Dokkaebi kaybolduktan sonra insanlar farklı farklı tepkiler verdi. Bazı insanlar trenden inmeye çabalarken bazıları da polisi aradı. Yoo Sangah ise ikinci gruba aitti.
"Polis! Polis cevap vermiyor! Ne, ne yapmalıyım..."
"Sakin ol, Yoo Sangah-ssi,"
Yoo Sangah’ın dalgın gözlerinin içine bakarak söyledim.
"Yoo Sangah-ssi. Şirketimizin geliştirme ekibinin yaptığı oyunu hiç oynadın mı? Dünyanın yok edildiği ve sadece birkaç kişinin hayatta kaldığı bir oyun."
"Ha? Ne demeye çalışıyo-..."
"Dediklerimi bir düşün. Şu anda bir oyunun içindeyiz."
Yoo Sangah sessizce dudaklarını yaladı.
"Oyun..."
"Gayet basit. Şimdi, sana söylediklerimi yapmakta tereddüt etme. Anladın mı?"
"A-Anladım. Ne yapmalıyım?"
"Yerinde kalmaya devam et."
Nihayet ben de ağır ağır nefesimi kontrol ettim. Tüm bunları kabullenmek için benim de zamana ihtiyacım vardı.
[Harap Olmuş Bir Dünyada Hayatta Kalmanın Üç Yolu]
Sadece romanda var olan betimlemeler şimdi gözlerimin önünde canlanıyordu.
「Dokkaebi antenlerini gerdi.」
「Cesetler, arabanın içindeki çöpler gibi etrafa saçıldı.」
「Kanlar içindeki ofis çalışanı titriyor.」
「Yaşlı bir kadınsa oturduğu koltukta inliyordu.」
Her sahneyi dikkatlice izledim. Sanki Matrix’te gerçeklikten şüphe eden Neo gibiydim. Gözlemlemek, sorgulamak ve sonunda ikna olmak... Artık bunu kabul etmek zorundayım. Nedenini bilmesem de artık bundan hiç şüphem yoktu. ’Hayatta Kalma Yolları’ gerçek olmuştu.
Bir düşüneyim... Bu yeni dünyada nasıl hayatta kalmalıyım?
"Haydi millet! Herkes sakinleşsin. Sakince nefes alalım."
Dokkaebi ortadan kaybolduktan tam beş dakika sonra birisi öne çıktı. Kısa kesilmiş saçlarıyla ortalama boydan bir baş mesafesi kadar daha uzun, sağlam yapılı bir adamdı.
"Hâlâ sakinleşemediniz mi? Lütfen hareketlerinize hakim olun ve bir dakikalığına dikkatinizi bana verin."
Hıçkırarak ağlayan ya da telefon eden insanlar durdu. Herkesin gözleri onun üzerinde toplanınca iri adam yeniden konuşmaya başladı:
"Bildiğiniz üzere, ulusal bir felaket söz konusu olduğunda, ufak karışıklıklar bile büyük insan kayıplarına yol açabilir. Bu sebeple şu andan itibaren durumu ben kontrol edeceğim."
"Ne? Sen de kimsin?"
"Ulusal bir felaket durumu mu? Ne demek istiyorsun?"
Bazı insanlar geç de olsa kendilerine geldi ve dünyanın ’kontrolüne’ şiddetle direndi. Bunun üzerine genç adam cüzdanından bir devlet resmi kartı çıkardı.
"Şu anda 6502 bölüğünde görev yapan bir teğmenim."
Bazı insanların yüzleri rahatladı.
"Bir asker... o bir asker."
Ancak rahatlamak için henüz çok erkendi.
"Az önce bölüğümden bir mesaj aldım."
İnsanlar askerin telefonunun önünde toplanmıştı. Yakınında durduğum için yazılanları zorlanmadan okuyabildim.
-1. seviye ulusal olağanüstü hal ilan edilmiştir. Tüm askeri birlikler derhal toplansın.
Etrafımda yutkunma sesleri duyabiliyordum. Bu ulusal bir felaket senaryosuydu. Şaşırmamıştım çünkü bunu zaten tahmin ediyordum. Aslında, başka bir şey yüzünden şaşırmıştım. Teğmen Lee Hyunsung... O ’Lee Hyunsung’ bu adamdı. Kim olduğunu biliyordum. Yüzünü ilk kez görüyordum ama ismi zihnimde çok netti. Hayatta Kalma Yolları’nın ana destek oyuncularından biriydi.
「 Çelik Kılıç Lee Hyunsung. 」
Romandan bir karakter ortaya çıkmıştı. Artık gerçekten bu durumu kabullenmem gerekiyordu.
"Asker-nim! Neler oluyor?"
"Bölüğümle bağlantı kurmaya çalışıyorum ama..."
"Mavi Saray! Mavi Saray ne halt ediyor? Yalvarırım çabucak başkanla irtibata geçin!"
"Özür dilerim. Ben alelade bir askerim ve Mavi Saray’a ulaşabileceğim herhangi bir hat yok." diye Lee Hyunsung açıkladı.
"O zaman neden kontrolü ele alıyorsun?"
“Tüm vatandaşların güvenliği için...”
Lee Hyunsung saçma sorulara sakince cevap verirken, romandaki betimlemelerin yanlış olmadığını fark ettim. Ancak, Lee Hyunsung gerçekten böyle mi görünüyordu? Bu karmaşık sorular hakkında düşünürken içime tuhaf bir his doğdu. Hayatta Kalmanın Yolları’nın tek okuyucusu olarak Lee Hyunsung’un ilk görünüşünün böyle olmadığını garanti edebilirim. Romanda ortaya çıktığı an, ilk senaryonun sonuydu.
O hâlde bu durum neydi? Kafam allak bullak oldu. Hayatta Kalma Yolları’nı bir kez daha okusam daha net anlayabilirdim.
“Başbakan bir açıklama yapıyor! Bu gerçekten birinci seviye bir felaket!”
Birinin bu haykırışıyla herkes akıllı telefonlarını açtı. Yoo Sangah ekranını bana doğru çevirdi.
“...Dokja-ssi, şuna bak.”
İnternette aramaya gerek yoktu çünkü tüm internet sitelerinin ilk sonucu ’Başbakan’ın Konuşması’ idi. Tabii ki ben videonun içeriğini zaten biliyordum.
-Tüm yurttaşlarım, kimliği belirsiz teröristler şu anda Seul de dahil olmak üzere sayısı belirsiz olmakla birlikte çeşitli bölgelerde faaliyet göstermektedir.
Konuşmanın içeriği oldukça basitti. Mevcut hükümet teröristlerle savaşmak için her türlü imkan ve yöntemi kullanacak ve asla pazarlık yapmayacaktı. Bu yüzden herkes hayatına güven içinde devam etmelidir...
Romanı okuduğumda pek düşünmemiştim ama şimdi bu sözleri duyunca biraz şok oldum. Terörizm... Evet, bu daha uygun olurdu.
“Ama başbakan nerede? Başbakan neden konuşma yapıyor?”
“Başbakan çoktan vuruldu.”
“Ne? Ciddi misin?”
“Emin değilim. Bir Naver yorumu-”
(Ç.N.: Naver, Güney Kore’nin arama motoru ve aynı zamanda en büyük internet portallarından biridir. Haber platformu, blog gibi birçok alanda da faaliyet göstermektedir.)
“Kahretsin, kesin sahtedir!”
Tabii ki bunun sahte bir yorum olmadığını biliyordum.
“Hiiiiiiiiiiiiiiiiiii! Ne?..”
Her taraftan silah sesleri duyulurken insanlar telefonlarını düşürdü. Silah sesleri insanların telefonlarından geliyordu. Fçkkkkkkkk! Yüksek bir ses duyuldu ve ekran kanla doldu. Bir süre sonra insanlar ne olduğunu anlayınca nefes alamadılar.
“B-Başbakan...”
Başbakan ölmüştü. Kafası gerçek zamanlı olarak patlatılmıştı. Görüntü sessizleşmeden önce silah sesine benzer birkaç ses daha duyuldu. Sonrasında ekranda beliren şey bir dokkaebi oldu.
[Millet, size daha önce de söylemiştim. Bu ’terörizm’ gibi bir oyun değil].
İnsanlar ne diyeceklerini bilemiyorlardı, ağızları aptal bir Japon balığı gibi açık kalmıştı.
[Hala anlamıyor musunuz? Böyle olmayacak. Hâlâ bunun bir oyun olduğunu mu düşünüyorsunuz?]
Ses tonu çok sakin olduğu için korkunç hissettirdi. Bilinçaltımda, tüm gücümle bir yumruk yaptım.
[Haha, aldığımız verilere göre bu ülkenin insanları oyunlarda çok iyiler. O halde neden zorluğu artırmayı denemiyorum?]
Biiip. Havada devasa bir zamanlayıcı belirdi ve aynı zamanda hızla azalmaya başladı.
[Kalan süre 10 dakika azaldı.]
[10 dakika kaldı.]
[Önümüzdeki beş dakika içinde ilk öldürme gerçekleşmediği takdirde, bulunan vagonda bulunan tüm yaşam sona erecektir.]
“B-Bu da ne? Şaka bu değil mi?”
“Az önceki mesajı duydun mu? Hey! Duymadın mı?”
“Asker-nim! Şimdi ne yapacağız? Niye polis gelmiyor?”
“Herkes sakin olsun ve beni dinle-”
Dokkaebi’nin sözleri vagondaki durumun Lee Hyunsung’un çözemeyeceği kadar şiddetlenmesine neden oldu. Yoo Sangah’ın yakamı sıkıca kavradığını hissedebiliyordum. Yine de bu durumun tutarsızlığını üzerimden atamıyordum. Yardımcı bir karakter olan Lee Hyunsung çoktan ortaya çıkmıştı. Öyleyse neden ’o’ ortaya çıkmamıştı? Bildiğime göre onu şimdiye kadar görmüş olmalıydım.
“A-Arkada bir katil var!”
Koridor penceresinden 3907 numaralı vagondan bir sahne görülebiliyordu. Vagondaki katilin teni bembeyazdı.
İnsanlar sıkıca demir kapıya tutundu ama buna gerek yoktu. Düşman ilk etapta orada değildi.
[Senaryo tamamlanıncaya kadar vagona her türlü erişim kısıtlanacaktır.]
Bu mesajla birlikte insanlar şeffaf bir duvara çarpmış gibi demir kapıdan geriye doğru savruldular.
“B-Bu da ne?”
Dokkaebi’nin sesi bir kez daha çınladı:
[Haha, bazı yerler oldukça eğlenceliyken bazıları henüz başlamadı. Pekâlâ, bu özel bir hizmet. Önümüzdeki beş dakika içinde herhangi bir şey olmazsa ne olacağını göreceksiniz.]
Vagonda dev bir ekran belirdi. Ekranda görünen yer bir sınıftı. Üzerlerinde lacivert okul üniforması olan kızlar titriyordu. Bir oğlan tırnaklarını ısırdı ve mırıldandı:
“...Bu Daepong’un okul üniforması mı?”
Bip bip bip bip- Uğursuz bir bip sesi duyuldu. Ardından liseli kızlar çığlık atmaya başladı.
[Verilen süre doldu.]
[Ücretli hesaplaşma başlayacaktır.]
Anons biter bitmez ön sırada oturan liseli kızların kafaları patladı. Teker teker, teker teker... Daha fazla ve daha fazla kafa patladı. Liseli kızlar çığlık atarak sınıf kapılarına ya da pencerelerine doğru koştular.
“Haa, uh, nası-”
Kapıyı açmak için temizlik aletlerini kullanmak isteseler de kırıldı. Kapının çivileri söküldü ama kapılar yine de açılmadı. Hiç kimse dışarı çıkamıyordu. Liseli kızların kafaları patlamaya devam etti. Sonra bir liseli kız, inleyerek ölmekte olan arkadaşını boğdu. Bir süre sonra ekranda kalan tek şey etrafa bakan son liseli kız oldu.
[#Bay23515 kanalı. Daepong Kız Lisesi, 2. Sınıf B şubesinden kurtulan: Lee Jihye.]
Ekrandaki kız görüntüsü kayboldu. Sonra dokkaebi dedi ki:
[Nasıl? İlginizi çekti mi?]
Dokkaebi gülümseyerek konuştu ama insanlar artık ekrana bakmıyordu. Göz teması kuran insanlarda yavaş yavaş birbirlerinden uzaklaşıyorlardı.
“Kahretsin! Neler oluyor be?”
Yoo Sangah bile sıkıca tuttuğu beni bıraktı. Ancak benden uzaklaşmadı. İki elimi de kurtarınca telefonumu açtım. ’O adam’ neden hâlâ ortaya çıkmamıştı? Romandan bildiğim ve bilmediğim bilgilerin bir karışımı vardı. Bu durumu aşmanın tek yolu Hayatta Kalma Yolları’nı tekrar okumaktı.
Ama romanı başka nerede bulabilirdim ki? Roman illegal olarak paylaşılacak kadar popüler değildi... Yoksa, bir dakika.
[1 ek]
Telefonumdaki bildirimi gördüğümde bir an için afalladım. Belki de o...
Mail ekini açtığım anda kafam karıştı. Yazar tarafından gönderilen ekteki dosyanın adı şuydu:
[Harap Olmuş Bir Dünyada Hayatta Kalmanın Üç Yolu.txt]
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.