Komari’nin romanını bitirdikten sonra, gökyüzündeki yaz’ın dalgalanan bulutlarına baktım.
"Anlıyorum. Demek böyle bir şeymiş~"
Bu sefer sesli söyledim. Bu kesinlikle benim uzmanlık alanımın dışında.
Yine de kolay okunur bir şeydi ve farkına varmadan tek seferde bitirivermiştim.
"Fena değil, değil mi?"
Prez Tamaki gururla gülümsedi.
"Komari-chan oldukça iyi bir yazar, öyle değil mi?"
"Evet, öyle diyebilirim. En azından ben böyle bir şey yazamazdım."
Biraz kıskanmış olsam da, ukala bir hava takınmaya çalıştım.
"Yeni üyeler de katıldığına göre, Edebiyat Kulübü en azından yakın gelecekte güvende olacak, değil mi?"
Uzaklardaki etkinlik alanından yüksek bir tezahürat yükseldi. Başkan Tamaki merakla oraya göz attı.
"Bu arada, Başkan, sen ne tür şeyler yazıyorsun?"
"Ben mi? Yaklaşık üç yıldır internette bir seri yazıyorum."
"Cidden mi? Bu harika. Görebilir miyim?"
" Adamım ,Bunu birine öylece göstermek biraz garip hissettiriyor..."
Hafifçe kızararak telefonunu bana uzattı. Ekranda görünen başlık tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu.
<’Aldığım Köle Kızın S-Seviyede Bir Maceracı Olduğunu Öğrendim, Bu Yüzden Ev Erkeği Olmaya Karar Verdim’>
…Bir dakika, bunu daha önce gördüm.
"Bunu biliyorum. Aslında okumuştum."
"Yok artık. Gerçek hayatta ilk kez bir okuyucumla karşılaşıyorum."
İnternette öğrenci yazarların çok olduğunu duymuştum, ama Prez Tamaki’nin, 20.000’in üzerinde toplam puana sahip bir eserin arkasındaki Tarosuke-sensei olduğunu hiç tahmin etmezdim.
"Bu etkileyici bir puan. Sence kitap olarak basılır mı?"
"Hiç sanmıyorum. Benim seviyemin çok üstünde olan tonlarca insan var."
Bu dünya böyle bir yer, ha? Binlerce okuyucun olsa bile, öne çıkmak için yetmiyor.
"Sana daha sonra Yanami-san’ın yazdığını da yollarım. Senin ilerleme nasıl, Nukumizu?"
"Sadece kabaca bir taslak oluşturabildim. Henüz gerçek metni yazmaya başlamadım. Açıkçası, iş yazmaya gelince nereden başlayacağımı hiç bilmiyorum."
"O zaman bugün en azından başlık ve özet üzerinde çalışalım. Böyle zamanlarda önemli olan, tek bir satır bile olsa bir şeyler yazmaktır."
Bir milyondan fazla kelime yazmış birinden gelen bu tavsiye ağır bir anlam taşıyordu. Ciddiyetle başımı salladım.
"Peki, dün gece sana gönderdiğim kurgu hakkında ne düşünüyorsun? Hikâyenin açılış kısmı için ve bu gece tam bir sahne haline getirmeyi düşünüyorum."
"Ah, o mu… Hmm, kahramanını geliştirme tarzın biraz daha çalışılmalı."
"Yani, kadın başrolün ana karaktere aşık olmasını haklı çıkarmak için yeterli değil mi diyorsun?"
Hmm, demek ki ana karakterle kadın başrol arasındaki duygusal bağı daha fazla yazmam gerekiyor?
"Hayır, tam tersi. Ana karakter kadını kurtarıyor ve o da bu yüzden ona aşık oluyor, değil mi?"
"Evet, aynen öyle. Başta kadın düşmanca davranıyor, ama zamanla ana karakterin nezaketini gördükçe ona ısınıyor."
"Bu… hesaplanmış görünüyor."
"Ha?"
"Birine sadece seni kurtardığı ya da sana nazik davrandığı için aşık olmak, basitçe bir alışverişten ibarettir. Bu, koşullu bir sevgi, yüzeysel ve saf olmayan bir şeydir."
Şaka yaptığını sandım, ama Prez’in ifadesi son derece ciddiydi.
"Nasıl ki su doğal olarak en düşük noktaya akarsa, dünyanın mantığı da ana karakterin basitçe sevilmesini gerektirir. Birine kapılmak, aksine, onun senden uzaklaşmasına yol açma riskini doğurur. Kadın karakterler ana karaktere ’aşık’ olmamalı. Onu doğal bir şekilde sevmeli, evrenin yasaları gereği koşulsuzca onu övmelidir."
Prez, büyük iddiasını tutkuyla dile getirdikten sonra birden çöktü ve gökyüzüne baktı.
"Keşke başka bir dünyaya reenkarne olabilsem… etrafımda bana hayranlıkla tapan insanlarla dolu bir yer olsa… Eğer biraz içki içip yüzmeye gitsem, sence bunu başarabilir miyim?"
"Obon’u bekleyelim. Böyle bir şey için zamanlama daha uygun olur gibi."
Yine de, Prez’in reenkarne olmayı hayal etmesi şaşırtıcı. Yakışıklı ve neşeli biri, üstelik çok yakın olduğu güzel bir çocukluk arkadaşı var.
Demek ki herkesin kendine göre mücadeleleri var.
Biz boş boş sohbet ederken, kızlar büyük bir ganimet taşıyarak geri döndü.
"Heeey, döndük! Alın, size bir hatıra!"
Yakishio’nun kucakladığı şey bir yığın havai fişekti.
"Vay be harika görünüyor. Bunların hepsini satın mı aldın?"
Zafer kazanmış gibi gülümseyeren Yakishio, bana birkaç havai fişek uzattı.
"Hayır! Çok hızlı koştum, bayrağı kaptım ve bum! Kazandım!"
Tam olarak ne demek istediğini hiç anlayamadım. Yüzümdeki kafa karışıklığı o kadar belirgindi ki Tsukinoki-senpai devreye girip açıklama yapma gereği hissetti.
"Yakishio-chan bir anda sahil bayrak yarışmasına katılmaya karar verdi ve bu da büyük ödül oldu. İkinizin bunu görmesi lazımdı."
"Y-Yani, gerçekten inanılmazdı."
Komari de heyecanla başını sallayarak ekledi, hâlâ yaşadığı heyecanın etkisindeydi.
"Şey, yani, o kadar da büyük bir olay değil ama… hadi ama, beni daha çok övün!"
Yakishio, ilginin tadını çıkartırken kıpır kıpırdı. Buna tamamen zıt bir şekilde, içlerinden biri ise son derece üzgün görünüyordu.
"Yanami-san ne oldu? Pek canlı görünmüyorsun."
"Yiyecek stantları yok…"
Açlıktan bitkin bir hâlde, sahildeki dükkânlara uzun uzun baktı. Dudakları sessizce ta-ko-ya-ki kelimesini oluşturdu. Bundan kesinlikle emindim.
"Şimdi çok yersen akşam yemeğe yerin kalmaz."
"…Ha? Neden?"
…Neden mi?
Yanami gerçekten şaşkın görünüyordu. Bu neden böyleydi ki? Felsefi bir soru gibi hissettirdi.
"Madem yemekten bahsediyoruz, gençlik merkezinde kendi yemeğimizi yapmamız gerekiyor, değil mi? Ne pişireceğiz?"
"Hehehe. Nukumizu-kun, et olmayacak diye mi endişeleniyorsun? Korkma."
Yanami kendinden emin bir şekilde sırıttı.
"Yakındaki kamp alanında yer ayırttım. Akşam yemeğinde mangal olacak!"
"Ah, anladım…"
Bu geziye zaten mangaldan kaçmak için gelmemiş miydi? Şahsen ben körili bir şeyler tercih ederdim. Kamp tenceresinde pişen pirincin ayrı bir tadı olur.
"Huh? Nukumizu-kun, neden bu kadar isteksiz görünüyorsun?"
Tepkimdeki isteksizliği fark eden Yanami, bana sanki bir uzaylıymışım gibi baktı.
"Mangal! Et! Daha ne isteyebilirsin ki?"
Sanki bir şeyin farkına varmış gibi aniden ellerini çırptı.
"Ah, anladım! Merak etme, dana eti de alacağız. Artık liseliyiz sonuçta."
Yanami kendinden emin bir ifadeyle bana başparmağını kaldırdı.
"...Ee, dana etiyle lise öğrencisi olmak arasında tam olarak nasıl bir bağlantı var?"
"Çok basit. Çocukları zorunlu eğitimdeyken ailelerin dana eti yemesi yasaktır. Kural bu!"
"…Öyle bir kural yok."
"Ha? Ama babam öyle dedi."
Bu konuşma giderek biraz üzücü bir hâl almaya başladı.
"Bir dakika, bu resmi bir yönetmelik mi? Okul kuralı falan olabilir mi?"
"Muhtemelen babanın işiyle ilgili bir şeydir. Hani bazı aileler çalıştıkları yer yüzünden sadece Toyota araba alıyor ya, onun gibi bir şeydir."
Güzel toparladım. Hadi bu konuyu burada kapatalım.
"...İş, ha? Babam şu sıralar ne yapıyor ki, acaba…"
Yanami başını eğdi, sesi biraz daha kederli çıkmaya başladı. Hüzün zinciri henüz kırılmadı.
"...Şey, çalışıyordur? Muhtemelen?"
"Y-Yani! Kesinlikle çalışıyor! Ama babam pek şeyle arası iyi olan biri değil… yani, organizasyonlar ve öyle şeylerle."
Tamam Yanami, burada duralım. Eğer bu biraz daha devam ederse ağlayabilirim.
*
Otobüsümüzün varış saati yaklaşmak üzereydi.
Duş alıp üstümüzü değiştirmek için gereken zamanı da hesaba katarsak, artık toparlanmaya başlamanın vakti gelmişti. Yanami de son takoyakisini bitirmek üzereydi.
Eşyaları toplarken Yakishio hâlâ günü bitirmeye hazır görünmüyordu. Deniz kıyısına bakarken gerinmeye başladı.
"Hey, bu arada, Komari-chan. Sakın… bana hâlâ suya girmediğini söyleme?"
"Huh? Ah…"
Komari telaşla çantasını karıştırıp telefonunu çıkarmaya çalıştı.
Yakishio bu fırsatı kaçırmadı. Yaramazca sırıtarak hızla hareket edip Komari’yi bir prenses misali kucağına aldı.
"Nua!?"
"Gidiyoruz! Sonra görüşürüz!"
"Görüşürüz" (x4)
Hepimiz el sallarken, Yakishio, Komari’nin çırpınan itirazlarını tamamen göz ardı ederek sahile doğru hızla koştu. Ne güçlü biri!
"Ben şemsiyeyi toplayayım o zaman."
"Harika. Şişme orkayı da halledebilir misin? Burayı ben hallederim."
Kıyıdaki su havaya sıçradı ve keskin bir çığlık duyuldu. Komari’nin çığlığı… şaşırtıcı bir şekilde oldukça sevimliydi.
"Shintaro, Kızlar marketten alışveriş yapmak için otobüsten yarı yolda inecekler. Siz ikiniz bagajları hana götürebilir misiniz?"
Tsukinoki-senpai ıslak saçlarını serbest bıraktı, simsiyah bukleleri çıplak omuzlarına doğru aktı.
Havluyla saçının nemini almaya çalışırken gereğinden fazla yaklaşarak Prez’in elindeki saat çizelgesine göz attı.
"Eğer alışveriş yapıp bir sonraki otobüse binersek, zamanlama tam denk gelir."
"Koto, saçların bana değiyor.. Soğuk."
"Kes sesini. Bilerek yapıyorum."
Yine başladılar. Alenen flört ediyorlar. Artık bir an önce patlayıp gidebilirler mi lütfen?
"Ugh… Ç-çok ıslandım…"
Baştan aşağı sırılsıklam olmuş Komari, ceketini sıkarak geri döndü. Okulun belirlediği mayo vücuduna yapışmış, bel hattını belirginleştirmişti.
…Şimdi anladım. Yanami’nin önceki yorumu sonunda anlam kazandı. Bu uyumsuzluk, yani ortamla kıyafet arasındaki tezatlık, utanç ve yasaklı bir hava yaratıyor. Kesinlikle ileri seviyede bir zevk meselesi.
"Komari-chan! Nasıl geçti? Deniz güzeldi değil mi?"
"T…Tuzlu…"
"Değil mi?! Harika değil mi ama?"
"B-Ben tuzlu dedim!"
"E, tabii ki de tuzlu! Komari-chan, çok komik şeyler söylüyorsun!"
Yakishio neşeyle güldü. Komari, boşuna çaba harcama. Onunla normal bir konuşma yapmaya çalışmak imkânsız.
Tsukinoki-senpai hızla ellerini çırptı.
"Tamam millet! Oyun zamanı bitti! Şimdi üstümüzü değiştirip hana gitme zamanı!"
…Zaten fazlasıyla eğlendik. Belki de bu noktada günü bitirip herkesin kendi yoluna gitmesine izin vermeliyiz? Bu düşünce aklımdan geçerken, şemsiyeyi omzuma attım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.