Yukarı Çık




45   Önceki Bölüm 

           
20 Ekim (Salı) – Ayase Saki





Bugün, Asamura-kun ile alışverişe çıkacağımız gün. Bunu düşündükçe içimi tarifsiz bir gerginlik kaplıyor. Derslere bile odaklanamadım. Öğle arası geçtikten sonra insanın iyice uyuştuğu dersler başladığında, sıramda oturup tahtada yazılanları not almak yerine sadece düşüncelere dalıp gittim.

Tavırlarımı ve bir erkeği neyin daha mutlu edeceğini düşünüyordum. Kardeşten daha fazlası, sevgiliden ise daha azı olmak tam olarak ne anlama geliyor? Bir gün gelip de böyle şeyler üzerine kafa yoracağımı hiç hayal etmezdim. Aslında bu tam olarak doğru değil. Söz konusu herhangi bir erkek değil. Etrafımdaki diğer erkekler umurumda bile değil. Sadece değer verdiğim o çocuğun benden nefret etmesini istemiyorum.

Düşüncelerim bulutların arasında gezinirken beşinci ders bitti. Tenefüs başladı ve sınıfın diğer ucundan yanıma gelen Maaya da öyle.

“Ne oldu?“

“Huh…? Hiçbir şey, neden ki?“

“Yalancı, yalancı, eteklerin tutuşmuş! Bütün ders boyunca boş boş bakındın.“

“Sen önce kendi dersine odaklan!“

Bunu nasıl fark etti ki? Madem bana bakacak kadar vaktin var, o zaman dersi dinlemeye çalışsan daha iyi olmaz mı? Gerçi, son deneme sınavında benden daha yüksek bir sıralama aldığı için bunu ona söyleyebileceğimi de sanmıyorum… En iyisi konuyu değiştireyim.

“Her zamanki gibi popülersin ha? Sadece kızlar değil, erkekler de senden hoşlanıyor. Gerçekten inanılmaz.“

“Hm? Şey… Açıkçası ben de pek anlamıyorum ama insanlar bana sıcakkanlı biri olduğumu söylüyor!“

“Sıcakkanlı, öyle mi?“

Bana sanki çözmesi zor bir matematik sorusu atmış gibi hissettim… “Sıcakkanlı“ tam olarak ne anlama geliyordu ki? Zihnimde bir cevap ararken, Maaya yüzünü bana yaklaştırıp kulağıma fısıldadı.

“Biraz daha gülümsesen, Asamura-kun’un kalbini anında fethedebilirsin!“

“Her şeyi neden Asamura-kun’a bağlıyorsun?“

“Aa, yanlış mı tahmin ettim yoksa? ’Erkekler’ kısmını özellikle vurguladığın için hoşlandığın ya da iyi düşünmesini istediğin bir çocuk olduğunu düşündüm.“

Yanılmıyor aslında.

“Kafandan uydurma şeyler çıkarmaya çalışma.“

“Hımmm?“

“Tamam, anladım. Bana hiç güvenmiyorsun. Sorun değil.“

Zil çoktan çalmıştı, bu yüzden defterimi kullanarak Maaya adlı kötü ruhu kovmaya çalıştım. Sıcakkanlılık, ha? Sıcakkanlı olmak… daha fazla gülümsemek mi demek? O işlerde pek iyi değilim ama Asamura-kun’u mutlu edecekse, deneyebilirim. Bir an için heyecanlandım sonra bunun düşündüğümden çok daha karmaşık olduğunu fark ettim.

Dersler bitti ve eve döndüm. O gün için önceden seçtiğim kıyafetleri giydikten sonra, çalışma masamın üzerinde duran yuvarlak aynanın karşısına geçip yüz ifadelerimi denemeye başladım. Şurayı çek, burayı ger, yanaklarımı tekrar gevşet… Yüz kaslarım bu kadar hareket etmeye alışkın değilmiş gibi hissettim ve sadece birkaç dakika içinde yorulmaya başladılar. Gülümsemek nasıl bir histi gerçekten?

Genelde duygularımı belli etmeyen bir ifadeyle dolaştığım için aynada şu anki halimi görmek beni huzursuz etti. Bunu neden yapıyorum ki zaten? …Hayır, Saki. Gerçekliğe dönecek olursan bu savaşı kaybedersin. Gerçi kime karşı kaybedeceğimi bile bilmiyorum. Bir süre daha aynaya dik dik baktıktan sonra elimden gelen en iyi gülümsemenin bu olduğuna karar verdim ve bunu denemeye karar verdim. İçimi yeni bir motivasyon doldurmuş halde odamdan çıktım ve Asamura-kun’un kapısını nazikçe çaldım.

“Çıkmaya hazır mısın?“

Asamura-kun’u beklerken oturma odasındaki koltuğa oturdum. Kısa süre sonra kapı açıldı. Hemen ayağa kalktım ama göz göze geldiğimiz anda hızla bakışlarımı kaçırdım. Kalbimin deli gibi çarptığını hissediyordum ve o ana kadar ifademle uğraşırken kıyafetimi fazla düşünmediğimi fark edip aniden ne giydiğim konusunda da endişelenmeye başladım.

“O zaman gidelim.“ Onun yanıtını bile beklemeden neredeyse koşar adımlarla ön kapıya doğru yöneldim.

Gideceğimiz yeri hızlıca kararlaştırdık: Ikebukuro.
Maaya’nın anime, manga ve bu tarz şeylere ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. Bana sürekli bunlardan bahsediyor zaten. Ya da daha doğrusu, ilgisini çeken bir ürün çıktığında bana LINE üzerinden sürekli mesaj atıp duruyor. “Bunları ben de mi almalıyım?“ Neden bana söylüyor ki anlamıyorum.

Hedefimize ulaşmak için Yamanote hattına binmemiz gerekiyordu, bu yüzden önce Shibuya istasyonuna gittik. Tren beklerken fırsat buldukça Asamura-kun’a gizlice göz attım. Üzerinde gri bir örgü kazak vardı, üstüne de siyah bir coach ceket giymişti. Her zamanki tarzına benziyordu ve bu hiç de hoşuma gitmeyecek bir şey değildi. Ne çok gösterişli ne de fazla sade… Daha çok, düzgün ve derli toplu bir havası vardı. Tarzını tam olarak açıklayacak daha iyi bir kelime bulamıyordum ama “Ona çok yakışmış“ diyerek özetleyebilirdim. Sonuçta bir kıyafetin güzel olup olmaması, taşıyan kişiye ne kadar yakıştığına bağlıydı.

Yoksa… Asamura-kun ne giyerse giysin mi şık görünüyor? Eh, sonuçta fark etmez ama onun sakin tarzıyla kendimi kıyaslayınca, benim biraz fazla dikkat çekici göründüğümü fark ettim. Aşırı açık bir şey giymemiş olsam da üzerimdeki kırmızı ve yeşil tonlar oldukça canlıydı.

Temelde Noel renk paletini kullanmıştım. Yanlış bir kombin yapsam palyaçoya bile benzeyebilirdim ama kıyafetleri nasıl doğru kombinleyeceğimi biliyordum. Evde aynada kontrol ettiğimde gayet iyi durduğunu görmüştüm, Asamura-kun’un benim şu anki halim hakkında ne düşündüğünü merak ediyordum.

Daha ölçülü olmaya çalışıyorum. Sevimli görünmeye çalışmak başka bir şeydi ama bu konuda bir sınırım vardı. Zaten sahip olduğum kıyafetlerin çoğu masum olmaktan çok feminen bir havaya sahipti, bu yüzden bu iş en başından kaybetmeye mahkûmdu. Çünkü ben her zaman aklıma geleni anında söyleyen biriyim, etrafı pek umursamadan.

Tren yolculuğumuz sırasında Asamura-kun’la konuşurken olabildiğince sıcakkanlı ve arkadaşça davranmaya çalıştım fakat bunu başarıp başaramadığımı pek kestiremiyordum.

Ikebukuro’ya vardığımızda, yönümüzü bulmak için telefondaki GPS uygulamasına güvendim. Bu şehre daha önce çok sık gelmemiştim teknoloji sağ olsun, rahatça yolumuzu bulduk. Burası Shibuya’ya kıyasla çok farklı sayılmazdı. Eğer bir fark söylemek gerekirse, buradaki lise ve üniversite öğrencilerinin sayısının daha fazla olduğu söylenebilirdi.

Aslında bu da mantıklıydı çünkü Sunshine Street’in doğu yakası daha çok gençlere hitap eden mağazalar ve eğlence mekânlarıyla doluyken, batı tarafında yetişkinler için barlar ve restoranlar daha fazlaydı. Bunun dışında, özellikle erkek-kız ikililerini—yani çiftleri—her yerde daha fazla görüyormuşum gibi geldi.

Ya da belki de sadece son zamanlarda yaşadıklarım yüzünden bu tür şeylere karşı daha hassaslaşmıştım.

“Woah…”

Yanımdan gelen bu sesi duyunca başımı çevirdim. Asamura-kun’un şaşkınlıkla etrafına baktığını gördüm.

Onun baktığı yöne gözlerimi çevirdim ve neredeyse aynı tepkiyi verecektim. Sokağın köşesinde, bedenleri birbirine yapışmış bir çift, tutkulu bir şekilde öpüşüyordu. Sesli bir tepki vermemeyi son anda başardım. O öpücükle en ufak bir ilgim olmamasına rağmen, vücudum alev almış gibi hissettim.

İstemsizce kendimi ve Asamura-kun’u o çiftin yerinde hayal ettim. Ne düşündüğüme inanamadım. Ben böyle biri değilim. Hemen yanımdaki Asamura-kun’a baktım ve onun da gözlerini çifte kilitlemiş olduğunu fark ettim.

Nedeni açıklayamayacağım bir panik hissettim. Ya aklımdan geçenleri okuyabiliyorsa? Bu düşünceyle içgüdüsel olarak dirseğimi onun yanına hafifçe vurdum.

“Böyle bakmak kabalık olur.“

“Ah, özür dilerim. Düşünmeden baktım.“

Gerçekten benden özür dilemişti. Halbuki ben sadece kendi utancımı saklamaya çalışıyordum. Onun içten bir şekilde özür dilemesi, kendimi daha da suçlu hissetmeme sebep oldu. Biraz daha konuşarak durumu yumuşatmaya çalıştım.

“Anlayabiliyorum… İnsan böyle bir şeyi aniden görünce şaşırıyor.”

Gerçekten de böyle hissediyordum. Asamura-kun buruk bir gülümsemeyle başını sallayınca rahat bir nefes aldım. Onu kızdırmadığıma sevindim.

Bundan sonra, almak istediğimiz hediyeyi bulmak için mağazaya girdik. Maaya’nın daha önce bahsettiği animenin ürünlerinden bir şey almayı planlıyordum. Günlük hayatında da kullanabileceği bir tasarım daha iyi olur diye düşündüm ve ona uygun şeyler aramaya başladım.

Rafları gezerken, her ürünün Maaya için uygun olup olmadığını tartışarak ilerledik. “Peki ya bu? Biraz çocuksu ama ona yakışır değil mi?“ gibi şeyler konuştuk. Asamura-kun’un Maaya hakkındaki düşüncelerini daha iyi anladıkça, tuhaf bir mutluluk hissi kapladı içimi.

Biraz düşününce, bu Asamura-kun’la yalnız başımıza trenle uzak bir yere gidip alışveriş yaptığımız ilk seferdi. Daha önce birlikte havuza gitmiştik ama o daha büyük bir grupla olmuştu. Şimdi ise sadece ikimizdik Ve bu fark yüzünden bir anda içimi daha büyük bir gerginlik kapladı. Kalbim hızla atıyordu.

Alacaklarımızı tamamladıktan sonra eve dönmeye karar verdik. Başta kendime de bir şey almayı düşünmüştüm ama sonra fark ettim ki eğer ben de alırsam, hediyeleri birlikte seçtiğimiz hemen belli olacaktı. Gerçi Maaya zaten kardeş olduğumuzu biliyor bu yüzden çok da önemli değildi. Yine de, belki yarın okula gitmeden önce kendim gidip başka bir şey alırım.

Her halükârda ilk buluşmamız sona ermişti. Eve dönmek için trene bindik. Hem rahatlamış hem de garip bir şekilde yalnız hissetmiştim Ve o sırada Asamura-kun, tam anlamıyla bomba gibi bir soru patlattı:

“Kıyafetimde garip bir şey mi var?“

Bir an durup söylenenleri sindirmem gerekti çünkü bu tamamen beklenmedik bir şeydi. Ayrıca onun kıyafetlerinde yanlış olan hiçbir şey görmüyordum. Bence olduğu haliyle gayet iyiydi. Biraz düşündükten sonra bir karar verdim.

“Eğer benim zevkime ve neyin şık göründüğüne dair fikirlerime güveniyorsan, sana bir şeyler seçmene yardımcı olmaktan çekinmem.“

Sonunda, aklıma gelen en yakın erkek giyim mağazasına uğramaya karar verdik. Yol boyunca içimden düşünmeye başladım. Asamura-kun’u, kendi beğendiğim bir tarzda giydirmek için elimden geleni yapacaktım. Ondan sonra da mevcut tarzıyla kıyaslamasını sağlayarak, kendi tercih ettiği stili daha iyi anlamasına yardımcı olacaktım.

Bu da bir tür birbirimize uyum sağlama süreciydi.

Bu alışverişten tam anlamıyla “resmi bir buluşma kıyafeti“ çıkar mı, bilmiyordum zaten bunu belirleyecek olan Asamura-kun’un kendisiydi. Benim bu konuda bir söz hakkım yoktu. Hem, onun kendine yabancılaşacak kadar değişmesini de istemezdim. Yoksa… bu sadece benim bencilce bir düşüncem mi?

Daikanyama tren istasyonundan çıktıktan sonra dümdüz yürüyerek erkek giyim mağazasına ulaştık. Kendimden emin bir şekilde içeri adım attığımda, Asamura-kun aniden sordu:

“Buraya sık sık mı geliyorsun?“

Niye geleyim ki? Burası, pahalı mağazalarla aynı tarz şeyleri satıyor, dolayısıyla düzenini bilmesem bile yolumu bulmam kolay olurdu. Yani eğer erkek modasına meraklıysan buraya uğrayabilirsin sanırım ama ben kesinlikle öyle biri değilim.

O sırada Asamura-kun kısa bir süre sessiz kaldı, ardından birdenbire bir mankene işaret etti ve oradaki kıyafetin bana yakışacağını söyledi. Bu, içimde tuhaf bir huzursuzluk yarattı. Acaba o, beni tam olarak nasıl görüyor?

Mankendeki kıyafet kalın kemerli siyah bir deri ceket idi. İnsanların bana yukarıdan bakmasını sevmem, ama bir çete lideri gibi görünmek de istemem açıkçası.

Bence oldukça yakışıklı görünürdün.”

Ne diyor bu çocuk? Buraya ben ona kıyafet seçmek için geldim neden şimdi benim için bir kıyafetten bahsediyoruz? Tanrım, ne oluyor böyle? Yüzüm yanıyor. Şu mağazanın ısıtıcısını biraz fazla mı açmışlar, ne?

Bir süre daha mağazanın içinde dolaşıp, ilgimi çeken kıyafetleri seçerek Asamura-kun’un bedenine tutmaya başladım. Sanki kendime ait bir giydirme bebeğim varmış gibi hissettiriyordu. İnanılmaz eğlenceliydi. Aynı zamanda bir an için kendimi onunla evli bir çiftmişiz gibi kıyafet alışverişi yaparken hayal ettim.

…Dur bir dakika. Kardeş olarak değil de, evli bir çift gibi mi? Direkt evlilik olayına atlamak biraz fazla olmadı mı? Tamam, Asamura-kun’la vakit geçirmek hoşuma gidiyor ama sanki bu heyecanı sadece ben hissediyormuşum gibi geliyor. Kendimi biraz sakinleştirmem lazım yoksa fazla ileri gidip saçma sapan şeyler düşüneceğim.

Mağazada biraz daha dolaştıktan sonra ona bir ceket ve bir gömlek seçtim. İlk gördüğüm anda gözüme çarpmışlardı ve o ilk izlenimden bir türlü kurtulamamıştım.

Böylece kısa alışveriş turumuzu tamamlayarak eve dönüş yoluna girdik. Uzakta, apartmanımızın tanıdık ışıklarını görünce içimden derin bir nefes verdim ve bu nefes bile beni şaşırttı. Farkında bile olmadan bu daire artık benim için “ev“ haline gelmişti.

Kapıdan içeri girdiğimiz anda, üvey kardeş olarak geçireceğim sıradan günlere geri dönecektim.

Düşününce, bugün nasıl bir iş çıkardım acaba? Asamura-kun’un kendi dış görünüşü hakkında bu kadar düşündüğünü hiç fark etmemiştim. Peki benim daha cana yakın olmaya çalıştığımı fark etti mi acaba?

Bu düşüncelerle, birden soruverdim:

“Bu arada, bugün nasıldım?“

Cevap gelmeden önce birkaç saniye geçti ama sonra Asamura-kun’un “Yüz ifaden mi?“ diye sorarak doğru tahminde bulunması beni inanılmaz mutlu etti.

Başarmıştım!

Devamını heyecanla beklerken, o tam olarak şunu söyledi:

“Gülmemek için kendini çok zor tutuyordun, değil mi?“

…Ne?

“Yüz ifaden sanki kendini kahkaha atmamak için zor tutuyormuşsun gibiydi.“

O an dizlerimin bağı çözülecek gibi hissettim. Ne diyorsun sen?!

“Demek… sana öyle gelmiş…“

Asamura-kun’u mutlu etmek için gülümsemek için o kadar çabalamıştım ama hiçbir şey ona ulaşmamıştı. Ne kadar utanç verici! Ne kadar çok düşünsem, yanaklarım o kadar kızarıyordu. Bir delik kazıp içine saklanmak istiyorum. Ya da tamamen atomlarıma ayrılıp bu dünyadan yok olmak. Üzerimde bir yerde kendimi imha etme butonu var mı acaba? O kadar mahcup hissediyordum ki artık yüzüne bile bakamıyordum. Sadece ifademi donuklaştırıp hiç etkilenmemiş gibi davranmaya çalıştım. Sakinim. Bu canımı yakmadı. Ağlamayacağım.

Bu, alışık olmadığım bir şeyi yapmaya çalıştığım için aldığım cezaydı. Yapamadığım bir ifadeyi yüzüme takmaya çalışmanın bedeli buydu. Maaya gibi samimi ve sevecen olamıyorum.Keşke duygu gösterebilme yeteneğimi tamamen kaybetsem.
Bunların hepsi, normalde yapmayacağım bir şeyi yapmaya çalıştığım için oldu. Bu kadar yeter. Sonuçta, Ayase Saki dediğin, kimseye sıcak davranamayan sıkıcı bir kadından başka bir şey değil. Böyleyim ben. Tam o sırada, asansör kapıları kapanırken Asamura-kun konuştu:

“Bence, her zamanki halinle gayet iyisin.“

“Nihayetinde bu senin karakterin.”

“Ha…?“

Hiç duymamış gibi kulaklarımı kapattım ve duymazdan geldim.

Ne… bu şimdi?

Sadece küçük bir yorumdu ama… içimde tatlı, sıcacık bir his oluştu birden.

Asamura-kun işte bu yüzden tehlikeli. Beni sağa sola savuruyor, duygularımın yönünü tamamen kaybettiriyor. Biz sadece çok iyi anlaşan kardeşler olarak mı kalacağız? Yoksa birbirimize sevgili olarak mı daha uygunuz? Ben ne istiyorum? O ne istiyor? O gün, ilişkimizi bu şekilde sürdürme kararı almıştık ama şimdi şeytan kulağıma fısıldıyor:

—Gerçekten sadece bununla yetinecek misin?

O, bana bu kadar nazik ve içten sözler söylediğinde…Kendi kendime düşünürken buluyorum kendimi. Hayal kurarken…
Yanaklarını tutmak, hafifçe çekiştirmek, iki yana sıkıştırmak istiyorum. Sırf beni her seferinde böyle mutlu ettiği için. Tabii ki düşmanca bir şekilde değil.
Sadece… ona dokunmak istiyorum. İçimde yanan asıl arzu buydu. Tıpkı o kilitli odada ona sıkıca sarıldığım zamanki gibi ama yapamam. Sadece onu şaşırtırım. Doğru anın ne zaman geleceğini bilmediğimden, hareket bile edemiyorum. Bu gece favori banyo tuzlarımı kullanmalıyım. En sevdiğim o kokuya kendimi bırakıp, bu fırtınalı duyguların yatışmasını beklemeliyim.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


45   Önceki Bölüm