Yukarı Çık





           
Kısa Bir Mevsim, Soğuk Bir Duygu - Part 1


Tepedeki yolun her iki tarafında da kiraz çiçekleri açmıştı. Tırmanmayı bitirdiğimde yepyeni bir hastane karşıma çıktı.

Yeni ve nispeten temiz bir binaydı ve nedense burada insanlar yaşıyormuş gibi hissettirmiyordu.

Bir hastane olmasına rağmen, ofis binası gibi bir havası vardı. Bu da beni biraz daha rahat hissettirdi.

Resepsiyona buradaki işim hakkında bilgi verdim ve hemen hangi odaya gitmem gerektiği söylendi.

Birazdan tamamen yabancı biriyle tanışacağımı düşününce kendimi oldukça gergin hissettim. Bu kişinin ağır bir hastalık nedeniyle hastaneye kaldırılmış bir kız olması da cabasıydı.

Hastanenin asansörünü beklerken biraz huzursuzdum.

Birisi bana “Çok güzel olduğunu duydum,” demişti.

Görünüşe göre adı Watarase Mamizu’ydu.
 
Lisedeki ilk yılımın ilk dersinde, sınıf öğretmenimiz Yoshie-sensei tok bir sesle konuştu.

“Watarase Mamizu-san ortaokuldan beri ciddi bir hastalık nedeniyle hastanede yatıyor, umarım en kısa zamanda taburcu olur ve herkesle birlikte okul hayatının tadını çıkarır.”

Sınıfta sadece bir tane boş sıra vardı.

Okulumuz ortaokul ve liseyi birleştiren özel bir okuldu, dolayısıyla buradaki öğrenciler Ortaokuldakilerden pek farklı değildi.

Yine de Watarase Mamizu’yu neredeyse hiç kimse tanımıyor gibiydi.

“Lüminesans hastalığı olduğunu duydum.”

“O zaman muhtemelen okula gelemeyecek, ha?”

“Kim o?”

“Görünüşe göre ortaokuldaki ilk yılımızdaki Mayıs ayından beri okula gelmemiş.”

“Onu hiç hatırlamıyorum.”

“Herhangi birinin telefonunda onun bir fotoğrafı yok mu?”

Sınıftaki insanlar onun hakkında biraz dedikodu yapmaya başladılar, ancak onun hakkında önemli bir bilgi yoktu, bu yüzden çabucak durdu.

Eğer Lüminesans hastalığıysa, okula dönmesi zor olacaktı. Tedavisi olmayan bir hastalık olarak biliniyordu.

Nedeni bilinmiyordu. Tedavi yöntemleri bile henüz belirlenmemişti.

Tam bir iyileşme mümkün değildi. Bu yüzden bu hastalığa yakalanan çoğu insan tüm hayatını hastanede geçiriyordu.

Hastalık, kişi yetişkinliğe ulaştıkça ilerler ve belirtiler bir gün aniden ortaya çıkar. Hastaların çoğunda belirtilerin gençlik yıllarında ya da yirmili yaşlarda ortaya çıktığı söylenmektedir.

Belirtiler ortaya çıktıktan sonra ölüm oranı yüksekti; hastaların çoğu yetişkin olmadan önce ölüyordu.

Birçok farklı semptom vardı, ancak en çok dikkat çekici olanı cildindeki garip fenomendi.

Cildi... parlıyor.

Geceleri, ay ışığı bu hastalığa sahip birinin vücuduna vurduğunda, vücudunun soluk, floresan bir ışık yaydığı söylenir.

Görünüşe göre, hastalık ilerledikçe yayılan bu ışık daha da güçleniyor. Bu yüzden buna Lüminesans hastalığı deniyor.

...Her halükarda, Watarase Mamizu adındaki bu kızın sınıfa gelmesi pek olası değil, diye düşündüm ve tüm bunları çabucak unutmaya karar verdim.

Bundan birkaç gün sonra, teneffüste, kocaman bir renkli kağıt parçası elime tutuşturuldu.

“Okada, buraya bir şeyler yaz,” dedi kağıdı bana veren kişi.

“Nedir bu?” diye sordum.

“Biliyor musun, neydi o? Bir şey-san... , şu ışıldama hastalığı olan. Herkes bunu imzalayacak ve sonra ona vereceğiz.“

İlgisiz bir şekilde kalemimi renkli kağıdın üzerinde gezdirdim.

’Umarım hastalığın yakında iyileşir’-Okada Takuya.

Bu kelimeleri üç saniye içinde düzgünce yazdım ve ardından imzalı kağıdı bir sonraki kişiye vermek için etrafıma bakındım.

“Vay canına Okada, bu oldukça özensizdi.”

“Şimdi kime vermem gerekiyor?”

“Buradaki herkes imzaladı. Sanırım Kayama henüz imzalamadı. Git ve ona ver. Sen ve Kayama yakınsınız, değil mi?“

Kayama’nın koltuğuna yaklaşmadan önce “Pek yakın sayılmayız” diye cevap verdim.

Kayama Akira her zamanki gibi dağınıktı. Üniformasının gömleği pantolonundan dışarı sarkıyordu ve koltuğunda öne doğru çökmüş, kütük gibi uyuyordu.

Uzun boyluydu ve saçları uzundu. Bir suçlu havası vermiyordu. Şiddet eğilimi yoktu ama “ciddiyetsiz” olarak tanımlanmaya uygun biriydi.

Güzel bir yüzü olduğu için kızlar arasında hâlâ popülerdi, ancak genellikle insanlara biraz kibirli bir şekilde karşılık verirdi, bu yüzden erkeklerin çoğu ondan biraz kaçınırdı.

“Kayama, uyan.”

“Güzel kadınlarla dolu bir kız yurduna müdür olarak seçileceğimi düşünmek...”

Kayama uykusunda konuşuyordu. Görünüşe göre, kendisine çok uygun bir rüya görüyordu. Israr ederek onu sarstım ve gerçeğe döndürdüm.

“Ha? Okada? Ne oldu?“ diye sordu.

Seçme şansım olsaydı ona yaklaşmak istemezdim. Ama bunun nedeni onun düzensiz kişiliğiyle baş edememem değildi.

Geçmişte Kayama benim için iyilik gibi bir şey yapmıştı. Bu yüzden arkadaş olduğumuzu söylemek pek doğru olmazdı. “Kurtarıcı” kelimesi Kayama’nın benim için ne olduğunu tanımlamak için uygundu.

Kayama ile etkileşime girdiğimde bende garip bir şeyler oluyordu - sadece sohbet ederken bile içimde bir yerlerde gerginlik hissediyordum.

“Bu ortak bir mektup,” dedim. “Bilirsin, Luminesans hastalığı olan kişi için.”

“Ah.” Kayama renkli kağıdı aldı ve sonra boş gözlerle baktı.

“Watarase Mamizu, ha.”

Ses tonu ve ifadesindeki bir şey... geçmişte bir şeyler hatırladığını gösteriyordu.

“Onu tanıyor musun?” Şaşırarak sordum.

“Hayır... Geçmişte,biraz da olsa tanıyordum. Artık adı Watarase,“ dedi Kayama dalgın dalgın, sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi.

“Peki, imzalayacağım.”

Kayama bunu söyledikten sonra yerime döndüm.

“Okada, son zamanlarda nasılsın?” Kayama omzunun üzerinden bana sordu.

“Ne nasılım?”

“Sen iyi misin?”

“İyiyim,” diye cevap verdim, sinirimi bastırarak.

“Zaman zaman acı çekiyorsun,” 

“Ben normalim,” dedim. Bu seni ilgilendirmez, diye düşündüm ama bunu yüksek sesle söylemedim.

“Geçenlerde herkesin imzaladığı ortak mektup tamamlandı, bu yüzden bir sonraki tatil gününde birinin ona götürmesi gerektiğini düşünüyordum. Eminim Watarase-san benim yerime bir öğrenci götürürse çok daha mutlu olacaktır. Gitmek isteyen var mı?“

Diye sordu Yoshie-sensei.

Yoshie-sensei yirmili yaşlarının başında, nispeten güzel bir kadındı ama belki de uzun süredir öğretmenlik yapmadığı için, ders anlatma şekli hâlâ biraz sertti.

Tüm bunlar söylendikten sonra bile kimse “Ne kadar da uğraştırıcı” demekten başka bir şey düşünmedi. Kimse elini kaldırmadı. Herkes bunu bekliyordu. Durum böyle olunca, Yoshie-sensei yakında bu görev için birini belirleyecekti.

Herkes yüzünü kapattı, kendilerinin seçilmemesini umduklarını gizlemeye bile çalışmadılar.

Ve sonra, aniden Kayama elini kaldırdı. Herkes şaşkın bir şekilde aynı anda ona doğru döndü.

“Ben giderim.”

Yoshie-sensei, “Ah, peki o zaman, bunun için üzgünüm, ama sanırım bunu sana bırakabilirim,” dedi.

O anda Kayama’nın yüz ifadesinde gizemli bir şeyin izi vardı. Acımasız cesareti andıran bir şey vardı. Gönüllü olmaktan mutlu olduğunu hayal etmek zordu.

...Eğer gerçekten bundan bu kadar hoşlanmıyorsa, hiçbir şey söylememeliydi. Kayama neden gideceğini söylemişti ki?

Biraz merakla düşündüm.

Hafta sonu geldi ve Pazar günü Kayama aniden beni aradı ve onunla buluşmamı istedi.

“Bir iyilik isteyeceğim.” dedi.

Boş günlerde buluşmayı alışkanlık haline getirecek kadar yakın değildik, bu yüzden bu oldukça düzensiz bir olay sayılabilirdi.

Acı vericiydi ama bana söylendiği gibi evine gittim.

“Soğuk algınlığına yakalandım,” dedi Kayama, pijamaları ve ameliyat maskesiyle kapının önüne gelmişti.

“Gördüğün gibi biraz ateşim var.”

Ama hiç de ateşi varmış gibi görünmüyordu. Sanki bana hasta bir insanın taklidini yapıyordu.

“Peki, istediğin iyilik nedir?”

“Ah, yani... Watarase Mamizu’yu ziyarete gidemem.” 

“Ve benden senin yerine gitmemi mi istiyorsun?”

Kayama kısaca “Evet,” diye cevap verdi.

Evine geri döndü ve bir süre sonra Watarase-san’a verilmesi gereken çıktılar ve diğer her şeyle birlikte geri döndü.

Onları bana doğru iterken, “Bunu sana bırakıyorum,” dedi.

Kayama daha fazla konuşmayı reddediyormuş gibi evine çekildi.

Dürüst olmak gerekirse, bunların hiçbirine inanamıyordum.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.