Bölüm 58: 12. Kısım
Birinci Şahıs Ana Karakterin Bakış Açısı – IV
[Ne oluyor? İşleri tamamen tersine döndürdün, ne becerilerin var senin böyle? Neden Yönetim Bürosuna sorduğumda bile bilgilerine erişemiyorum?]
Ben de onu merak ediyordum, nitelik penceremi görmek isterdim mesela.
‘Peki ne oldu? Ceza alacak mıyım?’
[Nereden duydun bunu? Hey, seni ne kadar savunduğumdan haberin var mı?]
Yağcı bir tonla konuştu, [“Yönetici, lütfen beni dinleyin. Kim Dokja hileci ya da tuhaf biri değil! Sadece çok çalışkan biri o kadar!”]
[Neyse ki çok içten yalvardığımdan dikkate alındım. Tüm senaryoyu analiz edip sadece birkaç beceri kullandığını tespit ettim, senaryoların ekolojisini yok etmek için yeterli değildi.]
Beklediğim gibi oldu, o pasif becerileri boşuna öğrenmemiştim. Sonuçta ne kadar çok iyi beceri kullanırsam, Büro’nun dikkatini çekmek de o kadar kolay olurdu.
[Ayrıca, diğer bölgelerde sıkıntı çıkaranlar var… Büro’nun işi başından aşkın.]
“O zaman iyi sonuçlandı?”
[Aslında, karşı çıkan birkaç pislik vardı… ama üst yönetimden talimat geldi ve ‘Büyük Dokkaebi’ onların işten çıkarılmasını söyledi.]
Beklenmedik sözler karşısında şaşırmıştım, ‘Büyük Dokkaebi’ araya mı girmişti?
[Off… Buradaki görevli orta düzey dokkaebi’nin sözünden çıkma. Benim burada olmamam lazım, birdenbire üzerimdeki gözler arttı. Dikkatli ol. Burası o orta düzey dokkaebi’nin yetki alanı, ayrıca sana karşı keskin bir kini var.]
‘Kini mi var?’
[Bilmiyor musun? Olasılık Toplantısı sizdeki vergi incelemesi gibi bir şey. Her neyse… bir süre zor zamanlar geçireceksin.]
Bihyung ortadan kayboldu. Sonrasında havada büyük bir kıvılcım belirdi ve orta düzey dokkaebi resmi takım elbisesi içinde ortaya çıktı. Sert bir sesle konuşmadan önce bir süre etrafına bakındı.
[…Herkesten özür dilerim, biraz sıkıntı çıktığından ödül ertelendi. Geç oldu ama şimdi ödüllerinizi veriyorum.]
[Gizli senaryoyu temizlediğiniz için 3.000 jeton kazandınız.]
[5. sınıf ateş ejderhasını öldürdüğünüz için ödül olarak 15.000 jeton kazandınız.]
[Bir felaketi önleyen ilk kişi olduğunuz için ‘Imyuntar’ın Koruma Sembolü’nü elde ettiniz.]
[Imyuntar halkının dostluğunu kazandınız.]
Neyse ki ödülümüz normal bir şekilde ödendi, ayrıca ek olarak Imyuntar’ın Koruma Sembolü’nü de almıştım. Artık buna sahip olduğuma göre, yaklaşan beşinci senaryo o kadar da kötü geçmeyecekti.
Benimki kadar olmasa da, diğer parti üyelerinin aldıkları ödül karşısındaki yüzleri çok komikti.
Bu arada… cimri piçler, resmen bir ‘felaket’ öldürdüm ve tek karşılığı bunlar mıydı?
Ardından orta düzey dokkaebi konuşmaya başladı.
[Bu arada, o kadar çok çalıştınız ki senaryoda biraz sorun çıktı.]
Ses tonunda alaycı ve hoş olmayan bir şeyler vardı.
[Büro ile yapılan görüşmeler sonucunda, yerel enkarnasyonların ortalama becerisinin senaryonun zorluğuyla eşleşmediği bildirildi. Bu nedenle, bölgemdeki zorluk seviyesini yetkilerimi kullanarak keyfi olarak ayarladım.]
…Ne? Rastgele bir ayarlama mı?
[Dördüncü senaryonun zaman sınırı önemli ölçüde azaltıldı.]
Orta düzey dokkaebi’nin ağzı bana bakarken garip bir şekilde yukarı kıvrıldı.
…Hayır, şu piç?
[Dördüncü senaryonun bitmesine 48 saat kaldı.]
[Önümüzdeki 48 saat içinde hedefi ele geçirmeyen tüm grup temsilcileri ve üyeleri ölecektir.]
Peki… Planladığı şey bu muydu? Jung Minseob yere düşen eşyaları toplarken bana doğru baktı. Muhtemelen herkes mesajı duymuştu.
“Changsin İstasyonu şimdi kimin elinde?”
“T-tiran Kral.”
Seul’ün yedi kralından biri olan Tiran Kral…
İç çekerek, “O zaman Chungmuro’ya dönelim” dedim.
Bu arada, Yoo Joonghyuk’un iyi olup olmadığını bilmiyordum. Neyse, hadi Dördüncü senaryoyu tamamlayalım.
[hr]
Anguk İstasyonu ile Chungmuro arasındaki mesafe düşündüğümden daha uzaktı. Yolculuk sırasında birbirimize birkaç hikâye anlattık.
Jung Heewon ve Lee Hyunsung önde yürürken, ben de Lee Sungkook ve Jung Minseob ile arkada yürüyordum.
Ateş ejderhasının gövdesinin tamamını alamadım, bu yüzden bir yarısını müzayedeye koydum. Aslında diğer yarısını da müzayede koymuştum, ancak kasıtlı olarak gülünç derecede yüksek bir fiyat belirlemiştim. Satmak için değil, müzayedeyi depo yerine kullanmak için bir numaraydı bu. Bihyung biraz laf etti ama duymazdan geldim. O sırada Jung Minseob ağzını açtı.
“Bu arada, Temsilci-nim.”
Her bana ‘Temsilci-nim’ diye hitap edildiğinde garip geliyordu, kendimi gerçekten büyük bir şirketin başkanı gibi falan hissediyordum.
“Adınız Kim Dokja mı?”
“Evet.”
“Ah… gerçek adınız bu demek…”
“Garip bir şey mi?”
“…Evet. Açıkçası siz bizden daha çok Kahin gibisiniz.”
Sesi oldukça kısıktı.
“Ah… keşke okumayı bırakmasaydım…”
Son pişmanlık neye yarar. O an birdenbire aklıma bir şüphe düştü, sormayı unuttuğum bir şey vardı.
“Jung Minseob-ssi, sana bir şey sormak istiyorum.”
“Tabii.”
“Kahinler nasıl bu kadar çabuk toplandılar?”
Bu her zaman tuhaf bulduğum bir noktaydı. İlk senaryonun başlamasının üzerinden henüz bir ay bile geçmemişken bunlar çoktan grup olmuş, beraber çalışıyorlardı.
Dahası Havariler daha da kötüydü. Birinci şahıs ana karakter bakış açısına göre, bir sürü istasyon işgal etmeden elde edilemeyen oldukça yüksek bir silahlı güce sahiplerdi.
Bu benim sağduyumla anlaşılamayacak bir gelişmeydi.
“Bizi toplayan biri vardı.”
“Toplayan mı?”
“Evet. İlk senaryo bittikten kısa bir süre sonra benim bulunduğum istasyona geldi.”
Çok tuhaf, bu nasıl mümkün olabilir ki? O zaman daha istasyonlar arasındaki bariyerin kalkmamış olması lazımdı.
“Kendisini Havari olarak tanıttı ve büyük Vahiy Kitabı’nı okuduğunu söyleyip kendisini takip etmeleri için Kâhinler topladı. Garip olan şey, bunların farklı istasyonlarda aynı anda gerçekleşmesiydi. Bunun tek bir kişi tarafından yapıldığına inanmak zor…”
“Her halükarda, o Havari sayesinde bir araya geldik. Bizi o grubun içine çekti.”
“Evet, biz o Havariye 1. Havari diyoruz.”
“Kahinlerin Kralı mı o? Kendisine ‘İnen’ denmesinden nefret eden hani?”
“Ah… biliyormuşsunuz zaten. Evet. Kendisine başka bir isimle hitap edilmesinden hoşlanıyor.”
Başka bir isim mi?
“Kendisinin ‘gerçek okuyucu’ olduğunu iddia ediyor.”
…Ne?
“Kendisine neden böyle bir isim taktığı konusunda çok konuşuldu fakat bir sonuca varamadık. Vahiy Kitabı’nın tamamını okuduğunu iddia ediyordu ama…”
Hikaye anlatılmaya devam ettikçe, bu kişi daha da şüpheli hale geldi. Faydalandığı bilgilere bakarsak hiç de ‘okuyucu’ gibi görünmüyordu…
Chungmuro’ya yaklaştığımızda düşünmekle meşguldüm. Ayrılalı çok olmamıştı ama Chungmuro İstasyonu’nun havasını içime çekerken, kendimi memleketime dönmüş gibi hissettim.
Yoldaşlarım istasyona girmeden hemen önce onları durdurdum.
“Bir saniye.”
Düşünüyorum da, hâlâ çıplaktım. Neden kimse bir şey söylememişti?
Lee Sungkook’la konuştum, “Lee Sungkook-ssi, lütfen pantolonunu çıkar.”
Sonunda Chungmuro İstasyonu’na girerken ben önden gidiyordum, Lee Sungkook ise iç çamaşırlarıyla arkamdan yürümek zorunda kalıyordu.
Uzaktan Yoo Sangah’ın beni karşıladığını görebiliyordum. Nemli gözleri, ne kadar zor zamanlar geçirdiğini bağırıyordu.
Bir şey bana çarptı ve Lee Gilyoung’un sağ bacağıma yapıştığını gördüm.
“İyi misin?”
Tozlu Lee Gilyoung başını salladı.
Lee Jihye’nin ciddi bir yarası vardı ve henüz uyanmamıştı. Gong Pildu beni görür görmez alay edip başını çevirdi.
[Takımyıldızı ‘Savunma Ustası’ geç döndüğünüz için size sitem ediyor.]
Enkarnasyonu neredeyse ölmek üzere olduğu için anlaşılır bir tepkiydi.
“Yoo Sangah-ssi!”
Lee Hyunsung ve Jung Heewon Chungmuro’da ne olduğunu bilmiyorlardı, şaşkın bir ifadeyle insanlara doğru koştular. Platforma yayılmış insanların kanamaları vardı. Hatta Yoo Sangah’ın bile omzuna sıkıca bağlanmış bir bez vardı.
Demiryolu raylarının kanla kaplı kısımları, şiddetli kavganın izleriydi. Jung Minseob kekeledi, “H-havariler?”
2, 3, 4 ve 7 numaraların başları demiryolu raylarının üzerinde yan yana dizilmişti. Yüz ifadeleri sanki kendi ölümlerinin farkında değillermiş gibiydi. Kimin bunu yapabilecek kadar yetenekli olduğunu biliyordum.
Lee Gilyoung’a sordum:
“Yoo Joonghyuk nerede?”
Ben konuşurken Hoehyeong tüneli tarafında uğursuz bir varlık hissettim. Aramızdaki mesafeye rağmen kim olduğunu anlamıştım, kibirli ve ağırbaşlı ana karakterimiz.
“Yoo Joonghyuk?”
Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmadan bana baktı. Tiyatro Zindanı’nda olanlar hakkında bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştüm… ama bu da neydi?
Birinin kesik başı hâlâ ellerinde duruyordu. Yoo Joonghyuk kafayı bu tarafa fırlatırken biri çığlık attı.
Oyuncak gibi yuvarlanan baş, üzerinde ‘1’ yazan bir pelerinle örtülüydü. Bu 1. Havari’ydi.
Yoo Joonghyuk cidden harika, adamı peşinden kovalayıp öldürmüş.
Yarı rahatlamış, yarı endişeliydim. Hala sorularım varken Havari öylece öldüyse…
O anda çok saçma bir şey oldu.
“Sen! Planımı mahveden sensin! Değil mi?”
Kesik kafa aniden benimle konuşmaya başladı.
“Waaack! Ne?” Jung Minseob çığlık atıp yere düştü.
Kendini beğenmiş bir şekilde gülümserken gözleri bana bakıyordu. Bu imkansızdı.
Kafa kesildiğinde bile kullanılabilen beceriler Hayatta Kalma Yolları’nda bile son derece nadirdi. Ölümsüz Tecili becerisini kullanmış olabilirdi ama bu beceriyle bile kafası kesik halde kalamazdı.
Ayrıca, boynundan hiç kan akmıyordu.
Dur bir saniye. Yoksa?
Lee Sungkook ve Jung Minseob’dan aldığım bilgiler kafamda dönmeye başladı.
Tüm Kahinlere kendini gösterip ‘gerçek okuyucu’ olduğunu iddia eden bir adam. Senaryo başlar başlamaz, Seul’ün her yerinde belirip insan toplamıştı. Ayrıca bariyerlerden geçebiliyor, kafası kesildiğinde ölmüyor ve kan akıtmıyordu…
“Avatar becerisi…”
Emindim. Önümdeki adam sahteydi.
Kesik kafa konuşmaya devam etti.
“Vay be, cidden etkilendim. Yoo Joonghyuk’u taklit etmek, Havarileri ve ejderhayı öldürmek… Kimsin sen?”
Bu adam kim olduğumu bilmiyormuş demek?
“Neyin nesisin sen?”
Bildiğim kadarıyla, Hayatta Kalma Yolları’nda ‘Avatar’ yeteneğini kullanabilen çok az insan vardı.
Böyle bir niteliğe sahip olan meslekler normalde belliydi. Bunlar, üretici işlerle uğraşan ve aşırı stres nedeniyle sıklıkla dissosiyatif kişilik bozukluğu yaşayan mesleklerdi.
“Sen, bir ihtimal yazar olabilir misin acaba?” diye sormadan önce onu yavaşça aşağı, ona doğru eğildim