Yukarı Çık




442   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   444 


           
Gökyüzünde süzülen yıldırım kapkaranlık şehir surlarını aydınlattı.
Sırtında deri bir çanta, elinde ise Kasırga Baltası bulunan Derrick, yaklaşık on ekip arkadaşıyla birlikte mağaranın girişinde duruyordu.
Bakışlarını yukarı doğru kaldırdığında, şehir duvarının çatlakları arasındaki kuru ve katılaşmış kara toprağın kabuklandığını, ancak buradan bir sürü inatçı, insan saçını andıran otun çıktığını gördü.
O anda hafif adım seslerini duyup hemen bakışlarını şehir kapısına doğru çevirdi.
Yıldırım ve karanlık sürekli olarak birbirini kovalamaya devam ederken, sırtında çapraz şekilde duran iki kılıç taşıyan uzun bir figür yaklaşıyordu.
Adamın solgun, darmadağınık saçları; yaşlı gözleri; derin, eski yaraları ve kahverengi bir ceketi vardı.
Bu, Gümüş Şehir’in altı üyelik konseyinin Şefi, güçlü bir İblis Avcısı olan Colin Illiad’dı.
Onu selamladıktan sonra Derrick’in bakışları istemsizce Şef’in b eline kaydı. Orada, her birinin içinde farklı bir metal şişe olan pek çok bölmeye ayrılmış deri bir kemer vardı.
Bu, güçlü ve deneyimli bir İblis Avcısı’nın sembolüydü.
    Derrick, ebeveynlerinin İblis Avcıları’nın çeşitli canavarların zayıf noktalarını keşfetmede, çeşitli materyallerin kullanımlarını tanımlamada ve canavarlara karşı özel trans yeteneğini kullanmada usta olduklarından bahsettiğini hatırlıyordu. Bu özellikler sayesinde büyülü ilaçlar, kutsal merhemler, öz yağları ve özel baskılar hazırlayabiliyorlardı. Ve bunları kullanarak hedefleri üzerinde kısıtlayıcı bir etki sağlayabiliyorlardı.
Bir anlamda, deneyimli, bilgili, hazırlıklı ve keskin İblis Avcıları, pek çok canavarın baş düşmanıydı. Bellerindeki kemerde bulunan küçük şişelerin sayısı ve çeşitliliği onların ne kadar ’deneyimli’ olduğunu gösteriyordu.
Tabii bunlar, İblis Avcıları’nın güçlerinden yalnızca birkaçıydı. Yalnızca bunlar sebebiyle yarı tanrı ya da Aziz olamazlardı.
Colin etrafına bakıp tüm ekip üyelerinin orada olduğunu doğruladıktan sonra kısık sesle söze girdi. "Aydınlanın. Hadi gidelim."
İki ekip üyesi hemen fenerlerindeki mumları yakıp sarı ışığın son derece ince olan deriden dışarı süzülerek ortamı aydınlatmasına izin verdi.
Yıldırım sıklığının nispeten daha fazla olduğu ’gündüz vaktinde’ Gümüş Şehir’de mum kullanmaya gerek olmuyordu. Dahası, yakın bölgelerdeki canavarlar da tekrar tekrar temizlenmişti. Ancak Gümüş Şehir’den ayrılıp karanlığa girdikleri anda yeterli ışığa sahip olmak zorundalardı. Aksi halde, yıldırımlar gökyüzünü aydınlatamadığında ve karanlık beş saniyeden uzun sürdüğünde ekip bazı canavarların saldırısına maruz kalabilirdi.
Üstelik yoğun bir savaş, en korkutucu gelişme de değildi. Derrick, ebeveynlerinin kendisine anlattığı bir hikayeyi çok net hatırlıyordu.
Bir seferinde, karanlığın derinliklerini keşfettikleri sırada, çürüyen cesetlerle yaptıkları ani sabah sebebiyle mumlar vaktinde yenilenememişti. Bu da ekibin sekiz saniye boyunca karanlıkta kalmasına neden olmuştu. Yıldırım yeniden geldiğinde ve mum yandığında, normalde sekiz kişi olan ekipten yalnızca beş kişi kaldığını fark etmişlerdi. Diğer üç kişi sessizce ortadan kaybolmuş, onları bir daha gören olmamıştı.
Derrick derin bir nefes alıp Kasırga Baltası’nı sıkıca kavrayarak Şef’i takip etmeye başladı.
O sırada çakan bir şimşek, uzun siyah çimlerle kaplı ovaların ürkütücü bir yağlı boya gibi görünmesini sağladı.
10 Beyonder’dan oluşan keşif ekibi, sarp çakıllarla dolu yolda yürüyor, kara çimlerin derinliklerine doğru ilerliyordu.
Bu sırada sarı mum ışığı da zayıf bir şekilde sallanarak çevreyi ayınlatıyordu.

Doğu Bölgesi, yağlı ve ucuz bir kafede.
Klein, içeri girdiğinde ekmeğine yağ sürmekte olan yaşlı Kohler’i kolayca bulabildi, öncesinde burada buluşmak için sözleşmişlerdi.
Masanın üzerinde buruşturulmuş duran sigaraya bakarak gülümsedi.
"Yeni mi aldın?"
"Hayır, öncesinden. O zamandan beri içmiyorum, ancak hep yanımda taşıyıp zaman zaman koklamak için çıkarıyorum. Heh heh, bana o serseri hayatımı hatırlatıyor. O zamanlar gerçekten de her an ölebilecek gibi hissediyordum." Yaşlı adam bu son cümleyi korku dolu bir tonda söylemişti.
Klein, gelmeden önce bozdurduğu 20 soliyi çıkarıp karşısına doğru itti.
"Geçen sefer sağladığın bilgilerden çok memnun kaldım."
Sonra da yaşlı Kohler’ın cevabını beklemeden tezgaha doğru döndü.
"Bir somun yulaf ezmeli ekmek, biraz tereyağı, iki dilim tost, bir porsiyon patatesli yahni ve bir fincan çay."
"Bay Moriarty, dün akşam yemeği yemediniz mi?" Kohler şaşkındı.
Klein başını iki yana sallayarak gülümsedi.
"Bugün çok meşgul olacağım, öğle yemeğine vaktim olmayabilir."
Aktif ve ciddi gibi davranması gerekiyordu; sonuçta Prens Edessak’tan yüz pound almıştı.
Böylece Kohler başka soru sormadı. Dikkatli bir şekilde etrafına bakarak aldığı parayı cebine yerleştirdi.
"Daha fazla şey öğrenmemi istediğiniz konuda bazı gelişmeler oldu. Azik Eggers’in başına ödül koyan, birkaç çete lideri ve bazı istihbarat satıcılarıymış. Eh, bu adamlarla iletişim kurmak zor olduğundan onlara görevi verenin kim olduğunu bilemiyorum tabii."
MI9... Klein hafifçe başını salladı.
"Bu yeterli. Daha derine inmeye gerek yok. Mesele çok tehlikeli."
Kohler rahat bir oh çekti, "İki gün önce, Altın Paravan Sokağı’ndaki ucuz bir otelde kalan biri, Azik Eggers’a benzeyen birini görmüş. Söylenene göre, ödül ilanındaki resmin aynısıymış."
“…”
Klein heyecanını bastırmaya çalışarak gülümsedi.
"Ee, sonra? Tam ben bu ödül için harekete geçecekken konu kapanmış olabilir mi?"
"Ee, sonra? O ipucuyla pek çok ödül avcısı oraya gitmiş ancak hiçbir şey bulamamışlar. Odada bir mücadele yaşandığına dair izler olduğunu söylediler." Kohler, topladığı bilgileri doğru anımsamak için zaman zaman duraksayarak konuşuyordu.
İstihbarat muhakkak önce MI9’a gönderiliyor olmalı... Bay Azik onlarla gizli bir çatışma içinde mi? Sonuç ne oldu acaba... O sırada garsonun elinde tabaklarla yaklaştığını gören Klein mırıldanır gibi bir sesle cevap verdi. "Beni Altın Paravan Sokağı’na götür. Belki ipuçları bulabilirim."
Kahvaltı saati geçtiğinden ucuz kafelerde çok az müşteri vardı.
"Pekala." Kohler tereddüt etmeden başını salladı.
"Toplam on altı buçuk peni." O sırada garson tabakları Klein’ın önüne koydu. Yahni de çok fazla et yoktu, ancak güveç iyi pişmişti. Önceden hazırlandığı belli oluyordu. Yoğun aroma Kohler’i o kadar cezbetmişti ki adam istemsizce yutkundu.
Klein ödemeyi yaptıktan sonra çatalını ve kaşığını alıp Kohler’a baktı, "Devam et."
"Artık Aptal’ın takipçilerini arayan pek fazla kimse kalmadı, yalnızca birkaç inatçı ödül avcısı... İşsiz kalan pek çok tekstil işçisi kadın ve bazı erkek işçiler Doğu Bölgesi’ni terk etti..."
"Ne?" Klein ağzındaki sığır etini yuttuktan sonra şaşkın bir şekilde başını kaldırdı. "Doğu Bölgesi’ni terk mi ettiler?"
"Başka işler bulmuş olmalılar. Nereye gittiklerini öğrenemedim," dedi Kohler dürüstçe.
"Aileleri de mi bilmiyor?" Diye sordu Klein merakla.
"Bazıları işsiz olan aile üyeleriyle gitmiş, diğerleri de iş bulmak için şehir dışından tek başına gelmiş." 
Hedef seçimine bakılırsa bir tuhaflık var... Klein bu meseleyi zihninin bir köşesine not edip başını salladı, böylece Kohler Doğu Bölgesi’nin güncel durumu hakkında bilgi vermeye devam etti.
Bir sonraki buluşmayı ne zaman yapacaklarının kararını da verdikten sonra Klein ağzını silip şapkasını aldı, "Hadi Altın Paravan Sokağı’na gidelim."

Altın Paravan Sokağı’ndaki tek ucuz otelde.
Müdür, iki penilik bahşişi aldıktan sonra Klein ve Kohler’i Azik Egger’ın kaldığından şüphelenilen odaya götürdü.
"Bu süre zarfında pek çok ödül avcısı burayı görmeye geldi. Hehe, bu bana iyi bir meblağ kazandırdı, bu nedenle odada hiçbir şeyi değiştirmedim." Otel sahibi kapıyı açıp içeriyi işaret etti.
Klein’ın ilk gördüğü tepetaklak olmuş sandalyeler ve her yere dağılmış kumaşlar oldu. Ancak mücadeleye dair başka bir belirti yoktu.
Ancak o sırada Klein’ın bakışları yatağın altına kaydı.
İki saniye bir noktaya baktıktan sonra yaklaşıp eğilerek yatağa hafifçe vurdu.
Yatağın üstünden bir toz bulutu kalkarken altından gri bir fare fırladı.
Her şey normal görünüyordu, ancak Ruh Görüsü’nü etkinleştirmiş olan Klein farenin siyah ve yeşil aura renklerini görmüştü.
Fare köşeyi dönüp duvara tırmandığında karnı da Klein’ın görüş açısına girdi.
Farenin eti yeşilleşmişti, karnından irin akıyordu. İç organlarının çürüdüğü de net bir şekilde görülebiliyordu.
Klein düşünceli bir şekilde fareye hiç aldırmayan Kohler’a baktı.
"Azik Eggers’ın başına konan ödül geri çekildi mi?"
"Hayır." Yaşlı Kohler başını iki yana salladı.
Böylece Klein birkaç saniye daha gözleriyle odayı taradıktan sonra kapıya yöneldi, "Hadi gidelim, burada kayda değer bir ipucu yok."

Minsk Sokağı 15 numara.
Bütün gündür ’meşgul’ olan Klein, yatağına uzanıp kısa süre içinde rüya alemine daldı.
Sahneler zaman zaman sürekli, zaman zamansa parçalıydı, ancak Klein çok geçmeden aniden uyandı. Rüya gördüğünü biliyordu.
    Bir güç rüyamı istila etti... Şaşkın bir şekilde etrafına bakındı.
O sırada, verimli tarlalarla çevrili bir banliyöde olduğunu fark etti.
Uzaktan akan nehir önündeki falezin etrafından dönüyordu.
Falezin bir tarafı çıplaktı ve saf, beyaz bir kaya vardı. Uzaktan bakıldığında kutsal bir güzelliğe sahip gibi görünüyordu.
Siyah palto ve koyu ceketli yaklaşık on kadın ve adam, körfezin gizli bir yeraltı girişini çevrelemişti ve aralarında Ikanser Bernard da vardı.
Beyaz Falez Kasabası... Stratford Nehri. Makinecilik Kolektif Zihni... Amon ailesinin mezarını araştırmaya başladılar mı? Ancak neden bu benim rüyama girdi? Klein şaşkındı.
O anda, nehir suyunun dalgalandığını ve kısa süre içinde üzerinde beyaz kelimelerin belirdiğini gördü: "Sadık ve mütevazi hizmetliniz Arrodes keşif durumunu bildirmek için burada."
“…”
Klein’ın ağzı açık kalmıştı, konuşmayı unutmuş gibiydi. Sonra zihninde bir ses yankılandı: Söylesene, mükemmel bir ayna neden bir ispiyoncu olsun ki?

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


442   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   444