Gece yarısını biraz geçiyordu ve kendimi yine düşünceler içinde kaybolmuş halde buldum. Aklımı en çok meşgul eden şey doğal olarak kültürel festival günü Asamura-kun ile yaptığımız sözdeydi… Birlikte bir yere gidecektik. Sadece ikimiz. O günden beri aklımda hep aynı sorular dönüp duruyordu: Nereye gitmeliyiz, onu nasıl davet etmeliyim, birlikte ne yapabiliriz?
Ama en büyük sorun Asamura-kun’un tavrıydı. Bana karşı olan davranışları ve genel tavırları, verdiğimiz sözü unutmuş olabileceği endişesini içime düşürdü. Bu yüzden de bu konuyu sessizce kendi içimde dert ediyorum. Bunu düşünüp durdukça sanki sadece ben bunun üzerinde kafa yoruyormuşum, yalnızca ben gerçekten bunu dört gözle bekliyormuşum gibi hissettim. Bu da yatağımda sürekli dönüp durmama sebep oldu. Eğer böyle devam ederse değerli uykumu kaçıracağım. Kendime bunu tekrar tekrar söylüyorum ama yine de…
Ve işte, Pazartesi oldu bile. Gözlerimi açtığımda okul vakti gelmiş olacak. Battaniyemi başıma kadar çektim ve gözlerimi sıkıca kapattım. Uyumalıyım. Artık uyuma zamanı… Kendime bunu söylerken telefonumun zil sesi bir anda sessizliği delip geçti.
“Ah, hadi ama…”
Bu saatte beni rahatsız edenin kim olduğuna bakmak için telefonumu aldım ve beklediğim gibi mesaj atan kişi Maaya’ydı. Bana LINE üzerinden bir mesaj yollamıştı.
“Bu saatte mesaj atılır mı hiç?” diye söylenerek mesajına göz gezdirdim.
‘Uyuyamıyorum, yardım eeeet!’
Sen de mi? İç çekerek cevap yazdım.
‘Uyu.’
‘Ama saatlerdir bunu düşünüp duruyorum! Az önce bir video izledim ve içindeki adam çok garip bir şey söyledi!’
‘Ne dedi?’
‘Adam “Her şeyi iyice teyit ettik!“ dedi. Bunda bir sorun yok gibi, değil mi? Ama düşün bir kere! Japoncada bir şeyden emin olduğumuzda 確 (kesin) ve 認 (tanımak/kabul etmek) karakterlerini birleştirerek 確認 (kakunin – teyit etmek) kelimesini oluşturuyoruz. Hep böyleydi ama mesela attan düşmek için 落 (düşmek) ve 馬 (at) karakterlerini kullanıyoruz ve 落馬 (rakuba – attan düşme) kelimesi ortaya çıkıyor. Fiillerin sırası ters! Bu beni delirtiyor!’
Bunu kim umursar ki?
‘O yüzden düşündüm ki… Ya bu sıralamayı değiştirsek? Ama ne kadar derine insem o kadar kafam karıştı! Artık bu kelimeyi kullanmak bile istemiyorum!’
Bu, önceki derdinden bile daha az önemliydi.
‘Yat artık.’
‘Hayııır! Hadi bunu birlikte düşünelim!’
‘Bu saatte neden video izliyorsun ki zaten?’
Bunu anın sıcaklığıyla sormuştum ve Maaya anında uzun bir mesajla sebebini açıklamaya koyuldu. Mesajları her zaman dopdoluydu. Bu kadar hızlı nasıl yazabildiğine her seferinde şaşırıyorum. Söylediklerini birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse, kaçırmak istemediği geç saatlerde yayımlanan animesini izlemişti bu yüzden de hala uykusu gelmemişti. Yeniden uykulu hissetmek için birisinin canlı yayınını izlemeye başlamıştı ama bu tam tersi bir etki yaratmıştı.
Bu konu hakkında ilk yorumum şu olurdu: Kendi sorunlarına arkadaşlarını dahil etme. İkinci olarak, eminim ki izlemek istediğin animeyi dilediğin zaman açıp izleyebileceğin yayın platformları vardır. Artık bir şeyleri kaçırmamak için uykusuz kalmaya gerek yok. Üstelik Maaya’nın kendisi de kısa süre önce bu argümanı savunuyordu. O halde neden hâlâ bölümleri canlı izleme ihtiyacı hissediyordu ki?
‘Ben de o tür yayın platformlarını kullanıyorum ama gerçek zamanlı izlemenin yerini tutmuyor! Dünyanın dört bir yanındaki insanlarla aynı anda aynı animeyi izleyip, aynı duyguları paylaştığını hissetmek… bu öyle kolayca taklit edilebilecek bir şey değil!’
‘Ama onların gerçekten seninle aynı duyguları paylaştığını bilemezsin, değil mi?’
‘Bla bla bla! Eğlencemi mahvetme, Sakinosuke! Son derece üzgün olduğumu en derin saygılarımla belirtmek zorundayım!’
Sakinosuke mi? Ne zaman tarihi bir drama sahnesine döndü bu sohbet?
Yine mi? Kendi yarattığın karmaşaya beni bulaştırma… Off. Gerçekten uyumayı umuyordum, tam o anda ona sormak istediğim bir şeyi hatırladım. Bu yüzden kabul ettim. Mesajımı gönderir göndermez telefonuma gelen arama bildirimi belirdi. Ne kadar hızlı! Büyük ihtimalle parmağı zaten arama tuşunun üzerindeydi.
“Aloha, Saki~“
“Hawaii’ye mi taşındın?“
“Kendimi yalnız hissediyorum, o yüzden biraz pozitif enerjiyle moralimi yükseltmek istedim.“
“…Kapıyorum.“
“Ahhh, hayııır! Benimle ilgilen! …Ha, bir de.“
“Şimdi ne var?“
Maaya’nın birden ciddileşen tonu beni şaşırttı.
“Saki, bana sormak istediğin bir şey var, değil mi?“
“…Ha? Hayır, kesinlikle yok.“
“Gerçekten mii? Genelde her şeyi kendi hızında yaşayan birisin ve bu saatte telefonla konuşmaya pek yanaşmazsın, değil mi?“
“Tch.“
“O yüzden düşündüm ki, bu teklifi kabul ettiğine göre kesin benden bir konuda tavsiye almak istiyorsundur.“
“Cidden… bazen gereğinden fazla keskin oluyorsun.“ Derin bir iç çektim.
Aslında sohbeti doğal bir şekilde o konuya yönlendirmeyi planlıyordum ama yakın arkadaşım bu tür numaralara bağışıklık kazanmış gibi görünüyor.
“Biliyordum!“
“Şey… Diyelim ki rastgele bir erkekle bir yere gitmek istiyorsun.“
“Nereye?“
“Yer çok önemli değil. Önemli olan onunla bir yere gitmek istemen.“
“Tamam, anladım.“
“Onu doğal bir şekilde nasıl davet ederdin?“
“Asamura-kun’la bir yere mi gidiyorsun?“
Ne?!
“B-ben Asamura-kun’un adını hiç anmadım, değil mi?“
“Saki, sen öyle rastgele biri için endişelenmezsin. Eğer bu kişi sana yakın biri olmasaydı, dünyanın en iyi keskin nişancısı gibi mesafeni korur, herkese soğuk davranarak insanlığı ikinci bir buzul çağına sürüklermişçesine uzak dururdun.“
“…Cidden beni böyle mi görüyorsun, Maaya?“
“Yani, senin için gerçekten önemli olan ve dışarı davet etme konusunda bu kadar düşündüğün tek kişi Asamura-kun olurdu.“
Öyle değil…
“Bu arada, Shinjou’nun saldırıları son zamanlarda yatıştığına göre geriye tek seçenek Asamura-kun kalıyor.“
“Maaya. Saçma sapan düşüncelere kapılmadan önce şunu bil ki… Diyelim ki bu çocuk gerçekten Asamura-kun ama birlikte dışarı çıkma sebebimiz kesinlikle senin düşündüğün şey değil.“
“Öyle diyorsan…“
Hayatım boyunca hiç kimseden bu kadar güvensiz bir yorum duymamıştım. Farkında olmadan telefonumu eskisinden daha sıkı kavradım. Maaya ise şüpheli bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.
“Burada en önemli şey bahane. Eğer onu davet etmek için mantıklı bir sebebin yoksa, bu aslında başka bir amacın olduğu izlenimini yaratır ve o da daha temkinli davranır.“
“Benim hiçbir gizli amacım yok.“
“Hımmmm…“
“Tekrar ediyorum, öyle bir şey—“
“O zaman bu, iyi bir bahane bulman için daha da büyük bir sebep. Sonuçta seni reddetmesini istemezsin, değil mi?“
“Şey… Ben…“
Bunu hiç düşünmemiştim ama Maaya haklıydı. Bunu neden hiç hesaba katmamıştım ki? Belki de Asamura-kun gerçekten benimle bir yere gitmek istemiyordur. O günden sonra verdiğimiz sözü hiç gündeme getirmedi. Ya gerçekten reddederse?
“Örnek vermek gerekirse… Hey, beni dinliyor musun?“
“Ah, evet, tabii ki.“
“İki gün sonra, Narasaka Maaya adındaki arkadaşının doğum günü.“
“Ah, tebrikler.“
“Ne kadar umursamaz bir cevap! Hem de çok erken!“
“Gerçek gününde mi söylemem gerekiyordu?“
“Benim için fark etmez. Neyse, bunu onu davet etmek için bir bahane olarak kullanabilirsin. Mesela, ’Narasaka Maaya’nın doğum günü partisi için hediye almak istiyorum’ diyebilirsin.“
“Doğum günü partisi mi yapmayı planlıyorsun?“
“Hiç de bile. Ya da daha doğrusu, planlamıyordum… Ama senin için bir bahane yaratmak adına belki yapabilirim diye düşündüm.“
“Bu senin için fazla zahmetli olmaz mı?“
“Hiç de değil. Sonuçta sadece sen ve Asamura-kun geleceksiniz.“
Bu gerçekten doğum günü partisi sayılır mıydı? Zaten zaman zaman Maaya’nın evine gidiyorduk, bundan ne farkı olacaktı ki?
“İşte bu yüzden harika bir fikir! Sen de, o da gergin hissetmek zorunda kalmazsınız. Hem onu davet etmek için mükemmel bir bahanen olur!“
Anlıyorum. Daha önce Maaya’nın evine gitmiştim ve eğer bu bir doğum günü partisi bahanesiyle olursa, Asamura-kun da o kadar çekingen davranmazdı.
“Ama emin misin?“
“Neden?“
Benden farklı olarak Maaya, okulda oldukça popülerdi. Eğer bir doğum günü partisi düzenleyeceğini söyleseydi sadece sınıfımızdan değil, tüm okuldan insanları bir araya toplardı. Açıkçası, her yıl böyle bir parti düzenlediğini duysam hiç şaşırmazdım. Ona bunu sorduğumda, eğer böyle bir parti yaparsa katılmak isteyen herkesi aynı çatı altında toplayamayacağını dolayısıyla bazılarını geri çevirmek zorunda kalacağını açıkladı ve bu durumun, insanları üzmekten başka bir şey olmayacağını düşündüğü için baştan hiç parti yapmamayı tercih ettiğini söyledi. Gerçekten, ne kadar mükemmel biri olabilir ki? Herkese eşit şekilde değer veriyor.
“Ama bu seferki amacım sadece seninle Asamura-kun arasındaki filizlenen aşkı desteklemek, o yüzden bu kadarcık şey sorun olmaz~“
“Tekrar söylüyorum, düşündüğün gibi değil.“
“Neyse, bu konuşmadan sonra Asamura-kun’a bir davetiye göndereceğim. Ayrıca sadece ikinizi davet ettiğimi ona söyleme. Onun için sürpriz olacak, hihihi.“
Telefonun diğer ucundan gelen kıkırdamasını duyarken saate baktım. Saat gece 2’yi çoktan geçmişti ve battaniyemin dışına çıkan omzum hafiften üşümeye başlamıştı.
“Vay be, saat ne ara bu kadar geç oldu… Yarın derse geç kalırsam—“
“Ben minimum üç saat uyku ile tamamen kendime gelirim!“
“Bu kadar uyuyunca gerçekten kendine gelebiliyor musun?“
“Beni mi merak ediyorsun? Endişelenme, toplamda altı saat uyuyorum.“
Peki o altı saati ne zaman tamamlıyorsun tam olarak?
“Bu pek hoşuma gitmiyor… Asamura-kun’dan önce uyanıp kendimi toparlamak istiyorum.“
“Mükemmel görünmek sana ekstra puan kazandırmaz. Bazen ufak tefek açıklar vermelisin, o zaman eminim ki sevimli bulacaktır. Hatta çok tatlı bile diyebilir.“
“Öyle bir şey olmaz…“
Kültür festivalinde, bu tür bir “sevimlilik“ gösterme konusunda pek yetenekli olmadığımı fark etmiştim.
“Hah, ne demek istediğini anlıyorum ama…“
“Oooo! Sonunda bana dürüst mü oluyorsun, Sakippe?“
Yine kim o?
“Erkekler gizliden gizliye böyle şeyleri severmiş, öyle duydum.“
“Oh, oh, oh! Son dakika haberi! Bunu kimden duydun? Hah, doğru ya. O zaman partiye gelmeden önce eve uğrayıp üstünü değiştir.“
“Sadece üçümüz olacağımız halde mi?“
“Sürpriz en iyi baharattır! Hem böylece iki gün üst üste buluşmuş olursunuz, değil mi?“
Bu sadece sıradan bir doğum günü partisi, bu kadar abartmaya gerek yok, off.
“…Ben yatıyorum.“
“Tamam! İyi geceler~“
Birbirimize iyi geceler diledik ve telefonu kapattık. Maaya ile konuşurken hep aynı şey—dalga geçme, sataşma… Ah. Ancak… “ufak açıklar ver“ öyle mi? Beni sevimli bulması için böyle bir şey mi yapmam gerekiyor? Yok, asla. Ayase Saki, biraz düşün. Maaya’nın sözlerine bu kadar güvenmemelisin. Bilerek sakarlık yapmak ters tepebilir…Sanırım.
Battaniyemi tekrar başıma kadar çektim ve gözlerimi sımsıkı kapattım—Evet, kesinlikle olmaz.
Ve tabii ki kimseyi şaşırtmayan bir şekilde, ertesi sabah geç kalktım. En kötüsü de banyoya giderken Asamura-kun ile karşılaşmam oldu… hem de hâlâ pijamalarımı üzerimdeyken. Tanrım, bu çok utanç vericiydi. Aynaya baktığımda saçlarım her yöne dağılmıştı. Utançtan yerin dibine girmek istedim. Nasıl olur da kendi kendime böyle bir “açık” verebilirim ki?
Maaya’nın doğum günü partisine gelince, konuyu sabah kahvaltıda Asamura-kun’un kendisi açtı. “Ne yapmalıyız?“ diye sordu. Önceden düşündüğüm tüm kelimeler havaya uçup yok oldu. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki masanın karşısından bile duyabileceğinden korktum. Soğukkanlılığımı korumaya odaklandım ve yanıt verdim.
“Onunla birlikte kutlamayı düşünüyordum. Peki ya sen?“ diye karşı bir soru yönelttim.
Aslında konuyu doğal bir şekilde hediyeden açmayı planlıyordum ama Asamura-kun benden hızlı davrandı. Resmen dehşete kapıldım. Gerçekten aklımı mı okuyordu? Sonrasında, bu zamana kadar hiç bir kıza hediye almadığını söyledi. Öyle mi? Demek daha önce hayatında böyle biri olmamış… Bekle, neden bunu duyduğuma seviniyorum ki? Gerçi, ben de şimdiye kadar sadece anneme hediye almıştım dolayısıyla söyleyecek pek bir şeyim yok. Kendimi toparlayıp, uzun zamandır sormak istediğim soruyu nihayet dile getirdim.
“Beraber hediye almaya gitmek ister misin?“
Soruyu sorarken sesimin titrediğini düşündüm. Asamura-kun önce kısa ve net bir “Ama,“ ile karşılık verdi. O an, göğsümde bir sıkışma hissettim, neredeyse acı verecek kadar. Fakat… hayır demedi. Bunun yerine buraya yakın bir yerde alışverişe gidersek okuldan birilerinin bizi görmesinden endişelendiğini söyledi. Ben de aynı şeyi düşünüyordum. Kısa bir süre düşündükten sonra Asamura-kun daha uzak bir yere giderek alışverişin tadını çıkarabileceğimizi önerdi. Hafif bir baş hareketiyle onayladım.
“Kültür festivalinde konuştuğumuz şeyi hatırlıyor musun?“ diye dikkatlice sordum.
Asamura-kun nazik bir insandı. Sırf benim bir arkadaşıma hediye almak için bu teklifi kabul etmiş olması mümkündü. Ama cevabı—
“Tabii ki.“
O kadar mutlu oldum ki… İyice emin olduğum için sevindim.
Hâlâ o kitapçıda yarı zamanlı çalışıyorum. Son zamanlarda Asamura-kun ile aynı vardiyalarda denk geliyoruz. Bugün üç kişiyiz. Yomiuri-senpai ve ben kasada dururken, Asamura-kun yeni gelen dergilere yer açmakla meşguldü. Kasadaki sıra azaldıkça, gözlerimin farkında olmadan Asamura-kun’a kaydığını fark ettim. Tabii ki Yomiuri-senpai bunu hemen fark edip beni yakaladı. “Demek Junior-kun ile ilgileniyorsun ha?“ diyerek alaycı bir şekilde takılmaya başladı.
“Kesinlikle öyle bir şey yok!“ diye hızla reddettim.
“Öyle mi dersin?“
Yine söylediklerime neredeyse hiç inanmayan birisi daha. Kasada bekleyen pek az kişi olduğundan ve haliyle biraz sıkıldığımızdan olsa gerek, Yomiuri-senpai sohbet başlatmaya karar verdi.
“Cadılar Bayramı yaklaşıyor, değil mi?“
“31 Ekim’deydi, sanırım“
“Aynen öyle, ekim ayının sonunda. Çünkü Cadılar Bayramı, büyük etkinlikten önceki küçük festival—Tüm Azizler Günü.“
“Tüm Azizler… ne?“
“Tüm Azizler Günü, yani 1 Kasım. Dünyadaki tüm azizler için dua edilen gün. Aptallar için ayrılan gün ise 1 Nisan.“
“1 Nisan Şaka Günü’nü mü diyorsun?“
“Aynen öyle ama 1 Kasım’a ‘Kasım Azizler Günü’ falan demiyoruz, değil mi? Ya da diyor muyuz? Bunun hakkında bir bilgin var mı?“
“Hayır, maalesef yok.“
“Neyse, Cadılar Bayramı burada, Shibuya’da büyük olay.“
Yomiuri-senpai ile konuşurken konunun bir o yana bir bu yana savrulması artık beni şaşırtmıyordu. Onun garip düşünce akışına ayak uydurmaya nihayet alışmıştım. Gerçekten de inanılmaz hızlı düşünüyor. Asistan Profesör Kudou ile sürekli atıştığını düşününce, bu durum beni pek şaşırtmadı. Üniversitesinin açık kampüs etkinliğine katıldığım günü hatırlayınca içim biraz burkuldu.
“Cadılar Bayramı, Shibuya’yı asla uyumayan bir şehre çeviren etkinlik.“
“Haksız sayılmazsın. Son zamanlarda, kostümlerle tam bir ‘Kutsal Toprak’ havası estiriyor.“
Özellikle Shibuya şehir merkezi… Sokaklarda dolaşan kostümlü insanlarla dolup taştığı için neredeyse her yıl haberlerde konu oluyordu. Kalabalık o kadar yoğun oluyordu ki her adımda birine çarpmamak imkânsızdı.
“O kalabalık gerçekten mide bulandırıcı. O günlerde şehir merkezinden kesinlikle uzak durmak istiyorum.“
“Saki-chan, biz zavallı insanlar neden bütün bu karmaşaya rağmen kendimizi şehir merkezine atmak zorunda kalıyoruz, biliyor musun?“
“Ne? Gerçekten bir sebebi mi var?“
“Çünkü çalışıyoruz.“
Ah. Şimdi hatırladım. Asamura-kun ve benim 31 Ekim’de vardiyamız vardı. Görünüşe göre Yomiuri-senpai de aynı kaderi paylaşanlardan biri.
“Bari biraz eğlenelim, vardiya sırasında kostüm giyelim?“ diye sordu.
İş yerinde olmama rağmen başımı hızla iki yana salladım. Ne kadar saçma bir fikir!
“Bence üçgen şapkalı bir cadı kostümüyle çok sevimli görünürdün.“
“Sevimli…?“
“Ah, tam isabet mi?“
“Hiç de değil,“ dedim sakin olmaya çalışarak ama sesimde en ufak bir inandırıcılık yoktu.
Yomiuri-senpai, fırsattan istifade ederek beni tekrar tiye aldı. “Biliyordum! Junior-kun’u düşündüğünü biliyordum.“ dedi. Kan beynime sıçradı. Sanki bu yetmezmiş gibi tam o anda Asamura-kun kitap raflarındaki işini bitirip geri döndü.
“Bakım işini ben devralırım!“ diye pat diye söyledim ve kasadan kaçarcasına uzaklaştım.
…Bunu garip bulmamıştır, değil mi?
Daha sonra, eve doğru yola koyulduk. Hava o kadar soğuktu ki kışın geldiğini hissettirdi. Ellerimi birbirine sürterek ısıtmaya çalıştım. Asamura-kun, bisikletini yanında iterek yanımda yürüyordu. Böyle anlarda insanlığımın eksikliğini çok net hissediyorum. Onun ilgisini çekecek bir konu açmayı bile beceremiyorum. Sanki kaybolmuş gibi görünmemek için sadece çaresizce çırpınıyorum. Yapabildiğim tek şey üşüyen ellerime sıcak nefes üflemekti.
Kıyafetlerimin bana yakıştığını söyledi… Muhtemelen sadece beni kötü hissettirmemeye çalışıyordu değil mi? Ellerimi ceplerime sokup sıkıca yumdum. Sonunda, boğazımda düğümlenen kelimeleri zor da olsa dışarı çıkarabildim.
“Yarın alışverişe gitmeyi dört gözle bekliyorum.“
Gerçekten ağlayacağım. Neden böyleyim? Ama Asamura-kun—
“Ben de.“
—diye cevap verdi. Sanki bu heyecanı sadece ben yaşıyormuşum gibi düşünüp utanmıştım ama o anında kabul etti. Yanımda yürürken yüzüne kaçamak bir bakış attım. İçimde bir sıcaklık hissettim. Ceplerimin içinde ellerimi hafifçe açıp kapattım. Karşılıklı bir sohbet konusu bulmak gerçekten çok zor ama sanırım böyle, sessizce yan yana yürümek de o kadar kötü değil.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.