ” Demişti. Çocuk büyük torbayı kucaklayıp sokak lambasının direğinin orada dikilmeye başlamıştı. Elindeki torbanın ile yorulmuş kolları ve omuzları öne doğru sallanıyordu. Andrjez onu ilk varsayılan kendi mahalle postanesinin önünde görüyordu. Kumaştan şortu, bakımlı rugan ... Özenle taranmış saçları ve soluk teni ile buraya ait olan onun halinden belliydi. Pantolon askıları beyaz gömleğinin üstünde bir şerit halinde duruyordu. Kadını görmek için başını çevirip postane sırasına baktığında sırayı geçip müdürün odasına giden merdivenleri tırmandığını görmüştü. Kadının müdürün odasına gidecek kadar önemli oldugunu düşünmemişti. "Andrjez!" demişti arkadaşı onu dürtüp. "Tanıyor musun onu?" demişti. Andrjez başını iki yana sallamıştı. "Bizim mahalleden değil." Demişti. Bunun üzerine arkadaşı onuz ipekmişti. “Uzun uzun bakınca tanıyorsun sandım.” Dedi. Andrjez açıklama yapacakken yırtılan kâğıt torbanın sesi ile yerlere dökülen eşyaların sesini duyup herkes gibi başını çevirmişti. Ağırlığa dayanmayan ve yanlış tutulan kâğıt torba yırtılırken eşyalar dökülmeye başlamıştı. Genç ise sadece dökülen eşyalara sakince ve soğuk kanlılık ile hiç tepki vermedendu. Eşyaları yuvarlanıp sola saçılıyordu. Düşen domatesler patlarken gazete ıslanıyordu. Düşen kırılmış süt akmaya şişe başlamıştı. Sakince olanlara bakıp soğuk kirlenmesin diye birkaç adım geri gönderti. İstemsizce ona yardım etmek için ayağa kadının kadının sesi gelmişti. Aman tanrım! Milos lanet olası torbayı tutamadın mı? Gidip tekrar almamız gerek. ” Demişti. Genç onu duymuyor gibi ellerini ceplerine sokup ayak süte bakmaya başlamıştı. "Al şu parayı gidip kırdığın her şeyi geri al!" demişti. Sonra hayıflanarak yerdeki sağlam kalan malzemeleri toplamak için eğilmişti. Genç onun uzattığı parayı alıp bir süre sonra gözden kaybolurken Andrjez oraya doğru usulca yaklaşmıştı. "İyi misiniz?" demişti. Yerdeki sağ kalan iki domatesi alıp uzatırken. “Eve geç kalacağım! Asla dikkat etmez bu çocuk. " Demişti. Andrjez ona bir süre baktı. Gözlerini onun ellerine dikmişti. Bakımlı nazik ellerdi. Belli ki bu tür işler için yaratılmamıştı. Hoş bir parfümü kadının "Sizin için taşıyabiliriz." Demişti. Kadın kucağı taşan eşyaları birisinin taşınmasını isterdi. Andrjez ve arkadaşı bu doğayla yürümeye başlamıştı. Onlara yakın bir mahallede oturuyorlardı. Meydana yakın olan eski belediye binasının orada evleri vardı. Üst katta bir daire kiralanmıştı belli ki. Yukarı çıktıklarında içeri girmişlerdi. Açılmamış eşyalar ve yeni taşınmış oldukları belliydi. "Onları mutfağa giriyor musunuz?" demiş ve çantasını bir kenarı koyup Andrjez ve arkadaşına bir miktar para hazırlamıştı. Yol boyunca sohbet etme indirim olmuştu. İkisinin de subaylık için baş vurduğunu öğrenmişti. Andrjez ve arkadaşı mutfaktan çıktığında sigara içerken gördütü. Kadın masaya koyduğu paraları alıp doğru yürümüştü. “Buraya kadar yardım ettiniz. Teşekkür için bunu alın. ” Demişti. Onlar itiraz edecekken çalan kapı ile kadın hızla parayı ellerine tutuşturup kapıya koşmuştu. Kapıda bir adam vardı. Uzun iri ve yeşil paltosu askeriyeye aitti. Elinde bir sarı zarf vardı. "Bayan Roluge?" demişti. Kadın hızla sigarasını eline alıp mektubu istemek için diğer elini uzatmıştı. "Nedir bu?" demişti. Adam ona dikmişti gözlerini. “Milos için buradayız. Subaylık başvurusunu ertelemesi mümkün değil. Durumunuzu konuştuk ancak onu kısa zaman içinde almak için gelecekler. Bu da bildirge! " dedi. Sarı zarfı alan kadın bir süre adam bakmıştı. Anlıyorum. Teşekkürler. " Demiş ve kapıyı kapatmıştı. Zarfı kenarı doğru bırakıp bir süre durmuştu. Derin bir iç çekmişti. Tekrar çalan kapı ile açıldığında genç çocuk bakıyordu. Eliyle merdivenlerden aşağıyı göstermişti. "Asker postası?" demişti. Kadın gülümsemeye çabalamıştı. "Evet! Önemli bir şey değil. Son işlemler için bir şeyler getirmişler. Götür onları mutfağa koy ve üstünü değiştir. ” Demişti. Milos içeri doğru girmişti burnunda ve yanaklarında çiller vardı. Açık teni yürümekten kızarmış pembeliği ile yeşil gözleri parlıyordu. Tenine göre koyu kalan saçları ve kaşları yüz hattını yumuşatıyordu. Salonda dikilmiş kişilere bakıp bir süre kaldığı yerde kalmıştı. Ah onlar! Düşen eşyaları taşımam yardım ettiler. Seninle aynı yaşta çok güzel değil mi? İkiside subaylık sınavını geçmiş. " Demişti annesi. Milos bir süre onlara bakmıştı. Ardından gülümsemişti. "Umarım bende geçeceğim." Deyip mutfağa doğru yönelmişti. Andrjez arada sarı zarfa dikmişti gözlerini. Onun geçtiğinin işaretiydi o zarf. Bir aydan kısa süre sonra gidip başvurusunu resmileştirmez ise bu şansını kaybedecekti. Andrjez mektuba dikmişti gözlerini. "Hangi hangi okulda baş vuru yaptın?" demişti. Ayrıca meraklı olmadığını belli eder gibi devam etmişti. "Okullar arasında zaman farkı var ama bütün başvuruların sonucu iki gün içinde açıklanıyor." Dedi. Milos mutfağına bakan penceresinden bakıp masaya bakan domatesi yemeye başlamıştı. "Başkent askeri ortaokulu!" dediğinde Andrjez ve arkadaşı nutku tutulmuş halde ona bakıp kalmıştı. Milos ise gülümsemişti. "Son sene sağlığım iyi için baş vurum gecikti." Dedi. Andrjez pencereye doğru yaklaşmıştı. “Kesinlikle subaylık için seni alırlar. Siz bunun eğitilmiş olmalısınız. " Dedi. Milos ona bakıp gülümsemişti. "Evet! Yani bilmiyorum alırla mı? Mektubu bekliyorum. " Demişti. O ara lafını Bayan Roluge bölmüştü. “Milos gidip odanı yerleştirmeye başlamalısın. Hadi. " Demişti. Milos elindeki domatese bakıp onu lavaboya doğru fırlatıp mutfaktan ayağını sürüyerek çıkıp hızla dar koridora girmişti. Kısa süre sonra kapı çarpmıştı. Sizlere de tekrar teşekkür ederim. Demişti. Onlardan kibarca artık gitmelerini istiyordu. İki genç çıkmıştı. Andrjez şaşkındı. “Vay be! Başkent Askeri ortaokulu ha! Çok havalı olmalı. Orada iri oluyorlar diye duymuştum. O biraz ufak tefek.” Demişti Andrjez. Arkadaşı hemen onun eksik düşündüğü kısmı tamamlamak istemişti. “Şey, sağlık sorunlarımdan dolayı dedi ya… acaba ondan mı böyle zayıf?” demişti. Andrjez başıyla onaylamıştı. “Yine de sarı zarf gelmiş. Belli ki kabul edilmiş. Onun gibi çok kişi olmalı. Düşünsene bizde onlar gibi subay olacağız.” Konuşa konuşa geri postaneye gelmişlerdi. Andrjez annesini bulamayınca eve doğru yürümeye başlamıştı. Annesi çoktan eve gelmiş yemek için hazırlık yapıyordu. “Abinle konuştum. Senin adına çok mutlu oldu. Sana cep harçlığı yollayacakmış. Manastıra ziyarete gelecek olan birlikte olmak için uğraşacakmış.” Dedi. Andrjez mutfaktaki sandalyeyi çekip oturmuştu. “Eski belediye binasının arkasındaki apartmana birileri taşınmış. Oğlu Başkent Askeri ortaokulunda okumuş. Subaylık için başvurusu onaylanmış. Onlara dair bir şey biliyor musun?” demişti. Kadın çorbayı karıştırırken dönmüştü. “Evet! Kocası iki sene önce ölmüş. Orduda hekimmiş ve cephede atılan havan toplarından birisi çadıra isabet etmiş. Bir süre başkentte kalmışlar. Oğlu okulu bitirince buraya gelmiş. Burada çalışacak iş bulmuş.” Dedi. Andrjez ona bakmıştı. “Kadında mı doktor?” dedi. Annesi başını iki yana sallamıştı. “Terzi. Daha önceleri başkentte bir dükkânı varmış. Amam burada askeri kıyafetlerin dikiminde işe alınmış. En azından başkente göre hayat burada daha ucuz.” Dedi. Andrjez başını sallamıştı. “Oğlu hakkında bir şey biliyor musun?” demişti. Annesinin istihbaratına güveniyordu. Herkesi tanırdı annesi. Sosyal ve fazlası ile dinlemeyi seven soru soran bir kadındı. “Oğlu hakkında pek bilgim yok. Sadece geçen sene çok hasta olduğu söylemişti. O yüzden onun için buranın daha iyi olacağını düşünmüş.” Dedi. Andrjez usulca başını sallamıştı. “Aslında onları yemeğe çağırmalıyız Andrjez. Konfeksiyondaki kadınlar ile birlikte onu da çağırsam iyi olur. Yarın gidip ona benim için davetimi iletir misin? İşe başlamadan tanışmış olurlar. Daha rahat eder.” Dedi. Andrjez iç çekmişti. “Bana yarın hatırlatmalısın. Yarın geç kalkacağım.” Demişti. Akşam yemeği durgundu onun için. Gece yatmaya gittiğinde ise olayları çoktan unutmuştu. Annesini isteğini yerini getirmişti. Kadını yemeğe davet etmeye gitmiş ve kapıyı çalmıştı. Kapı geç açılmıştı. Kadının gözleri ağlamış gibi şişti. Bir süre toparlanmaya çabalamış gibiydi. Andrjez ona annesinin davetini iletip ayrılmış ama kadının neden o kadar perişan olduğunu anlayamamıştı. Öğleden sonra şehrin belediye başkanın eşi dahil birçok kadın iki katlı evin alt katında bulunan salondaki ahşap yemek masasının etrafındaydı. Oğulları ve kızları ise onlara eşlik etmiş ama ayak üstü bir şeyler atıştırıp arka bahçeye çıkmıştı. İçerideki masada ondan fazla kadın ve derin sohbet varken kapı çalmıştı. Bayan Dejan masadan gülerek kalkıp kapıyı açtığında Bayan Roluge ve oğlu ile karşılaşmıştı. Kadın geç kalmanın mahcubiyeti ile ne diyeceğini bilemeden gülümsemişti. “Bizde yemeğe başlayacaktık. Kahveyi kaçırdınız ama yemek için tam vaktinde geldiniz.” Demişti. Bayan Roluge bunu duyunca daha samimi bir tebessüm yerleştirmişti yüzüne. “Geç kaldığımız için üzgünüm. Evin işleri henüz bitmedi.” Demişti. Bayan Dejan bir kadının tek başına evi çevirme çabasını çok iyi bilirdi. Onu hoş görerek içeri buyur etmişti. İçerde bulunan kadınlara onu ve oğlunu takdim etmişti. Daha sonra Andrjez’i yanına çağırmıştı. “Milos için mutfakta yiyecek bir şeyler hazırla. Ve sakince sizinle kaynaşmasını sağla!” demişti. Bir süre kadar Andrjez mutfakta oyalanırken Milos sandalyeye oturup onun yemek vermesini beklemişti. Andrjez o ara sohbet etmeye çabalamıştı. “Subaylık baş vurusundan haber var mı?” dediğinde Milos ona bakıp başını kısacık evet dercesine sallamıştı. “Kabule dilmiş misin?” demişti. Milos yine bir baş hareketi ile cevap vermişti. “Sevindim.” Demiş ve hazırladığı tabağı masaya koyup karşısındaki sandalyeyi çekip oturmuştu. “Manastır çok büyük olduğu için orada tanıdıklarımızın olması önemli. Benim birçok arkadaşım subaylık için seçildi. Eminim senin de orta okuldan birçok arkadaşın vardır. Belki bizde arkadaş oluruz ha?” demişti. Milos bir süre ona cevap vermeden bakmıştı. “Olabilir!” demişti. Sadece kısacık kelime ile isteksizliğini belli etmişti. Bir süre yemeğini yedikten sonra artık Andrjez’de konuşma isteğini kaybetmişti. Bahçeye çıkacağını söyleyip mutfak kapısını açıp dışarı gitmişti. Arkadaşları ile zamanın nasıl geçtiğini unutup güneş batmaya başladığında Milos aklına gelmişti. Birkaç saattir içerde ne yaptığını merak etmişti. Diğerlerine içecek soğuk bir şeyler getirmek bahanesi ile içeri girdiğinde onun mutfakta oturuyor olduğunu görmüştü. Bir elini şakağına, dirseğini masaya dayamıştı. Sırtı ona dönüktü. Diğer eli ise masanın üstündeydi. Öylece duruyordu. Bir an için hareketsiz bir heykele benziyordu loş ışıkta. Yaşam belirtisi bile yoktu. Ona ne diyeceğini bilmeden öylece kalmıştı. Dalgın duruşunda bir gariplik vardı. Sanki dalıp gittiği düşünceler ya da hayal aleminde kaybolmuş ve ruhu bedenini öylece terk etmiş gibiydi. Işığı yakmak için yürürken yüzünü yandan görebilmişti. Kirpikleri sıkıca birbirine kenetlenmişti. Dudakları hafif aralıktı. Parmakları arasında saçları fırlamıştı dışarı doğru. Ona bakarak el yordamı ile ışığı bulduğunda sarı ampul bir iki kere kıpraşıp yanmıştı. O zaman onun öylece uyuduğunu anlamıştı. Destek aldığı eline başını yaslamış masada uyuyordu. Bulaşıklarını yıkamış masanın orada beklerken uyuklamaya başlamıştı. Salondan kadın kahkahaları geliyordu. Daha sonra annesinin sert topuklu terliklerinin parkede çıkardığı ses ile onun geldiğini hissetmişti. Kapıda beliren annesi bir süre onunla beraber Milos’a bakmıştı. Daha sonra oraya doğru yaklaşmıştı. Şefkat dolu sesi ve sakin dokunuşu ile onu daldığı uykudan uyandırmıştı. “Yukarı çıkıp misafir odasında dinlenmelisin.” Demişti. Milos bunun için direnmeye çabalasa da Andrjez onu odaya götürmek için takip etmesini istemişti. Gözlerinden uyku akıyordu resmen. Rahat bir yatağı ret demeyecek kadar uykuluydu. Andrjez ile odaya geldiğinde içerideki düzgün yatağın üstüne yatmadan önce hızla ayakkabılarını çıkarmıştı. Düzgünce kenarı koyup yan devrilmiş ve Andrjez ışığı kapatacakken o gözlerini sıkıca kapatmıştı. “Hava serin. Üşürsen pike var…” ama boşa konuşuyordu. Milos tekrar derin uykusuna dalmıştı. Annesinin aşağıdaki hoş eğlencesinin bölünmemesi için bu yatakta bir süre daha uyuyabilirdi. Bundan zevk bile alırdı. Andrjez geri dışarı döndüğünde içecek almamıştı yanına. Ona içecekleri sorduklarında gülüp kalmadığını ve susmalarını söylemişti. Ay yavaş yavaş yükselirken bahçede gençlerin sesi içerde kadınların sesi eksilmeye başlamıştı. Bayan Roluge ve Bayan Dejan aşağıda sohbet içine girmiş gündemden dikişe kadar her konuyu konuşuyordu. Geç gelen misafir en son gidecek olan olmuştu. Andrjez bahçeden içeri girdiğinde son arkadaşı da gitmişti. Bir süre salonda annesi ve misafiri ile oturmuştu. “Biz gidelim artık. Geç oldu yarın sabah konfeksiyon fabrikasında iş başı yapacağım. Bu yüzden biz gidelim. Milos nerede?” Demişti. Andrjez onun uyuduğunu söyleyip uyandırmak için yukarı çıkmaya hazırlanmıştı. “Daha sonra tekrar gelmelisin. Oldukça hoş sohbetin var.” Annesi kapının önünde Bayan Roluge ile konuşmaya başlamıştı. Andrjez yukarı çıkıp kapıyı aralamıştı. Işığı yaktığında Milos’un iki büklüm yatmış olduğunu gördü. Oraya doğru yaklaşıp alçak bir sesle seslenmişti. “Hay! Annen gidecekmiş.” Dediğinde Milos birden gözlerini açıp ona bir süre bakmıştı. Uyku sersemliği ile hızla kalkıp ayakkabılarını giymişti. Bir süre karşısında duran Andrjez ile bakıştı. Nerede olduğunu çözmek ister gibi etrafa bakmıştı. Anlık bir utanma ile gülümsemişti. “Bir an için nerede olduğumu anlayamadım.” Deyip kapıya doğru yürümüştü. Andrjez ona eşlik edecekken yastığa gözü takılmıştı. Damla damla ıslaklıklar vardı. Bir insanın uykusunda ağlayıp ağlayamayacağını bilmiyordu. Bir süre yastığa bakıp oturmuştu. Göz yaşları olabilirdi bu ıslaklıklar. Oturduğu yerde elindeki yastığa bakıyordu. O ara içeri giren annesini fark etmemişti. Yanına oturana kadar anlayamamıştı onun geldiğini. “Bayan Roluge oldukça iyi birisi. Eğitimli ve akıllı bir kadın. Oğlu için endişeleniyor.” Demişti. Andrjez ona doğru dönmüştü. Kucağındaki yastıkla bir süre annesine sorgular bakışlar ile bakmıştı. “Çok fazla arkadaşı yok. Ve yalnız birisi. Onunla arkadaş olmanı istemek doğru mu bilmiyorum ama sen akıllı bir çocuksun. Ve ona yol gösterebilirsin.” Demişti. Andrjez bir süre ona bakıp başını sallamıştı. “Sonuçta aynı yere gideceğiz. Ona göz kulak olurum. Endişelenme.” Demişti. Annesi samimi bir gülümseme ile ona bakıp uzanıp sarılmıştı. “Sen iyi bir evlatsın.” Demişti. Andrjez onun bu duygusal halini anlamlandırmamıştı. Yaşlanıyordu ve duygusaldı son zamanlarda. Annesine verdiği sözü tutmak için Milos ile kendi arkadaş grubunu kaynaştırmak istedi. Bunun için öncelikle onu sürekli dışarı davet etmeye çabalamıştı. Birkaç daveti başarısız olmuştu. Şehir parkının oraya bisiklet sürmek için arkadaşları ile toplandığı bir hafta içi onu tesadüfen parkta görmüştü. Bisikletle geldikleri parka girerken soğuk içecek almışlardı kapıdan. Kırılmış buz ve meyve şerbetinin içlerini ferahlatacağına inanmışlardı. Havalar soğusa bile hala sıcak olduğunu söyleyen bir grup erişkinlik yolunda erkek yapay gölet tarafındaki oturma alanına doğru konuşarak gidiyordu. O ara Andrjez kenarda birisi ile oturmuş olan Milos’u görmüştü. Daha önce gördüğünden bile emin olmadığı bir genç kadın yanında oturmuş onunla konuşuyordu. O bakınca diğerleri de oraya doğru bakmıştı. “Şu babası askerde doktor olan yeni çocuk. Hemen bir kadın ile flört mü etmeye başlamış. Gidip gizlice!” bakalım fikri subaylık sınavını kazanamamış hayta ve aklı pek derslere basmayan bir gençten çıkmıştı. Andrjez onlara eşlik etmeyen büyük grupta kalmıştı. İki kişi çalıların arasından dolanırken onlar oturacak bir yer aramaya başlamıştı. O ara merak edenler diğerlerinin yolunu gözlüyordu. “Duyduklarımıza inanamazsınız!” diyerek soluk soluğa çimlere atmışlardı kendilerini. Heyecandan gözleri kocaman açılmıştı. “Birisi ile flört ediyor olması dışında başka ne konuşuyorlardı ki?” demişti Andrjez. Hayta arkadaşı onun yanına doğru oturup boğazını temizledi. “Kadın ile flört etmiyor. Bir arkadaşının kız kardeşi falan galiba. Ama önemli olan o değil. Konuştukları. Roluge sürekli kadına olanlar için üzgün olduğunu bunu telafi etmek için ne gerekirse yapacağını, canını bile vereceğini falan söylüyordu biz duyduğumuzda. Sonra o genç ve güzel kadın ona ölmemesi gerektiğini, ölmesi gerekenlerin başkaları olduğunu söyledi. Sesi oldukça üzgündü. Ve ona subaylık için geri dönmemesi için yalvardı. Annesi de onun subay olmasını istemiyormuş.” Dediğinde Andrjez beyninde bir kıvılcım çakması ile ona doğru dönmüştü. “İstemiyor mu?” demişti. Çocuk başını salladı. “Onun subay olmamasını aynı şeylerin yaşanacağından korktuğunu söyledi. Ne olduğunu bilmiyorum ama herkes onun uzun süre hasta olduğunu biliyor. Yani bunu söylüyorlar.” Dedi. O ara ağzı buz dolu olan bir genç hızla buzları çimene tükürmüştü. “Kuzenim onunla aynı askeri ortaokuldaydı. Ve o sene iki kişi intihar etti demişti. O sınavı kazanamadığı için subay olmayacak ama dediğine göre bir dedikodu çıkmış.” Ağzındaki soğukluk ile uyuşan dilini ısıtmaya çabalayarak birkaç saniye bekledi. “E…” dediklerinde geri konuşmaya başlamıştı. “Roluge’nin babasının askeri doktor olduğunu düşünürsek zaten ordunun içinde tanıdığı birçok kişi var. Birilerinin hakkında torpil olduğu söylenmiş. Ve bu torpilin yapılmasının sebebi ikinci ordu generalinin oğlunun da orta olması imiş. Roluge ile büyük bir kavgaya tutuşmuşlar. Onların seçmeleri bizden önce oluyor. Henüz üçüncü sınıfa geçmeden ortalama ile eleniyorlar. O sene Roluge büyük bir kavgaya tutuşmuş generalin oğlu ile. Ve ona torpil yapıldığı için birisinin alınmadığı ve hakkının yendiği söylenmiş. Sonra birçok şey konuşulmuş. Kuzenim Roluge’nin yakın arkadaşının haksızlığa uğradığı ve daha sonra kendini vurarak intihar ettiği söyleniyor. O ara kuzenimde sınavı geçemiyor ve okuldan atılıyor. Ama birkaç arkadaşı daha sonra Roluge’nin bir gece hastalandığı ve her şeyini toplayıp gittiğini söylemiş. Bende ondan duydum. Bu o Roluge mi acaba? Yani babası ordu doktoru ve bir süre hastalanmış. Ayrıca onunla aynı dönem. Yani kuzenim ile.” Dedi. Andrjez hikayedeki eksikleri düşünüyordu. “İntihar eden birisi gerçekten var mı?” demişti. O an az önce hikâyeyi anlatan çocuk gözlerini daha da irileştirmişti. “Elbette ama her yerde açıkça söyleme. Onun intihar ettiği gizleniyor.” Demişti. Andrjez onlara bakan birisinin odluğunu hissettiğinde dönüp baktığında uzakta duran Milos ile bir an için göz göze gelmişti. Ona bakarken istemsizce el sallamak istemişti. Karşılık aldığında gülümseyince diğerleri de dönmüştü. “Hey buraya çağırma. Burada olması iyi olmaz.” Demişti. Andrjez ona fısıldayan arkadaşına dönmüştü. “Belli ki yakında bizim de üssümüz olacak kişiler onu sevmiyor yakın olmasak daha iyi.” Düşüncesi o gün hepsine işlemişti. Andrjez kısa süreliğine uğrayıp merhaba diyen Milos’a o gün sıcak davranmıştı. Ama ona yöneltilen ve onun orduda sevilmeyen birisi olduğu düşüncesi ile irkilmişti. “Biliyorsun üssümüz bizi severse ilerleriz. Eğer bize takarsa bizi en korkunç cepheye gönderirler ve ölürüz.” Demişti. Andrjez başarılar kazanmadan ölmek istemiyordu. Bir başarısız olarak ölmektense annesine verdiği sözü unutabilirdi. Ama bu o kadar kolay olmayacaktı. Ordunun toplama aracının gelmesine on günden az kala Milos ve annesi yine bir öğleden sonra onlara davetliydi. Andrjez yemeğe inmek istemediğini kötü olduğunu söylemişti. O gün Milos ile iletişim kurmadan onu yok saymanın en doğru şekli odasına saklanmak olacak diye düşünüyordu. Bir süre devrilmiş haftalık gençlik dergisinin sayfalarını kurcalar iken kapı vurulup açılmıştı. Milos elinde tepsi ile ona bakıyordu. Ne diyeceğini bilmeden bir süre ona bakmıştı. “Bayan Andrjez acıkmış olacağını düşündü…” demişti. Andrjez ona bakıp gülümsemişti. “Biraz belki…” diye kısa cümleler kurmakla yetinmişti. Milos bir süre ona bakıp tepsiyi çalışma masasına doğru götürmüştü. “Şey onu şimdi yiyeceğim.” Dediğinde Milos bir anlık durup ona doğru yürümüştü. Yatağa doğru gelip ona uzatmıştı. Andrjez yemeğini aldığında Milos onun masasının yanındaki kütüphanesine bakıyordu. Kitaplara hızla göz gezdirdikten sonra birden şaşkınlık ile oraya doğru bir iki adım atmıştı. Rafta duran serinin içinde kalın kitabı çekip almıştı. “Bayan Owari’nin kitabı…” demişti. Andrjez onun tuttuğu kitaba bakıp gülümsemişti. “Evet, ama onu okumadım.” Demişti. Bayan Owari bir aşk romanı yazarı idi. Genelde genç kızların tercih ettiği etkileyici bir yazardı. Erkekler ise onu okumadıklarını kadınlar için yazılan serileri okuyacak kadar romantik olmadıklarını söylerdi. Andrjez yemeğine vermişti kendini. Milos ise kitabı hızla kurcalayıp sayfalara bakmıştı. “Bence okumalısın! Gerçekten etkileyici öyküler var içinde.” Demişti. Andrjez kitabı okumamış gibi yapsa da oldukça severek okumuştu. Ama sert bir subay adayı kadınsı aşk hikayeleri okuduğunu anlatamazdı. “Ya öyle mi? Ne anlatıyor ki?” demişti. Milos bunu duyunca ona doğru dönüp heyecanla bir iki adımda yatağın yanında bitivermişti. “Oturabilir miyim?” demişti. Andrjez ağzı dolu başını sallamıştı. “Kan Gülleri kitabı en güzel kitabıdır. İmkânsız bir aşkı anlatır. Kitaptaki karakterlerin dünyaları birbirinden ayrı ve uzak gözükse de aslında ikiside aynı düşünce ve kalbin parçalarını taşıyorlar. Yarım kalpleri bir arada atabiliyor. Belki garip gelebilir ama içindeki mistik hikayeler bu kitapları okunası yapıyor. Tanrı’nın ardında var olan insanın gücünü anlatıyor. Sadece aşk yok içinde.” Andrjez ona bakıyordu. Milos ise sayfalarda bir şey arıyormuş gibi sık sık sayfaları değiştiriyordu. Kitabı okuduğu için onun neyden bahsettiğini biliyordu. Tanrının ötesinde insanın gücünün duyguları olduğunu biliyordu. Ama bunu söyleyecek kadar onu tanımıyordu. “Biliyor musun? İnsanın duyguları aslında hislerine bağlıdır. Ben senin yanında kalbimin hep bir parçasını bulmuş gibi hissediyorum. Ve sanki bütün acılarım yok oluyor. Bulutların üstünde gibi hissediyorum…” Andrjez şok olmuş halde bir an ona bakmıştı. Sesindeki tını ve gözlerinin satırı takip edişi ile onun kendi sözleri olmadığını anlayınca ne tepki vereceğini bilemeden kalmıştı. “Bu hep görüştüğümüz gül bahçesi senin ölümün ile solup giderken bende burada solup gitmeliyim. Ölüm bile bizi ayırmasın diye yemin ettik.” Duraksayıp satırlara bakmıştı. Gözlerindeki durgunluk ile kitabın satırlarına bakıyordu. Kitabı yavaşça kapatmıştı. “İnsanlar beni hakkımda konuşuyor. Annem hakkında… Sende bu yüzden benden çekinip okumuş olduğun kitabı okumamış gibi davranıyorsun.” Dedi. Andrjez neye uğradığını şaşırmıştı. Milos kitabı ona göstermişti. “Sayfalarda takılıp kaldığın terlerde hep katlama izleri var. Tıpkı şimdi okuduğun dergiye yaptığın gibi…” demişti. Andrjez yakalanmış olmanın utancı ile ne yapacağını bilemeden kalmıştı. “Mevzu seninle alakalı değil. Bayan Owari kızlar ve kadınlar için bu romanları yazıyor. Bir erkeğin okudum demesi utanç verici olur.” Dedi. Milos bunu duyunca ona bakıp gülümsemişti. “Kitaplar insanların cinsiyetlerine göre yazılmaz. Ben bu kitabını çok severim. Çünkü gerçeğin bir parçası.” Dedi. Andrjez ona bakıyordu. “İnsanlar birileri öldüğü için ölmez. Kitapta intihar eden kadın bence sadece abartmış.” Demişti. Milos ona bakıp kalmıştı. “Kitapta intihar eden kadının neden ölmek istediğini tam olarak hatırlıyor musun?” demişti. Andrjez omzu silkip ağzına bir kaşık dolusu yemek sokmuştu. “Adam ölmeyecekti. Kadın ile olan ilişkileri öğrenilmesin diye kendini feda etmişti. Kadın evli ve çocuk sahibi birisi idi. Konumu ve hayatı mahvolabilirdi. Adam onun için hayatını feda etti.” Dedi. Andrjez omuz silkmişti tekrardan. “İyi de buna mecbur değil.” Demişti. Milos kitabı kenarı doğru koymuştu. “Ailen dışında sevdiklerin var mı?” dedi. Andrjez arkadaşlarından söz etmek için ağzını açtığında Milos kaşlarını kaldırmıştı. “Arkadaşların ve ülken hariç bana vatan severliğinden söz edeceksin ve canını vermekten söz edeceksin. Ama bu bambaşka bir şey. Hayatında hiç âşık olup özel duygular hissettiğin birisi olmadı mı senin?” demişti. Andrjez çevresini düşününce hiç âşık olmadığını anımsadı. Birkaç kız ile çıkmış ve onlarla gezmişti ama âşık olmamıştı. En azında kitapta bahsedilen o tutku dolu duygu dolu aşkın gerçekliğinden bile emin olmadan öyle bir şey yaşadığını düşünemezdi. “Sanırım hayır! Yani birisi için kendimi öldürmeye kalkacak kadar olmadım ki bu hiç normal bir sevgi olmaz.” Demişti. Milos bir süre ona bakmıştı. Ardından ayağa kalkıp sessizce kapıya doğru yürümüştü. “Peki sen?” diye bağırmıştı Andrjez. Milos kapıyı açıp omzu üstünde ona bakmıştı. “Oldum. Kendimi öldürecek ve onun adının temiz kalması için yaşayamayacak kadar oldum.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.