Dük, Violet’in sessizliğini başlı başına bir cevap olarak değerlendirdi ve bu düşünceyle çay fincanını alıp bir yudum içti. Çay acıydı. Lezzetli değildi. "Aileen’e eziyet ettin." "……" Konuşmanın bu şekilde ilerlemesi, Violet’in neredeyse dilini ısırmasına sebep oluyordu. Bu düklükte Violet S. Everett’in Aileen’e eziyet ettiğini bilmeyen tek bir kişi var mıydı ki? Anlaşılan o ki, o tek kişi düktü. Tabii ki dük aptal değildi, tamamen habersiz olması imkânsızdı. Sadece, görmezden gelmişti. Violet sınırı aşmadığı sürece ve o da bu durumu örtbas edebildiği sürece, bunun yeterli olacağını düşünmüştü. …Bu, sevgi diye adlandırılabilir miydi? "Evet, ettim." "Neden yaptın?" "Ne yaptım?" "Aileen’e eziyet etmeye neden devam ettin, onu soruyorum." Tıpkı Mikhail gibi, dük de Aileen’in adını dile getiriyordu. Bu, Violet’in içini altüst ediyordu. Tek istediği rahatça dinlenmekti, ama neden—neden—hatırlamak istemediği birinin adını duymaya devam etmek zorundaydı? Hem de peş peşe. Violet’in midesi bulandı. Aklından kısa bir düşünce geçti: Akşam yemeği yiyecek olursa kesinlikle kusacaktı. Dudaklarını ıslatmak için çayından bir yudum aldı. "Sadece rolümü oynadım." "…Violet." "Durum böyleyken, Majesteleri Dük, hakaretlere maruz kalırken sessiz mi kalmalıydım?" Violet’in bu cevabına dük bir an durakladı. Violet’in şu ana kadarki eylemlerini yalnızca hakaretlere verilen tepkiler olarak adlandırmak çok yanıltıcıydı. "Yine de, bu kadarı fazlaydı." "……" "Zavallı çocuk, ailesini kaybetti…" Dük, Aileen’e olan sempatisini dile getirdi. Fazlaydı, dedi. Dük’ün az önce söylediklerini düşündüğünde, Violet acı bir şekilde gülümsedi. Objektif olarak bakıldığında, eylemlerinin aşırı olduğu açıktı. Eğer Aileen’i sadece bir yere çarparak aşağılayamazsa, Violet, içgüdüsel olarak elini kaldırır ve ona vururdu. Bu, işin yalnızca temeliydi. Buna rağmen Violet sadece güldü. Ah, bu olmalıydı, aklını kaybetmenin nasıl bir his olduğu. Dük’ün az önceki sözleriyle bunu kastetmediğini biliyordu. Ama yine de, bildiği halde konuşmak zorunda kalıyordu. En azından bunu bana yapmamalısın. "Evet," diye cevap verdi. "Evet, öyle, yani… Evet, tam olarak bu yüzden…" Kızının tatlısını çatalıyla ezerek aniden kıkırdadığını gören dük sessiz kaldı. Sessizce eriyen, gitgide tükenen. —Bu manzarayı delilikten başka ne tarif edebilirdi ki. "Neden mi? Neden ona eziyet ettim." "……" "Başta, haksızlığa uğradığımı hissettim. Haksızlığa uğradığım için… Eh, sonra ne olduğunu pek hatırlamıyorum. Aileen’den nefret ettim, bana iftira atılmasından nefret ettim." "Violet!" "Sadece. Herkesin yok olmasını istedim." Bu yüzden ona eziyet ettim. Çatalın ezdiği çileklerden kırmızı bir akıntı süzüldü. İlk bakışta, dükalık hanımefendisi düşünmeden yemeyeceği bir yemekle oynuyor gibi görünüyordu. Ancak bu, başlı başına delilikti. Violet’e ‘kötü kadın’ unvanı verilmişti ve bu unvan ona boş yere verilmemişti. Belki başlangıçta sadece iftiraya uğramıştı, ama sonrasında her şey kendi iradesiyle devam etmişti. "Sonunda, Majesteleri de aynısınız. Sorun değil. Artık beklentiye girmemeyi öğrendim." "Sorduğum soruya böyle bir cevap duymak istememiştim." "Ne bahanesi uydurmam gerekiyor o zaman? Onu nefret ettiğim için eziyet ettiğim ve ona olan nefretim yüzünden hizmetkârlarına da kötülük yaptığım gerçeği değişmeyecek." "Violet!" Dük haykırdığı anda, Violet’in tüm hareketleri tamamen durdu. Aynı anda, dük Violet’in gözlerinin içine baktı ve nefesini tutmak zorunda kaldı. Mor gözler. Bir zamanlar mücevher gibi parlayan mor gözler. En masum gülüşüyle herkesten daha fazla ışıldayan mor gözler. Şimdi ise tüm ışıltısını yitirmiş mor gözler. "Burada doğruyu ya da yanlışı tartışmaya gelmedim." "…Evet, elbette. Doğruyu ya da yanlışı tartışmaya gelmediniz, evet…" Peki, o zaman şu an ne yapıyorsunuz? Sonuç yine böyle olacaktı. Eğer vazgeçip hiçbir açıklama yapmasaydı bile, sonuç tam olarak aynı olacaktı. Bu, er ya da geç olacaktı. ‘—Ah, yine kendimi bir şeyler beklerken yakaladım, ha.’ Violet çatalını yerine koyup güldü. Şu andan itibaren vereceği cevaplar, asla düke istediği cevabı vermeyecekti. "Majesteleri Dük, biliyor musunuz?" Violet, babasına düke hitap eder gibi saygılı bir şekilde seslendi. Net bir şekilde aralarına bir sınır çiziyordu. Bu, sizinle benim aramdaki tek ilişki. "Benim için bu dükalık bir göl. İnsanlar suyun altında nefes alamaz, değil mi? Gölün içine düştüğümde bir şey fark ettim. İşte bu yüzden nefes alamıyorum, diye düşündüm. Tam on yıl boyunca bu hanede düzgün nefes alamadığımı fark ettim." "……" "Sonra kendime sordum, neden nefes alamıyorum? Ben dükalığın hanımefendisiyim. Everett Hanesi’nin saygıdeğer kızıyım. Neden bu kadar zor, neden bu kadar acı verici nefes almak." "……" "Neden herkes benden nefret ediyor." Şangırt. Çay fincanı devrildi. Aralarında korkunç bir sessizlik anı uzadı. Hizmetçiler, bu keskin sessizlikte yanlışlıkla bir ses çıkarmamayı umuyorlardı. "Az önce neden o şeyleri yaptığımı sordunuz." "……"
"O soruyu size yöneltmeme izin verin, Majesteleri. Neden dünyada bana bunu yaptınız?"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.