Tek başıma sonsuz “Yıldızlar Koridoru”nda koşarken, Glenn’i bir anlık hevesle evlat edindiğim günleri anımsadım.
…
…Bitmek bilmeyen savaşlar yüzünden tamamen tükenmiş hâldeyken, evsiz ve genç Glenn’i bir anda evlat edinmeye karar verdim. Bunun için özel bir sebebim yoktu, tamamen bir hevesti.
Glenn’le yollarımızın kesiştiği o olaydan sonra, sahte bir güç maskesinin altında gizlenmiş zayıflığımı fark ettim ve artık güçlüymüş gibi davranmayı bıraktım.
Şu anda, içinde bulunduğum anı değerli kılmaya ve başkalarıyla birlikte yaşamayı seçtim.
Bunun karşılığında, geçmişteki acı ve yalnızlığımı unutturan sıcak, huzurlu ve sakin günler elde ettim.
“Hey Celica! Bugün hangi deneyi yapacağız?”
“Bir düşüneyim… Buldum! Ne dersin birlikte kırmızı bir kristal yapalım mı?”
“Uwaaa! Kulağa çok eğlenceli geliyor!!”
Glenn’le geçirdiğim zaman çoktan buz kesilmiş kalbimi hızla çözmeye başladı.
Bu, bu yabancı dünyada ilk kez uyandığımdan beri hissettiğim en büyük mutluluktu. İnsanların tek başına yaşayamayacağı gibi herkesçe bilinen basit bir mantığı, kavramam dört yüzyıla yakın zamanımı almıştı.
Ancak tam da o zaman, belirli bir “rahatsızlığa” yakalandım…
◇ ◇ ◇
“Tsk… Şu sıradan görünümlü oda, ünlü ‘Taum Gözlemevi’nin en önemli yeri miymiş yani?”
Keşif gezisinin altıncı ve muhtemelen son gününde, grup sitenin en derin noktasına, yani planetaryum odasına ulaşmıştı.
Pürüzsüzce cilalanmış yarım küre şeklindeki odanın merkezinde büyük ve gizemli bir sihirli cihaz ile yakınında devasa bir siyah tablet duruyordu.
Bu sihirli cihaz büyük bir teraziye benzeyen bir şekle sahipti. Merkezinde sayısız karmaşık dişli ve mekanizmanın birleştiği kalın bir sütun çekirdek olarak yer alıyordu. Terazinin kollarının uçlarında ise her biri on iki köşesi törpülenmiş birer yirmi yüzlü kristal—yani tricontadihedron bulunuyordu.
Bu sihirli cihaz, antik zamanların büyüsüyle inşa edilmiş devasa bir planetaryumun işlevsel parçasıydı. Tabletlerden elde edilen önceki bulgulara göre, ışık büyüsünü kullanarak odanın yarım küre şeklindeki tavanına gece gökyüzünün bir yansımasını oluşturduğu varsayılıyordu.
Ancak cihazın anlamı neydi? Ne amaçla inşa edilmişti? Tüm bu yanıtsız sorular yüzünden cihaz hâlâ bir gizemdi.
“Daha önce bunu hiç canlı olarak görmemiştim. Ama duyduğuma göre bu planetaryum oldukça etkileyiciymiş! Glenn, dinliyor musun?”
“Ah… Doğru. Öyle miymiş…?”
Celica her zamanki gibiydi. Dünkü kaplıcadaki halsiz hâli giderek bir rüya gibi görünüyordu. Glenn, Celica ile dün yaşananları hatırlamak istemiyor, anısını zihninden bastırmaya çalışıyordu.
“Umm, Öğretmenim, Madem bu kadar zahmet edip ‘Taum Gözlemevi’ne geldik, planetaryumu kullanıp yıldızlara bir göz atmalıyız, değil mi?”
Sistine planetaryuma adım attıkları andan beri Glenn’i ikna etmeye çalışıyordu.
“Hah? Yıldızlar mı? Ciddi misin…?”
Dün gece yaşananlar aniden zihnine üşüşünce, Glenn istemsizce bir adım geri çekildi. Ancak Sistine bunu pek umursamadan tekrar ısrarla ricada bulundu.
“Lütfen öğretmenim, Planetaryumun çalışırken nasıl göründüğünü mutlaka görmek istiyorum!”
“Umm… B-Bir düşüneyim…”
“İzin ver baksın. Sonuçta bu cihaz, gözlemevinin az sayıdaki ünlü simgelerinden biri.” Celica, Sistine’in isteğine destek verdi.
“Ama… Boş bir planetaryum cihazıyla uğraşmaktansa, bulgularımızı özetleyip iyi bir tez hazırlamakla daha çok ilgileniyorum.”
“Sonrasında tezini yazmana kesinlikle yardım ederim, o yüzden planetaryum gösterisinin tadını çıkar.”
“Haa… Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz…”
Glenn, önceki tezde anlatılan prosedürü takip ederek cihazı etkinleştirdi—önce siyah tabletin belli noktalarına dokundu, ardından bazı komutlar girdi.
“Hmm, sanırım böyle olacak? Ugh, antik yazılar… Ne kadar sinir bozucu…”
Antik büyü, yani eskilerin kullandığı büyü… Modern insanlar, antik büyünün teorisini ve yapısını anlayamıyordu. Ne kadar araştırırlarsa araştırsınlar, modern büyüye dayanarak antik büyüyü çözmek mümkün değildi. Yine de, teorisini anlayamasalar bile mevcut antik cihazları modern büyüyle çalıştırabiliyorlardı.
“Sanırım oldu.”
Glenn, siyah tabletin parlayan harflerine dokunduğu anda herkes nefesini tuttu. Odanın içi aniden karanlığa gömüldü, ardından dünyaları tamamen değişmiş gibi hissettiler.
“…?!”
Nebulalar, kuyruklu yıldızlar ve yıldızlar, başlarının üstünde canlanarak onları büyülü bir uzay ortamının içine çekti. Sayısız parlayan yıldız, sanki karanlığın üzerine serpiştirilmiş gümüş tozları gibi göz kamaştırıyordu. Gördükleri manzara karşısında herkes büyülenmiş gibi nefesini tutmuştu. Hâlâ odanın içinde olduklarına inanmak zordu. Bu sadece bir ışık oyununun kubbeye yansıması mıydı? Hayır… O anda, herkes sonsuz kozmosun ortasında duruyormuş gibi hissetmişti.
“A-antik insanlar gerçekten garip bir toplulukmuş. Böylesine inanılmaz bir büyü medeniyeti olmalarına rağmen, kaynaklarını böyle önemsiz bir şeye harcamışlar… Ne düşü-…?”
Yıldızların manzarası karşısında şaşkına dönen Glenn, her zamanki alaycı dilini kullanamaz hâle gelmişti.
“Kim bilir? Teknolojik ilerleme ve kültürel aydınlanma, kendi hızında gelişir. Belki de bu cihaz, belirli bir dini ayinin parçasıydı ya da tamamen eğlence amaçlı yapılmıştı. Asla bilemeyeceğiz…”
Bir süre sonra, Glenn’in büyülenmiş hâlini gören Celica cihazın kontrolünü devralarak cihazı kapattı.
Cihaz durur durmaz, oda anında eski hâline geri döndü.
“Öyleyse, araştırmamıza başlayalım. Merak etmeyin, işimiz bittiğinde planetaryumu istediğiniz kadar izleyebilirsiniz.” Celica, isteksiz öğrencileri çalışmaya teşvik etti.
Her zamanki gibi, ekip yere çizilmiş şekilleri ve oymalardaki yazıları kaydetmeye, gizli kapılar ve geçitler aramaya ve sıra dışı büyü izlerini araştırmaya başladı. Keşfin geri kalanında yaptıkları sıradan görevlerdi bunlar.
Ancak herkes, işin büyük ölçüde günün sonunda biteceğini biliyordu. Bu nedenle odanın farklı yerlerine dağılmış olsalar da görevlerini titizlikle yerine getiriyorlardı.
Hmm. Her halükârda, pek de olağanüstü bir şey bulacağımızı sanmıyorum…
Glenn, yerdeki oymaların üzerinden elini geçirirken alaycı bir gülümseme takındı.
“Profesör Arfonia!” Sistine hızla aniden Celica’nın yanına geldi.
“Hmm? Ne oldu Sistine? Beni mi arıyordun?”
“Umm… Bir ricada bulunabilir miyim?” Sistine biraz gergin bir şekilde, “Lütfen, profesör. Planetaryum cihazını analiz eder misiniz?” diye sordu.
◇ ◇ ◇
Sistine, büyükbabası Redolf Fibel’in hayatta olduğu zamanları hatırladı.
“Sevgili Sistine. Dikkatlice dinle… ‘Taum Gözlemevi’nde bulunan planetaryum cihazının içinde… bir şekilde Gökyüzü Kalesi’yle bağlantılı bir şey var…”
“N-ne diyorsunuz? Bir kanıt var mı Büyükbaba?”
“Ş-şu anda bir kanıt yok…” Yatağa mahkûm yaşlı adam başını hafifçe salladı. “Ancak yıllarımı Arkeobüyübilim’e ve Melgalius Gökyüzü Kalesi’nin peşine harcayarak geliştirdiğim sezgilerim, bunun doğru olduğunu söylüyor.”
Gözleri kalbindeki kesin inancı yansıtıyordu.
“Fakat… Ne yazık ki bu yaşlı kemiklerim olmasaydı, kesinlikle ‘Taum Gözlemevi’ne gidip planetaryum cihazının ardındaki gerçeği açığa çıkarırdım.”
“B-büyükbaba…”
Sistine, büyükbabasının son tezi olan “Araştırma: Taum Gözlemevi ve Uzay-Zaman Büyüsü Üzerine” adlı çalışmayı hatırladı. Bu tez, tüm çevrelerce örnek bir akıl yürütme eseri olarak övülmüştü… ama sonunda bir adım eksik kalmıştı. Bunu yalnızca Sistine ve büyükbabası değil, tezi okuyan herkes düşünüyordu. Muhteşem bir mantık zincirine sahipti; fakat tüm parçaları bir araya getirecek kanıttan yoksundu.
Bu yüzden…
“Lütfen Profesör Arfonia! Ne olur…” Sistine heyecanla dolmuş bir şekilde başını eğerek Celica’ya yalvardı.
“H-hey, Beyaz Kedi… Bu sadece basit bir planetaryum cihazı, eminim. Sistine’in beklenmedik isteği karşısında Glenn şaşkınlıkla geriye çekildi. “Sadece biz değiliz. Son derece güçlü büyücüler de bu cihazı ellerindeki tüm araçlarla inceledi. Sonuçta, onların da vardığı sonuç cihazın başka bir işlevi olmadığı-…”
“Bekle. Anladım, bir deneyeyim.”
Nedenini tam bilmeden, Celica Sistine’in ricasını kabul etti ve Glenn’in can sıkıcı sözlerini yarıda kesti.
Sonra planetaryum cihazının önünde durdu.
“Oh? Gerçekten deneyecek misin? Madem kabul ettin, o zaman işi sana bırakıyorum. Sonuçta, yeni bir şeyler keşfetme ihtimalin de yok değil.”
Glenn’in hafif beklenti dolu sözlerini duyduktan sonra Celica başını salladı ve Kara Büyülerden biri olan büyüsünü kullanarak analiz işlemine başladı.
Sistine derin bir nefes aldı, gözleri heyecanla Celica’nın büyü analizini takip ediyordu.
E-eğer şu kanıtı bulabilirsek, o zaman büyükbabamın yenilikçi araştırması nihayet hak ettiği değeri görebilir ve büyükbabam hak ettiği tanınmayı kazanabilir…!
Sistine’in büyükbabası Redolf Fibel, gerçekten de dahi bir büyücüydü. Öyle ki, Sistine tüm hayatını çalışarak geçirse bile, büyükbabasının zekasının küçük bir parçasına bile ulaşamayabilirdi.
Ancak, inanılmaz yeteneklerine rağmen Redolf’un son çalışmaları pek iyi değerlendirilmemişti. Hayatının son anlarına kadar çığır açıcı bir keşif yapamamıştı. Büyükbabasına duyduğu derin saygı nedeniyle Sistine, onun çalışmalarının alay konusu olmasına dayanamıyordu.
Eğer bu kişi Profesör Arfonia ise… Kıtanın en büyük yedinci kademe büyücüsü ise… belki de…
Belki de planetaryum cihazında başka bir mekanizma bulabilirdi? Belki de büyükbabasının öne sürdüğü gibi cihazın, uzay-zaman büyüsüyle bağlantılı kalıntı büyü izlerini ortaya çıkarabilirdi. Ya da belki de, büyükbabasının son nefesine kadar inandığı gibi, cihazın Gökyüzü Kalesi ile bir bağlantısı vardı. Sistine umut dolu gözlerle Celica’ya bakarak sabırla beklemeye başladı.
Analiz işlemine başlanmasının üzerinden bir saat geçmişti. Glenn tam uyuklamaya başlamışken…
“…Hi-hiçbir şey.” Celica, büyüyü sonlandırırken derin bir nefes aldı ve sonra üzüntü dolu bakışlarını Sistine’e çevirdi. “Cihazın her bir köşesini titizlikle inceledim, ancak planetaryum işlevi dışında herhangi bir özellik bulamadım.”
“Ö-öyle mi…”
Sistine omuzlarını düşürdü. Sistine’nin tepkisi anlaşılırdı, fakat Glenn, Celica’nın neden hayal kırıklığına uğramış gibi göründüğünü bir türlü anlayamıyordu. İç çekerek hayal kırıklığı içindeki ikilinin yanına doğru yürüdü.
“Demek ki sen bile bir şey bulamadın. Oysa ki, Eğer o sensen~ diye düşünmüştüm. Ah, her neyse, analizinin bir kopyasını alabilir miyim?”
“Mm. Kristale kaydettim, daha sonra bakabilirsin.”
“Teşekkürler, bu gerçekten çok yardımcı olacak.”
Celica’nın fırlattığı kristali havada yakalayan Glenn, cihazın diğer tarafında derin bir hüzne kapılan Sistine’ye göz gezdirdi.
B-bu nasıl olabilir… Profesör Arfonia bile bir şey bulamadı. Bu demek oluyor ki…
Bu dünyada yaşayan hiç kimse, gezegen gösterim cihazının sırrını çözemeyecekti. Dahası, başından beri orada keşfedilecek bir şey olmayabilirdi — yani, Sistine’nin büyükbabası yanılmıştı.
Hayır, bir şeyler olmalı, büyükbabam asla yanılmazdı. Büyüdüğümde bu gizemi mutlaka çözeceğim.
Sistine, bu sözleri gönül rahatlığıyla dile getirmek istiyordu. Fakat, yedinci rütbeli Celica Arfonia bile bir sonuç elde edememişti. Gerçek karşısında Sistine’nin umudu yavaş yavaş sönüyordu.
“Üstelik…”
Sistine, aynı zamanda kendisine de hayal kırıklığı içindeydi. Büyükbabasının hipotezini kanıtlamak için Celica’nın gücünü ödünç almak zorunda kalmıştı. Ancak, daha da önemlisi, Glenn’in daha önceki davranışlarını hatırlayınca içini bir burukluk kapladı… Glenn, Celica’nın kararlarını sessizce dinlemiş ve cihazı çalıştırmıştı. Dahası, Celica cihazı analiz etmek istediğinde Glenn’in yüzünde bir beklenti ifadesi belirmiş ve Celica’nın vardığı tüm sonuçlara tereddütsüz katılmıştı.
Kısacası, en başından beri Glenn’in bu keşif gezisindeki en güvendiği kişi Sistine değil, Celica’ydı – ve bu gerçek, defalarca kez gözler önüne serilmişti.
“Hmm? Bekle, Celica, şu panelin üzerindeki oyma desenlerine bir baksana, sence ne anlama geliyor?”
“Ah? Bu desenler Cantare’nin Nougat harabelerindeki keşif sırasında gördüklerime çok benziyor. Yanılmıyorsam, bu tasarımı en iyi şekilde şöyle yorumlayabiliriz…”
Araştırma yeniden başladıktan sonra Glenn, Celica’nın yanından bir an olsun ayrılmamıştı. Antik uygarlıklar hakkındaki bilgiden, büyü teknolojileri üzerine sorulara kadar — ve hatta araştırmanın genel yönlendirilmesine dek — Glenn her konuda Celica’ya başvurmuş, Celica da her zaman onun beklentilerini karşılayacak şekilde cevap vermişti. Bu gerçek, Sistine’nin kalbinde tarifsiz bir memnuniyetsizlik uyandırdı.
Ama bu keşif gezisine özellikle beni, arkeotaumatoloji uzmanı olarak davet etmişlerdi…
“Elinden bir şey gelmez, Sisti.” Rumia, Sistine’nin hissettiği sıkıntıyı fark edip onu teselli etmeye çalıştı. “Sisti ile profesör arasında hâlâ büyük bir fark var. Açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, A ve S sınıfı harabelerde bolca deneyim edinmiş biri. Profesör, nedenini bilmiyorum ama arkeotaumatoloji alanında inanılmaz bir bilgi birikimine sahip. Tam bir uzman gibi.”
Rumia haklıydı. Celica hiç bu konuda övünmese de, verdiği cevaplar bilgi derinliğini açıkça ortaya koyuyordu. Celica’nın antik uygarlıklara dair anlayışı, yayımlanmış tek bir akademik makalesi olmamasına rağmen Sistine’yi kolayca gölgede bırakıyordu. Ne zaman Sistine, Celica’yla arkeotaumatoloji üzerine konuşsa, kadının bilgi birikimi karşısında hayranlık duymadan edemiyordu. Ancak, kendi uzmanlık alanında böylesine geride kalmak Sistine’yi en çok yaralayan şeydi.
“Üstelik, Profesör Arfonia, öğretmenimizin hocası ve ona annelik yapmış bir figür. Profesör buradayken, öğretmenimizin doğal olarak ona güvenmesi şaşırtıcı değil…”
“Ama yine de… Uuu…”
Sistine, Glenn’in diz çökerek oymaları incelediği Celica’nın zarif siluetine baktı.
Orası, asıl benim olmam gereken yerdi…
Sistine, bu duygularının tam olarak neden kaynaklandığını kendisi de bilmiyordu. Yine de, içini dolduran huzursuzluk ve kıskançlık duygusunu inkâr edemedi.
“Neden… Kalbim bu kadar acıyor ki?” diye mırıldandı Sistine.
“…?!”
O anda, zihninde bir kıvılcım çaktı. Elbette, Sistine birçok açıdan Celica’nın gerisindeydi, ama eğer planını gerçekleştirebilirse… Belki de onu bir konuda alt edebilirdi.
Sistine, herkesin işine odaklandığını ve kendisine müdahale etmeyeceklerini doğruladıktan sonra Rumia’ya yaklaştı ve alçak bir sesle fısıldadı:
“Hey, Rumia, senden bir iyilik isteyeceğim…”
“Düşünsenize, burada gerçekten yeni bir şey bulamadık…” Glenn, keşif gezisi sonuçlarını derlediği deftere göz gezdirirken homurdandı.
“Mm. Yeni bir şey keşfetmemiş olsak da, en azından araştırmayı tamamlayarak içimiz rahatladı.” Celica, Glenn’in elindeki deftere gözlerini dikip konuştu. “Bu kadar detaylı bir araştırmadan sonra, öğrencilerin de ‘Harabelerde kayda değer bir şey yok’ sonucuna varacağına eminim. Ah, bu arada, bitince tüm öğrencilere teşekkür etmeyi unutma, tamam mı?”
“Evet, anlaşıldı.” Glenn, Celica’ya isteksizce bir yanıt verdi.
“Mm. İlginç bir şey yokmuş… Tabii, bunu beklemeliydim…” Celica, kendi kendine mırıldanırken yüzünde karmaşık bir ifade belirdi.
Yandan bakıldığında, sebebini kimsenin bilmediği bir melankoliyle gözleri dolmuştu.
“…Celica? Sana ne oluyor böyle…?” Glenn, Celica için endişelenip ona doğru bir adım attı, fakat o anda aniden bir ses duyuldu.
“Ne-…”
Vıııınnnn.
Etraf sihirle yankılanmaya başladı, zemindeki oymalar boyunca mavi ışık çizgileri hızla ilerledi.
“Ne…?!”
Glenn aceleyle başını çevirdi.
Planetaryum cihazı çalışmaya başlamıştı.
H-hareket ediyor, bu tam olarak neyin nesi?!
Önceki tezlerde böyle anormal bir işlevden hiç bahsedilmemişti.
Glenn ve öğrenciler şaşkınlıkla oldukları yerde kaldılar. Başlangıçta, planetaryum cihazının iki kolu, bir önceki seferde olduğu gibi yıldızların görüntüsünü odaya yansıttı. Ancak ardından iki kol, yıldızların görüntüsüyle birlikte dönmeye başladı. Döndükçe hızları arttı ve yıldızların gümüşi ışığının izleri, tavanda merkezlenen sayısız eşmerkezli çemberler çizdi. Bir süre sonra cihaz yavaşlamaya başladı ve onunla birlikte yıldızlı gece görüntüsü de kayboldu.
“Ne-…?!”
Odanın kuzey ucunda mavi ışık, üç boyutlu bir “kapıyı” aydınlattı. Bu, başka bir mekâna açılan bir geçitti; bir tür portal. Havada asılı duran portalın içi zifiri karanlıktı ve nereye açıldığı belli değildi.
“İ-İmkânsız. Bu gerçek mi?!” Sistine ve Rumia, planetaryum cihazının yanındaki taş kontrol panelinin yanında dururken haykırdılar.
Görünüşe göre portal, onların yaptığı bir manipülasyon nedeniyle ortaya çıkmıştı.
Sonraki an boyunca, Glenn ve diğer tüm öğrenciler, ışıktan yapılmış gizemli portala şaşkınlıkla bakakaldılar.
“Uwaaa! Harika bir şey bu!!” Kash’ın haykırışının ardından tüm öğrenciler Sistine’nin etrafına toplandı.
“Hey, bunu nasıl yaptın? Portali açmak için ne yaptın?!”
“Bu kesinlikle etkileyici bir keşif sayılır, değil mi? Kimsenin daha önce duymadığı bir işlev bu!”
“Ahhh!! Sistine’nin benden önce ün kazanacağı aklımın ucundan bile geçmezdi!!”
“Anlaşıldı… Demek ki gizli işlevi ortaya çıkarmak için belirli bir aktivasyon prosedürü gerekiyormuş. Öyleyse, Sistine, tam olarak ne yaptığını açıklar mısın?”
Kash, Cecil, Wendy ve Gibul, heyecanla Sistine’yi tebrik ettiler.
B-bu mümkün olamaz, değil mi?!
Glenn, keşif karşısında titriyordu.
Öğrenciler, Sistine’nin kontrol paneliyle oynarken tesadüfen gizli bir işlevi devreye soktuğunu sanıyordu. Ancak bu bir yanlış anlamaydı; gerçekte durum çok daha ciddiydi.
Yedinci sıradaki Celica bile “Planetaryum işlevi dışında başka bir şey yok” sonucuna varmışken, ikinci sıradaki Sistine’nin bu sonucu çürütebilmesi imkânsızdı. Başka bir deyişle, Sistine’nin cihazın dahili mekanizmasını kullanarak kapıyı açması mümkün değildi.
Glenn, Celica’nın kayıt kristalini alnına yerleştirip büyülü sözleri fısıldadı. Planetaryum cihazıyla ilgili kaydedilen veri ve analizler zihnine aktı. Birkaç saniye sonra…
Biliyordum! Cihazın içinde herhangi bir gizli mekanizma olması imkânsız! Yapısının içinde mevcut mekanizma bile zar zor sığmış durumda! Bunun mümkün olması için…
Glenn, kristali kaldırıp Celica’ya döndü.
“Hey, Celica. Ne düşünüyorsun? Yoksa o…?”
Fakat Celica, Glenn’e dikkat etmiyordu.
“Celica…?”
Celica başını iki eliyle kavramış, ağır nefesler alarak yere çömelmişti.
“B-bu nasıl mümkün olabilir?”
Yüzü solgundu ve tüm vücudunu soğuk terler sarmıştı. Durumu bariz bir şekilde kötüydü, ancak kocaman açılmış gözleri hâlâ ışık portalına kilitlenmişti.
“Y-yıldızların… Koridoru mu? D-doğru, bu… bu kesinlikle ‘Yıldızların Koridoru’!!” Celica, tuhaf kelimeleri transa girmiş gibi mırıldanmaya devam ediyordu.
“Hey! Ne diyorsun sen? Koridor mu dedin… ne koridoru?!”
“B-bu nasıl olabilir…? A-ama ben… kesinlikle…!” Celica trans hâlinde mırıldanmaya devam etti ve yavaşça ayağa kalktı. “D-doğru… Ben…”
Celica sendeleyerek portala doğru ilerlemeye başladı; sanki bir böcek ışığa çekiliyormuş gibi. Derken, biri onu arkadan itmişçesine aniden koşarak portala doğru atıldı.
“Profesör Arfonia?!”
“Celica?!”
Herkesin şaşkın bakışları altında Celica, hızla gizemli portalın içine atlayıp gözden kayboldu.
“Ne?!”
“Celica! Bunu neden yaptın?!”
Kimse olanlara inanamadı. Sayısız keşif gezisine katılmış deneyimli Celica’nın, böylesine acemice bir hata yapması düşünülemezdi.
“Hey, Celica! Portalın nereye açıldığını bile bilmiyoruz! Çok acele etmiyor musun?! Cidden, artık geri dön!” Glenn, Celica’nın peşinden koşmaya çalıştı.
Fakat portalın süresinin dolması ya da içinden biri geçtiğin
de devreye giren bir mekanizma nedeniyle, sihirli bir uğultu tekrar duyuldu.
“N-ne?”
Glenn’in gözleri önünde Celica’nın silueti kaybolurken, portal da yavaşça sönüp yok oldu.
“Lanet olsun! Celica! Celicaaa!!” Glenn, portalın bulunduğu taşın üzerine atladı ve umutsuzca bağırdı.
Sessizlik. O an, olay yerinde bulunan herkes donup kalmıştı. Celica, gizemli portaldan geçerek kaybolmuştu.
Bu beklenmedik durum karşısında Glenn, tüm öğrencileri bir araya toplayarak kamp alanına geri götürdü. Hareketli öğrencileri kendi çadırlarına yerleşmeye zorladıktan sonra, Glenn, Sistine ve Rumia’yı yanına çağırarak olayın ayrıntılarını konuştu. Beklendiği gibi, Re=L de ikiliyle birlikte geldi, ancak Glenn onu da bilgilendirmeyi planladığı için bu konuda bir itirazda bulunmadı.
“Öğretmenim?”
“Böyle bir önlem almak gerekli olabilir…”
Glenn, çadırın dört köşesine sihirli kristaller yerleştirdi ve ses yalıtımı büyüsünü etkinleştirdi. Bu, dışarıdakilerin konuşmalarını duymasını engellemek içindi.
“Pekâlâ, o hâlde ikinizin planetaryum cihazında tam olarak ne yaptığınızı anlatın.”
“Ah, tabii ki…”
Bunun üzerine Sistine ve Rumia, yaptıklarını özetlediler…
“Düşündüğüm gibi…”
Celica’nın sonuçlarını kabullenemeyen Sistine, gizlice Rumia’nın özel yeteneğini kullanarak Kara Büyü büyüsünü planetaryum cihazı üzerinde uygulamıştı.
Rumia’nın eşsiz yeteneği , temas ettiği kişinin büyü gücünü geçici olarak artırarak çok daha güçlü büyüler yapabilmesini sağlıyordu. Sistine sadece Celica’nın gözden kaçırmış olabileceği bir şeyi bulmak istemişti, ancak bu girişimi beklenmedik bir şekilde sonuçlanmıştı.
Rumia’nın gücüyle desteklenen Sistine, cihazın içinde gizli bir mekanizma keşfetmiş ve kimsenin daha önce fark etmediği bir işlevi açığa çıkarmıştı. Adeta altın vuruşu yapmışlardı.
Sistine, dayanamayarak mekanizmayı test etmek istemiş ve kontrol panelini keşfettiği sırayla çalıştırmıştı. Sonuçta da portal ortaya çıkmıştı. Hikâye kısaca böyleydi…
“Öğretmenim, ‘düşündüğüm gibi’ derken ne demek istediniz?”
“Rumia, uzun zamandır senin göründüğünden daha karmaşık bir yetenek olduğunu düşünüyordum.” Glenn, konunun hassasiyeti nedeniyle sesini alçaltarak konuştu.
Önceki okul gezisi olayında, Rumia belirli bir kötü büyücü tarafından kaçırılmış ve yeteneği zorla etkinleştirilerek ‘Proje: Hayatı Yeniden Canlandır’ kapsamında kullanılmıştı. Daha önceki değerlendirmeye göre, ’nin temas ettiği kişinin büyüsünü geçici olarak güçlendirdiği ve böylece daha güçlü büyüler yapılmasını sağladığı düşünülüyordu. Ancak, Rumia ne kadar güçlendirme sağlarsa sağlasın, ‘Proje: Hayatı Yeniden Canlandır’ın başarıyla tamamlanması yine de imkânsız olmalıydı. Ama gerçek şu ki, proje başarılı olmuştu.
Glenn, bu olayın da öncekine benzer olduğuna inanıyordu. Büyük olasılıkla, Sistine’nin tespit ettiği büyü mekanizması, modern anlayışlarının ötesinde, antik bir büyüydü. Ancak Rumia’nın yeteneği, bunu gerçeğe dönüştürmüştü.
Kısacası, Rumia’nın yeteneği, imkânsızı mümkün kılan ‘belirli’ bir güçtü. Muhtemelen, İlahi Bilgelik Araştırmacıları’nın Rumia’yı hedef almasının asıl sebebi de buydu.
Ama şimdi, bu konuyu derinlemesine düşünmenin zamanı değildi.
“Üzgünüm…! Ü-üzgünüm, öğretmenim! E-eğer bu kadar inatçı olmasaydım, tüm bunlar yaşanmayabilirdi.”
“Hayır, suç Sisti’de değil… Eğer yeteneğimi kullanmadan önce daha fazla düşünseydim, o zaman…”
“Saçmalık, ikinizin de bunda bir suçu yok.” Glenn, pişmanlıkla dolu gözlerle ona bakan kızları görünce iç çekti.
“Elbette, yeteneğinizi kullanmadan önce bana danışmış olmanızı tercih ederdim… Yabancı bir ülkede olmamıza rağmen, arkadaşlarınızın yanında olduğunuz için biraz fazla mı cesaretlendiniz, ne?”
“Ü-üzgünüm, aceleci davrandım…”
“Yine de, asıl amacımız bu harabelerin gizemini çözmekti. Bu yüzden, elde ettiğiniz bulguyu kötü bir şey olarak görmemek gerek. Asıl sorun…”
Bam! Glenn, çadırın ortasındaki masaya öfkeyle vurdu. Rumia ve Sistine, Glenn’in ani öfkesiyle irkilerek geri çekildi.
“O deli kadın! Aklından ne geçiyordu acaba?! Tek başına içeri dalmak da neyin nesiydi?!”
“Glenn… Celica için ne yapacağız?” Re=L her zamanki duygusuz sesiyle sordu.
“Elbette onu geri getireceğiz!” diye hemen yanıtladı Glenn. “İçime kötü bir his doğdu. Celica son zamanlarda garip davranıyordu, nedenini bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, onu böylece terk edemeyiz!”
Glenn’in gözünde Celica, her zaman soğukkanlı ve başkalarına karşı mesafeli ama özgüvenli biriydi. Onu böyle telaş içinde hiç görmemişti. Üstelik, bir önceki gece kaplıcadaki konuşmalarını hatırladıkça, Glenn’in zihninde Celica’nın olağan dışı üzgün yüzü beliriyordu. Bu yüzden, Glenn onun başından beri bir sorun yaşadığından emindi.
“Beyaz Kedi, Rumia, iyi dinleyin. O portalı tekrar açmanızı istiyorum. Re=L, ben gittikten sonra geriye kalan öğrencileri sana emanet ediyorum. Anladınız mı?” Glenn, çantasından patlayıcıları ve cephaneleri çıkartırken konuştu. “Portaldan geçeceğim ve sizden portalı – yarın sabah, öğle ve akşam olmak üzere – üç kez açmanızı istiyorum. Eğer o zamana kadar Celica’yla birlikte geri dönmezsem, beni bırakıp Fejite’ye dönmenizi istiyorum.”
Glenn, arkasındaki Rumia ve Sistine’in gergin havasını hissetti. Ancak bunu görmezden gelerek revolverini son bir kez kontrol etti ve kemerinin arkasına yerleştirdi.
“İşin iyi yanı, diğerleri portalı yalnızca tesadüfen açtığınızı düşünecektir. Rumia’nın yeteneğinin açığa çıkmaması için, üçünüzün hikâyenizi iyice belirlemesi gerekiyor.”
“Öğretmenim, ben de gelmek istiyorum.” Rumia, Glenn çadırdan çıkmak üzereyken seslendi. “Ders sırasında söylediğinizi hatırlıyorum. Antik harabelerde, bir katmandan diğerine geçiş sağlayan birçok portal var. Ama çoğu tek yönlü değil, değil mi? Çünkü antik çağ insanları da bu portalları kullandığına göre, portalların tek yönlü olması onlar için de sorun yaratırdı.” Rumia’nın gözleri kararlılıkla parlıyordu.
“Başka bir deyişle, karşı tarafta da portalı açabilen bir kontrol paneli olması oldukça olası. Eğer portalı o panelden açarsak, sizin ve profesörün sağ salim geri dönme şansı önemli ölçüde artar, öyle değil mi?”
“E-evet, bu yanlış değil… ama…”
“Riskin farkındayım! Ama ben her şeyi göze aldım! Lütfen, Profesör Arfonia’yı kurtarma görevine benim de katılmama izin verin! Ne olur!”
“Ama-…” Glenn tam reddetmek üzereyken,
“Ö-öğretmenim… B-ben de gitmek istiyorum…” Sistine, başını öne eğmiş, tereddütlü bir şekilde konuştu. Omuzlarının titrediği açıkça belli oluyordu ama yine de kararlı bir şekilde devam etti: “Çünkü tüm bunlara en başta sebep olan benim. Öğretmenimin hava atmaya meraklı olduğunu biliyorum, bu yüzden ona destek olacak birine ihtiyaç var. Ayrıca, büyükbabam kadar bilgili olmasam da, arkeobüyübilim üzerine sayısız saat çalıştım. Portalın diğer tarafında, belki de bilgilerim bir işe yarayabilir… o yüzden…!”
Ve ardından,
“Ben de gideceğim. Celica’yı kurtarmak istiyorum.” Re=L de duygusuz bir sesle açıkladı.
“S-siz…!” Glenn, önündeki üç kıza bakarken kalbi karmakarışık oldu.
Re=L bir yana, Rumia ve Sistine için tehlike çok büyüktü. Harabelerin tehlike derecesi ne kadar düşük olursa olsun, keşfedilmemiş bir alana adım attıklarında tüm bu tahminler geçersiz olacaktı. “Pek bir sorun çıkmaz herhalde”… Böylesine safça düşüncelerle yola çıkıp bir daha asla geri dönemeyen maceracıların hikâyeleri sayısızdı.
Elbette, Celica’yı hemen bulup geri dönme şansı da vardı. Ancak işlerin bekledikleri gibi gitmemesi ve onları, geri dönüş yolu olmayan, büyüyle korunan bir mağaranın beklemesi de mümkündü. Glenn, böyle bir tehlikenin farkındayken Rumia ve diğerlerini gerçekten yanına alabilir miydi?
“…Lanet olsun.”
Glenn kararsızdı ve ne yapacağına bir an için karar veremedi. İçsel mücadelesini sürdürdü, tüm riskleri ve getirileri hesaba kattıktan sonra, nihayet son kararını verdi.
“Sizi yine de yanımda götüremem. Burada kalacak ve daha önce belirlediğimiz plana göre portalı açacaksınız.” Glenn, kızlara kesin bir ifadeyle seslendi.
“Öğretmenim?!”
“Ben gittikten sonra, öğrencilerin geri kalanına kim liderlik edecek ve onları kim koruyacak? Sizi yanımda götüremem, o yüzden…” Glenn, sırtını onlara döndü. Görünüşe göre, bu konuda daha fazla tartışmaya niyeti yoktu.
“A-ama…?!”
Glenn, temiz hava almak için çadırdan çıkarken, Kash, Wendy ve diğer öğrencilerin çadırın dışında beklediğini gördü. Onlara kendi çadırlarında kalmalarını açıkça emretmiş olmasına rağmen, hepsinin burada toplanmış olması şaşırtıcıydı. Öğrenciler, sanki söylemek istedikleri bir şey varmış gibi bakıyorlardı.
Her şeyi duydular mı?! H-hayır, kurduğum ses geçirmezlik bariyerleriyle bu imkânsız…
Glenn, beklenmedik bu durum karşısında şaşkınlığını gizlemeye çalıştı.
“Hey, öğretmenim… Profesör Arfonia meselesiyle ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz?” diye sordu Kash, uzun bir sessizliğin ardından.
“C-Celica? Merak etmeyin, onu geri getirmek için hemen gidiyorum. Hepiniz rahat olun.” “Tek başınıza mı gideceksiniz?”
“Hmph… Tabii ki. Bu kadar basit bir şey için tek başıma fazlasıyla yeterim.”
Sistine çadırdan fırladı, “Ö-öğretmenim?! Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsiniz!”
“Evet, biz de…!”
“Yeter artık! Siz çocuklar sessiz olun!” Glenn’in yüksek sesle çıkışı, Sistine ve diğerlerinin sözünü yarıda kesti.
“Hmm?” Kash, Glenn’in arkasında duran Sistine, Rumia ve Re=L’e baktı ve endişeli yüzlerini gördükten sonra Glenn’e döndü.
“Ah, şimdi anladım…” Kash kısa bir koşudan sonra Glenn’e atıldı, “S-seni pislik herif!!”
“Uwaaa!!”
Kash’ın tekmesi doğrudan Glenn’e isabet etti ve onu arkasındaki çadıra kadar yuvarladı.
“Gerçekten! Sizi tanıdığıma göre, yalnız gitmeye karar verirken kesinlikle Rumia ve diğerlerinin güvenliğini düşünüyordunuz. Ama şu an bunun sırası değil!” Kash yere düşmüş Glenn’i işaret ederek bağırdı, “Belki bu konuda konuşmaya yeterince yetkin değilim ama biliyorum ki siz güçlüsünüz. Yine de sonuçta sadece üçüncü dereceden bir büyücüsünüz! Kesinlikle yardıma ihtiyacınız olacak! Yanılıyor muyum?”
“B-ben…”
Kash’ın sözleri oldukça mantıklıydı ve Glenn’in buna karşı çıkması zorlaştı. Gerçekten de Glenn tek başına olursa sıradan bir kötü ruhla bile başa çıkması zor olurdu. Bu durumda, keşfedilmemiş bir bölgeyi tek başına geçmeye çalışmak aptallıktan başka bir şey olmazdı ve muhtemelen gereksiz bir ölümle sonuçlanırdı.
“Belki ben gidersem sadece bir yük olurum ama Rumia’nın eşsiz iyileştirme büyü yeteneği , Sistine’in savaş büyüleri ve bilgisi var, Re=L’in de kılıcı var… Eminim hepsi size güç katacaktır!”
“Kash, sen…”
“Öğretmenim! Eğer Rumia ve diğerleri size eşlik etmeye kararlıysa, o zaman onlara izin verin! Bu şekilde, profesörü kurtarma görevi çok daha sorunsuz ilerler! Bizi merak etmeyin, kendi başımıza gayet iyi idare ederiz!”
“Bize böyle bakmayın, sonuçta biz de sizin gurur duyduğunuz öğrencileriniziz ve gerçek dövüşlerde yeterince deneyim kazandık. Kamp alanında kaldığımız sürece, tehlikeli canavarlarla karşılaşsak bile bunun üstesinden gelebileceğimizden eminim.”
“Profesör öğretmenimiz için önemli, değil mi? Neden böyle bir anda her şeyi tek başınıza yapmaya çalışıyorsunuz?”
Kash, Gibul ve Wendy birbiri ardına söz aldı.
“Öğretmenim, lütfen düşünmeden tek başınıza her şeyi üstlenmeyin…”
“Ne kadar güçlü olursanız olun bu şekilde profesöre yardım edemezsiniz.”
“Ehehe~ Hepimiz öğretmenin profesörü sağ salim geri getireceğine inanıyoruz.”
Lynn, Cecil ve Teresa da farklı değildi.
“S-siz…? Celica için neden bu kadar çaba gösteriyorsunuz…?” Glenn şaşkınlıkla sordu, ağzından istemeden anlamsız bir soru çıkmıştı.
“Çünkü biz arkadaşız!”
“…Ah.”
Kash’in içten yanıtı, Glenn’in bir gerçeği fark etmesine neden oldu. Tıpkı öğrencilerin zamanla onu kabul ettiği gibi, Celica’yı da kabul etmişlerdi.
“Siz çocuklar…” Glenn bir süre öğrencilerine baktı, kalbi sıcak bir duyguyla dolmuştu…
“…Anladım, Rumia ve diğerlerini bana emanet edin. Söz veriyorum, onları kesinlikle sağ salim geri getireceğim… Tabii ki, Celica’yı da yanımda getirerek”
Kararını verdikten sonra Glenn dönerek konuştu:
“Lütfen, bana yardım edin Rumia, Sistine ve Re=L. Celica, çocukluğumdan beri bana tek başına bakan kişiydi. O, sahip olduğum tek ailem, bu yüzden…”
Glenn’in içten ricasını duyduktan sonra, üç kız da sessizce başlarını onaylarcasına salladılar.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.