Yukarı Çık




7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 

           
"Lütfen o dekorasyonu sağdaki tavanın yanına yerleştirin. Evet, biraz daha yükseğe."

Odada, Dazai bir partinin hazırlıklarını yapıyordu.

Bir tersanenin binasının salonundaydılar. Sahibinin yokluğu yüzünden iflas eden tersaneler illegal organizasyonlar için ideal alanlardı. Gemilerin tamiri için kullanılan, kimselerin olmadığı liman genişti ve her iki tarafta dikilen üç katlı binalar, kaderlerinin yıkım olduğunu sessizce kabullenmişlerdi.

Bina odalarının birinde Dazai ile Randou vardı.

Zamanında birinci sınıf tabloların bulunduğu, dökülen deri kaplı sandalyelerin olduğu oda, artık çatısında su lekeleriyle ve renkli, kırık camlarıyla terk edilmiş bir evdi. Dazai, odayı istediği gibi dekore etmenin tam ortasındaydı bu yüzden kimsenin şikayeti yoktu.

"Ahh, bekleyemiyorum. Chuuya-kun’un yeni özgürlüğünün onuruna büyük bir parti düzenlendiğini öğrendiğinde ne kadar mutlu olacağını hayal etsene."

Dazai neşeyle bir şarkı mırıldandı ve duvardaki kumaşa bir dekorasyonu tutturdu. Sağ eli alçıdaydı ama sol eliyle renkli dekorasyonları bir bir bağladı.

"Ohh, bu kumaş upuzuuuun. Daha yeni bitirebildim. Odanın duvarları süslemelerle kaplandı. Buyur, Randou-san, ucundan tut. Bu ahım şahım süslemeleri görünce Chuuya-kun gözyaşlarına boğulacak."

Oda, zarif kırmızı halılarla süslenmişti ve ses düzeneği zamanın gençlerinin hoşlandığı neşeli, modern bir müzik çalıyordu. Odanın arkasında altın kaplı çay servis aracı vardı ve servis aracının üstünde 20 kişiye yetebilecek büyüklükte bir pasta duruyordu.

Aydınlatma, odayı karanlık tutuyordu ve birkaç saniyede bir titreşen parlak, renkli ışıklar odayı alacakaranlıktaki derin bir denizmiş gibi gösteriyordu.

"Hayır, Dazai-kun... normal bir insan böyle bir partiyle karşılaşsaydı sanırım ’Seni öldüreceğim’ diye cevap verirdi..." Randou dekorasyonların yerleştirilmesine yardım ederken utana sıkıla konuştu.

"Neden ki?" Dazai uzun, kırmızı bir süslemeyi tutarken meraklı sesiyle sordu. "Neresinden bakarsan bak ’Chuuya-kun’un özgürlüğüne tebrikler partisi’ gibi gözüküyor. Pastalar, içecekler, hoş müzik, arkadaş canlısı yüzler. Daha ne olsun?"

"Gençlerle pek alakam yok... Ama en azından bunun bir ’tuzak’ sayılabileceğini düşünmüyorum." Randou başı belada, küçük bir hayvanın ifadesiyle yere baktı.

Büyük pastanın önündeki ve ışıklandırılmış odanın girişindeki çukurlar, halıyla mükemmel bir şekilde gizlenmişti. Geriye gitmeye çalışan birisi mutlaka tuzağa düşerdi.

"Heh-heh... Basit bir çukur değil bu! Koyunların her birinden tebriklerini aldıktan sonra Chuuya-kun, gerisine gidecek ve bodrum katına düşecek. Elbette böyle bir tuzak, Chuuya-kun’ tutmayacak bile. Yeri tekmeleyecek ve hemencecik yukarıya dönecek. Ama ne yazık ki zemin katlarda yapı iskelesi yok. Zemin kirli bataklık olduğundan mutlaka boğulacaktır. Chuuya-kun ne kadar tekmelerse tekmelesin, kaçması zor olacak. Ve... hahaha, partimizin asıl onur konuğu bataklıkta debelenen Chuuya-kun’un üstüne düşecek olan 20 kilogramlık un. Çukurun tuzak kapısı açılır açılmaz, romantik sayılabilecek toz karın birazı küt diye bedenini kaplayacak. Chuuya-kun’un yer çekimi yalnızca cildiyle direkt temasta olan cisimlere etkiyor ancak un çok küçük olduğundan büyük miktarını kendisinden uzaklaştıramayacak. Eninde sonunda yerçekimi kontrolünü boğulmamak için ağzında kullanacak ve nefes almanın yolunu bir şekilde bulduktan sonra, tek direnişi, üst kattaki bana küfürler yağdıracak. Tüm bunlar olurken ben de lezzetli tatlılar yiyip şölen müziği gibi çığlıklarını dinleyeceğim. Ahh, düşünmek bile tüylerimi ürpertiyor!"

Dazai’nin yanakları, gülümsediği yüzündeki keyiften dolayı kızarmıştı. Yılbaşı öncesi bir çocuğa benziyordu.

Randou dekorasyonu yerleştirmeyi yeni bitirmişti.

"Ah... Umm, şey... en azından mafyada işkenceci olmak için biçilmiş kaftan olduğunu biliyorum..." dedi Randou dudaklarının ucu titrerken, bütün iradesiyle. "Ama hangi plan Chuuya’yı buraya getirecek?"

"Orasını merak etme. Buraya gelmeleri için partiyi gerçekmiş gibi göstererek birkaç Koyun arkadaşını kandırdım. Hazırlıklar neredeyse tamamlandı."

"Ah, anladım... Mori-dono’nun sağ kolundan beklenildiği gibi..."

"Mori-san hep ’İnsanların nefretini alevlendirelim.’ der." dedi Dazai göğsünü şişirerek.

"Onun anlamı farklı..."

Etrafı süslemeyi bitirdikten sonra, Dazai ellerini silkeleyerek Randou’ya döndü.

"Öncelikle, Chuuya-kun ile Koyun’un ayrılması lazım." Yürürken dedi Dazai. "Ateşle barut gibiler. Bunun farkında olduklarını da sanmıyorum. Ne Chuuya-kun ne de Koyun şu anki savunma sistemlerinin berbat olduğunun farkında değil. Ne söyleyeceklerini merak ediyorum? Başkalarının damarına basıyoruz mu? Durdurulamaz bir grubuz mu? Yoksa ’çiğ et’ teorisini mi?"

"Çiğ et... teorisi mi? O nedir?"

"Oh. Mori-san’dan öğrendim. Yakiniku(1) yiyecek üç genci düşün." Dedi Dazai çenesini parmaklarıyla tutarken. "Çiğ et mangala konur ve piştiğinde alınır. Yakiniku budur. Ancak üç genç de boğazına düşkündür bu yüzden etleri göz açıp kapayıncaya kadar bitireceklerdir. Herkes daha fazla yemek isteyecektir. Savaş alanındalardır bir anlamda. Üç gençten birisi sivri zekasını kullanır, eti tamamen pişmeden mangaldan alır. Böylece diğer ikisinden önce eti yiyebilir. Hesapladığı gibi, istediği kadar çok yer ve doymuştur. Artık geriye kalan iki kişi istemedikleri bir durumun içindedirler ve avantajlı pozisyonda değillerdir. Et yenmezse yakinikunun bir anlamı kalmaz. Bir çözüm var mıdır? Elbette. Rakibinle aynı stratejiyi uygularsın... yani çiğ et yersin. Başka seçenek yoktur. Eğer herkes çiğ et yemeye başlamışsa yenilmesi gereken kimse kalmamış demektir. Kendini tutarsan et yiyemezsin. Böylece her biri sadece çiğ et yemek zorunda kaldıkları acınası bir duruma düşer –ne de olsa pişmiş etin daha iyi olduğunu herkes bilir. ’çiğ et’ teorisi budur. Dünyanın yarısının sorunları bu şekilde açıklanabilir."

"Oh... yani... bireysel mutluluğu gerçekleştirmeye çalışırken grubun mutluluğu bozulur. Ve bunu başlatan kişi de artık duramaz. Demek durum böyle." Randou başını çevirdi. "Koyuna olanlar bu mu?"

"Heh heh. İşin iyi tarafı, Koyun çiğ et yediğinin farkında değil. Koyun da Chuuya-kun da ilginç oyuncaklar. Yeraltı dünyasında pek çok şeyi görebiliyorsun, ne eğlenceli bir yer."

Konuştuğu gibi Dazai kıkırdadı.

"Doğru, böyle de söyleyebilirsin." Dedi Randou, ellerini sıcak tutmak için aydınlatma aksesuarında tutarken. "Yaşamak için ne tartışmalar ne de şiddet gereklidir. Herkes ’Çiğ et yemeyi bırakalım’ derse... olay çözülür. Silah kullanmakta ve savaşmakta bir yasak çıkararak ve yasağa uyarak dünya şiddetten arınabilir. Ama gerçekte, işler böyle yürümez. Hep kuralları çiğneyen birisi çıkacaktır. Şiddet yanlısı olmak her zaman karlıdır. Böylece diğer insanlar yalnızca çiğ et yiyebilir ve şiddetli saldırılarının sahipliğini üstlenebilir. Yeraltı toplumunda çatışmanın özü budur."

"Emektar Randou-san, bu dünyaya benden çok daha aşina." dedi Dazai belirsiz bir gülümsemeyle.

"Eski patronun döneminde, en düşük rütbeli üyeydim." dedi ellerini ısıtmak için birbirine sürterken. "Statüsü ve ekonomik desteği olmayan düşük bir konumdaydım. İş, savaşıp ön saflarda ölmekle sınırlıydı. Yeteneğim sayesinde sayısız çatışmadan sağ çıktım ama hayatta kalmam çoğunlukla şanstı. Mori-dono patronun koltuğunu aldığında ve gerçek gücüm fark edildiğinde yönetici oldum... Bu yüzden Mori-dono’ya gönül borcum var. Mafyanın düşmanlarını onun için yok ediyorum. Arahabaki’nin sebep olduğu bu krizi çözmek için elimden geldiğince çabalayacağım."

"Beklediğim gibi." Dazai gülümsedi.

"Ve... oh, doğru ya. Dazai-kun, Arahabaki olayının ardında kim olduğunu bildiğini söylemiştin ama... gerçekten biliyor musun yoksa Chuuya-kun ile dalga geçmek için yalan mı söyledin?"

"İkisi de." Dazai güldü. "Chuuya-kun’a söylediklerim iddiaya girmesini sağlamak içindi ama gerçek suçlunun kim olduğunu da biliyorum."

"Oh... Kimmiş peki?"

"Sensin Randou-san."

Sessizlik.

Basit bir sessizlik değildi, etraftaki tüm sesi soğuran bir sessizlikti.

"Kendini eski patronun kıyafetleriyle gizledin ve Arahabaki dedikodusunu yaydın... Buna ne diyeceksin?"

Randou, Dazai’nin sorusunu düşünürken başını kaşıdı.

"Huh...? Oh- Um, özür dilerim ama bu sefer... nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyorum. Gördüğün üzere, suçlunun ben olduğumun söylenmesiyle pek deneyimim yok."

"Sorun değil, herkesin bir ilk seferi vardır." Dazai sırıttı. "Öyleyse öncelikle, tipik suçlu cevabın hakkında konuşalım... İlk olarak, Randou-san adındaki suçlumuz ’Olamaz, imkansız’ veya ’Çok komiksin Dazai-kun’ gibi bir tepki verir. Ben de ’Ama suçlunun sen olduğuna şüphe yok.’ derim. Sonra suçlu, duygularıyla aksini ispatlamaya çalışır. ’Hikayemi daha az önce dinlemedin mi? Mori-dono’ya minnettarım. İç savaş çıkarıp mafyayı çökertmek için şeytanca bir plan mı kuruyorsun?’ Senaryom yeterince iyi miydi Randou-san?"

"Hayır... Aslında evet, ekleyecek bir şeyim yok." Randou’nun sesi yenilmiş gibi çıkmıştı. "Haklısın, düşündüklerim tam söylediğin gibi. Eee... bundan sonra ne söylerdin?"

"Şunu derdim: ’Minnettarlığının bu konuyla bir alakası yok, Randou-san. Çünkü amacın en başta mafyaya saldırmak değildi. Suçlunun amacı başka bir şeydi.’ Nasıl ama? Sen devam etmek ister misin?"

"Ah... Um... biraz kafam karıştı..." Randou başını kaşıdı. "Suçlanmakta pek yetenekli sayılmam. Ciddi tepki vermeliyim... Buldum, dayanağın nedir? Suçlamalarının hepsi yalnızca tahminlerden ibaret-"

"’-yalnızca tahminlerden ibaret ve tüm bunları planlayanın ben olduğuma dair hiçbir mantıksal dayanağın yok.’" Dazai, Randou’nun söyleyeceği cümleyi yarısından itibaren devam ettirdi. "Doğru. Yalnızca tahmin ediyorum Randou-san. Artık kanıt olmadığına göre, bir yöneticiye iftira atmakla sıkıntı çekeceğim, değil mi?"

"Eh... o kadar emin konuştun ki bir dayanağın olup olmadığını merak ettim..." dedi Randou endişeli bir ifadeyle. "Dayanağın nedir, ne olduğunu hayal bile edemiyorum..."

"Madem öyle, hemencecik bir şey soracağım. Ukalalık yaptığım için özür dilerim." Dazai omuzlarını silkti ve konuştu, "Bir hata yaptın. Hem de çok basit bir hata. Eminim ki bu hatayı yaptığına pişman olacaksın."

"Ve hangi hatayı yapmışım?"

"Deniz." Dazai işaret parmağını sallarken cevap verdi. "’Arahabaki’nin siyah alevlerini gördüğünde yalnızca uzaktaki deniz gri, metal bir yüzeymiş gibi durgun ve sessizdi’ demiştin."

"Doğru... Dedim çünkü öyle görmüştüm. Neden hata ki bu?"

"Gerçekten fark edemedin mi?"

"Hayır... sorunun nerede olduğunu bilmiyorum. Söyle bana."

"Tamam." Dazai bir gülümsemeyle kafasını salladı. "Suribachi şehrinin ortasındaydın. Ve Suribachi şehri patlamayla oluşan alçak, yuvarlak bir çukurun içinde. Yani..."

"Ah!" Randou aniden bağırdı. "Ah... anladım."

"Aynen." Dazai başını salladı. "Denizi görmen mümkün değildi. 2 kilometrelik çukurda ne kadar zorlarsan zorla göremezdin. –Artık fark ettiysen kolay. Neden denizi görebildiğini söyledin? Tanıklık ettiğini söylediğin diğer deliller mükemmeldi ve söylentilerle hiçbir tutarsızlıkları yoktu. Arahabaki’yi tasvir ederken gerçekten inandırıcıydın, doğruyu söylüyorsun sandım. Bence gerçekten okyanusu gördün bu yüzden ufak bir hata yaptın. Uzun zaman önce de olsa... patlamadan sekiz yıl önce Suribachi şehrinden denizi görebilirdin. Yani Randou-san, o patlamayı mı gördün? Suribachi şehrini oluşturan felaketi, Arahabaki dedikodularını başlatan siyah patlamayı..."

Randou cevap vermedi.

Dazai bir süre Randou’ya sessizce baktı, sonra ofladı.

"Koyun’un Arahabaki hakkındaki en eski, değerli dedikoduları patlamanın Suribachi şehrini oluşturdu diyor. Patlama muhtemelen antik tanrı, Arahabaki’nin söylentilerinin yayan başlangıç noktası. Uzaktan patlamayı başka insanlar seyretmiş olabilir. Ancak Randou-san, sen yakından gördün. Normal birisinin buhara dönüşebileceği kadar yakındın. Bu hatırayı olabildiğince hatasız anlatmaya çalışırken her şeyi bozan denizi de karıştırdın. Ve hatalı ifaden, ya da fikrin, kendini ele verdi."

Her şeyi sessizce dinleyen Randou pes etmişçesine iç çekti.

"Chuuya-kun ile bahse girmiştiniz." Dedi Randou. "Suçluyu önce sen bulduğuna göre kazandın."

"Teşekkürler Randou-san." Dazai gülümsedi. "Böylece Chuuya’yı sonsuza kadar köpeğim olarak-"

Bir şey duvarı delip geçti ve odaya atladı. Randou’nun bedenine yandan vurdu ve odanın diğer tarafına uçtu.

"Buldum seni!" yüksek bir bağırış duyuldu. "O entrikacı pezevenkle yaptığımız bahsi ben kazandım! Suçlu sensin"

Randou binanın duvarını kırıp geçti ve yerde yuvarlanarak odanın dışına uçtu.

Üstünde, kısa bir figür öne doğru eğildi.

Dazai gözlerine inanamıyordu. "...Vay vay."

"Pardon ama yolun sonuna geldin." Doğal olarak, Chuuya gururla gülümsedi. "Gözlerimden kaçamazsın. Uzun zaman önce yalan söylediğini- Ne, sinsirella! Burada ne işin var?!"

"Bunu benim söylemem gerekiyor Chibi-san." Dedi Dazai bıkkın bir yüzle. "Bahsi ben kazandım. Suçunu açıklamanın ortasındaydım."

"Huh? Ortasında mıydın? Yani daha bitirmedin? O zaman ben kazandım. Suçluyu ben yendim yani zafer benimdir. Güçlü olan kazanır. Dünyanın acı gerçeği."

"Dünyayı sizin gibiler çiğ etle dolduruyor." dedi Dazai, iğrenmiş bir yüzle. "Randou-san’ın ifadesindeki deniz hakkında söylediklerinin çeliştiğini anlayıp da mı suçlu olduğuna kanaat getirdin?"

"Deniz mi? Chuuya boş gözlerle baktı. "Neyden bahsediyorsun?"

"Hm? O zaman suçlunun Randou-san olduğunu nasıl buldun?"

"Tam hikayesini duyduğumda. Bir yere kadar, tanıklar sadece yaşlı bir adamı gördüğünden bahsetti. Ancak Randou, Arahabaki’nin bedenini gördüğünü söyledi. Böyle bir şey imkansızdı bu yüzden yalan söylediğini biliyordum."

Chuuya’nın tekmelediği ve yerde yuvarlanan Randou sızlanarak konuştu.

"Öyleyse... Tanrı diye bir şey olmadığından mı suçlunun ben olduğumu düşündün?"

"Haha, hayır. Tam tersi. Aslında Tanrı var." Dedi Chuuya. "Biliyorum. Ve Suribachi Şehrinde o tanrıyı görmen imkansızdı."

Bu cümleyi duyar duymaz Randou’nun tavırları değişti.

Soğuktan titremeyi kesti.

"Arahabaki’nin... gerçekten var olduğunun farkında mıydın?" dedi Randou sanki eziliyormuş gibi bir ifadeyle.

"Oh, gördün yani? 8 yıl önceydi. Görmeseydin nasıl gözüktüğü hakkında bu kadar kesin bir ifade veremezdin."

"Oh, gördüm..." dedi Randou kalkarak. "Ama görmekle yetinmedim. Yakınındayken patlamasına tanık oldum. Sürpriz bir saldırıydı... Ağır yaralanmıştım ve ölmek üzereydim, yaşam ile ölüm arasındaki sınırda yürüyordum. Şokun ve alevlerin etkisiyle hafızamı yitirdim, Yohoma şehrinde dolaşıp durdum. Eski patronun gözüne takıldım, organizasyonunda bir geceliğine kaldım sonra mafyaya katıldım..."

Randou öfkeli bakışlarla Chuuya’ya baktı.

"Chuuya-kun, biliyor olmalısın –Şu anda Arahabaki nerede?"

Chuuya cevap vermedi, sadece keskin gözlerle Randou’ya baktı.

"Söyle bana."

"Ben de merak ediyorum Randou-san." Dazai Randou’ya bakarken güldü. "Ne de olsa, sadece kim olduğunu öğrenmek için büyük yaygara çıkardın. Yalnızca gerçek Arahabaki’yi bilen yalanını anlayabilirdi. Arahabaki’yi bu kadar kesin bir şekilde tasvir etmenizin nedeni kendinizi doğruyu bilen kişiyi yakalamak için yem olarak kullanmak içindi, değil mi?"

Chuuya ikisine de bir süre baktı ve sonunda kafasını salladı.

"Off... neden o adamla buluşmak istiyorsun ki?" dedi Chuuya. "Aklı ya da kişiliği yok, sadece var. Onunla karşılaştıktan sonra ne yapacaksın? Saygılarını mı sunacaksın? Güçlü bir tanrı, basit bir güç yığını. Deprem ya da tayfundan bir farkı yok. Elektrik santralindeki yakıta saygı göstermekle aynı sayılır."

"Kişiliğin önemi yok. Akıl ya da düşünme sorun değil." Randou ciddi bir tonla konuştu. "Büyük bir yıkım. Toprağı yakan, gökyüzünü boyayan, atmosferi titreten grotesk bir varlık. Bu anlayışa ulaşmak, nirvanaya ulaşmakla aynı. Bu güç benim için yeterli. Söyle bana Chuuya-kun. İnsan aklının ötesindeki –beni yakan varlık nerede?"

Chuuya hemen cevap vermedi. Avucunu sıktı, arkasına döndü, biraz sıkıntılı göründü. Ancak çok geçmeden pes etmiş gibi uzun bir iç çekti.

"Peki. Sana bildiklerimi anlatacağım." Chuuya’nın gözleri açıktı. O kadar açıktı ki tek seferde her şeyi görebilirdi. "Arahabaki–"

Nefes aldı, verdi.

Ve konuştu.

" –benim."
[img=578x819]https://img.wattpad.com/c441eb7f568541529ed35cc5b7f7ac1ac03c34b8/68747470733a2f2f73332e616d617a6f6e6177732e636f6d2f776174747061642d6d656469612d736572766963652f53746f7279496d6167652f2d2d6350303878776b3542715a413d3d2d313038333435363837322e313638373536343137373764373037303830373736363532393839312e6a7067?s=fit&w=1280&h=1280[/img]

****



Dazai bir adım geriledi.

"Ne demek... istiyorsun?"

Chuuya’nın ifadesi sakindi. Yüzü hiçbir şeyi ima etmiyor, gerçek amacını gizlemiyordu. Yalnızca gerçekleri anlatıyordu.

"Ben de öyle düşünmüştüm." Randou yavaşça başını salladı. "Hayal meyal, orada olduğunu biliyordum."

"Anılarım hayatımın yarısından başlıyor." Chuuya sessizce konuşmaya devam etti. "Senin gibi anıları geçici süreliğine kaybetmedim. Sadece, sekiz yıl önce, o gün hayatım var oldu. Ondan öncesi ise karanlık. Mavimsi siyah karanlıkta yüzdüm, tesisin birinde mühürlüydüm. Arahabaki Tanrı falan değil. Ölüyü diriltme gücü yok. Neden böyle bir kişiliğimin var olduğunu bilmiyorum. Bildiğim tek şey, birisinin eli mührü kırdı ve beni çıkardı. –O el senindi, değil mi Randou?"

Mavimtırak karanlık.

Yoğun ve sessiz karanlık, şeffaf duvarları sarmalıyordu.

Ve birisinin güçlü eli mührü kırdı.

"Cevap ver." dedi Chuuya. "Beni nereden buldun? Neden dışarı çıkardın? Ve bedeninin tamamını nasıl gösterdin? Bu olayı cevaplarımı almak için soruşturdum. Şimdi bildiğin her şeyi anlat."

Cevap yoktu.

Randou’nun yüzü yere bakıyor, gizlediği ifadesi titriyordu. Ancak titremesi soğuktan değildi –gülüyordu.

"Tabi ya, tabi. Reddetmeye kalkışsam bile... bilmeye hakkın var." dedi Randou kısık bir sesle. "Ama göstermek, kelimelerle anlatmaktan daha hızlı olur. Sekiz yıl önce sana öyle yapmıştım."

Manzara değişmeye başladı. Etraflarını çevreleyen alan artık önceden bulundukları tersane değil, bambaşka bir yerdi

"Randou-san’ın alt uzay yeteneği...?" Dazai etrafına baktı. " Ama böylesine geniş ölçekte alt uzay transferi mümkün olmamalı. Sadece bir kere rapor edilmişti..."

Alt uzay yeteneği, tüm tersaneyi kaplayacak kadar genişledi. Alt uzay, çatıdan daha yüksekte parlayan koyu kızılda titremeye başladı.

"Bildiğiniz üzere... alt uzay yeteneği normal, izole edilmiş bir alana kıyasla apayrı bir dünyadır." dedi Randou. "Davet edilmediğiniz sürece içine giremezsiniz."

"İnanılmaz." Dazai çevresine baktı. "Bu güç, yöneticilerden bile fazla. Yöneticilik rütbesi, hayır çok daha fazlası. Böylesine sıra dışı bir yeteneği nasıl oldu da bu zamana kadar saklayabildin? Organizasyondan kimse yeteneğini bilmiyor."

"Saklamıyordum. Sadece gerçek adımla birlikte... geçenlerde hatırladım." Randou bir adım öne geldi. Koyu kızılda bile, biçimsiz varlığı görünebiliyordu.

"Gerçek adın mı? Sen Randou-san’sın."

"Adım Randou değil." Randou’nun etrafındaki alan sallandı ve siyah alevler harlandı. Randou’nun etrafı, bir çiçeğin yaprakları gibi sessizce tutuştu. "Randou adını bana, eşyalarımın üstünde yazan ismimi gören bir arkadaş vermişti. Ve gerçek adımı hatırladığımda bir karar verdim. Bu alan, şeytanı kullanarak sahte bir tanrıyı yenmek... Hepsi, Chuuya-kun... hepsi seni bulup öldürmek içindi."

Aniden, alt uzayın merkezi patladı. Yoğunlaşan atmosfer, şok dalgası gibi üzerlerine indi. Ancak tam olarak atmosferik bir dalga sayılmazdı. Patlayan boşluk, kabaran bir deniz gibi dalgayı oluşturmasıyla Chuuya’yı içine çekti.

"Ah!?"

Uzaysal dalga, Chuuya’ya şiddetle çarptı ve bedenini fırlattı. Geriye doğru uçtu ve tersanedeki paslanmış demir direği kırıp geçti, sonra beton duvara yapıştı.

"Ga... hah..."

Yere düşen Chuuya bol miktarda kan tükürdü, ayağa dahi kalkamıyordu.

"Hmm... hemen öldün mü? Arahabaki’yi tamamlamaktan her ne kadar uzak olsa da bedeninin dirençli olduğu söylenmişti."

"Hey..." Dazai Chuuya’ya baktı, dili tutulmuştu. "Neden yer çekiminle kendini savunmadın?"

"Savunamazdı. Bu alanda, şok dalgamla vurduğum her sefer, doğanın fizik kanunlarına karşı gelse bile kendisini savunamaz." dedi Randou. "Bulunduğumuz alt uzay benim krallığım. Bu yüzden yeteneğim yalnızca bu mekanın içinde var olabilir. Aynı bu şekilde:"

Rüzgarın sesi duyuldu.

"Siktir... bu adam kafayı yemiş..." Chuuya ellerini zemine koyup dudaklarındaki kanı sildi. "Rengini belli etti."

Belli belirsiz, kızıl bir sis alt uzayın diğer tarafından yayıldı ve bir figür ortaya çıktı.

"Orada... orada eski bir yüzü görüyorum. Hey, velet... Sağlığın iyi mi? Doktor sana zorbalık ediyor mu?"

Geleneksel siyah bir kaftan giyen eski patron, havada süzülüyordu.

"Selamlar." Dazai gergin bir şekilde gülümsedi. "Uzun zaman oldu. Sırt ağrın nasıl? Yüzüne renk gelmiş. Ölmen iyi olmadı mı patron –pardon, eski patron?"

Eski patronun kol ve bacakları bir deri bir kemikti ve yaşlılığından gözleri çökmüştü. Yanaklarındaki kan damarları görülebiliyordu ve parlayan gözleri geçmişin vahşetini taşıyordu.

Gecenin tiranı, Yokahama’nın şeytanı... Yıkım arzusu insan sınırlarının ötesindeydi ve lanet olarak anıldığı bile olmuştu. Liman Mafyasının gaddarlığının simgesiydi.

"Eski patronun ölmüş olması gerekiyordu. Ne yaptın, Randou-san?"

"Gördüğünüz... benim yeteneğim." Dedi Randou, gerisine uzanarak. "Yeteneğim cesetleri alt uzayıma getiriyor ve onları yetenek kullanıcısı yapıyor. Eski patronun mezarını kazdım. Ancak tek seferde yalnızca bir ceset hayata döndürebilir ve yeteneğim olarak kullanılabilir. Kısaca... eski patron yeteneğim olarak kullanılmak için diriltildi."

Dazai’nin de Chuuya’nın da nutku tutulmuştu. Pek çok yetenek kullanıcısını tanımışlardı ama ikisi de bunun kadar sıra dışı bir yeteneği görmemişti.

İnsancıllaştırmaya yarayan bir yetenek.

"Algılayabileceğimizin ötesinde." Dazai kendisini konuşmaya zorladı. "Randou-san, kimsin sen?"

"Düşman ülkelerden bilgi toplamak için seçilen Avrupa İstihbarat ajanıydım." Dedi Randou, başı yere bakarken. "Ve sekiz yıl önce, görevim için bu ülkeye sızdım. Görevin amacı, ülkedeki yüksek enerjili hayat formunu araştırıp kendimle beraber geri götürmekti."

"Ve o hayat formu... Arahabaki miydi?" sert bir ifadeyle dedi Dazai. "Öyle olsa bile... Avrupa İstihbarat ajanı mı? Dünya üzerinde yalnızca birkaç düzine, en güçlü yeteneklilerden oluşan ’Aşkın’ sınıf mı? Randou-san, ciddi olamazsın."

"Kendimi yeniden tanıtayım." Randou eğildi ve göğsünün önüne var olmayan bir şapka koydu. "Adım Rimbaud. Arthur Rimbaud. Yeteneğimin adı Illumination. Hedefim bir yetenekli olarak seni yakalamak ve öldürmek , Chuuya-kun."

Bir seri patlama gerçekleşti.

Chuuya uzaysal cisim patlamasından kaçınmak için havaya, kırmızı duvara zıpladı. Bina duvarına yanlamasına indi. Kendisini takip eden uzaysal dalgalardan kaçmaya devam etti, duvar boyunca koştu.

"Tch."

Birbiri ardına, Chuuya’nın geçtiği duvarlar toza dönüştü. Demir direği dahi kırabilecek güçte bir saldırıydı. Yeniden, Chuuya doğrudan bir darbe aldı ve ayağa kalkmaya çalıştı.

"Kaçmayı ne kadar denersen dene uzayın kendisinden kaçamazsın."

Şok dalgaları çarptı ve duvarları parçaladı. Kendi yerçekimini kontrol edebilen Chuuya’nın bile havadaki hareketleriyle yerdeki hareketleri arasında büyük fark vardı. Kaçamazdı.

Chuuya havadayken güldü.

"Haha! Yapabileceğin en iyisi beni köşeye sıkıştırmak mı?"

Chuuya döndü, şok dalgalarından kaçınırken boş havayı tekmeledi.

"Ne-"

Chuuya’nın ayağının tekmelediği yer, binanın sadece küçük bir parçasıydı. Kendi yerçekimini azaltıp parçanınkisini arttırırken havada asılı duran, hemen hemen serçeparmağı kadar duvar parçasını tekmeledi. Kütle oranlarını değiştirdi ve hızlıca dayanağı olmadan, dev bir kayayı tekmeleyip atlayan uçan sincap gibi, havada döndü.

Uzaysal dalgalar havada Chuuya’ya saldırmaya devam etti. Ancak Chuuya molozları tekmelemeyi sürdürdü, birbiri ardına gelen şok dalgalarında kaçtı.

"Muhteşem bir savaş yeteneğin varmış... Ama yalnızca kaçarsan eninde sonunda köşeye sıkışırsın, çocuk."

Chuuya bir sonraki saldırıyı kafasını eğerek atlattı. Randou’nun yarattığı alt uzayda olduğu sürece uzaysal saldırılarından kaçması mümkün değildi. Uzay dalgaları kütleyi koruyamadığından yerçekimini kullanarak saldırılamazdı. Chuuya’nın doğal düşmanı olan bir yetenekti.

Ancak...

"Bir şeyi unutmuyor musun?"

Şok dalgası Chuuya’ya ilerledi –ama tam çarpmadan önce duman gibi kayboldu.

Chuuya korunmak için kalkanını kaldırdı.

"Hey, kıyafetlerimi çekmesen olmaz mı? Boynumu acıtıyorsun!" dedi kalkan.

"Dazai-kun... huh?"

"Etkisizleştirme yeteneği." dedi Chuuya, Dazai’yi tutarken. "Dazai’ye dokunmamak için alt uzayını genişletsen bile saldırıların işe yaramayacak. Bir de Avrupa İstihbarat Ajanısın! Bu adamın etkisizleştirme yeteneğinin üstesinden gelemezsin."

"Hmm... Doğru. Benim için Dazai’nin varlığı sıkıntı. Dünyada eşi benzeri bulunmayan üstün bir yetenekli. Yine de-"

Randou elini kaldırdı.

"Chuuya-kun! Beni itebildiğin kadar geri it!"

Dazai Chuuya’ya bağırdığı sırada gümüş bir ışık, kendilerine doğru geldi.

Boyut ayrılmıştı.

Gümüş ışık, az önce Dazai’nin boynunun olduğu yeri kesmişti. Tırpanın ucu Dazai’nin kıyafetlerinin bir kısmını, cildini ve kaslarını sıyırdı, üzerlerine kan sıçrattı.

"Agh..." Dazai acıdan inledi.

Dazai’yi aşağıya iten Chuuya saldırıdan kaçındı, şaşkın gözlerle baktı.

"İmkansız!" Chuuya bağırdı. "Ona zarar vermemesi lazımdı!"

Dazai’yi kesen gümüş ışığın gerçek hali insan bedeni kadar uzun bir tırpandı. Tırpanın sapını tutan yaşlı adamdan boğuk bir gülüş çıktı.

"Zalim... gerçekten insafsızsın. Çocuğun kellesinin bu ellerle kesileceği gün geldi." Eski patron kısık sesiyle konuştu. "Ama önce anılarımdan bahsetmek istiyorum... Bu cesette bile bana düşmansın."

"Patron, artık insan değilsin..." dedi Randou usulca. "Yeteneğimde kullanmak için kişiliğini ve hayattaykenki anılarını canlandırmak için bir formül uyguladım... Basitçe yeteneğimsin yani. Ve görevin ise... elindeki tırpanla Dazai-kun’u durdururken Chuuya-kun’un cesedini almak. "

"Tamam, anladım. Bu ruh, yeteneğine bağlı bir parça yırtılmış kağıt sadece. Bedenim ise bilinçsiz, içi boş bir kukla... yine de inanılmaz hissediyorum."

Eski patron tırpanı kaldırdı. Siyah bir elbise yoktan var oldu ve yaşlı bir Azrail gibi... etrafına sarıldı.

"Pes ediyorum." Dedi Dazai acıyla, göğsünün tam yanındaki yarayı tutarken. "Tırpan gerçek. Ona verilen bir nesne. Yani-"

"Bıçaklanırsan ölürsün." Chuuya Dazai’ye baktı.

Dazai’nin yarası derindi. Göğsü ve kolunun üstü boydan boya kesilmişti. Yarasının etrafındaki kıyafetleri çoktan kırmızı kanla lekelenmişti. Hemen tedavi edilmezse hayatını tehlikeye atabilirdi.

"Tch... cidden..." Chuuya surat astı. "Ben burada köşeye sıkıştım, o da tehlikede."

Çevresinde molozlar olmadığı için kaçamadığı uzaysal dalgalar Chuuya’ya saldırdı.

Dazai yetenek olmadığı için tırpanın bıçağını etkisizleştiremedi.

Dazai ve Chuuya sırf bu yetenek yüzünden zor durumdaydı.

"Dazai-kun, seni öldürmeye niyetim yok. Bir çocuğu öldürmek gerçek manada kalbimi sızlatıyor." dedi Randou kasvetli bir sesle. "Ama Mori neyi bildiğini öğrenirse peşimden suikastçıları gönderir. Ben de onları öldürmek zorunda kalırım. Eski arkadaşlarımla... karşılaşmak istemiyorum. Seni öldürmek ufak bir masraf sadece, bana bir bedeli olmayacak. Özür dilerim ama lütfen, Chuuya ile birlikte öl."

Randou üzgünmüş gibi konuştu. Gözlerinde, mafyalarda yaygın görülen bir karanlık –yalnızca hayatta kalacak insanların sayısını dikkate alan puslu bir karanlık vardı.

Randou’nun çağırdığı yetenekli bir adım öne çıktı. Bedeni siyah alevlerle kaplıydı.

Eski patron havada yükseldi, gümüş tırpanı ölümün ışığıyla parıldadı.

"Ah... imkansız." dedi Dazai. "Pes edip ölelim işte."

"Huh?"

Dazai aniden yere oturdu. Chuuya ağzı açık bir şekilde onu izledi. Dazai’nin yüzünde oldukça sıradan bir ifade vardı. İfadesi saklayacak hiçbir şeyi olmadığını, ne düşünüyorsa onu yaptığını söylüyordu.

"Ne yapıyorsun lan? Uykunda mı konuşuyorsun?!"

"Hayır, imkansız diyorum. Karşımızdaki adam Avrupa İstihbarat Ajanından yetenek kullanıcısı değil mi? Hayatta kazanamayız."

"Seni..."

Sözünü bitiremeden, bir şok dalgası Chuuya’ya çarptı.

Zıplayarak kaçacak kadar vakti yoktu, savaştaki duruşu yüzünden şok dalgasıyla beraber patladı. Chuuya büyük demir bir topla vurulmuş gibi havada uçtu, yere düştü. Çarptığı duvarın molozları altında kaldı.

"Dazai-kun’un dediği gibi..." dedi Randou, uzaysal dalgaları oluşturduğundan eli hala havadayken. "Chuuya-kun, pes etmelisin. Yeteneğinin özelliklerinin tamamen farkındayım. Benimle savaşırsan yalnızca acı çekersin."

"Kahretsin..."

Chuuya, duvar enkazının altında, suratını ekşitti. Dudağının kenarından kan damlaları aktı.

"Cesede dönüşmediğin sürece görevim tamamlanmayacak." dedi Randou özür dileyen bir sesle. "Sekiz yıl önce... seni yanıma alarak kaçmaya çalıştım ve bir hata yaptım. Etrafımı düşmanlar sarmıştı. O gün kullandığım ceset düşmanları yenemedi. Ben de tanrıların tanrısı seni, Arahabaki’yi alırsam daha güçlü bit yeteneğim olur diye düşündüm. Savaştım ve seni ele geçirdim ama... beklenmedik bir şey yaşandı. Bir güvenlik cihazı, yani sen devreye girmiştin Chuuya-kun. İnsan olan sen, Arahabaki’nin vahşetini önleyen bir muska gibiydin. Ve Arahabaki’yi almaya çalıştığımda güvenlik cihazı çıktı ve Arahabaki’nin gerçek hali açığa çıktı. –Geri kalanını malikanemde anlatmıştım. Kusursuz Tanrı ortaya çıktı ve her şeyi yakıp yıktı."

Randou bir adım attı. Bedeni yanıyormuş gibi kırmızıyla parladı. "Öldüğünde Arahabaki’nin gerçek bedeni kendisini gösterecek. Senden çok daha güçlü yeteneklileri yendim. Direnmenin bir anlamı yok."

Randou usulca konuştu. Ne tehdit ediyordu ne de göz korkutuyordu, sadece gerçekleri söylüyordu. Alan titremeye ve Randou’nun etrafına toplanmaya başladı. Zemin, binadan ayrılarak etrafı yok edecek gücün salınıvermesini bekliyordu.

"Hm... Randou-san, bir teklifim var." dedi Dazai hala yarasını tutarken. "Chuuya-kun’u pes etmesi için ikna edeceğim, bana biraz zaman ver."

Randou bakışlarını Dazai’ye çevirdi ve bir süre sessizce düşündü.

"Ne kadar zamandan bahsediyoruz?"

"Beş dakika istiyorum."

Randou gözlerini kapattı.

"İki dakika yeterli."

Dazai, Chuuya’nın bulunduğu molozlara sendeleyerek gitti. Eğildi ve yüzünü Chuuya’ya yaklaştırdı.

"Ölmek isteyen bir piç kurusu yanıma yaklaştı. Beni ikna edemezsin."

"Biliyorum." Dazai Randou’ya baktı ve Randou’nun duyamaması için kısık sesle konuştu: "Beraber yenelim şu adamı."

Bir anlığına Chuuya Dazai’ye ortağının ne söylediğini anlamıyormuş gibi gözüken gözlerle boş boş baktı. "...Ciddi misin?"

"Bir yol var ama yalnız yapamam. Beraber çalışmamız lazım. Bana güveniyor musun?"

Chuuya Dazai’ye bir süre dik dik baktı. Sonra konuştu:

"Neden fikrini değiştirdiğini söyle. Ölmek istemiyor muydun?"

"’Bilmiyorum’ desem inanır mısın?" Dazai başı beladaymış gibi gülümsedi.

"Hayır."

Dazai gülümsemeye devam etti ve başını salladı "Anlatayım."

Dazai Randou’ya, alt uzayın tamamına ve uzaktan görülemeyen şehre baktı ve konuştu:

"Mafya işleriyle azıcık ilgileniyorum." dedi Dazai. "Yüzeyde, dünyanın ışığında, ölüm genelde günlük yaşantıdan çirkin olduğu için dışlanır. Ancak mafya dünyasında farklıdır. Ölüm yalnızca bir vadedir ve hayatın parçasıdır. Ve bunun muhtemelen doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü ’ölüm’, ’yaşam’ın zıttı değildir. ’Hayat’a dahil edilmiş bir özelliktir yalnızca. Nefes alırsın, yersin, aşık olursun, ölürsün. Hayatı anlamak için ölümü izlemek zorundasındır."

Chuuya içinde bir yerlerde insanlığını arıyormuş gibi, dikkatle Dazai’ye baktı. "Yani.. yaşamak mı istiyorsun?"

"Öyle bir şey demedim." Dazai pes edermişçesine gülümsedi. "Bir şey bulamasam da denemeye karar verdim. Bu işi sağ salim bitirip mafyaya katılacağım. Onu yeneceğim. Ayrıca-"

"Ayrıca?"

"Daha seni köpeğim olarak kullanma sözümü yerine getiremedim."

Dazai gülümsedi.

Chuuya Dazai’nin yüzüne baktı, bir kahkaha attı. "İğrençsin. Dikkat et de planın suya düşüp ikimizi de öldürmesin yoksa seni gebertirim, Dazai."

Dazai de güldü. "Güzel fikir. Gidelim, chuuya."


***



İkisi ayağa kalktı ve Randou’ya doğru yan yana yürüdü.

"İkna edebildin mi?"

"Oh" dedi Dazai yürürken. "İkna sürecim gayet iyi geçti. Chuuya beni ikna edebildi... şimdi ölmemeye karar verdim."

Randou bir süreliğine hayretle ikisine baktı. Sonra başka çaresi yokmuş gibi güldü.

"Öyle mi?" dedi Randou. "Mori-dono bu söylediğini duyduğunda sevinçten havalara zıplayacak. Normalde böyle bir durum keyif verici olurdu ancak... ölümünüzü olabildiğince acısız yapacağım."

"Söylesene." Chuuya’nın dudakları gülümsemesiyle kıvrıldı. "Şu anda nasıl hissettiğimi biliyor musun?"

"Eh... hayal bile edemiyorum."

"Mutluyum. Uzun zamandır savaşta iki elimi de kullanmamıştım!"

Chuuya öne zıpladı.

Chuuya’nın önünde kızıl bir dalga patladı. Bunun olacağını bekliyormuşçasına, Chuuya iki eliyle zemine vurdu ve tekme atarak havaya zıpladı.

"İki elinle de vuramadıkça beni durduramazsın!"

Chuuya zıplarken topladığı taşları iki elini kullanarak fırlattı. Parçacıkları rampa gibi kullanarak havada yıldırım gibi koştu. Yukarı ve aşağı, sağa ve sola. Kırmızı dalgalar küçük bedenini izledi ama o kadar hızlı koşuyordu ki yetişemediler.
[img=577x820]https://img.wattpad.com/5411c31ea62546192a3dfa3c4c09f8f52542e849/68747470733a2f2f73332e616d617a6f6e6177732e636f6d2f776174747061642d6d656469612d736572766963652f53746f7279496d6167652f4d564c4f697570393643425744673d3d2d313038333435363837322e313638373536346665303536323733643236373836393233373731352e6a7067?s=fit&w=1280&h=1280[/img]

"Hahahaha!"

Chuuya bir kahkaha atarak havayı tekmeledi ve aşağıya sıçradı. Tüm gücüyle attığı tekme Randou’nun göğsüne meteor gibi çarptı.

"Hah...!"

Randou’nun nefesi akciğerlerinde sıkıştı. Kollarını kaldırdı ve alt uzayını Chuuya’nın tekmelerinden korunmak için kalkan gibi kullandı. Ardı ardına gelen şok dalgaları Randou’nun ayakkabı tabanından yeri parçaladı ve zemini çatlattı.

"Şimdi, Dazai!"

"Ne-"

Randou ne olduğunu anlayamadan Dazai ortaya çıktı. Chuuya’nın saldırılarının arkasına saklanarak gölge gibi yaklaşmıştı.

"Sana direkt temas edersem cesetleri kullanamazsın!"

Hiçbir yetenek Dazai’ye etki etmezdi. Ve herhangi bir yetenek bedeninin bir kısmına dokunsa bile etkisizleştirilirdi. Sahip olduğun her şeyin kaybolması da denilebilirdi yani.

"...Ama..."

Dazai ile Randou arasına siyah bir gölge girdi.

Uğursuz siyahlar giyen, hayata döndürülen bir ceset...

"Veletlerin ölme vakti geldi de geçiyor bile." Eski patron boğuk sesiyle konuştu.

"Demek tahmin etmiştin, huh."

Gümüş tırpan ölümün zaferiyle parıldadı.

Ancak Dazai gözlerini sabit tuttu. İnen bıçağa, kendisini kesmeyeceğini biliyormuş gibi sessizce baktı.

Ve- bıçak tam Dazai’nin burnunun üstünde durdu.

"Bıktım artık, sinsi serseri." Dedi Chuuya havadayken. "Aynı tahmin ettiğin gibi oldu!"

"Hm?"

Eski patronun tırpanı siyah bir şeye takılmıştı.

O şey, Chuuya’nın motorcu gömleğiydi. Ceketini yerçekimi kontrolüyle havadan atmıştı ve tırpanın tabanına vurmuştu.

Ağırlığıyla ceket, tırpanı yere düşürttü. Ceket normal ağırlığına gelip yumuşarken tırpan zeminde gürültüyle yuvarlandı.

"Haaa!"

Chuuya’nın yumruğu eski patrona indi. Her yumruğu parlayan, kızgın kayalara denkti. Ardı ardına gelen saldırılar eski patrona isabet eti, çarptı ve vurdu.

"Ugh..."

İnsanlığını yitirmiş eski patronun bedeni yok ediliyordu.

"Yerle iyi geçin, ihtiyar!"

Chuuya eski patronun yüzünü tuttu. Siyah yerçekimi dalgaları yüzüne dokunur dokunmaz patladı. Aynı anda eski patronun havadaki bedeni yere indirildi.

Çatlaklar eski patronun olduğu yerden başlayarak etrafa, zeminin her yanına yayıldı.

Eski patronun bedeni yere çökse de Chuuya yer çekimini kullanmayı bırakmadı. Chuuya en kuvvetli yerçekimini kullandığından bedeni zemine gömülmüştü.

"Bu beden insan olmasa da... yenildim mi?" zemin parçalanmış, tüm bedeni yere gömülmüştü ama yine de kısık sesle güldü. "Sinir bozucu ama etkilendim, velet."

"Ben işimi yaptım." Chuuya bağırdı. "Sıra sende Dazai!"

"Bana ne yapacağımı söyleme!"

Dazai koştu. Savurduğu yumruğu Randou’ya vurdu.

Bakışları kasvetli değildi. Bulutsuz bir gün kadar aydınlıktılar.

O gözler sıradan birisinin gözleri değildi. Yalnızca yaşamaya karar vermiş birisinde görülen mavi gökyüzünün parıltısıydılar.

"Ahhh!"

Dazai’nin yumruğu Randou’ya çarptı.

-Ama vuramadan

Dünya yerle bir oldu.

"Ne-"

Kızıl bir ışıltı dünyayı sardı.

Bina yok oldu, yer yok oldu, yer çekimi yok oldu. Dünya üzerindeki akla gelen her şey birbirine girmiş, parçalara ayrılmış ve etrafta rastgele uçuşuyordu.

"Uzayı kontrol edebilen... bir yetenekli olduğumu bilmen gerekir." Havadaki ses konuştu.

Kızılın dünyasında insana benzeyen bir figür görüldü.

"Uzayı kontrol edebilmek uzayın içindeki her şeyi kontrol edebilmek demektir... Dazai-kun, doğal düşmanım olsan da olmasan da, ne kadar denersen dene, ne yumruğun ne de başka bir şeyin tek başına bana ulaşabilir."

Randou havada süzülüyordu.

Sayılamayacak kadar çok moloz etraflarında uçuşurken elbiseleri dalgalandı.

"Hey... Ciddi misin sen?" dedi Chuuya Randou’ya bakarken. "Bu yeteneğin gücü... adil değil."

Dazai hayranlıkla çevrelerine bakındı. "Uzayı bu kadar rahat kontrol edebiliyorsa mafyanın mahzenine girmekte hiç sıkıntı çekmemiştir..."

İçinde bulundukları alt uzay artık dünyadaki hiçbir yere benzemiyordu. Zemin çukurlaşmıştı, binalar yıkılmıştı ve her şey kızıl atmosferde uçuşuyordu. Dazai ve Chuuya molozların üstünde duran ufak karıncalara benziyordu.

"Chuuya-kun, hatırlıyor musun? Daha önce bu uzaydaydın." dedi Randou ceketi havada dalgalanırken. "Sekiz yıl önce, o gün... yetenek kullanıcısı ortağımla birlikte o yere yakalama görevi için sızmıştık. Ben ve ortağım görevimizin hedefi, enerjili yaşam formunu gizli askeri tesiste yakaladığımızı sandık... Ama tesisteyken ortağım seni uyandırdığında ve sen kaçmaya çalıştığında bir şey oldu. Bir sorun vardı. Bugüne kadar ne yaşandığını hatırlayamadım... Tek bildiğim o şey yüzünden düşmanın bizi bulduğu, peşimize düştüğü ve Arahabaki’yi yeteneğim olarak almaya çalışmayı denememdi."

Molozlar Randou’nun etrafında uçtu. Kısık bir ses duyuldu ve görünmez bir şey uzayda haykırdı.

"Randou-san..." dedi Dazai. "Arahabaki ve Chuuya’nın bedeni... nedir?"

"Ben de bilmiyorum. Görevlerimden birisi Chuuya’yı eve getirmek ve Chuuy’ya bakmanın bir yolunu bulmaktı. İzole edilmiş tesis, patlamada içindeki kayıtlarla birlikte yok oldu... artık kimse gerçeği bilmiyor. Ama Chuuya’yı gözetime alırsak anılarını geri kazandırabiliriz. Ancak o zaman her şeyi öğrenebiliriz. O gün arkadaşıma ne oldu, biliyor musun?"

"Arkadaşın mı...?" kızıl dünyaya bakan Chuuya mırıldandı.

"Evet. Benimle beraber göreve gelen ajan ayrıca en yakın arkadaşımdı. Adı Paul Verlaine, yetenek kullanıcısı ve pek çok olayın üstesinden gelmiştir. Nereye kayboldu? Patlamada mı öldü yoksa bir yerlerde hayatına devam ediyor mu? Hatırlayamıyorum. Bu yüzden anılarına ihtiyacım var Chuuya-kun. Ama seni canlı alırsam sekiz yıl önceki olay tekrarlanır. Bu yüzden ölmek zorundasın. Sonra cesedini yeteneğime dönüştüreceğim ve arkadaşımın varlığının anılarını, kaybolan sekiz yılı doldurmak için... onu kurtarmak için... öğreneceğim."

"Anlıyorum... her şey arkadaşının uğruna mıydı?" dedi Dazai kısık sesle. "Mafyaya ihanetin, eski patronun dirilişi, bu savaş... anlamakta biraz zorlanıyorum."

"Nesini anlamıyorsun amcık?" dedi Chuuya Randou’ya bakarken. "Arkadaşlarım uğruna dünyayı yakarım. Hayatımı riske atarım... düşmanıma merhamet etmem."

Chuuya yeteneğini iki eline topladı. Atmosfer sarsılırken yumruğunun ağırlığı arttı.

"Pşşt, usta. Neden savaşırken iki elimi kullanmadığımı söyleyeyim mi?" dedi Chuuya düşmana doğru yürürken ayaklarının altındaki taşlar titredi ve yükseldi.

"Savaşta kaybettiğim için değil. Tehlikeli olduğunu düşünmedim bile... çünkü insan değildim. Kişiliğim, senin tabirinle güvenlik cihazı. Maden eritme ocağı gibi devasa bir güç ve sanki dibinde takılıp kalmışım gibi hissettiriyor... Nasıl hissettirdiğini anlıyor musun?"

Chuuya havada, boşluğa basarak ilerledi.

Havadaki donuk toz etrafa yayıldı ve Chuuya’nın ayağı boşlukta ilerledi. Bir sonraki boşluğa adım attı. Böylece sanki görünmez bir merdiveni çıkıyormuşçasına Randou’ya doğru yürüdü.

"Ben de ellerimi mühürledim. Mühürleseydim bir gün kaybedebilirdim. Zamanı geldiğinde kavgada eğlenmek yerine gözüm dönmüş halde kendimi savunacaktım... ve sonra bir bağ kurabileceğimi düşündüm. Bu bedenin sahibi değilim, insanım."

Chuuya havayı tekmeledi ve zıpladı.

Chuuya kızıl gecede ilerleyen yırtıcı bir kuş gibi uçtu.

Hemen önünde, uzaysal dalgaların oluşturduğu engin deniz yolunu kapatıyordu. Chuuya, binayı şeker gibi kolayca kırabilecek uzaysal dalgalara doğru ilerledi.

"Ne-?"

"Haaa!"

Chuuya kıyafetlerin ve yırtılan etin yankılanan sesiyle dalgaları kırıp geçti. Bedeninin her yanında yaralar vardı ve sayısız kesikten kan akıyordu ancak buna rağmen yavaşlamadı.

"Şok dalgasını alır almaz kıyafetlerinin ve bedeninin öz kütlesini mi arttırdın..?"

Kan, Chuuya’nın peşinden kuyruğu gibi uzandı ve bedenindeki tüm kemikler titredi ancak kan bulaşmış dudaklarında bir gülümseme vardı.

Chuuya yer çekimiyle Randou’nun üzerine hızlandı ve canlı bir gülle gibi ilerledi. Ölüm saçan Chuuya’yı durduracak hiçbir duvar yoktu. Uzaysal dalgalar yeterli değildi, eski patron yeterli değildi.

Chuuya’nın yumruğu Randou’nun karnının derinlere çarptı.

Randou’nun bedeni U şekline büründü.

Chuuya yaşayan fırtınanın bir parçası olana kadar hızlandı. Sağ koluyla atığı yumruk atmosferi parçaladı. Geri çekilerek sol ayağıyla döner tekme attı. Yerçekimine dayadığı ayağıyla Randou’nun çenesine sağ diziyle vurdu.

Vurdu, tekmeledi, vurdu, vurdu, vurdu, tekmeledi, vurdu. Ardı ardına gelen saldırılar ağır makineli tüfek gibi her taraftan vurdu. Dahası, yumrukların ve tekmelerin hepsi özenle Randou’nun hayati organlarına çarpıyordu. Yumruk ve tekmelerin fırtınası durmak bilmedi. Darbeler bir sonraki darbenin hazırlığıydı ve saldırılar sonraki saldırıyı hızlandırmak içindi.

Sonraki tekmesi göğsünü parçaladı. Chuuya vuruşunu kullanarak dikey bir dönüş yapmıştı. Havada tekerlek gibi dönerken tüm bedenini kullanarak bir tekme savurdu. Sarsıntı tüm uzaya yayıldı ve her yeri sarstı.

Randou darbeyi aldıktan sonra yere çarptı. Bir toz bulutu yükseldi.

"İnanılmaz..." Dazai mırıldandı, dili tutulmuş halde Randou’nun yattığı yere baktı.

Chuuya duman altından yere indi. İndikten hemen sonra dizlerinin üstüne düştü. Ardı kesilmeyen bir seri yıldırımı tüm gücüyle savurmuştu ve nefes nefese kalmıştı. Yerdeyken elleriyle ağırlığını destekledi.

Toz bulutu dağıldı.

Chuuya başını kaldırdıktan sonra donmuştu.

"Harikaydı." Randou toz bulutunun ardında ayaktaydı. O saldırılardan sonra bedeni yara almamış gözüküyordu ve yüzünde acı çektiğine dair bir ifade yoktu. "Chuuya-kun, çoktan Arahabaki’den farklı bir gücü ve yeteneği elde ettin. Sen insansın, tanrı değil."

"Eh... saol..." dedi Chuuya soluk soluğayken. "Ama o kadar darbeyi aldıktan sonra hala zarar görmemişsin... Senin de tahmin ettiğin üzere ben biraz hırpalandım."

"Söyleyecek bir şeyim yok. Ne de olsa burası benim uzayım." Randou cildinin görülebilmesi için kollarını açtı. "Alt uzayımda bedenimde kaplama görevi gören uzaydan ayrı ince bir zar var. Ve fiziksel temasla bu zar geçilemez"

"Ha... Avrupa yeteneklisine göre herkes birer karınca..."

Derin bir nefes alır almaz siyah bir gölge Chuuya’yı sardı. Gölgenin üstünde siyah bir kaftan vardı. Eski patronun cesedi ortaya çıkmıştı.

Gümüş bir ışık kafasından aşağı savruldu.

"Tch."

Chuuya gerektiği kadar hızlı kalkamadı. Çok güç kullanmıştı. Savunmak için kolunu kaldırdı, yerçekimini bıçağın kendine geleceği ana hazırladı ama alt uzay yerçekimi alanını parçaladı, bir çatlak oluşturdu.

Çatlağın içinden tırpanın ucu kusursuz bir kesik açtı.

"Gah...!"

Chuuya’nın sol eli, bileğinin altından kesilmişti. Diğer taraftan, keskin bıçak zemine saplanmıştı. Chuuya, incelenmeyi bekleyen laboratuvar hayvanları gibi tırpanla beraber yere sabitlenmişti.

"Bu yara hızlı hareket etmeni önler." dedi Randou, Chuuya’ya bakarken. "Ayrıca bir sonraki şok dalgasından kaçman da mümkün olmayacaktır."

Gökyüzünden, dev bir kaya kadar büyük şok dalgası şiddetle Chuuya’ya indi.

"Chuuya!"

Dazai Chuuya’ya yardım edemeyecek kadar uzaktaydı. Bir sonraki yapı iskelesinin uçan molozlara dönüşmesi 10 saniye sürmüştü.

"Bir daha."

Daha fazla şok dalgası üzerine geldi. Çarptığı zeminde çatlaklar oluştu ve yerden kopan topraklar havada uçuştu.

"Bir daha."

Daha fazla şok dalgası geldi. Bu sefer şok dalgası yerin altından vurmuştu. Toprak patladı ve havada parçalandı.

"Sonrakisi kesintisiz çarpacak"

Yere çarptı. Yukarı çıktı. Bitmek bilmeyen şok dalgaları Chuuya’ya her taraftan saldırdı. Kaçamadı bile, yalnızca savunma pozisyonuna geçebildi. Kendisine her yönden yüksek hızla gelen arabalar çarpıyor gibiydi. Saldırılar kusursuzdu ve sonu gelecek gibi durmuyordu.

Kızıl şok dalgaları sonunda kesildi. Tüm bedeni paramparçaydı ve ilk yüzü üstüne düştü. Kıpırdamıyordu.

Chuuya’ya yuvarlanan paslı bir teneke saldırı bittikten sonra ince bir plakanın üzerinde durdu.

"Böyle bir saldırıdan sonra tanklar bile dümdüz olur." dedi Randou sessizce. "Kırık kemiklerin ve iç organların yeteneğim olduktan sonra düzelecek."

Randou eliyle yavaşça Chuuya’ya uzandı. Yeteneğinin ağırlığı ellerinde hissedilebiliyordu.

Chuuya’nın yeteneğini almaya çalışıyordu.

"Endişelenme. Ruhun ve kişiliğin yeteneğim yüzünden yarım yamalak kalacaktı ama... şu an muhtemelen aynı olacak."

Chuuya’nın tüm bedeni Randou’nun yeteneğinin ışığıyla kaplandı.

Ancak-

"Teşekkürler."

Chuuya aniden ayağa kalktı ve tırpanı Randou’nun göğsüne sapladı.
[img=579x820]https://img.wattpad.com/2488450b725526135ddcb8fc1b2f0cf0cb6a8653/68747470733a2f2f73332e616d617a6f6e6177732e636f6d2f776174747061642d6d656469612d736572766963652f53746f7279496d6167652f626b56714852665041586c4c32673d3d2d313038333435363837322e313638373536356162646435613262313432353234323837373036342e6a7067?s=fit&w=1280&h=1280[/img]

"Ne-?"

Chuuya hayattaydı. Bedeninde sayılamayacak kadar çok morarma ve kesik vardı, birçok kemiği kırılmıştı ama ölmemişti.

Chuuya tırpanı kolundan ileriye daha çok itti. Bıçak Randou’nun göğsüne girdi ve kan aktı.

"İm...kansız..."

"Ben de fenayımdır." dedi Chuuya, acıdan yüzünü ekşiterek. "Yolun sonunda her şey şu sinsi pezevengin planına göre gitti.

Dazai odanın karşısında duruyordu.

"Özür dilerim, Randou-san."

Sol elinde, Dazai bir kumaşı tutuyordu.

Chuuya’yı kandırmak için süslediği odadan aldığı uzun kumaştı.

Kumaş yer boyunca uzanıyordu, yüzeye çıkmış molozların altına zekice saklanmıştı. Ve kumaşın ucu Chuuya’nın kıyafetlerinde bitiyordu.

"Randou-san çevredeki binayı çökerttiğinde Chuuya’ya bu kumaşı tutturdum." Dazai’nin yüzünde sarhoş bir gencin gülümsemesi vardı.

"Yeteneğim sayesinde bu kumaş bana bağlıydı." Hala tırpanla bıçaklanmış Chuuya konuştu. "Bedenime sarıp kıyafetlerimin altına sakladım."

"Ve diğer ucundan ben dokundum." Dazai kendi kıyafetini gösterdi. "Sonra ne oldu peki?"

"Kumaşa dokundun... ve yeteneğim etkisizleşti." dedi Randou. Sesi acı içinde gibi çıkıyordu. "Böylece... alt uzayın şok dalgalarını engelleyerek ’zırh’ görevi mi gördü...?"

"Aynen."

Chuuya tırpanı çekti.

Yaradan büyük miktarda kan aktı. Uçuşan molozlar ve enkaz gücünü kaybedip gürültüyle yere düştü.

"Ne korkunç... çocuk..."

Kan Randou’nun akciğerlerine doldu ve ağzından aktı. Kendi kanından oluşan göle ıslak bir sesle yüzüstü düştü.

Kaçınılmaz sonu buydu.


***



Eski günler...

Bir zamanlar iki ajan vardı.

İkisi meslektaş, ortak ve en iyi arkadaştı –birbirlerine kardeşlerden daha çok güvenirlerdi.

En azından öyle düşünmüşlerdi.

Gidecekleri yer ne kadar tehlikeli olursa olsun hiç tereddüt etmemişlerdi. Vatanseverlikleri yüzünden değildi, onurları için değildi, sadece beraber olduklarında korkacak bir şey olmadığını biliyorlardı. O korkunun ve tereddütün ortaklarını korumak için gerekli olmadığına inandılar.

En azından öyle düşünmüşlerdi.

Bir gün, üstlerinden bir görev geldi. Düşman ülkeye sızacak ve güçlü silahlarını çalacaklardı.

Görev tehlikeliydi. Destek çıkacak kimse yoktu, lojistik destek yoktu, işbirlikçileri yoktu. Yine de görevi kabul ettiler ve girdikleri düşman tesisinde "onu" buldular. O kadar garipti ki.

Bu şey düşmanın eline bırakılmamalıydı. Ülkelerine götürülmeli ve araştırmacıların ellerine teslim edilmeliydi. Böyle bir şey savaşın kıvılcımlarını tutuşturabilirdi. Memleketlerine götürmeliydiler.

En azından öyle düşünmüşlerdi.


***



Alt uzay kaybolmaya ver her zamanki mavi gökyüzü görülmeye başladı.

Tavanı parçalara ayrılan terk edilmiş tersanede yerde yatan Randou’nun gücü kalmamıştı.

"Anlıyorum... Paul... Seni Anlıyorum..."

"Söyleyecek bir şeyin kaldı mı Randou-san?" dedi Dazai sakin bir tonla. "Bir pişmanlığın varsa biz-"

"Hayır... yok..." dedi Randou zayıf gözlerle. Gözlerindeki parıltı sönmek üzereydi.

"Az önce... Chuuya’nın yeteneğine dokunduğumda... en iyi arkadaşımın... Paul’un sonunu hatırladım."

Ağırlığını iki eliyle destekleyemeden kendi oluşturduğu kan göletine düştü.

"Son dakikada... bana ihanet etti..." gözlerini kırptığında gözlerindeki ışık soluyor gibiydi. "Kaçtığımız sırada... bana ve vatanına yüz çevirdi. Ve arkamdan beni öldürmeye çalıştı... birlikte kaçmıştık... Paul ve ben... savaştık ve ben... bu ellerle en yakın arkadaşımı..."

"Anladım." dedi Dazai kısık bir sesle. "İki yetenekli casusu birbirleriyle savaşırsa etrafları güvenli olmaz. Kargaşaya sebep olabilirler. Ordu ikinizi gördü ve çevrenize tuzak mı kurdu? Bu yüzden son çare olarak Arahabaki’yi almaya çalıştın..."

Randou sırt üstü yuvarlandı ve berrak gözlerle Chuuya’ya baktı.

"Chuuya-kun... bir şey... isteyebilir miyim?"

"Nedir?"

"Yaşa." Randou fısıldadı. "Kim olduğunun ya da nereden geldiğini... bilmenin bir yolu yok." dedi Randou hırıltıya benzeyen sesiyle. "Ama yine de... görünüşte yalnızca bir figürsün... sen sensin. Hiçbir şey daimi değildir... tüm insanlar, tüm canlılar... beyin ve beden, bunların hepsi materyal dünyanın içerdiği figürlerden... güzel figürlerden... başka bir şey değil."

Dazai de Chuuya da sessizce dediklerini dinledi. İkisi de bu sözler altında yatan, asla unutulmaması gereken derin anlamı anlamıştı.

"Garip... üşümüyorum." Randou hafifçe gülümsedi. "Dünyanın soğuk olması gerekirdi... Sen de Paul... bu sıcak his... en sonunda..."

Randou’nun eli kana düştü.

Kana düşen elin sesi duyuldu sonra yeniden sessizlik çöktü.

Kızıl alt uzay yavaş yavaş kayboluyor ve mavi gökyüzü açığa çıkıyordu.

Ama eski haline dönmeyen tek bir şey vardı. Artık üşümeyen adamın bedeni ve bu bedene bakan iki çocuğun kalpleri aynı kaldı.

Esen rüzgar, bu dünyadan göçen ruhlarını seyrediyordu.




@bungoustraydogs-tr /tumblr
***
Çevirmen Notları:
(1) Yakiniku: Etin mangala konularak pişirilmesi ve direkt mangaldan alınarak tabağa konulmasıyla genelde arkadaşlarla yenen bir tür barbekü.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.