Yukarı Çık




3804   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3806 


           
Bölüm 3805: Ateş! I


Golemler canlandı.


Üç Primarch’ı parçalayan aynı beş Yaşayan Köken Golem, Kızıl-Altın Reng’i sessizlikten ortaya çıktı.


Çift mızraklı savaşçılar.


İkiz Kalkan’lı Dev.


Sessiz suikastçı.


Parlak Tatar Yay’ı Nişancı’sı.


Maskeler’i Beyaz-Sıcak bir şekilde parlıyordu.


Otoriteler’i yükselmişti. 


Ama Usta Hannibal?




O, hiç çekinmemişti! 


O, bir Köken Venerant Varoluş’u idi! 


Ve O’nun görkemli bir amacı vardı. Arkasında duranlar bile O’nun taşıdığı yükün ağırlığını bilmiyorlardı!


İlk mızrak taşıyan Golem O’na doğru hücum etti.


Asla ulaşamadı.


BOOM!


Bir Çekiç şimşek gibi belirdi, Golem’in göğsüne çarptı ve erimiş bir Güç fışkırmasıyla Yaşayan Köken Otoritesi’ni patlattı. Beyaz Maske çatladı, parçalandı ve Golem Islak bir çıtırtı ile içe doğru katlanırken, parçalar halinde dışarıya doğru patladı.


İkinci Mızrak kullanan düşük bir vuruş yaptı, ama çok geçti.


Bir Kalkan Cerrah’i hızla aşağıya doğru Sarmal şeklinde indi ve Golem’in kafatasını mide bulandırıcı bir çatırtıyla yere yapıştırdı.


Devasa Yaratık İkiz Kalkanlar’ını kaldırdı ve ileriye doğru fırladı.


Usta Hannibal O’nunla kafa kafaya karşılaştı.


Kenara çekilmedi.


İleri adım attı.


Bir Çekiç Parlak Beyaz-Altın Reng’inde parladı. Onu golem’in kalkanlarının ortasına vurdu.


ÇAT!


Her iki kalkan da parçalandı.


Bu Güç, Taş, Kemik Benzer’i Alaşım ve erimiş Köken Dokumalar’ını sahaya saçmıştı. 


Hannibal, Golem’in çenesine dönen bir dirsek vurdu, ardından ikinci Çekic’i boğazına saplayarak, O’nu parçalamıştı. 


Arbalet Golem ateş etmişti. 


Üç atış.


Hepsi saptırıldı - Dönen kalkanlarından, önceden planlanmış gibi soğuk bir hassasiyetle sekti.


Arbalet, yeniden doldurulamadı.


Hannibal’ın yanından bir Çekiç fırladı ve Golem’in kafatasını çökertti, devasa metal gövdesi çöken bir Katedral gibi takla attı. 


Sadece suikastçı kaldı.


Hızlı’ydı. Çok Hızlı’ydı.


Arkasından göz açıp, kapayıncaya kadar gelmişti. 


Ama Hannibal, gelmeden önce dönmüştü. 


Altın bir Kalkan ayrıldı ve bıçağı havada yakaladı, çarpışma kırık cam gibi çınladı. Hannibal, boş eliyle Suikastçı Golem’in Yüz’ünü yakaladı... Ve ezdi.


Parmaklar’ı sıktı. Rünler parladı.


Maske patladı. Sonra kafa. Sonra Golem’in omurgası.


Tek El’le. Zahmetsizce.


Beş Golem de altı saniye içinde yere düştüğünde, parçalanmış Köken Çekirdekler’inden kan benzeri Enerji fışkırdı.


Ama iş bitmemişti.


Daha bitmemişti bile.


Bulundukları odanın derinliklerinden...


On Golem daha ileri atıldı, zırhları Yaşayan Köken Otorite’si ile uğulduyordu.


Bazılar’ı süzülüyordu.


Bazılar’ı zıplıyordu.


Biri yılan ve makinenin birleşimi gibi kayıyordu, Vücud’u Kıvrımlı Runik Tel ve sivri Uç’lu kaslardan oluşuyordu.


Hannibal bir kez nefes aldı.


Çekiçler dönmeyi bırakmıştı. 


Muhtemelen bir Runik Savaş Beceri’si etkinleştirilmişti.


Ve...


CRACK—!


BOOM—!


Devasa bir Altın Çekiç yukarıdaki boşlukta açıldı ve her şeyin üzerine çakıldı, küçük çekiçler ve kalkanlardan oluşan bir deniz gibi yayılan Kutsal Altın Işık Dalgalar’ı yaydı.


Her yönde, Yaşayan Köken’in Altın Yaylar’ı dışarıya doğru patladı. Her Çekiç bir kafaya isabet etti. Her kalkan bir savuşturma oldu. Hannibal’ın attığı her adım, ardında Öl’ü bir Golem bıraktı.


Bir’i Kıvrılan Asmalar’dan bir bariyer oluşturmaya çalıştı— Hannibal Çekiç’le O’na doğru döndü ve tek vuruşta hem Büyü’yü hem de Büyücü’nün göğsünü parçaladı.


Bir başkası Köken Işığ’ın  yoğunlaştırılmış Işınlar’ını ateşledi.


İlk’ini Kalkan’ıyla yansıttı, İkincisi’ni dönen bir koruma Rün’üyle Emdi, ardından Kalkan’ını Büyücü’nün boğazına saplayarak, O’nu bir Ritüel gibi yere sabitledi.


Daha fazlası geldi! 


Beş. On. On beş.


Tam dalga.


Tüm Arena, kalan 50 Yaşayan Köken Golem ile doldu, Bazılar’ı Titanlar gibi zırhlı, Bazılar’ı Mantikorlar gibi pençeli, Bazılar’ı İllüzyonlar veya Alev Dalgalar’ı yaratıyordu! 


Peki Hannibal?


Hâlâ durmamıştı. 


Bir’inin altından kayarak, geçip, uzuvlarını koparmıştı. 


Bir diğerinin sırtına atladı, sırtını çökertti.


Dördüncü’yü, yüz plakasını parçalayan bir fizi dönen Kalkan darbesiyle parçaladı, sonra dizini yukarı doğru iterek,naçıkta kalan Çekirdeğ’e sapladı ve çıplak eliyle O’nu kopardı.


Kan ve Otorite Parçalar’ı her yöne yağdı.


Bir Zamanlar tertemiz olan zemin, şimdi erimiş kan ve kırık Rünler’le boyanmıştı.


Çekiçler’i Göksel Cellatlar gibi hareket ediyor, Gök Gürültüsü ve Zulüm’le kafataslarını parçalıyordu.


Kalkanlar’ı testere bıçakları gibi dönüyor, kaburgaları parçalıyor ve kafaları eğriyordu.


Her hareket temizdi. Hesaplanmıştı. Zalim’di.


Bir Golem bağırmaya çalıştı, ama o Çekiç darbesiyle O’nu dikey olarak ikiye böldü ve Beden’i ikiye bölünmüş halde seğirmeye başladı.


Ve sonunda...


Sessizlik! 


Ağır, muazzam bir sessizlik.


Son Golem metalik bir hırıltıyla düştü, çekirdeği içe doğru çöktü ve alevli parçacıklara ayrıldı.


Kan, Usta Hannibal’ın ayaklarının dibinde birikmişti.


Etrafında elli ceset dağılmıştı - Bağırsaklar’ı deşilmiş, toz haline getirilmiş, susturulmuştu. 


Ve yine de...


Yüz’ü değişmemişti. 


En ufak bir seğirme bile olmamıştı. 


Sadece Altın Reng’i Gözler’i, yarattığı buharlı mezarlığın Ötesi’nde, Arena’nın sonunda duran Dokuz Hazine Sandığ’ına bakarken, hafifçe kısılmıştı. 


Her Bir’i Mühür’lü Güç’le nabız gibi atıyordu.


Her Bir’i bekliyordu.


...!


Bu sırada...


HUUM!


Usta Hannibal’ın üzerinde altın rengi Kelimeler belirmişti. 


>+5 Direnç Arketip’i Puan’ı. >


...!


Shen Usta ve diğerlerinin şok ve heyecanla bakmasına neden olan Kelimeler!


Hannibal Usta Bakış’ını değiştirmemişti. 


Tek bir adım öne çıkmıştı. 


Etrafındaki hava yanmıştı. 


Ve hâlâ izleyen her Varoluş... 


Nefes’ini tutmuştu. 


Uzakta, Noah her şeyi soğukkanlılıkla izledi ve Analiz Etti.


Ardından sessizce ilerledi.


Havada Hannibal’ın Katliam’ının kalıntıları olan Ateş ve Yıkım Hâlâ yoğun bir şekilde hissediliyordu, zemin Yaşayan Köken’in dağılan Rünler’iyle hafifçe parıldarken, parçalanmış Golem kalıntıları ile doluydu.


Sakin ve soğuk Gözler’i, olayın ardından kalanları taramıştı. 


Hannibal en az 200 ila 300 puan kullanmış olmalıydı.


Bu, tek mantıklı varsayımdı.


Altı Altın Yapı’nın Koordinasyon’u, Büyü yapma akıcılığı ve her öldürmenin acımasız verimliliği... Bunlar da temel bir Arketip’in ürünü değildi.


Bu, birden fazla Asma boyunca Rafine, neredeyse mükemmel bir dağılımdı, belki de birden fazla tamamen açılmış Dal.


Bahçe’si muhtemelen korkunçtu.


Golemler bile taktiklerini yarıda değiştirdiler... Ve yine de ölmüşlerdi. 


Arkasından, birkaç mırıldanma sessizliği bozmuştu. 


Usta Shen hareket ederken, düşük bir ıslık çaldı, Primarchlar da O’nun yanında ilerledi.


Enkazın içinden dikkatlice yürüdüler, Gözler’i Hannibal’ın sırtına doğru kaydı, O Dokuz parlak hazine sandığının önünde hareketsiz duruyordu.


Noah da, onların yanında ilerlemişti. 


Bakışlar’ı artık daha keskinleşmişti. 


Bu Labirent’te gizli gerçekler vardı - Gerçek olanlar.


Ve bu gerçeklerden bazıları... O’nun yanında yürüyordu.


Mesela Sağ’ında, Sigrid Yaşayan bir Kutsal Kitap gibi süzülüyordu - Düzensiz Ritimler’le atan, benzersiz Kırmızı-Altın Yaşayan Köken Otorite’si Dalgalar’ıyla dönüyordu.


Adımlar’ı hafifti.


Ama Gözler’i?



Uzak.


Noah, kaşlarını çatmıştı. 


Özenle elini uzattı ve nazikçe omzuna dokundu.


Sigrid, hâfifçe irkildi ve sanki bir Rüya’dan uyanmış gibi O’na Gözler’ini kırpıştırdı.


“Kendin’le ilgili başka bir şey hatırladın mı?“ diye sordu Noah sessizce.


Sigrid, O’na baktı.


Sonra başını salladı.


“Hayır,“ diye fısıldadı. “Benim’le ilgili değil. Yine o Hikaye’yle ilgili. Köken’le ilgili. Ve Yaratık. Bu Yaşayan Köken Otorite’si ile ne kadar çok temas kurarsam, o kadar çok ortaya çıkıyorlar.“


...!


Noah’ın bakışları anında keskinleşmişti. 


Kız’ın anlattığı ilk Hikaye, Primarchlar’ın kalplerinde çoktan dalgalanmalara neden olmuştu. Hatta Usta Hannibal’ı bile donduracak kadar etkileyiciydi. Varoluş’un En Erken Katmanları’na dair bir Ânı, sahte bir şeyden çok Gerçekmiş gibi anlatılmıştı.


Ve şimdi...


Daha fazlası mı vardı?


O, diğerlerinin dikkatini çekmeden, Ses’ini alçak bir tonda, doğrudan O’nun kulaklarına ulaşacak şekilde konuştu.


“Anlat bana. Sadece Bana.“


O, Baş’ını sallamıştı. 


Sonra, yumuşak bir Ses’le, İmkansız Derece’de yumuşak bir Ses’le, Ses’i sadece O’nun kulaklarına ulaşmıştı. 


Bu, bir Ses değildi.


Bu, konuşmaya Dokunmuş Yaşayan Köken Otorite’si idi, aralarındaki Rezonans Bağ’ıyla seyahat ediyordu.


Sanki bunu yapmak O’nun için çok doğal bir şeymiş gibiydi. 


Ve kırık Oda’nın içinden geçerken, Sözler’i Zaman’dan önceki o garip Zaman’a geri dönmüştü. 


“Yaratık Yaşayan Köken’i seçtikten sonra... Yürüme’ye devam etti.


Şimdi şekli hafifçe titriyordu - Artık amaçsız değil, sessiz bir Ateş’le doluydu.


Bir Başlangıç elde etmişti.


Ve bununla birlikte bir amaç.


Zayıf ama yanan bir Arzu... Anlamak. Daha fazlası olmak.


Ama bu amacı hissetmesine rağmen...


Buna göre hareket edememişti. 


Her uzandığında, Uzuvlar’ı başarısız olmuştu. 


Ne zaman bir şey yapmayı Hâyâl etse, tereddüt ediyordu.


Alet yoktu.


Hareket yoktu. 


Sadece giderek, artan bir durgunluk acısı vardı.


Hareket etmek için bir Neden’i vardı, ama bunu gerçekleştirecek araçları yoktu.


Ve böylece, Yaratık amaç ve Köken’i ölen bir Köz gibi göğsüne sıkıca sarılıp, dolaşmaya devam etmişti. 


Bir gün, Varoluş’un en eski Kıvrımlar’ının sürekli değişen sisinde, bir Delilik Alem’ine adım atmıştı. 


Işık ve Yapı’dan Yoksun bir Yer.


Mutasyon’a uğramış Kaçınılmazlıklar’ın dolaştığı bir yer.


Onlar, Varoluşlar değildi.


Onlar... Et’e Kemiğ’e bürünmüş Açlıklar“dı. Başarısız İplikler’den ve Çökmüş amaçlardan doğan şeylerdi. Düşünmezler’di. Mantık Yürütmezler’di.


Sadece Yiyorlar’dı.


Ve Yaratığ’ın içindeki Yaşam’ın Nabzı’nı hissettikleri anda, hücum etmişlerdi. 


Yaratık koşmuştu. 


Sonsuz’a dek koşmuştu. 


Doğmamış Kıvrımlar’ın Denizler’ini, çığlık atan Entropi’nin Dağlar’ını aşmıştı. 


Yıllar’ca kaçtı, hiç durmadan, Başlangıc’ı giderek, daha parlak bir şekilde yanarken - Milyonlar’ca Mutasyon’a uğramış Kaçınılmazlık O’nu takip ederken, bir İşaret ve bir Lanet olarak.


Ama koşmaktan başka bir şey yapamıyordu.


Bir Amac’ı vardı, ama pençeleri yoktu.


Bir Başlangıc’ı vardı, ama Güc’ü yoktu.


Ve nefret etmeye başlamıştı. 


Hareketsizliğ’ine nefret etmişti


Çaresizliğ’ine nefret etmişti. 


Ve o Umutsuzluk anında...


Bir Dalgalanma.


Bir kahkaha.


Yaşayan Paradoks ortaya çıkmıştı. 


Dokunulmamış bir Tuval’in üzerinde kayan yağ gibiydi. 


Vücud’u Kaos’un Güzelleşmiş hâli, Çelişki’nin Vücut Bulmuş Hâl’iydi.


Yaratığ’ın yanında süzülerek, alaycı bir şekilde gülümsemişti. 


“Şimdi anlıyor musun?“ diye fısıldadı. “Bir Amac’ın var. Bir Köken’in var. Ama yine de, hareket etmek için hiçbir şeyin yok.“


Yaratık, ağır nefes alarak, önüne baktı, ama hiçbir şey söylemedi.


“Sen’i kurtarabilirim,“ dedi paradoks. “Ama Başlangıc’undan vazgeçmelisin. Yapı’nın ağırlığını bırakmalısın. Sıkı sıkıya sarıldığın bu aptalca şeyi bırak. Çelişki’yi kucakla... Ve ben sana Güç vereceğim.“


Yaratık titremişti. 


Az önce Amac’ını ve Başlangıc’ını elde etmişti. O’nu bırakmak istemiyordu.


Bu yüzden cevap vermemişti. 


O zaman değil.


Henüz değil.


Bu’nun yerine koşmaya devam etti.


Bilinmeyen bir süre sonra, Sonsuz Mavi’nin Kıvrımlar’ını bulmuştu . 


Önünde, Katlanmalar’ın içinde parıldayan, inanılmaz derecede durgun, ışıltılı bir Gök Mavi’si Deniz vardı.


İçine atladı ve Derinlikler’e battı.


Ve Derinlikler’inde...


Üçüncü bir Küre buldu.


Diğerlerinden daha küçüktü. Yaratığ’ı buraya kadar alaycı bir gülümsemeyle takip eden Köken ve Paradoks’tan daha küçüktü.


Üçüncü Küre, sanki ilham verdiği her Düşünce Harikalar doğuracakmış gibi, Sonsuz Renk Fraktallar’ıyla parlıyordu.


Küre konuşmuştu. 


“Ben, Yaşayan Kavram’ım.“


“...Başka biri mi?“ Yaratık, yorgun ve bitkin bir şekilde fısıldamıştı. 


“Ben, Hayal Güc’ünün şekliyim. Eylem’i tanımlayan fısıltı. Ben... Potansiyel’im.“


Küre, yaratığın etrafında yavaşça dönmüştü. 


“Sen’inle ve Köken’inle birleşebilirim. Ve benimle birlikte, sana eylem için gerekli araçları vereceğim. Ama bir Şey’e ihtiyacım olacak.“


“...Ne?“


“Hayal Güc’ün. Yorumlama Güc’ün.“


Yaratık geri çekilmişti. 


Başka bir bedel mi?


Neden?


Neden Yaşayan Köken’in Ötesinde’ki her şey bir Bedel istiyordu?


“Bu Varoluş nedir,“ diye sordu yaratık, “Jer adımda acı gerektiren? Her Şey’in bir Bedel’i olan?“


Ve gölgelerden...


Yaşayan Paradoks tekrar gülmüştü. 


İkisinin arkasında süzülürken, geniş bir gülümsemeyle gülümsemişti. 


Ve çelişki kadar eski bir Ses’ke şöyle demişti:


“Çünkü bu, Varoluş’un ilk Gerçeği’dir.“


“Her Şey’in bir Bedel’i vardır.“


Yaratık, Yaşayan Kavram’a dönmüştü. 


“...O zaman söyle bana,“ dedi yumuşak bir sesle. “Sen’in... Bana hareket Etme Güc’ü veren şey nedir?“


Yaşayan Kavram, parlak ve sabit bir şekilde titreşmişti. 


Ve hem fısıltı hem de Kanun gibi bir sesle cevap vermişti. 


“İçimde... Mana Yaşıyor.“


“Tüm Eylemler’in Motor’u.“


HUUM!


Gök Mavi’si Deniz durgundu.


Ve derinliklerinde, Yaşayan Kavram sessizce süzülüyordu, tek bir Düşünce’yle Katlanmış bir Nebula’ya Benzer şekilde Sonsuz Potansiyel’le titreşiyordu.


Yaratık, uzun süre hiçbir şey söylememişti. 


Sadece süzülüyordu.


Düşünüyordu.


Yanıyordu.


Ağlıyordu, ama ağlayacak Gözler’i yoktu.


Bu, O’nun ikinci şansıydı.


Başka bir seçimdi.


Yaşayan Köken O’na bir amaç vermişti.


Ama Güç olmadan amaç acımasızlıktı.


Peki şimdi?


Şimdi bir Yol vardı.


Ama bunun bir bedeli vardı.


Hayal Güc’ü mü, yoksa Amac’ı mı?


Yaratığ’ın bir parçası isyanla kıpırdamıştı. 


Ama daha derin bir parçası... Yıllar’ca süren kaçış, çaresizlik, Kaçınılmazlığ’a karşı sessizce çığlık atmanın oyduğu bir parça...


O parça öne çıkmıştı. 


Ve fısıldadı, “Al onu. Hayal Gücüm’ü al.“


Yaşayan Kavram, ciddi bir ışıkla parlamıştı. 


Ve sonra hareket etmişti. 


Yaratık, Varoluş’unun Öz’üne nazikçe bastırdı, hala orada parıldayan Yaşayan Köken’in Işığ’ıyla iç içe geçmişti. 



Birleşme yoktu.


Patlama yoktu.


Sadece...


Bütünleşme vardı. 


Sanki her zaman böyle olması gerekiyormuş gibiydi. 


İkinci bir Kök, ilkine katılmıştı. 


Yaşayan Köken.


Ve şimdi, Yaşayan Kavram.


İki küre.


İki Gerçek.


İki Varoluş Hâli.


Peki Bedel’i neydi?


Yaratık, bunu hemen hissetmişti. 


Düşünceler’i... Daha basit hâle gelmişti. 


Artık bir Ses’in ne anlama geldiğini veya Işığ’ın Kıvrımlar’ının havada neden güzel şekiller oluşturduğunu merak etmiyordu.


O içsel merak, Hayal Güc’ünün titrek Rüya Işığ’ı, sönmüştü.


Peki O’nun yerine ne geldi?


Yapı gelmişti. 


Biçim.


Güç.


Ve hepsinden önemlisi...


Bir Nabız.


Bir dalgalanma.


Yeni bir kalp atışı.


Yaratığın içinde sıvı bir şey akıyordu şimdi -Yıldızlar’dan daha sıcak, Işık’tan Daha Saf.


Yanmıyordu.


Hareket ediyordu.


İtaat ediyordu.


O...


Mana’ydı.


HUUMMMMM!


Yaratık ellerini açtı.


Ve harekete geçti.


Varoluş’unda ilk kez bir Alev şekillendirmişti. 


Hayal Edilmeyen.


Rüya’da görülen değil.


Gerçek.


Yaşayan Köken’inden, Yapı’nın Hatırası’nı çekti ve O’nu Yaşayan Kavram’la, Yaratılış’ın ardındaki Anlam’la ördü.


Ve Onlar’ın birleşmesinden...


Mana Yüksel’di.


Yaratığ’ın avucunda, Tanım ve Niyet’in Katman’lı halkalarıyla uğuldayan, parlak Mavi-Beyaz bir Güç Küre’si açmıştı. 


Bir kez attı.


Sonra tekrar.


Ve Varoluş’un Kıvrımlar’ı O’nun etrafında bükülüyordu. 


Yaratık başını kaldırmıştı. 


Hâlâ onları hissedebiliyordu - Mutasyon’a Uğramış Kaçınılmazlıklar, hâlâ pusuda, hâlâ aç, hâlâ peşinde.


Onlar, O’nu Sonsuzluklar boyunca kovalamışlardı. 


Ama şimdi?


Artık kaçmayacaktı.


Artık harekete geçebilirdi.


Artık savaşabilirdi.


Ve elindeki Alev...


Sadece Başlangıç’tı.“


...!


BOOM!



Sigrid’in Ses’i yine kaybolmuştu. 



Noah, konuşmamıştı. 


Konuşamamıştı. 


O’nun Hikâye’si, hafızadan daha derine kazınmış bir Güç İlke’si gibi, temel bir Denklem gibi içinde yankılanmıştı. 


Dümdüz önüne baktı, Runik Bahçe’si hâlâ kaburgalarının arkasında yanıyordu.


Şimdi hissediyordu.


Her zamankinden daha fazla.


Mana.


Oh, Mana!


O’nun sahip olduğu şey... Yaratığ’ın yıllar önce hareket etmesini sağlayan Mana ile aynı şey miydi?!


Not: Ne diyeceğimi bilemiyorum. 


Not: Mana? Yoksa Gerçek Sonsuz Mana’ya mı Kavuştu? Bu.... 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3804   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3806