Derin bir nefes verirken şaşkınca önüme serilen görüntüye baktım.
"Normal bir şey beklememiştim tabii ama bu..."
'Şaşkınlıktan dili tutulmak' şu anki halimi en iyi anlatacak söz olurdu.
Devasa bir ağaç önümde duruyordu. Geniş kökleri, neredeyse kilden yapılmış gibi sert kayaya derinlemesine nüfuz ediyprdu ve yemyeşil yaprakları, burada gerçekten güneş ışığı olup olmadığını merak ettiriyordu.
Ağacın tam tepesinde, son derece sulu görünen soluk kırmızı bir meyve vardı. Şeftaliye benziyordu, ancak normal bir şeftalinin aksine, onu saran sarı bir parıltı vardı, bu da onun süpermarketten alabileceğiniz sıradan bir şeftali olmadığını açıkça gösteriyordu.
Derin bir nefes alırken alevlenen bir istekle [Sınır Çekirdeği]ni içeren meyveye baktım.
"İşte bu... Bir kez onu elime alırsam geleceğim tamamen değişecek." diye düşündüm gözlerim ağacın tepesinde duran soluk kırmızı meyveden ayrılamazken.
Artık evinde tembellik edip okurlarına öfkelenen işe yaramaz bir yazar olmayacağım.
Hayır.
Başkalarının hikayesini yazmak yerine kendiminkini yazıyor olacağım ve...
Üstümde duran meyveye bakarken elimi kaldırdım ve yavaşça sıktım.
"Her şey bu meyveyle başlıyor."
...
Meyveyi elde etmek pek de zor değildi.
İlk olarak, seçmeli ders sırasında Clayton Tepesi'ni keşfettiği zaman, ana karakterin tesadüfen bulduğu bir şey olması gerekiyordu. Ayrıca, yanlış hatırlamıyorsam, kahramanın meyveyi eline geçirdiğini bile sanmıyorum, çünkü geldiğinde bulduğu tek şey [Sınır Çekirdeği] idi.
Bunu söylemek biraz suçlu hissettirse de...
Romanın bu kısmını yazarken bir zorluk eklemeyi tamamen unutmuşum.
Bilirsiniz işte... Ana karakterin gücünü artırmak için aşması gereken bir engel gibi.
Bu tipik bir roman olsaydı, meyveyi koruyan bir gardiyan ya da en azından ana karakterin meyveye kolayca sahip olmasını zorlaştıran bir tür savunma mekanizması olmalıydı ama... Böyle bir şey yazmaya cesaret edemedim çünkü bu bir anlamda ana karakter için ufak bir yükseltme sayılabilirdi.
Amacım ana karakterin sınırlayıcısını kaldırarak eğitimini hızlandırmaktı bu yüzden de herhangi bir zorluk eklemedim. Tembel ben çoktan romandan sıkıldığı için çabuk bitirsin diye böyle yapmıştı.
Ama şimdi meyveyi elimde tutarken ne kadar ilgisiz ve aptal olduğumu fark ettim.
Sonuçta, bu tam bir hileli nesneydi!
Okurların bana neden kızmaya başladığı belli oluyor...
Ana karakteri tam anlamıyla abartıyordum. Dahası, [Sınır Çekirdeği], bir insanın yetenekleri üstündeki kısıtlamayı kaldırdığı için esasen yıldızlığı garantileyen bir biletti.
Aslında... Bunun doğruluğu kesin olmayabilir.
[Sınır Çekirdeği] hileli bir nesne olarak kabul edilebilse de, o kadar da güçlü değildi.
Birinin sınırlarını kaldırması onun yeteneğini geliştirdiği anlamına gelmiyordu.
Temelde kişinin yeteneği aynı kalır, [Sınır Çekirdeği]nin sınırları kaldırmak ve eğitim hızını artırmak dışında, yeteneğe herhangi bir katkısı olmaz.
Örneğin, savaşma konusunda yeteneği olmayan bir kişi, bir anda sınır tohumunu alırsa, aniden bir tür savaş tanrısına dönüşmez. Hayır, eğer böyle bir eşya gerçekten var olsaydı, romanı bırakıp günü sona erdirirdim.
Yani, kahramanın hiçbir engeli aşmadığı ve zirveye giden yolu buldozerle aştığı bir romanı kim okuma zahmetine girer ki?
Neyseki böyle bir nesne yaratacak kadar aptal değildim.
[Sınır Çekirdeği]yle kişi sadece sınıf üst sınırını kaldırabilir ve daha hızlı egzersiz yapabilirdi, o kadar. Dahası, eğer yeteneksiz biri [Sınır Çekirdeği]ni alırsa en fazla istatistiklerini absürt şekilde güçlendirebilirdi ama kendi kadar güçlü biriyle karşılaşırsa anında yenilirdi.
Yine de, çekirdeği ana karakter olmayan yetenekli birinin elde ettiğini hayal edin... Düşününce bile tüylerim diken diken oldu.
Onu saran kutsal ışıltısına eklenen soluk kırmızı rengi, sanki cennetten bir meyve tutuyormuşum gibi görünmesini sağlıyordu.
Boğazımda kalan tükürüğü yutarak ağzımı nazikçe açtım ve meyveden küçük bir ısırık aldım.
Anında ezici bir tatlılık tat alma tomurcuklarımı sardı ve onları neşeyle dans ettirdi. Meyveden gelen meyve suları ağzımın içine taştı ve gelen leziz tat bir an etrafımdaki her şeyi unutturdu.
Meyvenin ilk ısırığını yuttuktan kısa bir süre sonra vücudumun değiştiğini hissedebiliyordum. Gözlerim keskinleşti, zihnim netleşti ve kaslarım belirginleşti.
Yavaşça güçlendiğimi hissedebiliyordum.
Durumuma baktığımda, istatistiklerimin her geçen saniye değiştiğini fark ettim ve değiştiğimi hissedip gördükçe, bir sevinç dalgası beni kapladı ve önümde meyveyi açgözlülükle yememe neden oldu.
Ne kadar çok yersem, vücudumun her bir lifinin o kadar sağlam ve güçlü hale geldiğini hissettim.
===Durum===
İsim: Ren Dover Sınıf: G+ Güç: G+ Çeviklik: G+ Dayanıklılık: G+ Zeka: G+ Mana kapasitesi: G+ Şans: E Cazibe: G- --] Yetenek: [Kılıç Ustalığı 1.seviye] =========== (Çevirmen notu: "charm" derken büyüyü kastediyor sanıp önceki bölümlerde öyle çevirmiştim ama bu bölüm cazibe/çekicilik olarak kullandığını anladım ufak bilgilendirme.) "Haa..."
Ağzımın etrafındaki sıvıları silmek için gömleğimi kullanarak durum pencereme iyice baktım.
Durum pencereme bakarken ister istemez cazibe istatistiklerime gözüm kaydı.
Neden cazibe istatistiğim yükselmedi?
Öyle çok da yakışıklı değilim tamam ama zaten fazlasıyla yüksek olan şans dışındaki tüm istatistikler bir iki tık yükseldi. Neden cazibeme de biraz puan vermedin?
Kaderim bakir olmak mı?
-Şap!
Karanlık düşüncelerimi zorla uzaklaştırmak için yanaklarımı tokatlayıp ellerime baktım.
Ellerimin arasına yerleştirilmiş küçük kahverengi bir tohum.
"Bu [Sınır Çekirdeği] mi?"
Dikkatli bakınca, bu ve marketten alınmış herhangi bir tohum arasında pek de bir fark yoktu.
Ne çok büyük ne de çok küçüktü, hemen hemen bir madeni para büyüklüğündeydi ve eğer o meyve gibi kutsal bir şeyden geldiği gerçeği olmasaydı, bunun [Sınır Çekirdeği] olduğunu hiçbir şekilde söyleyemezdim.
Yani o kadar normal gözüküyordu ki birisine hileli nesne olduğunu söylediğimde bana gülse şaşırmazdım.
Ama tabii ki, yazar olduğum için, bu normal görünen çekirdeğin aslında geleceğimin anahtarı biliyorum.
Bundan daha önce de bahsetmiştim ama ana karakter meyveyi hiç yemedi. Neden mi? Çünkü en başta hiç şansı olmamıştı...
Orijinal kurguda, ana karakter ve sınır arkadaşları Clayton Tepesi'nde bir seçmeli derse gideceklerdi.
Gezi sırasında, burayı ilk bulan ana karakter değil, onun rakibiydi. Rakip, meyveyi içeren ağacı bulduğunda, hemen meyveyi yedi ve daha sonra, şans eseri etkisini keşfetmeyi ve yemeyi başaran ana karakterin bulduğu normal görünümlü çekirdeği attı.
Evet biliyorum. Şu anda tamamen kendimi yansıtıyordum. Bu dünyada ne kadar çok zaman geçirirsem, yazımımın ne kadar iç karartıcı olduğunu o kadar çok anlıyorum…
Şimdi düşününce, meyveyi yediğim için rakibin kendini geliştirmesini bir nevi engelledim.
...Bu iyi olmadı.
Rakip kurgu için çok önemliydi. Ana karakterin çok güçlü olmayı başarmasının sebeplerindendi. Onun büyümesini dolaylı olarak etkileyen ben, aynı zamanda ana karakterin büyümesini de dolaylı olarak etkiledim.
Hmm... Sanırım sonradan sorunu çözerim.
Artık zamanı ve yaptığım şeyi geri alamazdım. Şimdi endişelenmek yerine, en iyi yaptığım şeyi yapıp... sorunlarımı erteleyeceğim.
Yani iyiliklerini unutmayacağım.
Derin bir nefes alarak elimdeki çekirdeği dikkatle inceledim ve dilimin üstüne yavaşça yerleştirdim.
-Gulp!
Çekirdeği yutarak yere oturdum ve [Sınır Çekirdeği]nin çalışmasını bekledim. Sonra……
1 dakika geçti.
2 dakika geçti.
5 dakika geçti.
10 dakika geçti ve hala hiçbir şey olmadı.
Tam bir şeylerin yanlış olduğunu düşünmek üzereyken, aşırı miktarda enerji bedenime yığıldı.
Bir baraj patlamış gibi hissettim, damarlarım ve vücudum barajdan kaçan suyun hırıltısına dayanıyordu.
'Acı verici', nasıl hissettiğimi tarif etmek için en iyi kelime olurdu, çünkü tarif edilemez bir acının vücudumu kapladığını hissettim. Acı o kadar şiddetliydi ki ağzımdan ne bir kelime ne de bir çığlık kaçtı. Sanki tüm kemiklerim ve damarlarım bir anda paramparça olmuştu.
Bayılmadan önce gördüğüm son şey mağaranın içindeki devasa ağacın yavaş yavaş solmasıydı.
"Haa... Cidden pervasızın tekiyim."
.........
Bayılalı ne kadar oldu bilmiyordum ama şu anda pek de önemli değildi.
Vücudumun her yeri ağrıyordu ve ayakta durmamı zorlaştırıyordu. Kendimi toplayarak, küçük dikdörtgen tableti çıkardığım çantamın ön cebine yavaşça uzandım.
Ekrana tıklayınca 3 boyutlu bir resmim ortaya çıktı.
Hâlâ holografik şeylere alışık değildim, bu yüzden holografik veriler ne zaman önüme çıksa, her seferinde irkiliyorum.
Sağa kaydırarak tabletin kilidini açtım ve tarihe baktım.
Tableti kapatarak rahat bir nefes aldım. Bayıldığımdan beri sadece üç saat geçmişti. Neyse ki günlerdir kendimden geçmemiştim.
Akademinin açılışından önce uyanamadığım talihsiz bir durumda, başım büyük belaya girecekti.
Normalde lisede yaşadıklarımı tekrarlamak istemediğim için dersleri atlamak umurumda olmazdı ama Lock'u tasarladığımdan beri hocaların ne kadar katı olduğunu zaten biliyorum. Özellikle benim gibi üst sıralarda olmayanlar için. Bize sadece daha sonra cephede ölecek olan vazgeçilebilir insanlar gibi davranılırdı. Bu nedenle, bazı profesörlerin kötü tarafına geçerseniz, muhtemelen oradan asla mezun olamayacağınız için toparlansanız daha iyi olur.
Bu, istediğim son şeydi, çünkü güvenli bir şekilde insan bölgesinin dışına çıkmadan önce 'Lock'ta tamamlamam gereken çok şey vardı.
İlk olarak Lock'ta yaşanacak birkaç olaya katılmam gerekiyordu.
Ama katılmam olay örgüsünü etkilemez mi? Tabii ki etkiler ama reenkarne olmamın kurguyu etkileyip etkilemediğini bilmediğim için bizzat kontrol edip olay örgüsünün aynı kalıp kalmadığını görmem lazım.
Şimdiye kadar her şey aynı gibi görünüyordu, ancak şans eseri reenkarnasyonum hikaye üzerinde kelebek etkisi yarattıysa, feci sonuçlara yol açabilir. Yani… bunu göz önünde bulundurarak, olay örgüsünden bir şey saparsa müdahale etmeye ve yardım etmeye karar verdim.
İkincisi, Lock, tüm insanlıkta kahramanlar geliştirmede en önde gelen akademi olduğundan, onu kaçırmam benim için tam bir kayıp olur. Yani üçüncü felaketten kurtulacak kadar güçlü olmak istiyorsam, bana sunulan fırsatı kesinlikle kaçırmamalıyım. En son teknolojiye sahip tesisleriyle, kendi başıma rahatça yaşayabilecek kadar güçlü olmam hiç zaman almaz.
Ama bunu yapmadan önce, ilk senemde yetenek eksikliğimden dolayı kovulmamak için kılıç sanatına el atmalıyım.
Tıpkı normal bir akademide olduğu gibi o yılı geçemezseniz bir yıl uzaklaştırma alırsınız. Eğer [Keiki stili]ni elde etmezsem [Sınır Çekirdeği] sayesinde sınırlarımı kaldırmış olsam da ilk seneyi geçebileceğimi garanti edemem. Hemen süper güçlü olacak halim yok. Çaba ve zaman harcamadan ana karakter ve arkadaşlarına yetişemem. (Çevirmen notu: Hani emek vermek işe yaramıyordu o söze inanmıyordun lan)
Durumumu kontrol ederken [Sınır Çekirdeği]ni tükettikten sonra istatistiklerimin artmadığını fark ettim. Artsa şaşırırdım çünkü [Sınır Çekirdeği] istatistikleri artırmaktan ziyade kullanıcının sınırını kırmaya odaklanan bir nesneydi.
Ama artık bu dünyanın yasalarına bağlı olmadığım için, bir çıkmaza girme endişesi duymadan istediğim kadar özgürce çalışabilirdim.
.......
Aslında mağaradan çıkmam beklediğimden uzun sürdü. Uyandıktan tam 2 saat sonra mağaradan sağ salim çıkmayı başardım. Çıkışı bulamadığım için değildi, hayır o kısım aslında kolaydı ama asıl olan bedenimin beni dinlemeyi reddetmesiydi. Bir şekilde kollarımı hareket ettirebiliyordum ama çok sertlerdi.
Tam bir saat boyunca parmaklarımdan ayak parmaklarıma kadar kaslarımı yavaşça germek zorunda kaldım. Çünkü tüm kaslarım beni dinlemeyi reddediyordu. Daha yeni alıştığım beden tekrardan yabancılaşıyormuş gibi hissettim, neredeyse bu bedene reenkarne olduğum zamanki gibi.
"Haa... sonunda biraz temiz hava."
Dışarıda derin bir nefes alarak vücudumun yavaş yavaş gevşediğini ve enerjimin bir kısmını geri kazanmama yardımcı olduğunu hissettim.
Dışarıdaki hava, son derece havasız olan mağaranın içindeki havayla kıyaslanamayacak kadar farklıydı.
Gelişmiş görüşümle doğuya bakarken, ufuktaki devasa megakentin bir görüntüsünü yakalayabildim. Durmadan çalışan uzun gökdelenler ve sürekli hareket eden gökyüzü trenleri şehri son derece canlı gösteriyordu.
"Güzel..." Ashton şehrine bakarken söyleyebildğim tek sözdü.
İnsanlığın içinde bulunduğu duruma rağmen birleşip böylesine güzel bir şehri inşa etmeyi başarmaları gerçekten büyüleyici. Ve şimdi baktığım bu güzel şehir benim yeni evimdi.
"Hadi bakalım!"
Yenilenmiş bir güçle hemen dağlardan inmeye başladım.
[Keiki stili]ni elde etme vakti geldi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.