Sınıf, daha sabahın ilk saatlerinden itibaren heyecanlıydı. Tek duyduğum şey, arkadaşlarımın Cadılar Bayramı için plan yaparken çıkardıkları seslerdi. En çok sorulan sorulardan biri, hangi kostümü giymeleri gerektiğiydi. Bazıları ise bir Cadılar Bayramı partisi için nerede buluşacaklarını tartışıyordu. Maaya’nın sırasının etrafında büyük bir grup toplanmıştı bile. Yarın bir kostüm partisi düzenlemeyi planlıyorlardı.
“Gerçekten gelmeyecek misin Saki?“ diye sordu Maaya, son bir kez emin olmak için.
“Başka planlarım var, üzgünüm.“
O gün iş vardiyam olduğu için gidemem. Üstelik, yarı zamanlı çalıştığımı özellikle gizli tutuyordum. Eğer dikkatli olmazsam, nerede çalıştığımı öğrenebilirler. Bir de, açıkçası böyle kalabalık ve gürültülü ortamlara pek dayanabilen biri değilim. Ama… bu durum beni düşündürdü. Eğer gerçekten sevdiğim ve yanında kendimi rahat hissettiğim insanlarla vakit geçiriyorsam, o günü birlikte geçirmek eğlenceli olabilir aslında. Yanımda olmasından rahatsızlık duymayacağım biri… mesela Asamura-kun. Onunla birlikteyken Shibuya sokaklarında kostümle dolaşmak kulağa o kadar da kötü gelmiyor. Belki bu tür şeylerde pek iyi değilim ama Asamura-kun’la geçirdiğim zamanı, onunla oluşturduğum anıları gerçekten değerli kılmak istiyorum.
Dersler bittikten sonra, iş vardiyam için Shibuya tren istasyonuna doğru yola koyuldum. Güneş batıya doğru kaymış, gökyüzü koyu maviye dönmeye başlamıştı. Shibuya 109’un gölgesi yerde uzun bir hat çiziyor, hatta ayaklarıma kadar ulaşıyordu. Binaların arasındaki boşluklardan görünen doğu tarafı yavaş yavaş geceye bürünüyor, yanaklarımı okşayan rüzgârın içinde dökülmüş yaprakların kokusu hissediliyordu. Çok geçmeden, nefesimin soğuk havada buharlaştığını görebilecek hale gelecektim.
Kitapçıya girdiğimde, benden önce gelmiş olan Yomiuri-senpai’yle karşılaştım. Kitap raflarının arasında dolaşıyordu. Göz göze geldiğimizde, saygılı bir şekilde başımı eğerek selam verdim ve kızlar soyunma odasına yöneldim.
“Günaydın, Saki-chan!“
Arkamdan koşturmuş gibi hızla içeri daldı.
“…Merhaba.“
Nedense her zaman bana sabah gibi “günaydın“ diyordu. Oysa dışarısı kararmak üzereydi. Belki de alışkanlıktı, kimse de bunu pek sorgulamıyordu.
“Saki-chan, bugün rafları doldurmamız gerekiyor~“
“Tamam.“
Asamura-kun, vardiyamız başlamadan yaklaşık beş dakika önce geldi ve hep birlikte boş rafları doldurmaya başladık. Mola vakti geldiğinde, ofise geri döndük. Yomiuri-senpai, her fırsatta Asamura-kun’a takılıyor, onun hakkında ne düşündüğünü anlamamı imkânsız hale getiriyordu. Yarın işe şeker getireceğine dair bir şeyler konuşuyorlardı. Belki ben de Asamura-kun’a “Şeker mi oyun mu?“ Demeliyim… Hayır, ne düşünüyorum ben? Bu bana hiç uygun değil.
Sonrasında, yarınki Cadılar Bayramı hakkında konuşmaya başladık. Yomiuri-senpai, vardiyadan sonra arkadaşlarıyla eğlenmeye gideceğini ve kostüm giyeceğini söyledi. Asamura-kun, onun bu rahat ve olgun tavrından etkilenmiş gibiydi ve anlaşılan, etik bölümündeki yardımcı profesörü Kudou Eiha da onlara katılacaktı. Açık kampüs günü yaşananları hatırlamak bile beni şimdiden yordu.
Yomiuri-senpai ondan, bölümün en büyük dâhisi ama aynı zamanda şeytani bir zihne sahip biri olarak bahsetti. Dürüst olmak gerekirse, kafasında şeytan boynuzlarıyla hayal etmek pek de zor değildi. Bence tam bir baş belası. Beni en kolay sinirlendirecek türden biri muhtemelen. Zaten yabancılarla konuşmakta iyi değilim. Asamura-kun gibi yanında rahat hissedebildiğim insanlardan çok fazla yok.
“Yine de, eğer böyle davranmaya devam ederse üniversitemize başvuran öğrenci sayısı azalır diye endişeleniyorum~!“
Yomiuri-senpai’nin bu deli dolu yardımcı profesör hakkındaki düşüncesi bu mu? Eh, kesinlikle haklı. Daha yeni tanıştığı biriyle bile, sanki bir savaş meydanındaymış gibi tartışmalara giriyor—üstelik en ufak bir sağduyu belirtisi göstermeden. Dahası, böyle bir tartışma gerçekten yaşanırsa, karşısındaki kişinin hislerini hiçe sayarak onu ezip geçmekte en ufak bir tereddüt göstermiyor. Sanki hayattaki tek amacı buymuş gibi. Etrafındaki insanları yalnızca deney faresi ya da test nesnesi olarak gördüğünü düşünüyorum. Biraz sağduyu ve ölçülü olmayı öğrenmesini gerçekten isterdim. En azından benim düşüncem bu—
“Belki o kadar da kötü değildir, bilmiyorum.“
Bu sözler, hiç niyetim yokken ağzımdan çıkıverdi. Daha önce böyle bir şey yaşamamıştım. Aklımdaki her şeyi kullanarak bitmek bilmeyen bir etik tartışmasında argümanlar ve karşı argümanlar üretmiştim. Beni fazlasıyla yormuştu ama yine de… Etik çalışmak, aslında bir yaşam tarzı. Bir insan olarak yaşadığın sürece, diğer insanların yanında olmanın iki yolu var: Ya kabul edilirsin ya da reddedilirsin. Eğer onun bildiği tek yaşam biçimi buysa, bu onu sadece beceriksiz ve talihsiz biri yapmaz mı? Böyle insanlardan hoşlanmadığımı söyleyemem. Çünkü ben de tam olarak böyleyim.
Molamız bittikten sonra, ofisten ilk ayrılan Asamura-kun oldu. O çıktıktan sonra, Yomiuri-senpai bana seslendi.
“Yarın hakkında… Vardiyanda kostüm giymeye karar verdin mi?“
“Yine mi bu konu?“
Son vardiyamızda, Cadılar Bayramı’nda çalışırken kostüm giyip giymeyeceğimi sormuştu. Eğer ben giyersem, onun da giyeceğini söylemişti.
“Seni kedi kulaklarıyla görmek istiyorum, Saki-chan. Yorgun gözlerime iyi gelir.“
“Neden ben senin tedavin oluyorum?“
“Sana harika cosplaylerden bahsederim~ Ayrıca vardiyadan sonra bize de katılabilirsin.“
Şey… Liseli olduğumu hatırlıyordur değil mi?
“Alkol içeren partilere katılamayacağımı biliyorsun öyle değil mi?“
“Bunun için endişelenmene gerek yok. Grubumuzda hâlâ birkaç küçük var, o yüzden alkolsüz bir seçenek de bırakıyoruz. Üstelik Profesör Kudou da bize eşlik edecek.“
“Yanlış insanlara fazla güveniyorsun gibi geliyor.“
Yomiuri-senpai nazik bir gülümsemeyle omuz silkti.
“Sana geçen sefer biraz fazla mı takıldı ne? Ama yine de eğlenmen için bizimle olmanı istiyorum. Sana harika makyaj tekniklerinden ve kozmetik markalarından bahsedebilirim. Bunlara meraklısındır değil mi?“
Dürüst olmak gerekirse, bu teklif gerçekten cazipti. Yıllar içinde makyaj ve moda hakkında daha fazla şey öğrenmeye çalıştım ama ortalama bir lise öğrencisinin sahip olduğu deneyime sahip değilim. Olgun bir kadının harika bir makyaj yapmasını beklemek normal, değil mi? Madem bir gün ben de o noktaya geleceğim, bunu erkenden öğrenmek mantıklı olur. Hayır, bu kadar karmaşık düşünmeye gerek yok. Basitçe ilgimi çekiyor, o kadar.
“Oh, yoksa oltaya düştün mü?“
“Yapmayacağım.“
“Hmmm… Karşılığında paylaşabileceğim daha değerli bilgiler de var bence~ Daha önce hiç manikür salonuna gittin mi? Lisedeyken güzellik salonuna uğramamışsındır diye tahmin ediyorum.“
“O kadar param yok sonuçta.“
“Ama en azından bu tür yerler hakkında bilgi edinmekte bir kayıp yok değil mi? Ve beslenme uzmanı lisansına sahip kızlardan diyet yiyecekleri ve beslenme planları hakkında da bilgi alabilirsin. Yaş ilerledikçe kilo vermek zorlaşıyor, biliyorsun. Bunları hiç dert etmiyor musun Saki-chan?“
“…Sadece bunlardan mı bahsediyorsun?“
“Tüm gün sıkıcı akademik makaleler ve psikolojik tartışmalarla uğraşırsan, beyin çürümeye başlıyor. Kafanı dağıtmak için biraz kız muhabbeti şart. Bunu sen de biliyorsundur değil mi?“
“Hiç kız muhabbeti yapmadım ki, bilemem.“
“Bu yüzden katılmalısın işte. İlk defa denersin. Ayrıca… moda yoluyla dikkat çekme tekniklerini ya da hangi kıyafetlerin Prensini etkilemek için psikolojik olarak daha uygun olduğunu öğrenmek de fena olmaz. İster çekici, ister havalı, ister sevimli olmak iste.“
“Düşmanını tanı, kendini tanı?“
“Aynen öyle.“
“İlgimi çekmiyor değil ama gerçekten katılamam. Ailem endişelenir.“
“Öyle diyorsun ama bence sevgili Junior-kun’unla bir randevun var değil mi?“
“O- Olur mu öyle şey?!“
Ne kadar itiraz etmeye çalışsam da Yomiuri-senpai sadece bana sırıtarak baktı.
Ödevimi bitirip banyomu da yaptıktan sonra geriye sadece uyumak kalmıştı. Battaniyemin altına girdim; hafif soğuk çarşaflar tenime değdiğinde neredeyse ürperdim. Sanırım yakında bir yatak ısıtıcısı almam gerekecek. Uyanmam gereken saati kontrol ettikten sonra ışıkları kapattım ve gözlerimi yumdum. Zihnim derin bir uykuya dalmak üzereyken, çocukken yaşadığım bir Cadılar Bayramı anısı aklıma geldi.
Sanırım ilkokuldaydım. Muhtemelen üçüncü ya da dördüncü sınıftaydım. Annem bana Cadılar Bayramı partisi yapacağımıza söz vermişti ama işi yüzünden planımız suya düşmüştü. Babam da bir yere gitmişti, bu yüzden evde tamamen yalnız kalmıştım. Kendimi yalnız hissediyordum. Etrafım tamamen karanlıkken, annemle birlikte aldığımız tek bir mumu yaktım. O zamanlar şimdikine kıyasla çok daha fakirdik ve yaşadığımız yer de oldukça küçüktü. Yemek odamız yaklaşık 7,5 metrekareydi ve içinde yalnızca geleneksel Japon evlerinde görebileceğiniz küçük, alçak bir masa vardı.
Masamın tam ortasında balkabağı şeklinde bir mum duruyordu. Bir kibritle onu yaktım ve en azından zifiri karanlığın içinde küçük bir ışık kaynağım olmuştu. “Kibritçi Kız“ hikâyesini hatırladım ve muma bakarken hayaller kurmaya başladım. Annem ve babam (gerçi onun yüzünü rastgele bir aktörün yüzüyle değiştirmiştim) yanımdaydı ve masanın ortasında büyük bir pasta duruyordu. O zamanlar çocuktum, muhtemelen Cadılar Bayramı ile Noel’i birbirine karıştırmıştım. Çünkü bir ren geyiğiyle konuştuğumu hayal ediyordum.
Hayalimde annem ve babamla sohbet ediyor, onlara hikâyeler anlatıyordum. Onlar da bana gülümseyerek dinliyorlardı. Bunun sadece bir hayal ürünü olduğunu biliyordum ama benim için ideal bir geceydi. Kısa bir süre sonra orada, masanın başında uyuyakalmıştım. Birinin omzumu nazikçe sallamasıyla uyandım; bu kişi annemdi. Mumu yakıp uyuyakaldığım için beni azarladı. Sonra bana sıkıca sarılarak yalnız bıraktığı için özür diledi.
O an annemin ne kadar zorlandığını düşündüğümü hatırlıyorum. O sırada battaniyemin içi nihayet ısınmaya başlamıştı ve ben de yavaşça huzurlu bir uykuya dalıyordum. O uykulu hâlimle artık kendimi uykuya bırakmaktan başka çarem yoktu. O zaman gördüğüm mum ışığını hâlâ unutamıyorum. O, benim yalnızlığımın en net simgesiydi. Balkabağı şeklinde küçücük bir mum…
Acaba hâlâ böyle mumlar satılıyor mudur? Bu düşünceyle derin bir uykuya daldım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.