Doğal olarak bir çok şeytani yaratık onlara saldırmayı denedi ama nafileydi. Tavşan-adam kabilesine saldırmaya çalışanların istisnasız hepsinin beyni bir flaşla havaya uçtu.
Bu flaşa bir silah atışı eşlik ediyordu, etrafa bakarsanız çok fazla şeytani yaratık cesedinin Yükselen Büyük Kanyon’a saçılmış olduğunu görürdünüz. Bu durum karşısında Tavşan-adamların nutku tutulmuştu ve bunu yapan Hajimeye huşuyla bakıyorlardı.
Özellikle çocuklar Hajimenin aşırı gücüne bakıyorlar ve ışıldayan gözleriyle onu kahramanları olarak görüyorlardı.
“Fufufu, Hajime-san. Küçük olanlar seni izliyor biliyorsun~Neden onlara el sallamıyorsun?”
Shia, çocukların masum bakışları yüzünden zaten kötü hisseden Hajime’ye takılmaya çalıştı.
Hajime’nin anlnıda bir damar fırladı ve silahını sakince ateşledi.
DOPANn! DOPANn! DOPANn!
“Awawwawawawawagh!?”
Lastik mermiler ayaklarına hedeflenince Shia onlardan kaçınmaya çalıştı ki bu da onu step dansı yapıyormuş gibi gösterdi. Shia’nın babası Kam bu sırada çarpık bir şekilde gülümsüyordu Yue ise durumu hayretle izliyordu.
“Ha Ha Ha, demek Shia ve Hajime şimdiden bu kadar yakınlaştı. Shia… o yaşlara ulamış gibi gözüküyor. Bu babayı bir parça yanlız hissettiriyor. Ama eğer konu Hajime-dono’ysa bu içimi rahatlatır…”
Kizina hala kurşunlar sıkılsa da Kam sanki onu düğününe uğurluyormuş gibiydi, gözlerinin kenarları yaşarmıştı. Kabiledeki diğerleri de “Bana yardım edin~” çığlıklarını duymaktansa onlara samimi bakışlar atıyorlardı
“Bekleyin, hepiniz. Bu duruma baktığınızda nasıl böyle bir sonuca ulaşabiliyorsunuz?”
“… İnanılmaz.” dedi Yue
Görünüşe göre TavşanAdam kabilesinde büyük bir sağduyu eksiği vardı ve bunu normalleştirmiş durumdalardı. Bu durumun sadece Hulia Kabilesiyle sınırlı olup olmadığını bilmiyorlardı.
Uzun süre yürüdükten sonra grup sonunda Yükselen Büyük Kanyonun girişine ulaştı. Hajime’nin “Uzaktan Görüşü“yle görebildiği kadarıyla iyi yapılmış bir merdiven vardı. Merdiven duvarlar kesilerek yapılmıştı ve her 50 metrede bir terse dönüyordu. Yükselen Büyük Kanyon’dan çıktıktan sonra yarım gün yürüyerek Ağaç Denizine ulaşabiliyordunuz.
Hajime uzaklara bakmaya çalışırken Shia tedirgin bir sesle konuşmaya başladı.
” Hiç İmparatorluk Askeri var mı?”
” Ne diyim ki. Şimdiden imha edilmiş olma ihtimallari de var…”
” Etrafta İmparatorluk Askerleri olmalı… Hajime-san…Ne yapacaksın?”
“ Ne demeye çalışıyorsun?”
Hajime kafasını eğdi çünkü Shia’nın sorusunu anlamamıştı Onun sorusunu duyan TavşanAdamlar Tavşan kulaklarını dinlem için dikleştirdi.
“Şeytani yaratıkların aksine, düşman İmparatorluk Askerleri… insan ırkından.. Aynı Hajime-san gibi…onlarla savaşabileceğine emin misin?”
“Başarısız tavşan, sen şimdiden geleceği görmedin mi?”
“Bunu onaylatmak istiyorum. Bizi TavşanAdam kabilesini korumak için insan olan İmparatorluk Askerleriyle yüzleşmen gerekeck. İnsanlarla savaşabileceğine gerçekten emin misin…?”
//A*ına bile kor.
Shia’nın sözlerini duyduktan sonra etraftaki TavşanAdamlar Hajimeye tedirgin bakışlar atıılar.Çocuklar durumu anlamasalar da ciddi atmosferden dolayı durmadan bir Hajimeye bir yetişkinlere bakıyorlardı.
Ancak böylesi ciddi atmosferde Hajime çok sıradan bir şekilde konuştu.
“Bunun neresi yanlış?”
“Eh?”
Hajime Shia’nın kafa karışıklığını aldırmadı ve konuşmayı sürdürdü.
“Söylediğiğm gibi. Benim için insanlarla savaşmakta hiç bir problem yok.”
“S-siz aynı ırktan değil misiniz…”
“Sizin ırkınız(yarı-insan) da sizin kabilenizi kovalamıyor mu?”
“Öyle düşünürsek tabi…”
“Siz işin temellerini kavrayamıyorsunuz.”
“Temeli?”
Shia kafasını eğmişti ve etraftaki TavşanAdamlar da boş boş bakıyordu.i
“Dinle, Ben sizin kabilenizi bana yolu göstermeniz için tuttum. Yani siz ölürseniz sıkıntı yaşayacağım, bu da sizi koruyacağım demek oluyor. Sizden hoşlandığımı yada nazikliğimden sizi koruduğumu düşünmeyin. Üstelikl sizi sonsuza kadar korumayacağım hatırlıyorsun değil mi?”
“Ugh, evet… hatırladım…”
“Öyleyse, Sizi Ağaç Denizinde işim bitinceye kadar koruyacağım. Herşey benim çıkarım için. Bu yüzden şeytani yaratık yada insan olsun yoluma çıkmaya çalışan herkes benim düşmanımdır ve düşmanlarımı öldürürüm. Bu kadar basit.”
“Ben, anlıyorum…”
Shia bu Hajimevari cevabı kuru bir gülümsemeyle kabullendi. “Öngürü”sünü kullanarak gelecekte Hajimenin askerlerle yüzleşeceğini görmüş olsa da, gelecek kesin olmadığından bunun doğru çıkıp çıkmayacağını bilmiyordu. Onun gördüğünden daha yüksek ihtimalli gelecekler vardı, bunlardan birinde Shia imparatorlukta köle olarak yaşıyordu ve ölmekten beter bir durumdaydı. Diğerleri öyle düşünmese de Shia “bu benim hatam” diye düşündüğünden gelecekleriyle ilgili bir onaylama istiyordu.
“Ha Ha Ha, Bunu duymak çok güzel. Lütfen Ağaç Denizinde size yolbulma işini bize bırakın.”
Kam neşeyle güldü. Aptalca bir adalet duygusundansa olayın bir alış-veriş ilişkisi olması daha güvenliydi. Yüzü tüm bunları anlatıyordu.
Partileri merdivenlere yaklaştı. Hajime önden gidiyor ve onları uyarıyordu. İmparatoluk Askerlerinden kaçarlerken TavşanAdam kabilesi günlerdir ne yemiş ne de içmişti buna rağmen adımları hafifti. Yarı-insanların büyü kullanamamasının yanında fiziksel güçlerinin yüksek olduğu dedikodusunu da doğru gözüküyordu.
Ve sonunda Hajime’nin grubu Yükselen Büyük Kanyondan kaçmıştı.
Uçurumun başında gördükleri şey ise…
“Oioi, cidden. Onlar hayatta kalmış. Komutanın emirleri yüzünden isteksizce burada duruyor olsam da~ Eğer durum buysa, ve iyi bir hatıra götürebilirim.”
Etrafta 30 civarında İmparatorluk Askeri vardı. Arkalarında ise kampın izleri ve bir çok vagon/yük arabası gözüküyordu. Tüm askerler Khaki-tarzı üniformalar giymişti ve bir kılıç bir mızrak ve bir kalkan kuşanmışlardı, Hajime’nin grubunu görmek onları şaşırtmıştı
//Yarabbim Fakat sadece bir saniyeliğine. TavşanAdamları gördükten sonra anında mutlu ifadeler takındılar.
“Ekip lideri! Gri saçlı TavşanKadın da burda! O kumandanın istediği değil miydi?”
“Ooh, şanslıyız gibi duruyor. Gerisini öldürsek de sıkıntı yok, hayatta kalması gereken sadece o kız.”
“Ekip lideri~, burada bazı kadınlar var, onların tadına baksak olur mu? Üç gündür burda bekliyoruz zaten. Lütfen bunu bir düşünün~”
“Tanrım…Hepsini alamazsınız ama Sadece 2-3 tane ise sıkıntı olmaz.”
“Hyahho~, Ekip liderinden bekleneceği gibi! Bizi cidden anlıyorsunuz!”
İmparatorluk Askerlerinin gözünde TavşanAdam kabilesi kolay bir avdı, yaklaşırken TavşanKadınlara bakıp dudaklarını yalıyorlardı. Bu askerleri görmek TavşanAdamları korkudan titretiyordu.
Tüm bu yaygaracı askerlerin aksine deminden beri TavşanAdamlara bakıp sırıtmakta olan ekip lideri sonunda Hajime’nin varlığının farkına vardı.
“Aah? Sen de kimsin? Tavşan adam değilsin gibi gözüküyor.”
Bu askerleri basitçe geçmenin imkansız olduğunu düşünen Hajime, basitçe yanıtladı.
“Aa, ben insanım”
“Haa~? Neden TavşanAdamların yanındasın? Üstelik bu kanyona gelöişsin. Aah, bir köle tüccarı mısın? Bu bilgiyi bir yerlerde mi duydun? Buraya geldiğine göre müthiş bir iş azmin olmalı. Şey, üzgünüm ama onlar şu anda imparatorluğa ait.”
Ekip lideri varsayımlarda bulunuyordu, duruma bakarsanız bu normal gözüküyordu. Aynı zamanda Hajimeye emirler verebileceğini de düşünüyordu.
Tabiki Hajimenin bu emirleri dinleme mecburiyeti yoktu.
“Reddediyorum.”
“… Birşey mi dedin?”
“Duymadın mı ‘Reddediyorum’. Bu insanlar şu anda bana ait. Bir tanesini bile veremem. Vazgeçim imparatorluğa dönmenizi tavsiye ederim.”
Yanlış duyuğunu düşünmüştü ama o tekrar cevap verirken bir de onlara emirler veriyordu. Ekip liderinin kafasında bir damar belirdi.
“… … Çocuk, ağzından çıkanı kulağın duysun. Kafanda bir sorun var da bizim kim olduğumuzu mu anlamıyorsun?”
“Ben zaten herşeyi biliyorum. Sen bile kafanda bir sorun olduğunu duymaktan hoşlanmazsın değil mi.”
Ekip lideri bu sözlerden sonra Hajime’ye dik dik baktı. Diğer askerler de ona sertçe bakıyorlar ve havada gergin bir atmosfer oluşturuyorlardı. Ekip lideri büyük ihtimalle bu gergin atmosferden dolayı Hajime’nin sırtındaki Yue’yi o anda farketti. Bu gergin atmosferde belkide uçurum yüzünden Hajime’nin elbiselerine sıkıca yapışmış bir genç kız gelmişti. Ekip liderinin beyni bir anlığına kızın güzelliğiyle donmuştu ama sonunda yüzündeki gülümseme tekrar yerini aldı.
“Aah~ Anlıyorum, Sonunda~ şimdi anlıyorum. Sen nazik boktan bir oğlandan fazlası değilsin. Sana bu dünyanın ciddiyetini öğretmeme izin ver. Ku ku ku, bu genç bayan aşırı güzel değil mi? Senin kollarını kestikten sonra gözlerinin önünde ona tecavüz edeceğim ve ardından gördüğüm ilk mköle tüccarına satacağım.”
Bu sözler karşısında Hajime kaşlarını çattı ve duygusuz Yue bie tiksinmişti, bu ona bakan herkes tarafından görülebilirdi. Sağ eli tutulmasa Yue bu adamın varlığına bir saniye bile katlanmazdı.
Fakat Hajime tarafından durdurulmuştu Yue’nin şaşkınlıktan dili tutulmuştu, Hajime sadece tek birşey söyledi.
“Sonuç olarak siz benim düşmanımsınız değil mi?”
“Aah!? Hala durumu anlamıyor musun! Sen ufak piç, bundan sonra afdilemek için önümde diz çöküp-!? ”
DOPANn!!
Sinir bozucu ekip lideri cümlesini bitiremedi. Sebeni silah atışı duyulurken kafasından vurulmasıydı. Kafasının üstünde, alnında kocaman bir delik vardı ve arkaya saçılan beyin parçaları görülebiliyordu sonrasındaysa pat diye yere düştü.
Diğer askerler ne olduğunu anlayamamışlardı sadece boş boş bakınıyorlardı.
DOPAaaNn!
Bir silah atışı duyuldu ve aynı anda altı asker kafasından vuruldu. Aslında silah 6 kere ateşlenmişti ama Hajime çok hızlı olduğunda tek bir atışmış gibi duyuluyordu.
Doğal olarak liderlerinin ve yoldaşlarının kafalarının dağılışını izledikten sonra Askerler panikledi ve silahlarını Hajime’ye doğrulttu. Ne olduğunu anlamasalar da buna kimin neden olduğunu anlamışlardı, ne kadar da kusursuz bir karar. Kişilikleri bir tarafa bırakılırsa İmparatorluk Askerlerine yakışır bir yetenekleri vardı.
Askerler aceleyle ileri atılırken bir ilahiye başladılar. Fakat bir anda ayaklarına birşey takıldı. Siyah silindirik bir nesne. ‘Bu da ne?’ diye düşünürlerken ilahileri söylemeyi kesmemişlerdi ama kısa bir süre sonra cesetlere dönüştüler.
DOGAaNn!!
Çünkü o siyah nesne”el bombası” patlamıştı. Dahası o nesneden kuşun hızında metal parçacıklar çıkıyordu aynı “savunma tipi el bombası” gibi. Orjinaliyle karşılaştırıldığında bu çook daha güçlüydü. Bu bomba sadece bu dünyada bulunan madenler kullanılarak yapılabilirdi.
Tek bir hareketle 10 civarında asker anında ölmüştü ve hayatta kalanlarınsa ya kolları bacakları kopmuştu yada organları parçalanmıştı. Geriye kalan 7 asker acı dolu sesler duyuyorlardı.
Öncü olarak hareket eden 7 asker arkalarındaki patlamadan sonra anında koşmayı kesti. Ne olduğuğunu merak ederek arkaya bakan 6 asker anında diğer yoldaşlarıyla aynı kaderi paylaştı ve kafalarından vuruldu. Kan oluk oluk fışkırdı. Ancak onlardan birisi hala hayattaydı, tüm gücünü kaybetmişti ve olduğu yerde kalmıştı. It was not wonder. Sadece bir anda tüm yoldaşları imha edilmişti. Bu onların zayıf olması yüzünden değildi. Aslında onlar basit bir işe koşulduklarından dolayı şikayetlenen elit bir asker topluluğuydu. Bu nedenle bir kabusta olup olmadığını sorgulayan bakışlarla etrafta dolaşıyordu.
Ve kulaklarına bu trajediye neden olan uzak bir ses deliyordu.
“Umm, beklendiği gibi insanlara karşı savaşırken “Yıldırım-örtüsü”nü kullanmaya hiç gerek yok. Normal bir mermi ve mekanizma yeterli. Yanan taş CİDDEN kullanışlı birşey.”
Asker şaşırmıştı ve korkuyla Hajime’ye dondü. Hajine Donner’ı omzuna haif hafif vururken yavaşça askere yaklaştı. Siyah paltosu ve ölüm getiren figürü onu Azrail gibi gösteriyordu. En azından hayatta kalan askein gözünde.
Asker hayatı için yalvarmaya çalıştı. Yüzü korkudan çarpılmıştı ve kasıklarından bir sıvı sızıyordu. Hajime kaçmaya çalışan askere soğukça bakarken yavaşça başarılı bir atış yaptı.
“Hii!”
Askere doğru gelen birşey yoktu. Hajimenin ateş ettiği şey bombanın patlaması sırasında ağır yaralanmış olan bir askerlerdi. Bunu farkettiğinde, hayatta kalmış asker ürkekçe çevresine baktı, işte o anda etrafındaki felaket sahnesini kendi gözleriyle görmüş oldu.
Silahın namlusu sonunda katılaşmış askere döndü. Askerin bedeni tekrar sarsıldı ve geçekleşmeyecek beklentilerle hayatı için yalvarmaya başladı.
“Ben, ben yalvarıyorum! Lütfen beni öldürme! Ben, senin için herşeyi yaparım! Lütfen!”
“Öyle mi? Peki, bana diğer TavşanAdamlara ne olduğunu söyle. Onlardan çok daha fazlası olması gerekirdi… … İmparatorluğa mı götürüldüler?”
Hajime’nin sormaya çalıştığı şey şuydu, TavşanAdamlarla yolculuk etmeye çalışan 100 kişi çin yolculuk çok zaman almalıydı, yani eğer yakındalarsa onlara yardım etmek sorun olmazdı. Ama eğer zaten imparatorluğa vardılarsa onları kurtarmak için hiç bir neden kalmıyordu.
“… E-eğer sana söylersen hayatımı bağışlayacak mısın?”
“Sen bana soru sorabilecek bir pozisyonda olduğunu mu sanıyorsun? Şey, aslında bu bilgiye o kadar da ihtiyacım yok. Seni şimdi öldürmeli miyim?”
“Lü-lütfen bekle! Söyleyecem! Söyleyecem!… Büyük ihtimalle taşınmışlardır, çünkü biz zaten kotaya ulaştık…”
“Kota”, diğer bir deyişle satılamayacak durumda olanlar demekti; yaşlılar gibi ve anında öldürülüyorlardı. Bu sözcüğü duyunca TavşanAdamların yüzlerinde sert ifadeler belirdi. Hajime onların yüz ifadelerine göz attı. Aniden döndü ve askere sert bir bakış attı, gözlerinden öldürme niyeti okunuyordu.
“Bekle! Lütfen bekle! Sana herşeyi anlatırım! İmparatorlukla ilgili yada ne sitiyorsan! Yani lütfen!”
Onun öldürme niyetini farkettiğinde asker umutsuzca yalvardı. Ve cevabı hızlı geldi…
DOPANn!
Tek kurşun.
Bunla beraber tüm TavşanAdamlar nefeslerini tuttu. Hajime’nin tamamen acımasız davranışları yüzüden bazıları korkmaya başlamıştı. Belki de Shia da böyle hissediyordu, çekinerek sordu.
“Bu adamı hoşgörmen mümkün değil miydi…”
Haa? Hajime şaşkınlıkla ona baktı ve Shia sadece “Ugh” diyebildi. Görünüşe göre TavşanAdam kabilesi onların ailelerini öldüren ve onları köleleştirmeye çalışan birini sadece yalvardı diye affedebilirdi. Hajime birşeyelr söylemeye çalışırken, Yue hızla konuştu.
“… Silahlar bir kere çekildi mi, bu sizi rahatsız etse bile eninde sonunda sonuçlandırmanız gerekir…”
“B-bu…”
“… İlk olarak, siz nasıl sizi kurtarmasına rağmen Hajimeye bu şekilde bakabilirsiniz…”
“…”
Yue sinirli gözüküyordu. Onları korumuş olmalarına rağmen Hajimye yönelttikleri bu soğuk hisleri affedemezdi. Bu doğal olsa bile TavşanAdam kabilesi suçluluk hissediyordu.
“Fumu, Hajime-dono, Özür dilerim. Seni suçluyor felan değiliz. Bu bizim böyle birşeyi ilk görüşümüz oldu… …bu doğru, sadece biraz şaşırdık”
“Hajime-san, çok üzgünüm.”
Shia ve Kam’ın kabileleri adına ondan özür dilediklerini duyduğunda, Hajime sadece bu konuda endişelenmemelerini söyleyen bir şekilde elini salladı.
Bundan sonra, Hajime atların ve vagonların olduğu yere gitti ve Tavşan adamlara binmelerini söyledi. Ağaç Denizine gitmeleri sadece yarım günlerini alacak olmasına rağmen atlar ve arabalar varken niye kullanmayacaklardı ki? “Hazine deposu”ndan iki tekerlekli büyülü aracını çıkarttı ve wagonlardan birisine bağladı. Grup Ağaç Denizine doğru yollarına devam etti.
Yue de İmparatorluk Askerlerinin cesetlerini kanyona atmak için rüzgar büyüsünü kullandı. Geriye kan gölünden başka birşey kalmamıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.