Battaniyemi başımın üstüne çektim, ellerimi yanaklarımın alev gibi yanan sıcaklığına bastırdım. Parmaklarımı dudaklarımın üzerinde gezdirdim. Biz… öpüştük.
Kitapçıdaki vardiyam sırasında tesadüfen plastikten yapılmış bir balkabağı şeklinde mumluk gördüm. Tıpkı ilkokuldayken annemin aldığına benziyordu. Boyutu, balkabağının rengi, hatta yüzündeki ifade bile aynıydı. Tek fark, o zamanki mumluğun gerçek bir mum olması, bunun ise LED ışıkla yanmasıydı. İlk başta tereddüt ettim ama sonunda almaya karar verdim ve eve dönerken yanımda götürdüm.
Vardiyamız bittikten sonra Asamura-kun ile birlikte eve döndük. Dışarı adımımızı attığımız anda şaşkına döndüm. Sokaklar kostümlü insanlarla doluydu, kalabalık o kadar yoğundu ki normal şekilde yürürken bile birine çarpmamak imkânsızdı. Ve ben de çarptım. Eğer Asamura-kun beni o an tutmasaydı, büyük ihtimalle yere kapaklanacaktım. Bana uzattığı eli minnetle kabul ettim ve o andan itibaren el ele tutuşarak yürüdük. Bu bile kalbimi deli gibi çarptırmaya yetti. Uzaktan dairemizin ışıklarını gördüğümde hem rahatlamış hem de biraz üzülmüştüm çünkü artık ellerimizi ayırmak zorundaydık.
Bugün Cadılar Bayramı olduğu için annem doğal olarak barın en yoğun saatlerinde çalışıyordu ve gece geç saatlere kadar dönmeyecekti ama üvey babamın evde olması gerekiyordu. Bugün işi yoktu ve biz gelmeden yemeğe başlamazdı. Bu yüzden eve doğrudan döndük. Ancak biz Shibuya’daki kalabalıkla boğuşarak eve ulaşmaya çalışırken, o Akiko-san ile buluşmaya gitmişti. Bu da demek oluyordu ki, evde yalnızca Asamura-kun ve ben vardık. Birlikte yemek yaptık, birlikte yedik, hatta bana kahve bile demledi. O an, kitapçıda aldığım mum aklıma geldi. Küçük bir çocukken hissettiklerimi hatırlattı bana. LED lambanın titreyen ışığı, tıpkı gerçek bir alev gibi dalgalanıyordu. O ışığa dalıp gittiğimde, bu lambayı neden aldığımı düşündüm.
Çocukken, balkabağı şeklindeki mum benim için hep yalnızlığın ve izolasyonun simgesiydi. Yalnız olmanın değişmez bir işaretiydi. Muhtemelen o acı dolu anıları değiştirmek istemiştim. Sonuçta, bu benim yeni ailemle geçireceğim ilk Cadılar Bayramı gecesiydi. Eğer o lambayı yakıp ışığında uyuyabilirsem, belki de çocukluğumdan beri içimde taşıdığım o üzücü anılardan kurtulabilirdim.
Asamura-kun ile masanın etrafında otururken, o aniden bana doğru eğildi. Şaşkına dönmüştüm. Sonrasında her şey bulanıklaştı. Neler olduğunu tam olarak kavrayamıyordum. Bir anda elini uzatıp yanağıma dokundu. Parmakları saçlarımı nazikçe okşadı. O an tüm kanım kaynamaya başladı, yanağım alev alev yandı ve kalbimin çarpıntısının duyulmasından korktum. Yüzü yavaş yavaş bana yaklaşıyordu. Hayal görmediğimi anladım. Sonunda, kendimi gözlerinde gördüm. Şaşkın bakışlarım yüzüme öyle bir yansımıştı ki, ben bile fark edebiliyordum. İçimdeki beklenti ve tedirginlik, mum ışığının titreyişi gibi dalgalanıyordu ama en başından beri bunun olabileceğini biliyordum. Bu yüzden gözlerimi kapattım.
Mutluluk, utangaçlık, umut, geleceğe dair belirsizlik… İçimde aynı anda patlayan sayısız duygu. Ne hissettiğimi ben bile tam olarak anlayamıyordum. İlişkimizin sonsuza dek olduğu yerde saymasından korkuyordum ama yine de gözlerimi kapatmayı seçtim. Dudaklarımız sadece bir anlığına birleşti ama sanki içimde ağlayan çocuk o an sustu. Annemin yıllar önce bana sarıldığı o sıcak ve şefkat dolu kucaklama bile içimdeki hüznü dağıtamamışken, o bunu yalnızca bir öpücükle yapmıştı. Belki de bu, Cadılar Bayramı’nın ve ışığın büyüsüydü.
Belki de tüm bu büyüyü şeytan yapıyordu. Bizim kardeş olarak kalmamız gerektiğini söyleyen bendim ama şimdi sanki bu sözü ilk bozan da ben olmuştum. Fakat o an gözlerimi kaçırmış olsaydım, eminim Asamura-kun geri adım atardı ama ben kaçmadım, gözlerinin içine baktım ve onu kabul ettim. Artık geri dönüş olmayan bir noktaya vardığımızda, sadece gözlerimi kapatıp bekledim. Ve tahmin ettiğim gibi, dudaklarını benimkilerin üzerine bastırdı. El ele tutuştuğumuz zamana kıyasla varlığını on kat daha güçlü hissettim. Göz kapaklarım kapalı olmasına rağmen, balkabağı mumunun turuncu ışığını hissedebiliyordum.
Ateşten ruhlar… Bazen yolcuları kandırır, bazen de onlara yol gösterirler. Ne cennete ne de cehenneme gidebilen, bu dünyada dolaşmaya mahkûm ruhlar… Tek dileğim, üvey kardeşine âşık olan bu kızın yolunu da aydınlatmaları.
Aklıma yeni bir düşünce geldi. Okulda, Cadılar Bayramı sonrası gönüllü olarak çöpleri temizleme konusunu konuşmuştuk. O zaman içimden “Başkalarının pisliğini neden ben temizleyeyim ki?“ diye geçirmiş ve bu konuyu tamamen unutmuştum ama…
“Sabah erken kalkıp yardım edebilirim…“
Tanrı ve yukarıdan bizi izleyen herkes beni affeder mi bilmiyorum ama içimde, iyi bir kız gibi görünmek için bir şeyler yapma isteği doğdu. Belki Asamura-kun’u da davet etmeliyim. Şeytanın tatlı fısıltılarına kapılmak güzel olabilir ama eğer kendi çabamla daha fazla zaman kazanıp aramızdaki bağı güçlendirebilirsem, her şeyi daha kolay kabul edebilirmişim gibi hissediyorum.
Bu düşüncelere sarılarak battaniyemin altına kıvrıldım ve sonunda huzurlu bir uykuya daldım.
*BEŞİNCİ CİLDİN SONU*
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.