Yukarı Çık




23.3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   23.5 


           
Bölüm 23.4

Umudun Zirvesi Akademisi sunar,

Gençler, kazanmak için "umudunuzun" gerçek boyutunu ölçün!

Hepiniz, diğer herkesten daha yetenekli olduğunuzu kanıtladınız!

"Kendi umudunuz" için, diğer herkesten daha fazla cinayet işlemeniz gerek!

Karşılıklı cinayetin son sınavı şimdi başladı! (Aşama iki)

Birçok yanıp sönen ve ekranı tamamen dolduran kelime kullanmıştı, yerel televizyon istasyonları bile bunu böyle bir miktarda kullanmayı reddetmişti bugünlerde.

Bu da ne?

Bir anlığına bu tarz bir soru kafamda canlandı ama gerçekten sadece bir anlıktı. Ekranlardaki görüntü değişti, kırmızı oldu.

Her bir ekran, tamamen parlak kırmızı renkte selofan ile kaplı gibiydi sanki. Kırmızı renge yakından baktım ve bir şeyin kıpırdadığını gördüm. Bir insana benziyordu sanırım.

Kırmızı odada, duvarlar ve zemin kıpkırmızı boyanmıştı. Kırmızıya bulanmış bir vücudun yerden kalkması ve bir solucan gibi bükülerek kıvranması dışında belirgin bir özellik seçemedim. Kamera bunların hepsini kuşbakışı görünümde çekmişti. İlk başka bunun bir tür yenilikçi dans veya gizemli bir video sanatı olduğunu düşündüm ama çok geçmeden durumun bu olmadığını fark ettim. Hemen sonrasında, tökezleyen kişi, ekranın iki tarafında da dolandı. Adamın giydiği kıyafet neredeyse tamamen kanla kaplıydı. Buna rağmen, onun Umudun Zirvesi Akademisi'nin forması olduğunu anlayabildim. Adam bir katlanabilir sandalyeyi arkasında gevşekçe sürüklerken bir kişi onun önünde, elleri ve ayakları üstünde yalvarıyordu, adam katlanabilir sandalyeyi diğer eline aldı ve yukarı kaldırdı. Sandalye kafasının üstüne ulaşınca geri indirdi ve... ha? 

Az önce olanları kavrayamadım, sadece şaşkına dönmüş halde ekrana bakmaya devam ettim.

Katlanabilir sandalye, sayılamaz kere aşağı indirildi. Sandalyeyi, ayaklarına kapanan adamın üstüne indirmeye durmadan devam etti. Kameranın açısı değişti ve sandalyeyi indiren adamın yüzünü yakından gösterdi. Tekrar tekrar bir şey bağırıyor gibiydi.  

"Ah, sesi… aç…"

Önümde oturan Monoayı Kafaları, onun ekranının sesini açtı.

Onun ekrandan çıkan bağırışlarını duyabiliyordum. Sesi artmaktan başka bir şey yapmadı ve yürekleri burkan çığlıklara dönüştü.

"...B-BEN, ÖLMEK, İSTEMİYORUM!!"

Acı dolu bağırışlar dışında başka bir sesin çınladığını duyabiliyordum.

Şlap. Fışk.

Yoğurt ve kıkırdağın birlikte püre olmasının sesi gibiydi, adam sandalyeyi her indirdiğinde bir ses yankılanıyordu.

"B-BEN!" Fışt. "... KÖTÜ DEĞİLİM!!" Fışk. "BENİM, HATAM DEĞİL!!" Şıps. "O-O YÜZDEN!" Şlap. "KÖTÜ, DEĞİLİM!!" Vıcık - O noktada katlanabilir sandalye kırıldı.

Ama onun önüne kapanıp yalvaran çocuk çoktan berbat olmuştu. Kafası tanınamaz haldeydi, daha çok birinin yere düşürdüğü ezilmiş bir domatese benziyordu, çevresinde kan ve beyin sıvısının bir karışımı vardı. Korkumun seviyesini düzgünce anlatma yetisinden tamamen uzaktım. Ekranda kafatası ikiye ayrılıp açıldı ve ceset, içindeki sıvıları döküyordu. Başımı cesetten çeviremedim, hiç hareket edemedim bile. Ekrana sersemlemiş ve tümüyle şaşkına uğramış halde baktım. 

"...Y-Y-Yeter, bu kadar." dedi ekrandaki adam kendi kendine, sarsılıp titriyordu. "Z-Zaten o diğer ikisini öldürdüm… bu, yeterli, ol-"

Oğlanın kelimeleri kalın camın kırılma sesi tarafından bölündü. O daha kendine gelemeden başka bir adam elinde bir şişeyle arkasında durdu. Yeni gelen adam, uyarıda bulunmadan kafayı hedef aldığı tek bir vuruşla ilk adamı yere serdi.

"AAH…AAaaaaaaAAAAaaAAaaAAaaaaAAAAAAAAAHHHH!" Adam çaresizce iki eliyle başını sıkıca tutarken yaralı bir hayvan gibi kükredi. Aniden aceleyle odadan koşarak gitti, acı içinde kıvranarak. 

"B...Bekle, BEKLE!!" Tuzak kuran adam onu titrek adımlarla takip etti.

Ekrandaki görüntü bir kez daha değişti. Şimdi bir koridoru gösteriyordu. Koridorda yüzü kana bulanmış, koşan bir adam vardı. Küçük cam parçaları gözlerine girmiş ve kanamalarına sebep olmuştu.

"K-K-KURTAAAAAAAAR BENİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİH!" diye bağırdı kekeleyen bir sesle. Ağzı açılıp bir gülümsemeye dönüşüyor gibi göründü ama durum bu değildi. Dudakları yırtılıp açılmıştı ve artık onları kapatamıyordu. Önünde titreyen bir kız duruyordu.

Kız kasvetli koridorda yalnız duruyor, elinde bir satırı sıkıca tutuyordu. Ürkünç görünümü beni korkuyla doldurdu ancak koşan adam onu görmedi bile. Acı içinde haykırarak ona doğru koştu.

Kız kendini savunma pozisyonuna hazırladığında satırını yukarı sapladı. O anda çocuk kafasını indirdi.

Şlap.

Bunun etkisiyle satır, kafatasına gömüldü; gözlerine batmış cam kırıkları düştü. Adam sonunda yere yığılmadan önce birkaç adım boyunca koşmaya devam etti. Kız, tüm vücudu şiddetle sarsılıp titrerken sabırla cesedi izledi.

"B-Ben ö-ö-ölmek… i-i-istemiyorum… Ya-yapmam gerekti..." Onun titreyen sesiyle ekranın ses şiddeti azalıp arttı. Arkasında, elinde demir boruyla ona gizlice yaklaşan başka bir lise öğrencisinin figürünü görebildim.

Sonunda yüzümü çevirebildim.

Zevksizlikle, komik derecede zevksizlikle yapılmış bir filmden başka bir şey değildi. Bu yedek öğrencilerin yaptığı bir tür videoydu, değil mi? Bu durumda, gerçekten korkunçtu. Sadece korkunç olmaktan da fazlası, gerçekçilik ile doluydu.

"Ölü" insanlar, "soğuk" ile bağdaştırılabilen bir görüntüydü; bu ise kolayca "ölüm" yanılsamasını akla getirebilirdi. Ölülerin cesetlerinden sızan sıcak kan, hayatları boyunca vücutlarından yayılan ısıyla kıyaslanamaz; bu kanın sıcaklığı, kameranın lensini nem ile buğulandırmıştı. Ölümü takip eden muazzam bir ısı gibiydi.

Ama neler oluyor tanrı aşkına, bu çok-

"Anlamsız, değil mi..?" Önümde oturan Monoayı Kafalarından biri, hala ekranı izlerken beni şaşırtarak sordu. "...Umut bu mu? Bu şey umut mu?"

Oğlan mırıldandı, açıkçası sesi kulağa aldırışsız geliyordu. Tamamen kedere batmış bir sesle konuştu.

"Herkes, hayatında bir zaman, sadece kendilerini düşündükleri bir noktaya gelecek… ve bu da… karşılıklı cinayet… bu noktaya kadar, insanlar umuda sahip olmanın önemli olduğunu söylerler… ve bu yüzden onu korumak için her şeyi yapacaklarını… Bizim gibi insanlar bu pis alışkanlığı terk ettiler… Sonuçta, o sadece anlamsız küçük bir şey..."

Kendi kelimelerine sinirlenmiş gibiydi. Konuştukça siniri daha belirgin oldu, aniden hızlı hızlı solumaya başladı.

"...Ee, bunu ne kadar süredir izliyorsunuz? En başından beri mi?"

"Hayır. Sadece 5818 kere izledik..."

Şey mi dedi… 5818 kere, ha?

Zaten sırılsıklam olmuş sırtımdan ter aktığını hissettim. Bir kişi bu videonun sahte olduğunu ne kadar söylerse söylesin, kafamda tekrar tekrar oynamaya devam ediyordu. Sadece bir kere izlememe rağmen, beynim gerçek olduğuna inanmaya meyilliydi.

Bu cidden bulaşmamam gereken bir şey.

Tam şimdi kaçmam gerek!


bu bölümün devamı yakında...

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


23.3   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   23.5