Yukarı Çık




26   Önceki Bölüm 

           
Epilogue

Ayase Saki’nin Günlüğü?




—Bunlar, geçen haftaya ait tüm anılarım.

Ne yapmalıyım?

Tavana bakarak bir süredir düşüncelere dalmış durumdayım.

Şu an… saat 04:36.

Ağustos ayının sonuna yaklaştığımız için saat sabah 5’e yaklaşmasına rağmen dışarısı hâlâ karanlık.

İstesem bir buçuk saat daha uyuyabilirim muhtemelen. Günün yorgunluğuyla hemen uyuyakaldığım için her zamankinden erken uyandım.

Gözümün ucunda, pencerenin önündeki perdelerin yavaşça sallandığını görüyorum. Klimayı doğrudan üzerime üflemeyecek şekilde ayarlamıştım; sıcaklığa göre açıp kapatabilirim.

Perdelerin arasından, gecenin sona ermesine ramak kalmış Shibuya’nın beyaz gökyüzü görünüyordu.

Hava açıldığında kesinlikle yine çok sıcak olacak.

Düşünmeye başladım.

Bir ay boyunca—Tam bir ay boyunca, zorlansam da bir şekilde dayandım.

Onun benim yanımda olmadan başka yerlerde anılar biriktirdiğini düşünmek bile sinir bozucuydu. Benden başka birinin onu benden daha iyi tanıma ihtimali bile canımı sıkıyordu.

Hayır, aslında kendi huzursuzluğumun farkında bile değildim. İçimde sadece belirsiz ve kasvetli bir his vardı, hepsi bu.

Bu neyin nesi?

Yaklaşık bir ay önce. Bu garip duyguyu fark ettiğimde, ona bir isim verdim. 

—Kıskançlık.

Bunu günlüğüme yazdım.

Ve yazarken fark ettim…

O, insanlara karşı her zaman düz ve dürüst bir tavır sergiliyor.

Bu yüzden benim gibi başa çıkması zor biriyle bile uyum sağlıyor. Bana önyargısız bakıyor. Kimseye göstermediğim çabamı ve emeğimi fark edip takdir ediyor. Beni anlıyor.

Ben de onu daha çok tanımak istiyorum. Onu daha iyi anlamak istiyorum.

Asamura Yuuta.

Ona karşı bir çekim hissediyorum.

Ama annemle babamın ne kadar mutlu olduğunu gördüğümde, o mutluluğu bozmayı göze alamam. Hem, Asamura-kun’un bu duygularımı öğrenmesi onu kesinlikle zor durumda bırakırdı.

Evet, kesinlikle öyle olurdu.

Bunu düşündüm ve bu yüzden işteyken ona bir yabancı gibi davranmaya karar verdim.

“Asamura-san.“

Onu yeni tanıştığım biriymiş gibi her çağırışımda aramızda bir mesafe oluştuğunu hissediyordum ama böyle yapmasaydım, muhtemelen daha da bencilce davranırdım.

Bir ay boyunca böyle devam ettim.

Sanırım her şey o noktadan sonra yavaş yavaş kırılmaya başladı.

Sıradan bir sabahtı ve Asamura-kun, annemin garip ikna çabalarının hedefi olmuştu. Annem öyle görünmese de, insanları şaşırtma ve kafalarını karıştırma konusunda gerçekten iyidir.

Gerçi bu çok da önemli değil. Sonuçta Asamura-kun her zaman en iyi halinde olamaz. Yine de normalde biraz daha mantıklı davranırdı diye düşünüyorum.

Ama asıl şok, babamın hemen ardından söyledikleriydi. Üstüne annem de ekleme yaparak hâlâ birbirimize soyadlarımızla hitap ettiğimizden bahsetti.

Ne demek “Yuuta-niisan“ yani?!

Bir saniye bekleyin.

Ona “Yuuta“ diye seslenmem mi gerekiyor? Bu imkânsız! Ama kardeşler için bu normal mı gerçekten? Bu dünyadaki tüm küçük kız kardeşler abilerine isimleriyle mi hitap ediyor? Buna inanmak zor açıkçası.

Üstelik babam da bu konuya dahil oldu. Anneme çıkmaya başlamadan önce “Ayase-san“ diye hitap ettiğini söyledi. Bunu söylemesine gerçekten gerek var mıydı?

Bundan sonra, Asamura-kun bana “Ayase-san“ dediğinde hep bunu hatırlayacağım. “Çıkmaya başlamadan önce,“ değil mi?

Çıkmak… Çıkmak… birlikte dışarı çıkıp vakit geçirmek demek, öyle değil mi? Tam bunu düşünürken, Asamura-kun bana yaz tatili planlarımı sordu.

Dolaylı yoldan. Arkadaşlarımla bir şeyler yapıp yapmayacağımı sordu.

Refleks olarak “Hayır“ dedim, ama aslında Maaya beni havuza davet etmişti. Üstelik “Asamura-kun’u da getir“ demişti.

Havuz fikri kulağa güzel geliyor. Asamura-kun da yanımda olursa… Daha da güzel olurdu. Öyle düşündüm.

Maaya beni davet ettiğinden beri, aklım o kadar meşguldü ki sınav çalışmalarımda hiç ilerleme kaydedemedim. Hedeflediğimin yarısını bile bitiremedim.

Bir şeyin daha farkına vardım.

Bir kez Asamura-kun’u düşünmeye başladığımda, durmanın bir yolunu bulamıyorum. Bu yüzden ders çalışmam tamamen sekteye uğradı.

Hep anneme yük olmamak için olabildiğince bağımsız biri olmak istemişimdir. Bunu yapabilmek için notlarımı yüksek tutmam şart. Asamura-kun kadar zeki olmadığım için arayı kapatmak adına daha çok çalışmam gerekiyor.

Bu yüzden başta Maaya’nın davetini reddetmeye karar verdim.

Hatta bunu söylemek için Asamura-kun’un odasına bile gittim.

Ona, Maaya ile yaz tatilinde buluşacak kadar yakın olmadığımızı söyledim. En azından bana inandığı için sevindim. Üzerime daha fazla gelseydi ne yapacağımı bilmiyordum.

Fakat yine de endişeliydim. Acaba fark etti mi? Paniklediğimi anladı mı?

Sonuçta, Asamura-kun çok keskin biridir. Böyle şeyleri anında fark eder.

Sonuçta, on dakikadır aradığım kitabı o sadece birkaç saniyede bulmayı başardı.

Gerçekten inanılmaz biri. O gün o kadını da çok mutlu etmişti.

Ama belki de bir başkası daha hızlı bulabilirdi, en azından bana böyle söyledi.

O kişi—Yomiuri Shiori-san.

Ne kadar küçük düşündüğüm için kendimden nefret ettim. Onun hakkında daha fazla övgü duymak istemedim.

Ancak eve dönerken fark ettim ki, Asamura-kun’un bile bazen kendisinin farkında olmadığı şeyler olabiliyor.

Ve bu eğlenceliydi.



Ertesi gün, oturma odamızdaki klima bozuldu.

Sıcakta pek iyi dayanamadığım için neredeyse tüm günü odamda geçirdim. İşe gitmem gerekene zamana kadar dışarı bile çıkmadım.

Klimayı açtım, kulaklıklarımı takıp en sevdiğim lo-fi hip-hop müzikleri çalmaya başladım ve ders çalışmaya koyuldum.

Ama bir türlü ilerleme kaydedemedim.

Öğlenin en sıcak saatlerinde, çalışmaya gitmeden önce biraz serinlemek için yakındaki bir kafeye uğradım.

Popüler bir frappuccino için elimde bir indirim kuponu vardı, bu yüzden bir tane alıp okumaya karar verdim. Özellikle de Asamura-kun’un bana önerdiği kitabı.

Zaman geçti, işe gitme vaktimin yaklaştığını fark ettim. Tam çıkmaya hazırlanırken, Asamura-kun’un aynı kafede oturduğunu fark ettim.

Bir anlık dürtüyle ona seslendim.

Masasına baktığımda, iki içecek vardı. Demek ki biriyle birlikte gelmişti… ama kimle?

Kısa bir konuşmanın ardından, göz ucuyla gözlüklü bir çocuğun bize doğru yaklaştığını gördüm. Suisei’nin okul formasını giyiyordu ve Asamura-kun’a oldukça yakın biri olduğunu bildiğim için konuşmayı orada bitirip uzaklaştım.

Sonuçta, okulda yabancı gibi davranıyoruz. Burada öylece fark edilmemiz komik olurdu.

Ama onun yanında başka bir çocuk olduğunu görünce içimi bir rahatlama kapladı.



O günkü iş vardiyamızda, Asamura-kun, Yomiuri-san, ben ve tam zamanlı bir çalışan vardı.

Ne zaman Yomiuri-san’ı görsem, beni övüyordu. İşimi ne kadar hızlı öğrendiğimi, yetenekli olduğumu söylüyordu. Üstelik bunu gerçekten içtenlikle yapıyordu. Çünkü o, gerçekten iyi bir üstattı.

Olgun, güzel, konuşması kolay ve insanlara nasıl rehberlik edeceğini bilen biri.

Ama onun her zaman Asamura-kun’la beraber olduğunu düşündüğümde…

O gece, eve dönerken Asamura-kun bana bir soru sordu.

“Maaya bizi havuza davet etti mi?“

Kalbim bir an için yerinden fırlayacak gibi oldu.

Asamura-kun bunu nereden biliyor?

O an ne cevap verdiğimi bile hatırlamıyorum.

Ona karşı şüpheyle yaklaştım.

Bir anlığına, Maaya’nın doğrudan Asamura-kun’la iletişime geçtiğini bile düşündüm ama mantıklı düşününce, ikisinin hiçbir ortak ilgi alanı olmadığını biliyorum.

Acaba gerçekten havuza gitmek istiyor muydu?

Eğer ona sormadan reddettiğimi öğrenirse, belki de bana kızardı. Çünkü aslında ben de havuza gitmek istiyorum. Yıllardır gitmemiştim.

Ancak… derslerimde hiç ilerleme kaydedemediğim için kendime izin veremezdim.

“Anlıyorum. O zaman kendini zorlamana gerek yok, değil mi?“ (Çünkü ben dışarı çıkıp eğlenemem.)

“Gitmiyorum.“ (Gidemem.)

Sesimin ne kadar soğuk çıktığını kendim bile fark ettim. Ama içimden geçenler bambaşkaydı.

Sanırım kalbim artık dayanma sınırına gelmişti.



Ertesi sabah, Asamura-kun’la karşılaşmak istemediğim için erkenden kalktım. O uyanmadan kahvaltıyı hazırladım ve hemen odama kapandım.

Ona sadece kahvaltının hazır olduğunu söylemem yeterliydi.

Bana LINE’dan teşekkür etti. Emojiler olmadan. Çünkü ben de kullanmıyordum.

En küçük şeylerde bile bana uyum sağlıyor.

Ama acaba gerçekten ne yapmak istiyor? Belki de başkalarıyla mesajlaşırken bolca emoji kullanıyordur?

Eğer öyleyse, benimle konuşurken bilinçli olarak kullanmıyor olabilir mi? Belki de benimle uğraşmak istemiyordur?

Başkaları…

Belki Yomiuri Shiori-san?

Bu düşüncelere o kadar dalmıştım ki kapımın çalındığını ancak geç fark ettim.

Telaşla kulaklıklarımı çıkardım ve kapıyı dikkatlice açtım.

Tahmin ettiğim gibi, kapının diğer tarafında Asamura-kun duruyordun ve yine havuz hakkında soru soruyordu.

Ona karşı bu kadar sert ve mesafeli davranmamın nedeni, bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemememdi.

Ama o gün Asamura-kun, nedense fazlasıyla ısrarcıydı.

Benden Maaya’nın iletişim bilgilerini istedi.

Ve ben…

Ona nasıl böyle bir cevap verdiğimi anlamıyorum.

Ona neden bu kadar soğuk ve inanılmaz şeyler söyledim?

“İstemiyorum.“

Bunu tam anlamıyla küçük bir çocuk gibi söyledim.

Asamura-kun’un şaşkın ifadesini gördüğümde, kanımın vücudumdan çekildiğini hissettim. Böyle davranmaya hakkım olmadığını fark ettim.

Panikle kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Aslında, onun benden bunu istemesinde hiçbir sorun yoktu. Sonuçta, Maaya onu da davet etmişti. Onun yerine karar veremezdim. Ama yine de, arkadaşımın izni olmadan iletişim bilgilerini vermek istemedim. Bunu ona söyledim ve bahanemi kabul etti.

Maaya’ya, iletişim bilgisini Asamura-kun’a verip veremeyeceğimi sormam gerekiyordu.

Ama o hâlâ tatildeydi.

Tam eğlenirken ona mesaj atarak rahatsız etmem saçma olurdu.

Tabii ki, bunların hepsi bahane olmaktan başka bir şey değildi.

O gün gerçekten berbattı. Asamura-kun bilerek yapmamıştı ancak gün boyu kalbimi korku ve belirsizlikle titretmeyi başardı. Sonuçta, işe Yomiuri-senpai ile gelmişti.

Bunu düşündükçe kendimden nefret ettim ve böyle düşündüğüm için de kendimden nefret ettim.

Sonuçta, kiminle vakit geçireceği ya da ne yapacağı onun özgürlüğüydü.

Koyu kahverengi ve siyah karışımı güzel saçları var. Sakin ve olgun havası sayesinde ben bile ona hayran kalmadan edemedim. Asamura-kun’a yakışan biri olduğunu kabul etmek zorundaydım.

Belki de Asamura-kun uzun ve güzel saçları seviyordur?

Sonuçta, benim de oldukça uzun saçlarım var.

…Ben ne düşünüyorum böyle? Aptal gibiyim.

Asamura-kun’la karşılaşmaktan korkmaya başlamıştım, bu yüzden işten sonra bir şeyler almak istediğimi söyleyerek onu bensiz eve gönderdim.

Alışverişimi tamamlayıp eve döndüğümde, Asamura-kun’u mutfakta buldum.

Ona akşam yemeği hazırlamadan çıkıp gittiğimi fark ettim.

Sırtı bana dönüktü ama biraz üzgün görünüyordu. Döndüğünde ise elinde dondurulmuş pişmiş pirinç tutuyordu ve bana kafası karışmış bir ifadeyle bakıyordu.

Nedense bu hali beni gülümsetti.

Asamura-kun’un yemek konusunda bu kadar bilgisiz olması bazen inanılmaz geliyor.

Bu büyük ihtimalle annesinden kaynaklanıyor.

Ondan duyduğuma göre, babası yalnız kaldığından beri evde yemek yapmayı tamamen bırakmış. Yemek yapmayı bilmemek ya da hatırlamamak değil aslında, daha çok bilinçli olarak kaçınmak. Günümüzde yemek yapmadan da hayatta kalmak mümkün sonuçta.

Ama şimdi, Asamura-kun bunu öğrenmeye çalışıyor.

Birlikte yemek yapmak eğlenceliydi. Onun bana yardım etmesi de öyle. Sanki gerçekten birlikte yemek yapıyorduk.

Ama akşam yemeğinden sonra, bir kez daha sordu.

İç çekerek, havuzu sordu.

Bu iç çekiş de neydi?

Sinirlendiğimi hissettim.

Daha fazla dayanamayarak telefonumu çıkardım ve Maaya’nın numarasını aramaya başladım.

Maaya’ya bile danışmadan.

Ama Asamura-kun beni durdurdu.

Maaya’nın umurunda bile olmadığını söyledi.

Eğer bir şey istiyorsa, benim eğlenmemi istiyormuş.

Bu mantıklı değildi.

Bunu neden yapıyorsun? diye sordum.

Beni önemsediğini söyledi. Biraz rahatlamam ve eğlenmem gerektiğini.

Ama çalışmam lazım. Öylece gezip tozamam.

Yoksa… günün birinde işe yaramaz birine dönüşeceğim.



O gece, saat 1’i geçti. Sonra 2’yi. Ama ders çalışmaya dair hiçbir ilerleme kaydedemedim.

Sadece Asamura-kun’un söylediklerini düşündüm. Yatağa yattıktan sonra bile.

Bunu neden söylediğini merak ettim.

Buraya annemle taşındığımdan beri iki ay geçti.

Yaşananları hatırladım, düşündüm, ve onun sözlerini bir kez daha zihnimde canlandırdım.

Odamın ışıklarını kapattığımda, tüm düşüncelerim ve hislerim havada uçuşan seraplar gibi süzüldü.

Perdenin arkasındaki gökyüzü beyazladığında, sonunda uyuyakaldım.



Gözlerimin önünde beliren görüntü, Asamura-kun’un iç çekişiydi.

Sonra… annemin yüzü onun yüzüyle üst üste bindi.

Ah. Bu yüz ifadesini biliyorum.

Ortaokuldayken, annem beni plaja davet etmişti.

O zamanki maddi durumumuzu düşündüğümde, bunun pek mümkün olmadığını biliyordum. Üstelik, annemin değerli tatil zamanını harcamasını istemediğim için reddettim. Ders çalışmam gerektiğini söyledim.

O anki yüz ifadesi… biraz üzgün gibiydi.

Ona destek olmak için fedakârlık yapıyordum ama… sanki onu istemeden de olsa üzmüştüm.

Bu yüz ifadesini daha önce gördüğümü şimdi fark ediyordum.



Öyle yorgundum ki bayılmış gibi uyuyakalmıştım.

Gözlerimi açtığımda, tamamen uyanmıştım.

Biraz sersemlemiş bir şekilde üzerimi değiştirdim ve fark ettim ki zihnim tamamen durmuştu.

Biraz önce ne düşünüyordum ben?

Ahh… neyse.

Düşünmeden kıyafetlerimi giydim ve oturma odasına geçtiğimde, Asamura-kun’un çoktan uyandığını gördüm.

Onu bu kadar erken kalkmış görmek nadirdi ancak saate bakınca, düşündüğüm kadar erken olmadığını fark ettim.

Hemen kahvaltı hazırlamak istedim ama Asamura-kun beni durdurdu.

Buna izin veremezdim.

Bu benim hatamdı. Uyuya kaldığım için sözümüzü tutamamıştım.

Fakat Asamura-kun, küçük bir çocuk gibi benimle tartışmaya başladı.

Hâlâ uykulu ve dalgın olduğum için pek karşılık veremedim ve onun dediğini yaparak sandalyeye oturdum.

Bana tereyağlı tost ve biraz kızarmış jambon verdi.

Ekmek ve et kokusu burnuma gelince, karnım hafifçe guruldadı.

Panikle, Asamura-kun’un bunu duyup duymadığını düşündüm.

Ancak o an aç olduğumu fark ettim.

Asamura-kun’un da oturmasını beklerken, aniden bana bir soru sordu.

“Sıcak süt ister misin?“

Bu ne garip bir soruydu böyle?

Bu sıcak yaz gününde bana sıcak süt içmek isteyip istemediğimi soruyordu.

Daha hızlı uyuyabilmem içinmiş.

Demek benim için ısıtmış.

Tostu ısırırken, vücudum yavaş yavaş kendine gelmeye başladı.

Yemeği bitirdikten sonra, Asamura-kun’un benim için yaptığı sıcak süte baktım ve bir yudum aldım.

Ah, ne kadar sıcak.

Klimanın serin havasına rağmen, süt içimi ısıttı.

Derin bir nefes verdim ve her şeyin hafiflediğini hissettim. Hem vücudum hem de zihnim.

“Bir süredir düşünüyorum…“

“…Havuza gitmemin sakıncası yok.“

Düşüncelerimi dile getirdiğimde, göğsümden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim.



Tek bir sorun vardı.

Maaya’nın bahsettiği havuz günü, benim ve Asamura-kun’un vardiyasıyla çakışıyordu.

Yaklaşık iki saat uyuduktan sonra, işe doğru yola çıktık.

Asamura-kun vardiyamızı değiştirmek için mağaza müdürüyle konuşmak istediğini söyledi. Ben de ona eşlik etmeye karar verdim.

Bu yüzden, birlikte yürüyerek işe gittik. O, bisikletini yanında itiyordu.

Müdür isteğimizi kabul ettiğinde, Asamura-kun’un ne kadar harika biri olduğunu bir kez daha fark ettim.

Ben asla böyle bir şeyi başaramazdım.

Ve yine, Asamura-kun’un farkında bile olmadığı ne kadar yetenekli biri olduğunu düşündüm.

Hemen bu sonucu aldıktan sonra Maaya’yla iletişime geçtim ve Asamura-kun ile birlikte katılacağımızı söyledim.

Maaya’dan kısa sürede bir yanıt geldi: “Yaşasın!“ diye yazmış, yanında da pençesini havaya kaldıran sevimli bir kedi emojisi vardı. Nazikçe gülümsedim, ama ardından uzun bir mesaj daha geldi.

Başlığı şöyleydi:

“Bolca yaz anısı biriktirelim!“

Maaya, seyahatteyken böyle bir şey mi hazırlamış? Neyse, her neyse.

Ertesi sabah... ya da daha doğrusu dün sabah.

Asamura-kun’un sadece beden eğitimi derslerinden kalma bir mayosu olduğunu ve onu giymekte tereddüt ettiğini öğrendim. Bu yüzden vardiyamızdan sonra yeni bir tane almaya karar verdi.

Peki ya ben? Aslında benim bir mayom vardı. Suisei Lisesi’nin yüzme dersleri için bir tane alırken, indirime girmiş sevimli bir model bulmuş ve dayanamayıp satın almıştım.

Lise birinci sınıfta, ailemin maddi durumu biraz düzelmişti. (Yoksa muhtemelen Suisei Lisesi’ne bile giremezdim.) Ama yine de fazla para harcamak istememiştim.

O mayoyu alalı tam bir yıl olmuştu.

Fakat… bir kez bile giymemiştim.

Dün Maaya’dan mesaj geldiğinde denemek istedim ama üzerime biraz dar geldi ve şu anki tarzımla pek uyumlu olmadığını düşündüm.

Bu yüzden işe gitme vakti gelene kadar internette yeni mayolar araştırdım. Çalışarak kazandığım parayla yeni bir tane almakta hiçbir sakınca yoktu.

Vardiyamız bitince Asamura-kun’a nereden mayo almayı planladığını sordum.

Seçtiği mağazada benim de almayı düşündüğüm marka vardı. O yüzden ben de onunla gitmeye karar verdim.

Mağazaya vardığımızda, Asamura-kun’un nasıl bir mayo seçeceğini merak ettim ancak hemen kafamı sallayarak bu düşünceleri aklımdan çıkarmaya çalıştım.

Ne önemi vardı ki? Onun alışverişine eşlik edecek değildim.

Böyle bir şeye asla cesaret edemezdim.

Bu yüzden burada ayrılmayı önerdim. Gerçi Asamura-kun muhtemelen benim içten içe paniklediğimi fark etmemiştir.

Sadece benim böyle gergin olmam haksızlık değil mi? O kadar sakinken, neden sadece ben endişeleniyorum?

Ve sonra… bugün.

Çok eğlenceliydi! Gerçekten! Aşırı eğlendim!

Havuzun nasıl bir yer olduğunu neredeyse unutmuşum!

O kadar çok atraksiyon vardı ki, bol bol yüzdüm!

Hatta oradaki insanlarla biraz sohbet ettim ve bazılarının isimlerini bile hatırlıyorum ama… yeni arkadaş edinme konusunda pek iyi değilim.

Açıkçası, ortama ayak uydurma konusunda pek başarılı olduğumu da söyleyemem. Üstüne bir de, bunu bilinçli bir çabayla yapmak bana yorucu geliyor.

Ama bugün her şey yolunda gitti.

Sanırım bunda Asamura-kun’un da büyük payı var.

Tıpkı benim gibi, Maaya’nın anlamsız şakalarına ayak uydurmuyor ama insanlarla iletişim konusunda benden çok daha başarılı. Eğer bir şey yapmak isterse, yapabiliyor.

Fakat aynı zamanda hoşlanmadığı şeyleri açıkça dile getiriyor.

İşte bu yanını seviyorum.

Shinjuku istasyonunda ayrıldık.

Tam yürümek üzereydik ki Maaya aniden Asamura-kun’a seslendi.

Onunla LINE hesaplarını değiştirmek istemişti.

Ve o anda, Asamura-kun bana baktı.

Ben ise refleks olarak gözlerimi kaçırdım.

Neden bana baktı ki?

İstediği gibi yapabilir.

Bu onun özgürlüğü.

Tekrar baktığımda, işlemi çoktan tamamlamışlardı. Asamura-kun, Maaya’ya teşekkür ediyordu.

O an, Maaya’nın bugünkü planını ne kadar ince düşündüğünü fark ettim.

Narasaka Maaya gerçekten etrafındaki insanlara karşı büyük bir sevgi besleyen biri… kendisi minicik olsa bile.

İnsanları gerçekten seviyor.

Çok fazla arkadaşı var ve herkes tarafından seviliyor.

Bense hiç yeterli değilim.

Sevdiklerim ve sevmediklerim konusunda çok katıyım.

Bir kere “Bunu istemiyorum“ diye düşündüğümde, hemen zihnimde bir anahtar çevriliyor ve tüm iletişimi kesiyorum.

Üstelik, birileriyle bir kez eğlendikten sonra onlarla bir daha vakit geçirme düşüncesi bana sıkıcı geliyorsa, kendimden nefret ediyorum.

Gerçekten dar görüşlüyüm.

Ama bir yandan da… insanlar bunu fark eder diye korkuyorum.

Kimsenin keyfini kaçırmak istemem.

Sonuçta karşımdaki kişi bana hiçbir kötülük yapmadı.

Benim sorunum… sadece bunu kabullenememem.

Bu yüzden Asamura-kun’a hayranlık duyuyorum.

Maaya’nın hazırladığı mini oyunları oynarken bile, dikkatleri üzerine çekmekten çok, diğer insanların eğlenmesine odaklanıyordu.

Başkalarının emeğini gerçekten takdir ediyor.

Bu yönüyle çok karizmatik biri.

Ama kimse bunu fark etmiyor gibi.

Acaba bunu fark eden tek kişi ben miyim?

Bu düşünce beni biraz gururlandırdı.

Ama… korktum.

Dönüş yolunda, Asamura-kun ve ben yan yana yürüyorduk.

Güneş çoktan batmaya başlamıştı, bu yüzden yüz ifadelerini seçmek zordu.

Muhtemelen o da benim yüzüme bakmıyordu.

Eğer söyleyeceksem, şimdi söylemeliydim.

O benim için gerçekten göz kamaştırıcı biriydi.

Çok havalıydı, ona hayranlık duyuyordum.

O yüzden…

“Nii-san.“

Mümkün olduğunca net bir sesle söyledim.

Kalbim deli gibi çarpıyordu.

Umarım parmak uçlarımın titrediğini fark etmemiştir…

Evet, kendime bunu söylemeliyim. Biz kardeşiz.

Ama eğer aramızda belirsiz bir mesafe bırakacak olursam, o incinebilir. O, güvenilir bir abi olmaya çalışıyor ve ben de bu mesafeyi doğru şekilde korumaya karar verdim.

Eve vardık ve oturma odasına geçtik.

Asamura-kun’un, yaptığım yemeği yerken ki haline baktığımda, annemin neden bana yemek yapmaktan bu kadar keyif aldığını anladım.

Acaba o sıcak sütü benim için hazırladığında, ben de böyle bir ifade mi takınmıştım?

Ama bu, sadece bir üvey kız kardeş olarak hissettiğim bir mutluluk. Kendime böyle söyledim. İçimdeki çalkantıyı belli etmemek için, kelimelerimi dikkatle seçtim.

“Biraz daha miso çorbası ister misin?”

Buna karşılık, Asamura-kun şöyle dedi:

“Hayır, gerek yok. Gerçekten çok lezzetliydi… Teşekkürler, Ayase-san.”

Bu sözleri söylerken, gözlerini bana diktiğini hissettim. Bir anlığına afalladım, acaba yanlış bir şey mi yaptım diye düşündüm.

Ama o, miso çorbasının tadından bahsetmiyordu.

Belki de fazla kuruntu yapıyorum.

Ya da… bu hisleri yaşamama sebep olan şey, içimdeki başka bir arzu mu?

Ancak, Asamura-kun’un bakışlarında garip bir duygu sezdim. Sanki bana üvey kız kardeşi olarak değil de, başka bir kızmışım gibi bakıyordu.

…Özür dilerim, Asamura-kun. Bu muhtemelen sadece benim kafamda kurduğum bir yanılsama.

Sen öyle bir hata yapacak biri değilsin.

Ama ya öyleyse?

Eğer gerçekten bana karşı öyle duygular besliyorsa… eğer bir gün hislerini dile getirirse… ben ne yaparım?

Doğru olanı yapıp onu reddedebilir miyim?

Korkuyorum.

Eğer bu sadece benim içimde yaşadığım bir çöküşse, bu duyguları içime gömer ve yok olana kadar görmezden gelebilirim.

Ama eğer ilk adımı o atarsa…

Bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum.

Tamamen yıkılırım.




Ertesi sabah, yastığımın yanındaki telefonumun alarmı çaldı.

Uyanma vakti gelmişti.

Annem ve babam oturma odasında çoktan uyanmışlardı.

Görünüşe göre bugün ikisi de izin almış, ailecek vakit geçirelim diye.

Annemin bu sözleri söylerken yüzündeki gülümsemeyi görünce, uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu olduğunu fark ettim.

Onun adına sevindim. Bir daha asla o zor günleri yaşamasını istemiyorum. Geçmişte tadamadığı mutlulukları artık doya doya yaşamasını istiyorum.

İşte bu yüzden…

Kendi hislerimi kalbime gömeceğim.

Şu an sahip oldukları mutluluğu bozmak istemiyorum.

Asamura-kun’a da yük olmak istemiyorum.

Tek yapabileceğim, hislerimin asla açığa çıkmamasını dilemek.

Saçlarımı kestirmeliyim.

Bu kararı alır almaz, hemen harekete geçtim.

Yomiuri Shiori-san’ın uzun ve güzel saçları, onun kadınsılığının önemli bir parçası. Asamura-kun’un da ondan etkilendiğine eminim.

Biliyorum, sadece bununla hiçbir şey çözülmeyecek ama eğer ilişkimizdeki dengeyi korumaya az da olsa yardımcı olacaksa, elimden gelen her şeyi yapmalıyım.

Komik değil mi?

Bunca zaman reddettiğim kadınsılığın içine şimdi kendim hapsoluyorum.



Yeni saç stilimle eve döndüm.

Çekmecemdeki günlüğümü çıkardım ve baştan sona tekrar okudum.

Fazlasıyla dürüstçe yazmışım.

Her kelime, her cümle…

Bu sadece…

Ona duyduğum hisleri fazlasıyla açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Ama… son bir hafta içinde yaşadığım hiçbir şey bu sayfalarda yazılı değil.

Evet, bu sadece kafamın içinde tuttuğum bir günlük.

Neden mi? Çok basit.

Asamura-kun’un, bu hisleri fark etmesini göze alamam.

Günlüğüme içimdeki duyguları olduğu gibi yazmanın büyük bir risk olduğunu fark ettim.

Eğer yazılı bir iz bırakacak olursam, bir gün o bunu bulabilir.

Bu yüzden, artık bu günlüğü yok etmeliyim.

Ve bir daha asla hislerimi yazılı bir şekilde bırakmamalıyım.

Sadece kafamın içinde hatırlayacağım.

Ona karşı, bir kız olarak hissettiğim duygularımı saklamalıyım.

Olmam gereken kişi, yaşamalı olduğum hayat… ona bir kız olarak değil, bir üvey kız kardeş olarak yaklaşmak.

Bu yüzden…

Bu “Üvey Kız Kardeş Günleri“nin artık bir günlüğe ihtiyacı yok.


https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgt_bg6Gg3VI4CRH4clVvAW9a5vdx-z0iCm4KXv85GcXN0WLjiU_l-q_BdOY8RLst6OYDLHaE7nxsxxJwmlBEtLgSKk92In5jrP8PH-cEYLx7MzqY1Ut5buJ3vDHixE-juB1WYFcbIWE-Cl/s1024/Epilog.png






*ÜÇÜNCÜ CİLDİN SONU*

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


26   Önceki Bölüm