Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm 

           
Sabahları gözlerinizi açtığınız andan itibaren her şeyin sarpa saracağını hissettiğiniz günler elbette vardır. Cha Eui-jae için bugün tam da o günlerden biriydi.

İllaki herkesin şöyle günleri vardır değil mi? Mesela, serçelerin cıvıltısı ve ılık güneş ışığı ile karşılandığınızda "Bugün benim günüm." diye düşünerek uyandığınız türden bir gün. Ya da uyanır uyanmaz yataktan düştüğünüz, zar zor hazırlandığınız ve kendinizi geç kalmanın eşiğinde bulduğunuz bir gün. Bunun da ötesinde, yeni ayakkabılarınızın bağcıklarını bağlamadığınızı fark ettiğiniz ve ön kapıda bağcıklarınızı bağlarken hüngür hüngür ağladığınız bir gün. Her şeyin size inat ters gittiği bir gün.

Uzun zamandır Cha Eui-jae’nin içinde bu uğursuz his doğmamıştı.Telefonunu çıkardı ve AI asistanına seslendi.

"Nexby, bugünün falına bak."

AI asistanı, monoton bir sesle günün falını okumaya başladı.

— Bugün öyle bir gün ki düşen yapraklardan bile zarar görebilirsiniz. Bu yüzden her şeyde çok dikkatli ve temkinli olmalısınız. Tehlike adeta etrafınızda pusu kurmuş, sizi bekliyor. Gözünüzü dört açın ve çok dikkatli olun. 

"Günün falını mı okuyorsun yoksa cinayete kurban gitmeyeyim diye beni mi uyarıyorsun belli değil..."

Cha Eui-jae’nin biraz güvence umudunun aksine, Nexby korkutucu falına devam etti.

— Bugünü sessiz ve temkinli bir şekilde geçirmek sizin için en iyisi olur. Öğleden sonra hoş bir karşılaşma başınıza gelebilir. O yüzden dışarıda biraz zaman geçirmek iyi bir fikir.

Özetlemek gerekirse, esasen "Bugünkü falınız bok gibi." diyordu. Cha Eui-jae’nin genellikle nokta atışı yapan keskin sezgisi, falı ile mükemmel bir şekilde eşleşmişti. Bugün zor geçecek gibi görünüyordu. Dikkatli olmalıydı...Cha Eui-jae gerindi ve temkinli olmaya karar verdi.

Ancak Cha Eui-jae’nin gözden kaçırdığı bir şey vardı. Ne kadar dikkatli olursan ol, kaderin seni er ya da geç bulacaktır.

Tıpkı Lee Sa-young’un bugün dükkana gelişi gibi!

***

"Selam Hyung."

Alçak ve sakin ses tanıdıktı. Kısa karşılaşmaları güçlü bir izlenim bıraktığı için miydi? Ya da ilk buluşmaları çok çarpıcı olduğundan mıydı?

Cha Eui-jae elinde güveçle donup kalmıştı. Kulaklarına inanmak istemiyordu ama keskin işitme duyusu onu yanıltamazdı. Dahası, önündeki manzara, o adamın zihnindeki görünümüyle hiç hata olmadan eşleşiyordu.

Boyu çoğundan uzun olan adam, yüzündeki gaz maskesiyle, elleri cebinde öylece duruyor ve bu tarafa bakıyordu. 

"Mektubunu aldım." 

"..." 

"Ah, bakıyorum da bugün farklı bir önlük giyiyoruz." 

"..." 

"Sana yakışmış." 

Gaz maskesinin camlarının ardındaki gözler, oyuncakla oynayan bir kedi gibi parlıyordu.

Lee Sa-young’un gelişinin karşısında şok olan tek kişi Cha Eui-jae değildi. Gaz maskeli adam içeri girdiği anda restorandaki herkes sanki yavaş çekimdeymiş gibi başını kapıya doğru çevirmişti. 

Ve tıpkı birinin duraklatma düğmesine basması gibi herkesin yüzü senkronize biçimde ekşidi. Kararlılıklarıyla tanınan bu avcılar bir anda el ele verdiler. 

"Neden buraya geldi..?" 

Sonunda biri bir iç çekerek mırıldandı. 

"Ulan..."

’Böylesine ünlü birinin bu mütevazı yerde işi ne?’ 

’Dışarıda yemek yiyen biri miydi? Kalabalık yerlerden kaçınıyor diye hatırlıyorum?’ 

’Dediğin gibi ama belki arada dışarıda yemek yiyordur. Ama onca yer arasından neden burası?!’ 

’Hayattan sıkıldı da heyecan falan mı arıyor? Daha iyi yerler varken neden bu yıkık dökük restorana geldi?’ 

Avcıların bakışlarının sıcaklığını dijital bir termometre ile ölçebilseydiniz rahat 100 dereceyi aşardı. Öyle ki dışarıya verdikleri havayla suyu kaynatabilir hatta tencereyi eritebilirlerdi. 

Ve tüm bunların merkezinde, şok olmasına rağmen ifadesini korumaya çalışan Cha Eui-jae duruyordu. 

[Nitelik: Poker Yüz (B) aktifleşti.]

Neyse ki, ifadesini yönetmesine yardımcı olan bir niteliği vardı. Hayatında hiç o niteliği sahip olduğuna bu derece minnettar olmamıştı. Cha Eui-jae, suçluyu bulmak için bölgeyi hızla tararken niteliğinin ifadesini kontrol etmesine izin verdi. Tam o sırada gözü bir noktada durdu. 

"Hadi şu masaya geçelim hahaha..."

Beyaz bir halının üzerine acılı çorba dökmüş gibi gergin bir ifadeyle etrafına bakınan kişi, restorana giren Bae Won-woo’ydu. Onun içeri adım atmasıyla birlikte, avcıların delici bakışları bir anda ona yöneldi.

Avcıların bakış açısına göre, sanki yemek alanlarına zehirli gaz yayan bir meteor düşmüştü! 

Lee Sa-young, avcıların bakışlarına ve Bae Won-woo’nun acı ifadesine aldırış etmeden doğruca restoranın merkezine yürüdü. Üç kase akşamdan kalma çorbası yemeyi yeni bitirmiş olan bir avcının nefesi kesildi ve geri çekildi. Lee Sa-young’a sanki masayı ona ayırmış gibi oturmasına izin verdi. 

Şakaklarına masaj yapan Cha Eui-jae konuştu. 

"Affedersiniz ama masayı daha temizleyemedik. Sizi başka bir masaya alsak olur mu..?"

"Hayır." 

Lee Sa-young uzun bacaklarını çaprazladı ve ellerini dizlerinin üzerinde kavuşturarak rahat bir şekilde cevap verdi. 

"Masayı rahatça temizle. Bu yeri sevdim. Televizyonu buradan iyi görebiliyorum."

"Oh, peki..."

O minicik televizyonla ne yapacaksın ki? 

Cha Eui-jae, "müşteri kraldır" diyerek kendini sakinleştirmeye çalıştı. Durumu büyütmeden ele alması gerekiyordu. Ne de olsa burası onun restoranı değildi. Küçücük anlaşmazlık bile dükkanın ve tüm sokağın yok olmasına neden olabilirdi.

Rahatsız olduğunu gösterirse kendi mezarını kazmış olurdu. Akşamdan kalma çorba restoranında çalışan bir adamın Lee Sa-young’u tanıdığına kim inanırdı ki? 

Cha Eui-jae, Lee Sa-young’un oturduğu masayı temizledi ve önlüğünün cebinden kalem ve sipariş defteri çıkardı. Onu izleyen Lee Sa-young masum bir şekilde sordu. 

"Buranın menüsünde ne var?" 

Bae Won-woo, sitemli gözlerle Lee Sa-young’a baktı. Gözleriyle "İçeri girmeden önce bunun hakkında konuşmuştuk, geri zekalı. Sadece akşamdan kalma çorbası var..." diyordu. 

Cha Eui-jae kısaca cevapladı. 

"Akşamdan kalma çorbası." 

"Hepsi bu kadar mı?" 

"Evet, sadece çorba var." 

"Hadi ama! Sana sadece çorba servis ettiklerini söylemiştim ya." 

Bae Won-woo müdahale etmeye çalıştı ama Lee Sa-young kasıtlı olarak dükkanın etrafına bakmaya devam etti. 

"Sadece çorba satarak burayı işletebiliyor musunuz?" 

"Sevgili müşterim."

"Oh doğru ya, pilav ve sojunuz da var. Gerçi onlara ana yemeklik şeyler değil." 

"İtirazınız varsa lütfen gidin." 

"Hahaha, biz iki kase çorba alalım." 

Bae Won-woo arabuluculuk yapmak için sesini biraz yükseltti. Cha Eui-jae içini çekti ve sipariş defterine ’2’ yazdı. Hiçbir şey söylemeden üç saniye boyunca Bae Won-woo’ya baktı. 

Dükkanda imzası bile asılı olan devamlı müşterisi Bae Won-woo, her gün öğle ve akşam yemekleri için gelir ve genellikle her seferinde en az üç kase gömerdi. Cha Eui-jae kimseyi suçlamak istemiyordu ama bir an içinde olsa öfkesini Bae Won-woo’dan çıkartmak istedi. 

Belki de Cha Eui-jae’nin buz gibi bakışlarını hisseden Bae Won-woo gözlerini kaçırdı ve masaya bakarak suyundan yudum aldı. 

’Devamlı müşterim olduğun için kendini şanslı say.’

Cha Eui-jae, birini suçlamanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini düşünerek siparişle birlikte mutfağa gitti. Ancak sinir katsayısı giderek artıyordu. 

’Eh, olan oldu artık.’

Cha Eui-jae, çatlaktan dışarı adım attığı o gün, sekiz yılın öylece geçip gittiğini öğrenmişti. O zamandan beri hayatın ona sunduklarını susarak kabul etmeyi bir tür alışkanlık haline getirdi.Bae Won-woo’yu suçlamak Lee Sa-young’un puff diye yok olmasına sağlamayacaktı. Kendini sakinleştirmeye çalıştı ve koşullara rağmen kendisine Lee Sa-young’un yemeğinin parasını ödeyen bir müşteri olduğunu hatırlattı. 

Tamamdır patlamadım, kontrol bende. Akıl sağlığımı kaybetmediğime göre devam edelim. Cha Eui-jae, Lee Sa-young’un en azından çorba hazır olana kadar uslu durmasını umarak ocağın üzerine iki kaselik çorba koydu. 

Kısa bir süre sonra akşamdan kalma çorba restoranı biraz kasvetli bir sahneyle karşı karşıya kaldı. 

Tam olarak Lee Sa-young’un etrafındaki masalar boşalmıştı. Masaların üzerinde, kaçan müşterilerin geride bıraktığı buruşuk banknotlar vardı ve birkaçı tezgahın yanında durup ödemeyi bekliyordu. Bu kaosun ortasında Lee Sa-young sakince oturuyordu. 

’Bütün bu kargaşa içinde, adeta fırtınanın gözüne yerleşmiş ve her şeyin kontrolünü elinde tutuyormuşçaşına, utanmadan kendi kendine bir sükûnet abidesi gibi davranıyor. Pes diyorum başka bir şey demiyorum!’ [1]

Cha Eui-jae dışarıya baktı. Uzaklarda, yemek yiyen avcıların sırtlarını gördü, aceleyle kaçıyorlardı.

"İzninizle!" 

"Elinize sağlık çok güzeldi!!!" 

Akşamdan kalma çorbasını tepsiye koyan Cha Eui-jae, hızla onları takip etti ancak avcılar yüksek sesle karşılık verdi ve ortadan kayboldular. O kadar hızlı kaçmışlardı ki zindanda kaçan canavarları andırıyorlardı. 

Boş sokağa boş gözlerle bakan Cha Eui-jae, bakışlarını tekrar restorana çevirdi. Kapının yanında oturacak yer bekleyen avcılar midye gibi duvara yapışmışlardı. 

Cha Eui-jae, içerideki boş masaları gösterirken konuştu. 

"İçeri gelin, boş yerlerimiz var. Masaları şimdi hızlıca temizlerim." 

Ama hepsi başlarını ve ellerini salladı. 

"Sıkıntı değil! O kadar da aç değiliz!" 

Derken birinin midesi guruldadı. 

Miden aynı fikirdeymiş gibi görünmüyor. Ama yemek kuyruğunun en önündeki adam yumruklarını sıktı ve kararlılıkla konuştu. 

"Birazcık daha bekleyebiliriz!" 

 Israr ediyorsan...Cha Eui-jae ikinci sıradaki adama baktı, o da hızla telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. Kısa bir süre tereddüt ettikten sonra ders kitabı okur gibi garip bir şekilde konuşmaya başladı. 

"Ah, doğru ya! Patron, o şeyi bugün bitirecektik değil mi! Yeminle aklımdan çıkmış! Evet, hemen geliyorum!" 

Bu da neydi? Staccato [2] ile başlayıp rap gibi bitirdin. 

İkinci avcı aramayı kapattı ve Cha Eui-jae’ye fısıldadı. 

"Sıraya girmiştim ama patronum için bir ayak işi yapmam gerekiyor. Son zamanlarda o unutkan oldum ki anlatamam...Benden önce başkasını alın lütfen." 

Ama yakınlık sensörünün [3] yeniden etkinleşmesiyle görünen telefon ekranında, çevrilen hiçbir numara yoktu. Sadece arka plandaki duvar kağıdı görünüyordu. Yalan söyleyeceksen en azından biraz çaba göster... 

Cha Eui-jae soğuk bakışlarıyla üçüncüye baktı. 

Sıradaki üçüncü avcı ifadesiz duruyordu. Duruma rağmen sakin görünüyordu. Bu müşterinin idare edilebilir olacağını düşünen Cha Eui-jae, ona bakmak için döndü ve avcı ağzını açtı. 

"O adam gittiğinde beni arayabilir misiniz? Size numaramı vereyim. 010..." 

Boşver, hiç sakin değilmiş.

Eşi benzeri görülmemiş bir inatla reddetme durumu yaşandıkça, Cha Eui-jae’nin içindeki büyüyen şüphe giderek kesinliğe dönüşüyordu. O gaz maskeli adam, o gece onu kepçe ve önlükle gördükten sonra kesinlikle onu bulmuştu ve sorun çıkarmak için buraya gelmişti. Akşamdan kalma çorba restoranında çalışmaya başladığından beri ilk kez, müşterilerine yeniden çorba doldurmayı başaramayan Cha Eui-jae, içeri döndü, iki kaynar sıcak taş çorba kasesi aldı ve Lee Sa-young’un masasına yöneldi. 

İşimi engellediği için onu polise ihbar edebilir miyim? Ama ya baş belası bir avcıysa? O zaman Uyanış Yönetim Bürosunu mu arasam? 

"Efendim." 

Cha Eui-jae kaynayan taş kaseleri gümbürtüyle masanın üzerine koydu. 

"Çorbalarınız hazır." 

Yemekleri servis ettikten sonra hâlâ orada duruyordu. Kendini ne kadar o kimliğe gömmüş olursa olsun, kesinlikle gaz maskesiyle yemek yiyemezdi. Cha Eui-jae, Lee Sa-young’a şüpheyle bakarak, ’Şu utanmaz yüzünü bir göreyim,’ diye aklından geçirdi. 

Siyah eldivenli bir el, Lee Sa-young’un yüzüne doğru hareket etti ve yavaşça gaz maskesini çıkarıp masanın üzerine koydu. Hafif karışık kâküllerinin altında, menekşe gözleri keskin bir şekilde parlıyordu. Lee Sa-young’un bakışları, sanki başından beri kendisini izliyormuş gibi, bir anda onun gözleriyle buluştu.

"Bu gidişle yüzümde delik açacaksın." 

Nedense Cha Eui-jae, gözlerini ondan bir an bile ayıramıyordu. Tıpkı o gece, ara sokakta Lee Sa-young ile ilk karşılaştığı an gibi. 
____________________

[1] Şimdi buranın aslı şöyle: "Damn, does he think he’s the eye of the storm?" birebir türkçesi şöyle: "Kahretsin, kendini fırtanının gözü falan mı sanıyor?" burada oynama yapmam gerektiğini düşündüm. Çünkü biraz dile oturmuyor gibi geldi. Vermek istediği anlam etrafındaki kaosa rağmen her şey kontrolünün altında olup sükûnetini bozmaması. Yaniii bence hoş oldu? fikir alışverişine açığım 🙏 büyük değişiklikler yaptım mı zaten bunu notlarda belirtiyorum. İçiniz rahat olsun 💕

[2] Staccato ("Kesik kesik" sözcüğünün İtalyanca karşılığı), bir müzikal artikülasyon şeklidir. Modern gösterimde, bir notanın süresini kısaltma anlamında kullanılır. Devamında notadan ayrılmış bir sessizlik gelebilir. 

[3] Yakınlık sensörü, telefonun ekranını, cihazın bir yüzeye veya cisme (örneğin, kulağa) yakın olduğunda otomatik olarak kapatan bir sensördür. Bu sensörün yeniden etkinleşmesi, ekranın tekrar aktif hale gelmesi veya görünür olması durumunu ifade eder. 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.