En son ne zaman böyle uyuyakalmıştım? Uyandığımda saat öğleni çoktan geçmişti ve yaz derslerinin başlangıcını bile kaçırmıştım. Babamın bu ders ücretlerini ödemek için ne kadar çaba sarf ettiğini bildiğim halde derslere böyle geç kalkmak, bana onun güvenine ihanet etmişim gibi hissettirdi ve ağzımda kötü bir tat bıraktı.
Dün gece hiç uyuyamadım. Ayase-san ile dün akşam birlikte yemek yemiştik ama o kadar garipti ki, konuşmalarımızın arasında pek çok sessizlik vardı. Yatağıma girdikten sonra bile bugün yaşadıklarım ve Ayase-san’ın anıları göz kapaklarımın ardında sürekli olarak gelip gidiyordu, beni huzursuz ediyordu. Cidden, ne yapıyorum ben böyle?
Boğazım kurudu, bu yüzden bir şeyler içmeye karar verdim. Yüzümü bile yıkamaya üşenip, bir elimle acınası dağınık saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Oturma odasına doğru ilerlerken neşeli bir kadının ’Oh’ dediğini duydum.
“Yuuta-kun, günaydın.“
“Eh, Akiko-san? …Ve Babam da mı?“
“Hey uykucu.“
Babam tabletinde gazete okuyor gibi görünüyordu. Başını kaldırıp el sallayarak beni selamladı. O ve Akiko-san yemek masasında karşılıklı oturuyorlardı, önlerinde buzlu kahve fincanları vardı. Televizyonda, yabancı bir popüler dizi oynuyordu. Beklemediğim şekilde huzurlu bir manzaraydı.
“Yuuta-kun?“
“Ah… Üzgünüm. Günaydın.“ Akiko-san bir anlığına daldığım için bana endişeyle baktı, bu yüzden aceleyle bir selam verdim.
Durumdan kaçmaya çalışır gibi mutfağa girdim ve buzdolabından soğuk arpa çayı çıkardım. Bir bardağa doldurdum ve çölde bir damla su bulmuş biri gibi kana kana içtim. Odanın içindeki serin hava ve vücuduma dolan soğuk içecek beni biraz sakinleştirdi. Zihnim biraz daha netleşmeye başladı.
“Siz ikiniz neden evdesiniz?“
“Akiko-san ile konuştum ve ikimiz de Cuma, Pazartesi, Salı günlerinde küçük bir tatil yapmaya karar verdik.“
“Ahh, anlıyorum. Bu konuda hiçbir şey duymadım.“
“Eğer çok fazla izin alırsam amirlerim bana kızar ve normalde bu sefer hiç izin almayacaktım ama başka seçeneğim yoktu.”
“Bu kadar bencil olduğum için özür dilerim Taichi-san. Bugün dördümüz birlikte biraz vakit geçirebiliriz diye düşündüm.“
“Dördümüz…“
“Bunu Saki’den duydum. Dün işin yokmuş, bugün de yok değil mi?“
Bu doğru. Havuz gezimizden sonraki gün, yani bugün, aslında ikimizin de çalışmadığı bir gündü. Cuma günleri kitapçılar için en yoğun günlerden biridir, dolayısıyla yorgun bir halde buna meydan okumaya çalışmak intihara yakın bir şey olurdu. Kendim bir yana, Ayase-san’ın tüm enerjisini havuzda harcadıktan sonra kendini daha fazla yormasını gerçekten istemiyordum.
“Günün bu saatinde muhtemelen yaz derslerini kaçırmışsındır ha? Haha.“
“Bunu bildiğin halde beni bilerek mi uyandırmadın?”
“Kendi derslerine fazlasıyla düşkünsün, birkaç dersi kaçırmanın kimseye bir zararı olmaz, değil mi?”
“Eh, kabul ediyorum…”
“Fufu. Biraz bencil olmamızdan rahatsız olmamana sevindim.“
Babam sadece umursamıyor gibi görünmekle kalmadı, Akiko-san da rahat bir şekilde yorum yaptı.
“Sana kahvaltı hazırlayayım.“ Dedi Akiko-san ve mutfağa yöneldi.
Kızartma tavasında cızırdayan yağın sesini duydum ve Akiko-san aniden bana doğru döndü.
“Teşekkür ederim, Yuuta-kun.“
“Eh?“
“Saki’yi sen havuza götürdün, değil mi?“
“Ahh… Hayır, onu davet eden arkadaşıydı.“
“Ama sen onu ikna etmeseydin muhtemelen gitmezdi, öyle değil mi?“
“…Muhtemelen.“
“Bu yüzden sana teşekkür etmek istedim. Onun abisi olman içimi rahatlatıyor.“
Bunu duyduğumda donakaldım. Akiko-san’ın bunu kasıtlı olarak söylemediğinden emindim ancak “Onun abisi olman“ cümlesi sanki benim bu yanlış duygularımı adeta kınar gibi bir his uyandırdı.
“Zaten mezuniyetine iki yıl bile kalmadı… Taşınmasına sadece iki yıl var. Birlikte gerçekten bir aile olabileceğimiz o kadar az fırsat kaldığını düşündükçe üzülüyorum ve yalnız hissediyorum.“ Akiko-san’ın belli belirsiz gülümsemesi nefesimi tutmama neden oldu.
“Birlikte bir aile olmak“ dedi. Düşünüldüğünde çok önemsiz bir istek gibi gelebilir ama Akiko-san için bunun ne kadar hayati ve önemli olduğunu biliyordum. Muhtemelen babam için de öyleydi. İkisi de cehennem gibi bir evlilikten geçmiş ve pek mutlu olamamışlardı. Şimdi ise tutunabilecekleri yeni bir evlilik bulmuşlardı ve sıradan günler bile onlar için bir hazine değerindeydi.
Eğer Ayase-san’a karşı romantik duygular beslediğimi ve onu bir kadın olarak gördüğümü öğrenselerdi ne düşünürlerdi? Yaşadıkları onca şeyden, çektikleri onca acıdan sonra nihayet küçük bir mutluluk alanına ulaşmışlardı. Kendi bencil, anormal duygularımla bu huzuru gerçekten bozabilir miydim?
—Evet, bunu yapmamın imkanı yok.
Öz annemin yüzü gözümün önüne geldi. Babam yaşamamız için gerekli olan parayı kazanmak için gece gündüz çalışırken, annem onu sürekli kendi bencil arzularıyla bombardımana tutuyordu ve netice de kaçmak için başka bir adam bulmuştu. Geçmişte o kadını mantık ve sağduyu nedir bilmeyen bir maymun olarak küçümsemiştim.
Babama sonsuz sevgi ve saygı duyduğumdan değil ama o bu muameleyi asla hak etmedi. Başkalarının arzuları uğruna sürekli bir kenara itilmesini gerektirecek hiçbir şey yapmadı.
Eğer bana içimde büyüyen bu duyguları hemen bastırıp bastıramayacağımı sorsaydınız, bunu yapabileceğimi söylemek yalan olurdu ancak bu duyguyu içimde derinlere hapsedip uzun süre dinlenmeye bırakırsam, yok olup gidecektir… Gerçekten mümkün mü bu ? Ondan gerçekten vazgeçebilir miyim? Böylesine çekici bir kadın ve böylesine harika bir insan olan birinden?
“Bu arada, Ayase-san nerede? Hala odasında mı?“
“Sanırım birazdan gelir.“
“Dışarı mı çıktı? Bu beklenmedikti.“
“Gerçekten de. Kaç ay oldu merak ediyorum…? Ah, İyi insan lafın üstüne gelirmiş.”
Ön kapının açılma sesini ve yaklaşan ayak seslerini duydum.
“Kaç ay? Ne…“
Ne demek istiyorsun — demek istedim ama cümlem ortasında durdum. Ne de olsa cevap, sormama gerek kalmadan önümde belirmişti.
“Ben geldim, Anne, Baba.“ Su gibi berrak bir ses oturma odasından geçti.
Bu ses elbette Ayase Saki’den başkasına ait değildi - ya da öyle olmalıydı. Bunu kendimden emin bir şekilde söyleyemememin nedeni, bunun alışık olduğum Ayase Saki olmamasıydı.
“Tekrardan hoş geldin Saki. Ayy, ne kadar ferah bir görünümün olmuş~“
“Saki-chan! Ohh, ortam bir anda parladı vallahi.“
Ebeveynlerimiz, Ayase-san’ı aynı anda övdü ve gerçekten de o kesinlikle değişmişti.
Ayase Saki’nin silahlanmasının simgesi olan buğday tarlası gibi parıldayan uzun altın sarısı saçları kısalmıştı. Eskiden sırtına kadar uzanan saçları artık omuzlarında bitiyordu. Orta uzunlukta bir saç kesimi gibiydi.
Saçları piercinglerini artık gizlemediği için öncekinin çok daha belirgin hale gelmişti, adeta bir yılanın, tehlikeli ama bir o kadar da cezbedici dişlerini sergileyen hali gibiydi. Birbirimizi henüz üç aydır tanıdığımızı hatırladım. Normal bir hayat süren birinin eninde sonunda saçını kestirmesi, hatta fiziğinde ya da makyajında değişiklikler yapması gayet doğaldı ama ben sadece tek bir halini gördüğüm için bu değişikliğe nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum.
Okuduğum tüm hikâyelerde, böyle büyük bir karar ya da görünüşteki bir değişiklik genellikle kişinin hayatında yaşanan büyük bir olayın sonucu olurdu. Bu yüzden bunu gördüğümde istemsizce “Neden şimdi?“ diye düşünmeden edemedim. Eminim bu kararın arkasında özel bir anlam yoktur ama yine de bir şeylerin ters gittiğini hissediyordum ve bu durum beni fazlasıyla bunaltmıştı. Tüm tereddütlerim ve düşüncelerimin sonunda ise, söyleyebildiğim en iyi şey her zaman kullandığım sıradan bir cümle oldu.
“Tekrar….Hoş geldin, Ayase-san.“
“Ben geldim, Nii-san.“
Bir an bile tereddüt etmeden ebeveynlerimizin önünde bana “Nii-san“ diye hitap etti.
“Saki… sen az önce…“
“Saki-chan…!“
Ebeveynlerimizin sevinç dolu sesleri üst üste bindi ama bu sesler bana fazlasıyla uzak geliyordu. Aramızda belli bir mesafe olması, soğuk bir ilişki sürdürmemiz ve birbirimize güvenmememiz konusunda endişeliydiler. Ayase-san’dan gelen bu tek kelime muhtemelen hepimizin bir adım ileri gittiğini hissetmelerini sağladı.
Neden birdenbire saçını kesti ki? Neden birdenbire bana “Nii-san“ demeye başladı? Söyleyebileceğim hiçbir şey yoktu, sadece bu ani davranış değişikliğini kendi çıkarımlarım ve varsayımlarımla anlamaya çalışabiliyordum. Eğer tahmin etmem gerekirse beni uyarıyordu, biz kardeşiz ve asla başka bir şey olamayız diye.
Bu çok ironik bir hikâye. Böyle bir sorun çıktığında, elimizi açıkça gösterip her zamanki gibi birbirimize uyum sağlasak ne kadar da kolay olurdu ama yine de hissettiklerimi açığa vurmadan bu durumu tamamen kendi içimde halledebileceğimi fark ettiğimde kendimi rahatlamış buldum.
O anda duygularımla nasıl yüzleşebileceğimi düşünmek için zamana ihtiyacım vardı. Bu romantik duyguların tabutuna bir çivi çakmak istiyordum, bu da sadece kardeş olacağımız sağlıklı bir ilişki sürdürmemizi sağlayacaktı. Ayase-san nasıl hissettiğimi bilmese de, bu duyguları silmenin yollarını bulmam gerekiyordu.
Yeni saç modelinden çok etkilendiğime dair farkındalığımı bastırırken, sessizce kararlılığımı pekiştirdim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.