Yanami, kamp alanının açık hava mutfağında yemek yapma görevini gönüllü olarak üstlendi. Nedense, özellikle beni yardımcısı olarak seçti.
Dediği gibi, bıçak kullanma konusunda fena sayılmaz—ya da, yani, ortalama. Havuçları soyma tekniği oldukça düzgün ama beni biraz tedirgin edecek kadar da dikkatsiz.
"Yanami-san. Benimle konuşmak istediğin bir şey mi vardı?"
"Huh? Hayır, hiçbir şey. İşte, sıradaki görev: soyduğun havuçları halka halka doğrayacaksın. Bunu halledebilir misin?"
Elbette halledebilirim. Aşağı yukarı Yanami’yle aynı seviyede bir beceriyle, havuçları yuvarlak şekilde doğramaya başladım.
"Sadece neden yardım etmek için beni seçtiğini merak ettim. Neden Yakishio değil?"
Yanami’nin elleri aniden durdu.
"…Hiç Remon-chan’la aynı grupta yemek dersi yaptın mı?"
"…Uh, hayır, sanmıyorum."
Yanami’nin gözleri kısa bir an uzaklara daldı.
"Şu an hâlâ ateşten ve bıçaklardan uzak tutulması gereken bir aşamada."
Ne olmuş olabilir ki? Dışarıdan bakıldığında Yakishio, mükemmel atletik güzelliğiyle ulaşılmaz bir zirvede duran soylu bir çiçek gibi görünüyor.
Ama onu yakından tanıyınca, aslında tam bir sakar olduğunu fark ediyorsun.
"Bu arada, ateş yakma görevini gönüllü olarak üstlendi."
"Bunu duymamış gibi yapalım."
Neyse, orada ne olursa olsun, bir şekilde hallederler. Bu sırada uzun süredir merak ettiğim bir konuyu açmaya karar verdim.
"Bu arada Yanami-san, yazdığın kısa hikâyeyi okudum."
"Ne? Şimdiden mi? Biraz utandırıcı oldu şimdi."
"Bence gerçekten çok iyiydi. Okuması da inanılmaz akıcıydı."
Yanami’nin kısa hikâyesi, bir okul sabahının gelip geçici bir anını taze ve canlı bir şekilde yakalayan bir anlatıya sahip. Samimi bir üslupla yazılmış ve ana karakterin, hoşlandığı çocuğa selam verip vermemek konusunda yaşadığı içsel çatışmayı tasvir ediyor.
"Ve açıkçası, marketten alınan kızarmış tavuk şişlerinin bu kadar yenilikçi bir tasarıma sahip olduğunu hiç bilmiyordum. Bu gerçekten şaşırtıcıydı."
"Değil mi? Çoğu insan bunu bilmiyor."
Dur, biz ne konuşuyorduk yine? Neyse boş ver. Yanami’nin keyfi yerinde görünüyor.
Hazırlıkları bitirip kamp alanına döndüğümüzde, Prez yelpazeyle kömürleri canlandırırken ateşi kontrol ediyordu. Hemen yanında Tsukinoki-senpai de ona yelpazeyle serinlik sağlıyordu.
"Hey, Yakishio nerede?"
Etrafta görünmüyordu.
"Şurada, bir şeylere canı sıkkın gibi duruyor."
Işığın ulaştığı alanın hemen dışında, Yakishio bağdaş kurmuş oturuyordu. Yüzü is içinde kalmıştı ve sessizce baklaları soyuyordu.
...Görünüşe göre bir şeyler olmuş.
"Onu kendi haline bırakalım."
"Evet, en iyisi dokunmayalım."
*
Et, et, yeşil biber, et, sosis.
Gündüz yaşanan et eksikliğini telafi edercesine, Yanami durmaya niyetli görünmüyordu.
Bu arada, ben henüz lahana, soğan ve mısırdan oluşan sıramı tamamlamışken, özenle pişirdiğim et dilimi Yanami tarafından mangaldan kapıldı.
"Hey, bekle, o daha pişiyor—"
"Sorun yok, sorun yok. Nukumizu-kun, çok takıntılısın."
Yanami, daha tam pişmemiş, kanı damlayan eti mutlu bir şekilde ısırdı.
...Az pişmiş eti umursamayanlarla, etin tam kıvamında pişmesini bekleyenler arasında aşılmaz bir uçurum vardır. Çoktan kaybettiğimi fark ederek, yanmış bir havucu kemirerek diğer kulüp üyelerini izlemeye koyuldum.
"Bu harika! Bu et Meksika’dan mı?"
Yakishio, büyük bir neşeyle etine daldı, kırmızı suları dudak kenarlarından akıyordu.
"Shintaro, bu parti hazır. Tabağını uzat."
"P-Prez, bu da h-hazır."
"Sağ ol. Açık havada yemek yemek gerçekten bir başka güzel, değil mi?"
Prez, kendi mini haremini inşa etme sürecinde. Kıskanıp kıskanmamam gerektiğine henüz karar veremedim.
"Nukumizu, yeterince yiyebildin mi? Bu et mükemmel. Fırsatın varken yemelisin."
"Evet, bir şekilde idare ediyorum."
Yine de içimde garip bir huzursuzluk vardı. Etrafa göz gezdirirken aniden fark ettim.
...Neden herkes et yiyor?
Gözlerimin önünde, Yanami metal maşalarını şaklatarak mangala bir miktar daha et koydu.
"Remon-chan, şu doku tam anlamıyla Arjantin eti gibi, değil mi? İthal sığır etinde Amerika kıtası kesinlikle bir numara."
"Vay be, Yanami-chan, ne kadar çok şey biliyorsun! Arjantin, şey... bayağı uzak, değil mi? Bu, dedikleri şu dinlendirilmiş et mi?"
Yakishio, hayranlıkla bir lokma daha et ağzına atarken, Tsukinoki-senpai hafifçe gülümseyerek omuz silkti.
"Yakishio-chan, dinlendirilmiş et öyle bir şey değil. Gelecek yılki eğitim kampına gelirsen, sana gerçeğini tattırırım."
...Bir dakika, o üçüncü sınıf değil mi? Gelecek yıl da Edebiyat Kulübü’nde kalmayı mı planlıyor?
"E-Et... Ne kadar uzun zaman oldu..."
Duygularına yenik düşmüş gibi görünen Komari de önündeki eti iştahla yemeye koyulmuştu.
Yanami’nin az önce mangala koyduğu et çoktan bitmiş, diğerleri tarafından mideye indirilmişti.
...Artık eminim. Bunların hepsi "pişmemiş olsa da fark etmez" ekibinden.
Etrafımdaki herkesin düşman olduğunu düşünmek içimi burktu. Ama yine de burada oturup mağlubiyeti kabullenemezdim.
Gözlerim belirli bir malzemeye takıldı.
Gerekirse çiğ de yenebilir. Chopsticklerimi kullanarak yeni konulmuş bir sosis almaya uzandım.
"Nukkun, o daha yeni kondu. Biraz daha pişmesini beklemelisin."
"Ç-Çok açgözlüsün..."
Az pişmiş eti hiç düşünmeden mideye indirenler, nasıl olur da bana böyle bir şey söyleyebilirdi? Bu haksızlık içimi sıkıyordu, ama tam o sırada Yanami, maşayla tuttuğu bir parça domuz etini bana doğru uzattı.
"Nukumizu-kun, kesin açsındır. Al, bu pişti."
Yarım pişmiş eti uzattığını görünce içgüdüsel olarak tabağımı geri çektim. ...Neden bu sahne tanıdık geliyor?
Yan tarafta, Tsukinoki-senpai bana doğru bir tabak uzattı.
"Açsan, onun yerine bunu ye."
Tabağın üzerinde kırmızı fasulyeli pilavdan yapılmış bir onigiri vardı.
"Ha?, bu nereden çıktı?"
"Yakındaki bir tezgahtaki insanlar bizimle paylaştı. Yeni yapıldığını söylediler."
Hımm, anlıyorum. Üzerine serpilmiş tuz tam kıvamındaydı ve tadı gerçekten enfesti.
"Tatlı bir kızdı, muhtemelen ortaokul öğrencisi. Ona etle teşekkür etmek istedim ama hiçbir yerde bulamadım."
İçgüdüsel olarak etrafıma göz gezdirdim ama tanıdık bir yüz göremedim.
...Yok artık. Etrafımda vızıldayan böcekleri uzaklaştırarak kırmızı fasulyeli onigiriden kocaman bir ısırık aldım.
Akşam gökyüzü derin bir çivit rengine bürünerek gece bizi sardı.
Cırcır böceklerinin sesleri ve uzaktan gelen kurbağa vıraklamaları her yeri dolduruyordu. Rüzgârda hışırdayan ağaçlar da bu koroya katılmış, daha önce fark etmediğim canlı bir dağ senfonisi oluşturmuştu.
Tsukinoki-senpai’nin uzattığı kolunun ucunda, bir maytap havada sarı bir yay çizdi. Işığı önce sarıdan yeşile, ardından kırmızıya döndü ve parlayan kıvılcımlar saçarak geceye karıştı.
Tsukinoki-senpai çocukça bir neşeyle gülümsedi. Ancak bakışları Prez Tamaki’ye kilitlenmişti.
Fakat Prez, bunun farkında bile olmadan havai fişek kutusunu karıştırıyor, bir sonraki hangisini seçeceğine karar vermeye çalışıyordu. Hiçbir şey söylemeden, senpai bir anda Prez’in sırtına sert bir tekme attı.
"Arada bir havai fişeklere bak bari!"
"Bakıyorum. Sadece bir sonrakini seçmeye çalışıyordum."
"Of, neyse, bak şimdi! Bu büyük, o yüzden yardımına ihtiyacım var! Bunu beraber yapacağız!"
"Onu tek başına da tutabilirsin! Ah, tamam tamam, tekmelemeyi bırak!"
Bu ikisinin derdi ne böyle? Gerçekten, bir an önce evlenseler bari.
İç çektim ve elimdeki son et parçasını ızgaraya koydum. Bu kez, közlerin ölmekte olan ısısıyla onu özenle pişirmeye kararlıydım. Evet, ona gözüm gibi bakacaktım. Adı mı? Setsuko.
Yakındaki havai fişeklerin patlama sesleri yankılandı. Başımı çevirdiğimde, Yakishio’nun dönen havai fişekleri etrafa saçtığını ve Komari’nin çığlık atarak kaçtığını gördüm.
"Birbirlerine çok alıştılar, değil mi?"
Yanami, kalan yeşil biberleri gevrek gevrek çiğniyor, sanki sıradan bir atıştırmalıkmış gibi yiyordu.
Alışmak mı? Hadi öyle diyelim.
"Sen havai fişek yapmayacak mısın, Yanami-san?"
"Ondan önce biraz tatlı yapmayı düşünüyorum."
"Ah, mangal için tatlı dediğine göre..."
"Hehe, aynen, işte bu!"
"Marşm..."
"Sakatat karışımı!"
Yanami, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, bir paket karışık sakatatı zaferle havaya kaldırdı. Tabii ki.
"Bizim evde mangalı her zaman bununla bitiririz!"
Yanami ailesiyle ilgili çoğu şeyde olduğu gibi, bunu sorgulamamak en iyisiydi. Akışına bırakmaya karar verdim.
Bu sırada, Setsuko’nun ilk yüzü altın rengi, mis gibi kokan bir mükemmellikle pişmişti. Eğer Setsuko bir insan olsaydı, bu onun ilkokuldaki ilk günü olurdu. Canlı kırmızı bir okul çantası ona çok yakışırdı. Şimdi, onu çevirip diğer tarafını da iyice pişirmenin zamanı gelmişti.
Setsuko’yla hayal ettiğim tüm anılar, o naif ve geçici rüyalarım, bir kaleidoskop gibi gözlerimin önünden geçiverdi.
"Setsuko?"
"Şey, yani…"
Yanami, elindeki çubukları bana uzatarak muzipçe sırıttı.
"İstediğini söylesene o zaman. Al, aaa~"
"Eee? Ne!?"
Kimse görmeden önce etrafı endişeyle kolaçan ettim, sonra tedirgin bir şekilde ağzımı açtım. Dilimde kan ve yağın karışık tadı yayıldı.
"Güzel, değil mi?"
"E-Evet…"
"Peki bunun için bana ne kadar ödeyeceksin?"
Ih!? Tabii ya, böyle bir numara çekecekti. Bu kız, saf bir delikanlının kalbiyle oynuyor.
Ama yine de, bir fiyat biçmem gerekse…
"7-700-"
"Ay, şaka yapıyorum."
Yanami, kıkırdayarak güldü.
"Ha? Az önce bir şey diyecektin sanki? Ne? 700 yen mi?"
"B-Ben öyle bir şey demedim…"
Onun bakışlarını karşılayamayıp başımı önüme eğdim. Yanami, alaycı bir sırıtışla eğilerek yaklaştı.
"Demek benim sana et yedirmem bu kadar değerli ha? İlginç~"
"Önemli olan o değil ki. Kızlar böyle şeyleri öyle gelişigüzel yapmamalı. Bilirsin, nadirlik değeri falan… Yani, bir çeşit özelliğini korumak lazım."
"Aynen, aynen, kesinlikle haklısın. Haa, bir ısırık daha ister misin? İndirim bile yaparım."
Benimle açık açık dalga geçiyor. Sinir bozucu olsa da, ona karşı zafer kazanmak imkânsız gibi.
Dikkatimi havai fişeklerle oynayan diğer kulüp üyelerine çevirdim.
Dönen fişekleri bitiren Yakishio, şimdi iki elinde çıtır fişeklerle etrafında fır dönüyor, coşkuyla bağırıp duruyor. Kıvılcımlar, parıldayan yıldızlar gibi etrafında dans ederek geceye karışıyor. Uzaktan bakınca, bu kadar enerjik ve sevimli görünmesi…
Doğrudan muhatap olmak zorunda kalmazsanız, kesinlikle mükemmel.
Komari’ye gelince, bir süredir tüm dikkatini havai fişeklerle yeri yakmaya vermiş durumda. Yer, ailesini mi katletti ne?
Herkesin eğlenme tarzı kendine. Yanami mi? O daha çok et manyağı, havai fişek pek ona göre değil.
Neyse, Setsuko’nun hikâyesi de sona erdi. Yanami hâlâ etle meşgulken, en iyisi ben de havai fişeklerle diğerlerine katılayım diye düşündüm.
Ayağa kalkıp yığından küçük bir havai fişek aldım. Silah şeklinde tutacağı olan ucuz bir şeydi, ama çocukken en sevdiğim buydu.
"Ateş ediyormuş gibi yaparak kıvılcımları yerdeki küçük taşlara yönelttim. Sanırım biraz Komari’ye özeniyorum."
Havai fişeği yakarken, Komari’nin ne yaptığını görmek için göz ucuyla baktım.
Beyazımsı alevin ardından, elindeki büyük bir fişeği yakmaya çabaladığını gördüm. Birkaç kez denedikten sonra nihayet tutuştu ve kıvılcımlar saçmaya başladı.
Ama kısa süre sonra kıvılcımlar söndü.
Belki fişek nemlidir diye düşünürken, Komari fişeği ters çevirip gözlerini açık olan ucuna dikti.
"Yapma!"
Kendimi tutamayıp bağırdım.
Bom! Barutun patlama sesi havayı doldurdu.
Parıltı gözlerimi bir anlığına kör etti.
Görüşüm geri geldiğinde ilk gördüğüm şey, Prez’in elinde sıkıca tuttuğu fişek oldu. Yüzünde bir rahatsızlık ifadesiyle fişeğin kalanını parçaladı ve bir kenara fırlattı.
"Komari-chan, yaralandın mı!?"
"B-Ben iyiyim—"
"Bir yerin acıyor mu?"
Prez, Komari’nin ellerini dikkatle kontrol etti, sonra aniden yüzünü tutup gözlerinin içine baktı.
"Düzgün görebiliyor musun? Hiçbir yerin ağrımıyor, değil mi?"
"E-Evet… B-Ben iyiyim, c-cidden…"
"İyi… Yüzünde yara izi kalsaydı ne yapardın?"
Prez’in yüzündeki endişe nihayet yerini rahatlamış bir ifadeye bıraktı.
"Y-Yüzümde yara izi... o kadar da önemli d-değil... Ama, şey, P-Prez, senin elin... yaralanmış..."
"Saçmalama. Öyle şey olur mu?"
Fişeği tutmak için kullandığı elini rahatça cebine soktu.
"A...Ama zaten kimse yüzüme bakmıyor ki..."
"En azından sen bakıyorsun."
"Ha... Yani, ş-şey..."
"Aynaya her baktığında o izi görüp üzüleceksin, değil mi? Böyle bir şey yaşamanı istemem."
"P-Prez…"
"O yüzden böyle şeyler söyleme. Kendine iyi bak, tamam mı?"
"Tamaki Prez!"
Komari’nin sesi titreyerek gece gökyüzüne yayıldı.
Bulunduğum yerden bile derin bir nefes aldığını duyabiliyordum. Ve tam o sırada—
"S-Seni seviyorum!"
Komari’nin ani itirafıyla zaman dondu.
Yanami, ızgaradaki eti çevirdi. Bir ejderha fişeği fırladı ve şaşkın şaşkın duran Yakishio’nun saç uçlarını yakarak uçtu.
Olay karşısında donakalan Prez, sonunda konuşabildi:
"Komari-chan? Yani, bununla tam olarak ne demek istiyorsun—"
Ama Komari bir nefes daha alarak tüm hislerini sel gibi dökmeye başladı:
"Y-Yani seni seviyorum! H-Hep s-sevdim seni! B-Başından beri s-sana âşığım!"
Komari’nin sözleri, yıkılan bir baraj gibi döküldü.
"B-Bana hep bakıyorsun, bu beni ç-oook mutlu ediyor! Seni seviyorum Prez, lütfen… benimle çıkar mısın!"
Sesinin sonunda titredi ve konuşmasını bitirir bitirmez başını öne düşürdü. Sanki tüm enerjisini harcamış gibi, gözlerinde yaşlar birikti.
Bu manzara karşısında Tsukinoki-senpai bir heykel gibi donup kaldı.
Yanami yemeye devam etti. Yakishio da yanmış saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Bu insanların derdi ne?
"Şey... yani, bu biraz ani oldu, biraz… şaşırdım."
Uzun sessizliği Prez Tamaki bozdu. Konuşmaya başladı, durdu, doğru kelimeleri bulmakta zorlandığı belliydi. Birkaç kez tökezledikten sonra nihayet ağzından bir şeyler çıkabildi. Böylece donup kalan an yeniden hareketlenmeye başladı:
"Lütfen düşünmek için biraz zaman ver."
Komari hafifçe başını salladı. Tsukinoki-senpai’ye korku dolu bir bakış attıktan sonra olduğu yerden fırlayıp oradan uzaklaştı.
Bir dakika, bu…
Üç gözlemci sessizce birbirine baktı. Tsukinoki-senpai yavaşça Prez Tamaki’ye doğru yürüdü.
"...Shintaro, burada neler oluyor?"
"Ne demek istiyorsun Koto…? Yani, bu çok ani oldu—"
Tam o sırada Tsukinoki-senpai, Prez’in elini cebinden çekip plastik şişedeki suyla yıkadı.
"Sorun yok, sadece biraz is. Yanık o kadar kötü değil."
"...Yine de ’düşüneyim’ demen acımasızca. Ona umut verme böyle."
Eliyle ustaca mendilini Prez’in eline sardı.
"Hey, Koto—"
"Net olup onu direkt reddetmek daha kibarca olurdu!"
Prez’in elini sıkıca tutup ona dik dik baktı.
"Bir dakika bekle, Koto."
"Neden!? Neden onu anında reddetmedin!?"
Prez Tamaki, onun sert bakışlarına dayanamayıp bakışlarını kaçırdı.
"Kabul etmek ya da reddetmek… bu benimle Komari-chan arasında. Buna sen karar veremezsin."
Bir sessizlik daha çöktü. Böceklerin cıvıltıları arasında, tek duyulan ses ızgaradaki etten gelen ara sıra yağın cızırtısıydı.
"...Haklısın. Sonuçta biz sadece çocukluk arkadaşıyız."
Tsukinoki-senpai donuk bir sesle konuştu. Sonra, kısa bir duraksamanın ardından elini kaldırıp Prez’in yüzüne sert bir tokat indirdi.
"Sadece çocukluk arkadaşıyız, öyle mi!"
Tekrar bu sözleri haykırdı, ardından topuklarını çevirip oradan uzaklaştı. Prez Tamaki, şaşkınlık içinde öylece kala kaldı.
Yakishio’nun ayaklarının dibinde, kıvrıla kıvrıla yerde sürünen bir yılan fişeği vardı..
...Keşke her şeyi unutup şu yılan fişeğiyle oynayabilsem.
Bu gerilimden zihnen kaçmaya çalışırken Yanami ve Yakishio, bana "Hadi, bir şeyler söyle!" der gibi anlam dolu bakışlar fırlattı.
Abartılı yüz ifadeleriyle açıkça işaret veriyorlardı.
Tereddüt ettim, ama ikisi de dudaklarını büzerek sessizce "Hadi, hadi!" diye ısrar etti.
"Şey, Prez…"
Boş gözleri benimkilerle buluştu.
"Nukumizu, ha... Özür dilerim, bu eğlenceli bir kamp olmalıydı."
"Y-Yok, sorun değil! Biz buradakileri hallederiz. Şey... onun peşinden gitmelisin."
"Hangisinin?"
Ne istersen yap. Neredeyse refleksle söylüyordum, ama sözleri yuttum.
"Bu senin kendin karar vermen gereken bir şey."
...Çok da iyi değil, ama neyse.
"Anladım. ...Üzgünüm, gerisini size bırakıyorum."
Bu sözlerle Prez sendeleyerek geceye karıştı.
Arkada kalan bizler hep birlikte derin bir iç çektik. Yani, kim böyle bir şeyin aniden bu kadar büyüyeceğini beklerdi ki?
"Şey, affedersiniz… Toparlanmaya başlayabilir misiniz? Artık ateşi söndürme vakti geldi."
Çekingen ses, kamp alanı çalışanlarından birine aitti. Bize tereddütle yaklaşıyordu. Sakar ve rahatsız edici ifadesi nedense içime işlemişti.
Belli ki tüm bu karmaşayı uzaktan izlemiş, müdahale edememişti.
"Ah, özür dileriz, hemen toparlayacağız."
"Sorun değil. Siz… yoğun bir akşam geçiriyorsunuz galiba."
Ne kadar kibardı. Hafifçe heyecanlanarak çabucak tabakları toplamaya başladım.
"Tamamdır."
Bu sırada Yanami, ciddi bir ifadeyle başını salladı:
"Hepsini hemen yiyip bitireceğim."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.