Zaman ve Çöküş parmaklarımın altında hafifçe uğuldadı.
Ama zihnim, zihnim başka bir yere kaymıştı.
Thauron’un anlattığı Hikaye hala içimde yankılanıyordu.
Bir Mahkum’un Masal’ı.
Hapsedilecek kadar tehlikeli bir Varoluş. Özgür kalamayacak kadar tehlikeli. Varoluş’u... Değiştirilmiş bir Varoluş.
Kat Sakinler’inin Ötesine geçenler tarafından Hapsedilmiş.
Tüm Paradokslar’ı denetleyenler.
İsimleri Söylenemeyenler.
Velmior’un son anlarında ima ettiği Varoluşlar.
Gözlerimi kısa bir süre kapattım.
Zaman Nöbetçisi’nin sözlerini hatırladım.
“Tüm Paradokslar’ı denetleyenlerin isimleri bilinmez. Saklandıkları için değil. İsimleri söylenemez olduğu için.“
Velmior beni ve Romulus’u uyarmıştı.
Tehditlerle değil.
Kaçınılmazlıklarla.
O zamanlar, Öl’ü Çark’ta Romulus ve bana karşı durduğunda, gururdan bahsetmemişti.
Korkudan bahsetmişti.
Primarch’lardan bile daha büyük olanlardan.
Kronoseskt’en daha büyük olanlardan.
Kat Sakinler’inden, Varoluş Çarkları’nın Bölgesel Harabeler’inin görkemli Krallar’ı ve Kraliçeler’inden daha büyük olanlara.
Paradokslar henüz şekillenmeden önce, Paradokslar’ı Kanunlar’a dönüştüren Varoluşlar’dan bahsetmişti.
İmkansız çatışmalardan Tahtlar Yaratanlar’dan.
Bilinen On Direniç’e bağlı olmayan, Kendi Yarattıkları Mutlaklar’ı şekillendirenlerden.
Yaşayan Olmayan Varoluşlar’dan.
Öl’ü Olmayan Varoluşlar’dan.
Ama daha fazlası.
Katlanmış bir şey.
Paradoks’un beden bulmuş Hâl’i.
Yaşayan Paradokslar, Katlanmamış Olanlar!
Ve şimdi, Thauron, Null Hükümdar’ın kendisi, Sonluluk ile dolu bir yaratık, onlardan da bahsetmişti.
Ama tonu farklıydı.
Korkulu değildi.
Saygılı da değildi.
Sadece kabullenmişti.
Sanki onların Perdeler’ine bir kez Dokunmuş ve hala izlerini taşıyormuş gibiydi.
Bahsettiği Mahkum, Hafızası’ndan Arındırılmış ve Katlanmalar’ın içine hapsedilmiş bu Varoluş, serbest bırakılmıştı.
Ya da belki de tekrar nefes alabilmesi için zincirleri yeterince gevşetilmişti.
Ve Thauron, bilerek ya da bilmeyerek, yeterince ipucu bırakmıştı.
Null Formu’nun hareket edişi.
Sözlerinin bazı gerçekleri sarması ve diğerlerini çürümeye terk etmesi.
Mahkum uzak bir Efsane değildi.
Hayır.
Onun yanında yürüyordum.
Gözlerimi açtım.
Elimde başka bir Sigil Parça’sı atıyordu.
Her şeyi düşünürken, gülümsemem zayıftı.
Tehlikeli.
Hesaplı.
Nullvein Mezarlığ’ın Katlar’ı çok genişti.
Katlanmamışlar bekliyordu.
İzliyordu.
Yargılıyor’du.
Tartıyor’du.
Velmior titrek bir sesle onlardan bahsetmişti.
Thauron, yorgun bir eğlenceyle onlardan bahsetmişti.
Ama ben?
Onlardan korkmuyordum.
Onlara saygı duymuyordum.
Bir Gerçeğ’i anlamıştım.
Sonsuz Olasılıklar’ın, alınabilecek Sonsuz Yollar’ın ve her şeyin mümkün olduğunun kanıtı olan bir Gerçeğ’i.
Bağlı olanlar arasında, hapsedilmiş olanlar arasında bile Güc’ün hala hareket ettiğinin kanıtı.
Bunu hatırlayacaktım.
Çünkü bir gün, Büyük Olasılık’la bana bakacaklardı. Bunu biliyordum. Bunu bekliyordum.
Bakacaklardı ve beni tartacaklardı.
Ölçecekler’di.
Yargılayacaklar’dı.
Ama bir tutsak bulamayacaklardı.
Ne de bir Kat Sakini’ni.
Ne de anlamadığı Anahtarlar’ı sallayan bir Çocuğ’u.
Hayır.
Başka bir şey bulacaklardı.
Henüz hesaba katmadıkları bir şeyi.
Parça’yı Varoluş’uma katladım.
Ve tekrar hareket ettim.
Votharion’un sivri Obsidiyen Uzantılar’ına doğru.
Paradoks’a doğru.
Kaçınılmazlığ’a doğru.
Thauron, yanımda yürürken, konuşmaya devam etmişti.
“Böyle bir Mahkum... Hafıza’sı, Güc’ü ve hatta kendi Kimliği“nden bile mahrum bırakılmış bir Mahkum, sence böyle bir Mahkum ne yapardı? Ne yapardı? Şimdi amacı ne olurdu?“
Thauron’un sorusu, Null Pota’sının ağır, nemli havasında asılı kalmıştı, Paradoks’un uluyan rüzgarları tarafından taşınan bir hayalet gibi fısıldanıyordu.
Mahkum şimdi ne yapıyordu?
Amacı ne olacaktı?
Cevap vermek için acele etmemiştim
Bunun yerine hareket etmiştim.
Bir adım. Bir adım daha.
Elimi uzattım ve bir başka parça’yı aldım, bir zamanlar Zaman’ı tanımlamaya çalışan Gerçek Kaynağ’ın kazınmış kalıntıları, şimdi tek bir Anlam Parçası’na dönüşmüştü.
Ve sonra, sözlerimin arkasında Kaçınılmazlığ’ın ağırlığıyla, konuşmuştum.
“Belki,“ dedim yavaşça, “Mahkum hala içinde bulunduğu Hapishane’yi hayal ediyordur.“
Başka bir Parça.
Sigil, henüz Tamamlanmamış bir Melodi’nin eksik fısıltısı gibi, avucumda daha net bir şekilde açığa çıkmıştı.
“Belki,“ devam ettim, “O, hiç gerçekten özgürleşmemiştir.“
“Eğer her şeyi hatırlayamıyorsa,“ diye mırıldandım, “O zaman hala Geçmiş’in Zincirler’ine bağlıdır. Çöküş’ün Zincirler’ine değil, Cehalet’in Zincirler’ine.“
Parça’yı Varoluş’uma yerleştirmiştim.
Rezonans’ın uğultusu. Neredeyse Tamamlanmış bir Mota.
“Belki,“ dedim, “O bir Anahtar arıyor.“
Başka bir Parça daha ele geçirilmişti.
Kalysta, yakınlarda izliyordu, adımları hafif, temkinli, devlerin peşinden giden bir gölge gibi.
“Uzun zamandır kapalı olan Kapılar’ı açacak bir Anahtar,“ dedim. “Paradoksal olarak... Belki de daha önce yaptığını tekrar yapmak istiyor.“
“Burada gördüğünüz birçok Kat Sakin’ine, “ diye mırıldandı Thauron, “Güçlü olanlar. Bazılar’ı Cahildir.“
Hafifçe elini salladı, Monadlar’ın, Primarchlar’ın ve Katlanmalar’da hareket eden diğer Anıtsal Varoluşlar’ın uzak figürlerini kapsayan bir hareket yaptı.
“Özgürce hareket ediyorlar. Gururlu. Kör.“
Gülümsemesi genişledi, dişleri kırık ay ışığı gibi parladı.
“Ama diğerleri...“
Başka bir parça avucuma düştü.
“...Diğerleri biliyor.“
Onu yerine yerleştirdim, beşinci Sigil etrafımda tamamlanarak, çiçek açtı.
Beşinci Tamamlanmış Gerçek Kaynak Sigil sessizce dönüyordu, görkemli ve acımasız, ama Thauron’dan bir adım geride.
Varoluş’u, fısıldanan bir yargı gibi Platform’un üzerine baskı uyguluyordu.
Ve Thauron, Thauron tüm bunları görünmeyen gözlerle izliyordu.
“Bilenler,“ dedi yumuşak bir sesle, “uzun zaman önce diz çöktüler.“
...!
Sözler’i, unutulmuş Megalos’un Yüksekliğ’inden düşen Monolitler gibi aramızdaki Boşluğ’a düşmüştü.
Kalysta, arkamda keskin bir nefes aldı, ama onu görmezden geldim.
Bunun yerine döndüm.
Null Hükümdar’a tam olarak baktım.
Kaçınılmazlığ’a baktım.
“Uzun zamandır bildiğine göre,“ dedim, sesim sakindi, gözlerim yanıyordu, “Sen de diz çöktün mü?“
BOOM!
Sözler basitti.
Ama Çöken Dokular’ın ağırlığıyla vurdu.
Thauron güldü.
Zalim bir ses değildi.
Alaycı da değildi.
Bu, isyanın boşuna olduğunu uzun zaman önce anlamış ve bu Gerçeğ’in tadını çıkaran bir İmparator’un kahkahasıydı.
“Bunu sormaya gerek var mı?“
Kocaman elini tembelce salladı.
Sonra öne eğildi.
Daha da yaklaştı.
Beni inceledi.
Sonraki sözleri yavaş ve ölçülüydü.
“O Mahkum’un amacı ne olursa olsun...“ dedi Thauron, sesi Öl’ü Güneşler’in soğukluğunu taşıyordu, “O arayış içinde.“
Bir anlık sessizlik.
“Bazı şeyler buldu. Ama onu bulamadı.“
Görünmeyen bakışları yakıcıydı.
Ve benim zayıf, zorba gülümsemem hala yüzümdeydi.
“Bu yüzden,“ dedi Thauron, “O hayal edilemeyecek kadar meraklı hale geliyor.“
Geriye yaslandı, Null Pota’sının Sonsuz Gökyüzü’ne baktı.
“Aradığı şeye benzeyen bir şey ortaya çıktığında...“
Thauron’un sesi alçaldı.
Ağır.
Kesin.
“Ve mahkum onu elde etmek için her şeyi, her şeyi yapardı.“
Bir duraklama.
“Belki.“
“Belki de değil.“
“Orada birçok Paradoksal Olasılık var.“
Null Hükümdar’ı bana doğru döndü.
Yüzündeki ifade okunamazdı.
“Sonuçta...“
Soğuk bir gülümsemeyle.
“Hepimiz aynı değil miyiz?“
Kocaman pençeli elini kaldırdı ve geniş bir hareketle Orta Çark Platformu’na, Kıvrımlar’a, Varoluş’un kendisine işaret etti.
“Tam olarak Anlayamadığımız BüyükBiir Gölet’te yüzen Küçük Balıklar’ız.“[Not: Barbatos’un Söz’ü harbi gerçek oldu. Noah ve Diğer herkes Hâlâ Küçük Balık. Hatta bundan bile daha küçükler. Hepimiz Gölet’te duran bir Planck düzeyinde Küçük Varoluşlar’ız. Şimdi oldu. ]
Uzaklardan izleyen Primarchlar ve Monadlar, kalmaya cesaret edenler, duyamıyorlardı.
Ama hissedebiliyorlardı.
Ağırlığı.
Baskıyı.
Kaçınılmazlığ’ı.
Ve yine de, Thauron’un sesi, şimdi daha soğuk, daha keskin, hepsini kesip, geçmişti.
“Onlar gibi zayıflar arasında...“
Sözlerini havada bıraktı.
Sonra sessizce bitirdi:
“Her zaman çatışma olmak zorunda değil.“
“Her zaman...“
Bir Ân.
Bir fısıltı.
“...Bir Seçim vardır.“
Son söz yankılandı.
Öncesinde Çökmüş tüm Varoluşlar’dan daha ağır bir anlam taşıyordu.
Başımı hafifçe eğdim.
Dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi.
Seçim.
Tehlikeli bir şey.
Paradoks’un Kendisi’nden bile daha tehlikeli.
Hiçbir şey söylemedim.
Gerek yoktu.
Sonuçta, bir sonraki hamle zaten benimdi.
Ve Thauron, yaşlı, korkunç, yorgun Thauron, bunu biliyordu.
O, sadece orada duruyordu.
İzliyordu.
Bekliyordu.
İkimiz de kıpırdamadık.
Henüz değil.
Kaçınılmaz fırtına henüz kopmamıştı.
Ama kopacaktı.
Her zaman kopardı.
Thauron, elini kaldırdı ve Tamamlanmış Gerçek Kaynak Mührü, Paradoks ve Zaman, Çöküş ve Son’un İmkansız Derece’de Karmaşık bir Örgü’sü, avucunun üzerinde süzülüyordu.
Sessiz.
Parlak.
Yavaşça dönüyordu, Varoluş’unun Dokumalar’ı Sonsuz bir Spiral içinde Katlanıp, açılıyordu.
Ve sonra...
Onu Kavra’dı.
Sıkıca.
...!
Onun devasa pençeli parmakları içe doğru bastırırken, ben sakin bir şekilde izledim.
Mühür, ilk başta direnerek, kendi içinde Yenilmez bir Varoluş olarak titreşmişti.
Ama Thauron’un tutuşu gevşememişti.
Çatlaklar.
İnce, Kılcal Çatlaklar yüzeyinde yayılmıştı.
Mühür titredi, Varoluş’u baskı altında dalgalanmıştı.
Kalysta, çok da uzak olmayan bir Yer’de durarak, keskin bir Nefes aldı, Null Form’u sessiz bir şaşkınlıkla parıldıyordu.
Ve sonra…
Thauron konuştu.
Sakin.
Ölçü’lü.
Gizem’li.
“Güç Kullanım’ı…“
Konuşurken, Sigil’in üzerinde çatlaklar derinleşti, sesi yankılı ve sabırlıydı.
“…Her zaman birçok Varoluş’un ilk tercih ettiği şeydi.“
Elini hafifçe sıktı ve Sigil ağırlığın altında titredi.
“Ve güç, çoğu zaman...“
Thauron’un görünmeyen dudaklarının köşelerinde küçük bir gülümseme belirdi.
“...Harika işledi.“
ÇAT!
Sigil tamamen kırıldı, düzinelerce parlak parçaya ayrıldı ve havaya saçıldı, Unutulmuş Işık Parçacıklar’ına dönüşmüştü.
Gitti.
Silin’di.
Sanki hiçbir şey yokmuş gibi yok olan bir Varoluş gibiydi.
Thauron, sanki tozu silkelemiş gibi elini indirdi.
Ardından gelen sessizlik derin, yoğun ve görünmeyen Gerçekler’in yankılarıyla ağırdı.
“Ama...“
Thauron devam etti, sesi daha yumuşak, daha samimi, Çöküş’ün Kıvrımlar:ından geçen bir fısıltı gibiydi.
“Karmaşık Paradokslar söz konusu olduğunda...“
Görünmeyen bakışları beni delip, geçti, daha zayıf Varoluşlar’ı ezip, geçecek bir ağırlıkla.
“Ben buldum...“
Başını hafifçe eğdi, sanki etrafımızdaki Kaçınılmazlığ’ın söylenmemiş Senfonisi’ni dinliyormuş gibiydi.
“...Ve Geçmiş’te gördüm...“
Yavaş, soğuk bir gülümsemeyle gülümsedi.
“...Bir taraf daha güçlü olsa bile...“
Kollarını genişçe açtı, sanki tüm bu Paradoks’u kucaklıyor gibiydi.
“...Güç Kullanmak her zaman doğru yol değildir.“
Etrafındaki hava hafifçe titredi, güçten değil, henüz yapılmamış seçimlerin ağırlığından.
“Başka Yollar da var.“
Elini indirdi, Boş ama Anlam yüklüydü.
“Ve ben şimdi bu Yol’u seçmek istiyorum.“
Bir an durdu.
Etrafımızdaki Kıvrımlar dinlemek için daha da yaklaştılar.
“Seçim var..
HUUM!
Bir Fısıltı.
Bir Gök Gürültü:sü.
Bana bir adım daha yaklaştı, saldırgan değil, zorlayıcı değil, ama kaçınılmazdı.
“Sonuç ve Paradoks sever biri olarak,“ dedi Thauron, sesi derinleşerek, “Jer zaman Olasılıklar’ı incelemekten zevk alırım.“
Sonlar’ın devasa Anıt’ı olan Null Formu, sanki etrafındaki Kıvrımlar’ı ve Varoluş’u Katlayarak, hafifçe parıldıyordu.
“Mesela...“
Hafifçe elini salladı, parmaklarını hafifçe hareket ettirdi.
“Şu Olasılık ne olacak...“
Bir Ân.
Çökmüş Varoluşlar’ın kemiklerinden çıkan bir fısıltı.
“...Bir Hapishane’ye girebilmek.“
Hava daha soğuk, daha yoğun hale gelmişti.
Bir Hapishane.
Sayısız sessizliğin ağırlığını taşıyan bir kelime.
“Korkunç Varoluşlar’ın, Kendi Kurallar’ına karşı geldiğini düşündükleri Varoluşlar’ı Attıklar’ı bir Hapishane.“
Sesi yumuşaktı, ama duyuluyordu.
“Onlar tarafından hapsedilmek, Masal’dan Zaman’dan, Varoluş’tan Silinmek demektir.“
Thauron’un bile tam olarak Kavrayamayacağ’ı şekillerde.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.