Yukarı Çık





           
Çeviri: Animeci_Reyiz

Görev 1
“Doğayla iç içe eğitim mi?“ diye tekrar etti Yor Forger, bu yabancı ifadeyi anlamaya çalışarak. Siyah gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve elindeki sıcak kakaoyu masaya bıraktı.

Anya bardağı kendine çekip başını salladı.
“Evet! Gelecek cuma! Okulca dağlara gidiyoruz!“
Sonra sınıfta dağıtılan bilgilendirme broşürünü Yor’a uzattı.

Yor gülümsedi.
“Kulağa eğlenceli geliyor!“

“Ben daha önce hiç kampa gitmedim,“ dedi Anya ciddi bir ifadeyle.

“Hm?“ Yor’un gülümsemesi dondu, gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
“Yani… gece de mi kalacaksınız?“

“Aynen öyle!“

Yor’un yüzü bir anda gerildi. Gözleri hâlâ aynı yerde bakıyor olsa da zihni endişelerle dolmaya başlamıştı. Yor, bunu dile getirmese de, korkuya kapılmış düşünceleri Anya’nın zihnine birer birer akmaya başlamıştı.

Çünkü Anya Forger sıradan bir küçük kız değildi.
Gizli bir araştırma tesisinde Denek 007 olarak büyümüş, insanların düşüncelerini okuyabilen bir telepattı.

Anya daha altı yaşında, diye düşündü Yor.
Daha önce hiç bir yerde gecelememiştir ki… Dağ gibi ciddi bir yerde hiç olmaz. Ona avlanmayı öğretmem gerek. Deri yüzmeyi de. Ayı saldırılarına karşı ne yapmalı, onu da anlatmalıyım, ne olur ne olmaz...

Bu düşüncelerle birlikte, Yor’un zihninden Anya’nın zihnine bir dizi tuhaf görüntü aktı. Yor bir geyiği bıçakla yere sererken, bir diğer karede elini bir ayının ağzına sokmuş, dilini çekiştiriyordu. Bu sahnelerde Anya da az ötede duruyor, üzerindeki kıyafetler domates festivali çıkışından fırlamış gibi kan ve çamur içindeydi.

Anya’nın sırtından bir sıcak, bir soğuk terler boşandı. Tüyleri diken diken olmuştu.

Kampla ilgili annesiyle hayalleri... pek örtüşmüyordu.

Yor Forger—Anya’nın “Anne” dediği kadın—Berlint, Ostania’nın başkentinde belediyede çalışan, zarif ve kibar bir kadındı. En azından görünen yüzü buydu.
Gerçekteyse, “Diken Prensesi” kod adıyla görev yapan soğukkanlı bir suikastçıydı.

Bu yüzden Anya, annesinin zihninden taşan kanlı imgeleri artık doğal karşılıyordu. Bu da evlat edinilmiş olmanın ufak tefek bedellerindendi.

“İyi bir hayatta kalma bıçağı şart... Bir de kalın, sağlam tuzak ipi. Düğümleri öğretmem gerek. Bir de kapanlar, evet…“
Yor artık kendi kendine mırıldanıyordu. Ama sesi bir başkasına aitmiş gibi, iç karartıcı ve derinden geliyordu.

“Adı doğa sınıfı olabilir ama çocukların vahşi hayvan avlaması beklenmiyordur sanırım, Yor.“
Anya’nın sol yanındaki koltukta oturan Loid Forger—yani Anya’nın “Baba”sı—karısının demlediği kahveden bir yudum aldıktan sonra onu nazikçe düzeltti.
“Şu broşüre bir bakabilir miyim?“

Loid Berlint Genel Hastanesi’nde psikiyatrist olarak çalışıyordu. Hastalarını yumuşak sesiyle rahatlatmasıyla tanınırdı. Ama bu yalnızca bir kılıftı.
Gerçekte o, Westalis adlı komşu ülkenin en yetenekli ajanı Twilight’tı.

Loid, karısının bir suikastçı olduğunu bilmiyordu. Yor da kocasının bir ajan olduğundan habersizdi. Anya’nın zihin okuma yeteneğini ise ikisi de bilmiyordu.
Yani bu evdeki tek sır sahibi, küçük Anya’ydı.
Loid ve Yor’un evliliği tamamen göstermelikti. Yor, Anya’yı Loid’in önceki evliliğinden kalma bir çocuk sanıyordu ama gerçekte Anya’nın ne Loid’le, ne de Yor’la kan bağı vardı.

Yüzeyde sıradan bir aile gibi görünseler de, Forger Ailesi alabildiğine karmaşık ilişkiler ve saklanan sırlarla örülüydü.

“Kamp sadece iki gün sürecekmiş, tek gece kalacaklar,“ dedi Loid, broşürü incelerken.
“Çadırda uyuyacaklar ama yatak, masa, kanepe, halı ve lambalar da verilecekmiş.“
Sayfayı çevirdi.
“Basit duş alanı olan tuvaletler de varmış.“

“Gerçekten insanlar artık böyle mi kamp yapıyor?“ diye sordu Yor, gözleri hayretle açılarak.

“Günümüzde nasıl yapılıyor bilemem,“ dedi Loid,
“Ama Eden Akademisi’nde kamp böyle oluyormuş.“

Yor zorlama bir kahkaha attı.
Anya, Ostania’nın en prestijli özel okulu olan Eden Akademisi’nde okuyordu. Öğrencilerin neredeyse tamamı ülkenin önde gelen iş insanlarının ve politikacıların çocuklarıydı.
Okul, böylesine önemli öğrencileri korumak için kampı okulun sahip olduğu özel bir dağlık alanda yapıyordu. Her sınıf farklı tarihlerde giderdi ki, her birkaç öğrenciye bir gözetmen düşebilsin.
Ayrıca gece güvenliği de okul yönetimi tarafından en ince ayrıntısına kadar planlanmıştı.

“Hava durumu o hafta sonu için güneşli görünüyormuş,“ dedi Loid.
“Güzel bir gezi olacak gibi. Ayrıca sınıfta öğrenemeyecekleri birçok şeyi doğada öğrenebilirler.“

“Bunu duymak içimi rahatlattı,“ dedi Yor.
Artık yüzü eskisinden çok daha sakindi. Gülümsedi ve mutfağa atıştırmalık bir şeyler almak için yöneldi.

“Ama yine de…“ Loid broşürden Anya’ya döndü.
“Yemeklerinizi kendiniz pişireceksiniz. Ayrıca yıldızlar ve gece gökyüzü hakkında epey bilgi verilecekmiş. O yüzden öğretmenlerini iyi dinlemeye çalış ve arkadaşlarınla geçinmeye özen göster. Kavga istemiyorum, tamam mı?“

“Başüstüne!“
Anya dik oturdu ve askeri bir selam çaktı. Loid memnuniyetle başını salladı.

“Açık hava, aranızda sorun olan arkadaşlarla barışmak için iyi bir fırsat olabilir,“ dedi Loid.
“Yan yana çalışmak, geçmişteki sürtüşmeleri dostluğa dönüştürebilir.“

Anya göz kırptı.
“Şey...“

“Sadece arkadaşlarınla iyi geçinmeye çalış, tamam mı?“

Bunu az önce söyledin, Baba.
Küçücük yaşına rağmen, Anya babasının nazik gülümsemesinin ardına gizlediği ajan gündemini açıkça görebiliyordu.

Loid, Westalis’in doğuya odaklanan istihbarat teşkilatı WISE için çalışıyordu ve şu sıralar Operation Strix adlı bir görevle meşguldü.
Görevi, Ostania Ulusal Birlik Partisi’nin başkanı Donovan Desmond’ın faaliyetlerini izlemekti. Desmond, Doğu ile Batı arasındaki barış için tehdit kabul ediliyordu. Ancak fazlasıyla temkinli biri olduğundan, neredeyse hiç kamuya görünmüyordu.

Ancak oğulları Eden Akademisi’ne gittiği için, okulun düzenlediği velilere özel toplantılara katılıyordu…
Zaten Loid’in Anya’yı yetimhaneden evlat edinip Eden Akademisi’ne yazdırmasının asıl nedeni de buydu.
Ne var ki, Anya’nın şimdiye kadar gösterdiği akademik performans, onu Desmond ailesinin “onur öğrencisi” düzeyine ulaştırmaktan oldukça uzaktı.

Loid, her zaman olduğu gibi bu olasılığı da önceden öngörmüştü.
Ve bir B Planı hazırlamıştı:
Eğer Anya, Desmond’un küçük oğlu Damian ile arkadaş olabilirse, Loid bu bağı kullanarak hedefinin iç çevresine sızabilirdi.

Ancak bu plan, daha okulun ilk gününde Anya’nın Damian’ın suratına yumruk atmasıyla ciddi bir sekteye uğramıştı.

Keşke bu kamp gezisi, ona Damian’a biraz olsun yaklaşma fırsatı verseydi…

Loid’in ifadesi kayıtsız gibiydi, ama zihninden Anya’ya ulaşan düşüncelerle birlikte, Anya’nın gözünde bir dizi görüntü canlandı:
O ve Damian kamp etkinliklerinde birlikte vakit geçiriyor, gülümseyen yüzleri güneş gibi parlıyordu.

“Bu işi bana bırak, Baba,“ dedi Anya.

“Hm?“

“Arkadaş olmaya çalışacağım,“ diye açıklık getirdi.

Bu sözler üzerine Loid’in dudakları memnuniyetle yayıldı, yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.
“Harika! Aferin sana, Anya. Yapabilirsin!“ dedi.

—Doğu ile Batı arasındaki barış belki de buna bağlı, diye eklemedi sadece.

“Evet!“
Babacığının isteğinden aldığı motivasyonla dolup taşan Anya, kakao bardağını tek dikişte bitirdi, sonra Yor’un getirdiği kurabiyelere girişti.
Çiğnerken, zihninde yeni bir görev planı oluşmaya başladı:
Operasyon Kamp Arkadaşı.


---

1. ADIM: Kamp hakkında her şeyi öğren.
2. ADIM: Kamp becerilerinle Damian’ı etkile.
3. ADIM: Damian şöyle desin: “Vay Anya, kamp ustasısın sen! Aileni bizim eve getir, hep beraber kampa gidelim!”
4. ADIM: Papa ile Desmond ailesini ziyarete git.
5. ADIM: Damian’ın babası şöyle desin: “Evimize hoş geldiniz, Bay Forger.” Ve Papa da: “Tanıştığımıza memnun oldum, Bay Desmond. Hadi bu savaşı bitirelim,” desin.
6. ADIM: DÜNYA BARIŞI.
Bu plan o kadar kusursuzdu ki, Anya kendi parlak zekâsı karşısında bir an için irkildi.
Kendini tutamayıp burnunun ucunda sinsi bir gülümseme belirdi. Kakao bardağına uzanırken hafifçe kıkırdadı.

Tam o sırada, ailenin köpeği Bond yanlarına süzüldü ve Anya’nın kakaosunu kokladı.
Hafifçe havladı; yumuşacık tüyleri Anya’nın tenine değdiğinde gıdıklayıcı bir his bıraktı.

“Sana kakao yok, Bond,“ dedi Loid, hevesli köpeği nazikçe uyararak.
“Kakao köpekler için zehirlidir. Ne dersin, sana biraz süt getireyim mi?“

Loid ayağa kalkmak üzereydi ki, Yor hızla yerinden fırladı.
“Ah, Loid, bırak onu ben halledeyim.“

“Hayır hayır, o kadarını ben yapabilirim,“ diye karşılık verdi Loid, nazik ama ısrarcı bir sesle.
“Lütfen otur ve dinlen biraz.“

“Asıl sen dinlenmelisin! Hep çok çalışıyorsun!“

Ve böylece, birbirine düşkün (ve tamamen sahte) bu karı-koca birlikte mutfağa geçtiler.
Bond da onları yavaş adımlarla takip etti.

Baba, anne, Bond...
Araştırma tesisinden kaçtığından beri Anya pek çok yetimhane ve koruyucu aile arasında savrulup durmuştu.
Ama şimdi... nihayet değer verebileceği bir yer bulmuştu.

Ve eğer dünya barışını sağlarsa, belki de burada hep birlikte, mutlu mesut yaşamaya devam edebilirlerdi.

“Çok çalışacağım,“ diye içinden söz verdi Anya.
Minik ellerini yumruk yapıp sıktı, gözleri mutfakta birlikte Bond’un mama kabına süt koyan ailesinin üzerindeydi.


---

“Genç hanımefendiler ve beyefendiler, iki günlük doğa kampımıza resmen başlamış bulunuyoruz,“ diye seslendi Henry Henderson.
“Hepinizden Eden Akademisi öğrencilerine yakışan zarafetle davranmanızı bekliyorum.“

Normalde üç parçalı takımıyla dolaşan müdür yardımcısı, bu sefer kamp kıyafetleri giymişti.
Ama yine de… her zamanki gibi zarifti.
“Anlaşıldı, Müdür Henderson!” diye karşılık verdi birinci sınıf öğrencileri.
Dimdik ayakta durmuş, saygılı bir şekilde onu dinliyorlardı.
Ama zihinleri… çoktan önlerinde uzanan doğa manzarasının cazibesine kapılmıştı.

Vay canına, şu çiçekler nasıl da güzel kokuyor!
Bir sincap gördüm!
Bu esinti ne hoşmuş…
Şu meyve ne acaba?
Kuşlar ne tatlı ötüyor!

Anya’nın zihninden sınıf arkadaşlarının mutlu düşünceleri birer birer geçerken, o da kendini nadiren gördüğü o yemyeşil bitkilere ve pırıl pırıl mavi gökyüzüne hayranlıkla bakarken buldu.
Şehirdeki evinden bu kadar uzağa çıkmak onun için alışılmadık bir şeydi.

Etrafta çeşit çeşit kuşlar ve böcekler uçuşuyor, akademinin sağladığı büyük beyaz çadırlar gerçekten Loid’in anlattığı kadar lüks görünüyordu.
Yataklar yumuşacık ve kabarıktı; çimenlerin üzerinde hafifçe salınan hamaklar bile vardı.

Her şey öylesine heyecan vericiydi ki!
Doğanın görüntüsü, sesleri ve kokuları duyularını sarhoş ettikçe, Anya’nın kafasında kurduğu Operasyon Kamp Arkadaşı giderek bulanıklaştı, sonra da tamamen silindi.

Henderson öğretmen, çadır paylaşımı için grupları açıklamaya geçti ve her öğrenciye mutfak eşyaları ile yemek malzemeleri dağıttı.
Yirmi dokuz öğrenci altı dörtlü grup ve bir beş kişilik grup halinde ayrıldı; her grup iki çadır paylaşacaktı.

Derken Anya’nın yakın arkadaşı Becky Blackbell neşeyle bağırdı:
“Anya! Aynı çadırda olacağımıza çok sevindim!”

“Şehir merkezindeki özel bir çikolatacıdan trüf getirdim. Kurdeleli falan, çok şeker görünüyorlar!“

“Ben fıstık getirdim,” dedi Anya, sanki aynı türden bir ikramdan söz ediyormuş gibi.

Becky güldü.
“O zaman bu gece atıştırmalıklarla kız muhabbeti yapıyoruz!”

“Kız muhabbeti mi?” Anya başını yana eğdi.
Neden başka kızlar hakkında konuşmak istesinler ki?

Becky, Anya’nın bu terimi bilmemesine şok olmuş gibi elini ağzına götürdü, sonra erkek öğrencilerin olduğu tarafa anlamlı bir bakış attı ve bilmiş bir gülümseme takındı.

“Romantik şeylerden söz açılmışken… şu senin oğlan değil mi? Aynı grupta olmamıza inanabiliyor musun?”
Derin bir iç çekti.
“Gerçek aşkın gücü olmalı bu!”

Anya neşeyle titreyen arkadaşına bir süre boş gözlerle baktı, sonra onun baktığı yöne döndü.
Bahsettiği çocuk, dağınık siyah saçlı, gözleri yarı kapalı, tembel bir ifadeye sahip o çocuktu.
Yani Loid’in hedefinin oğlu: Damian Desmond.
Yanında da her zamanki gibi iki yancısı.

“Ne bakıyorsun, tipsiz?” diye tersledi Damian.
Anya’nın bakışlarını fark eder etmez onu buz gibi bir ifadeyle süzdü.
“Yine aynı grupta olmamıza inanamıyorum.”

“Resmen lanetlisin, Damian!” dedi yancılardan biri.
“Küçük kurtadam laneti!“

“Gerçekten de bahtsızsın, patron,” diye eklendi diğeri, iç geçirerek.

Sy-on Çocuk hâlâ ukala biri, diye düşündü Anya kendi kendine.
(Herkes Damian’a “Desmond varisi” diyordu ama Anya bu sıfatın ne anlama geldiğini de nasıl yazıldığını da bilmiyordu.)

Ve yancıları da... en az onun kadar uyuzdu.

Tam o anda, unuttuğu görev aklına şimşek gibi düştü.
Anya öfkesini yutkundu, yumruk yapmaya niyetlendiği ellerini gevşetti ve Damian’ın gözlerinin içine baktı.

“N-ne var?” Damian geri çekilirken sendeledi.
“Bana mı bakıyorsun sen, köylü? Bir şey mi diyeceksin bana?”

“Seninle aynı grupta olacağımı biliyordum,” dedi Anya, olabildiğince nazik bir sesle.

“Ha?” Damian kaşlarını çatıp baktı, kafası karışmıştı.

“Dur, Anya… yoksa sen…” diye araya girdi Becky.
Elleri titreyerek ağzına götürdü.
Gözleri her zamankinden bile daha parlaktı.
“Yani… kaderin sizi bir araya getireceğine en başından beri inanıyor muydun?”
Sesi bir anda tizleşti.
“Vay canına Anya… Bu aşırı romantik!”

“Romantik mi?” Anya Becky’ye şaşkınlıkla baktı.

“Tıpkı Berlint’te Aşk dizisindeki gibi! Şu an aşırı duygulandım resmen!”

Anya, Becky’nin ne anlatmak istediğini hiç anlamamıştı.
Tek bildiği, Berlint’te Aşk adlı o dizinin Becky’nin takıntılı olduğu bir şey olduğuydu.
Oysa Anya’nın Damian’la aynı gruba düşeceğini bilmesinin nedeni, Loid’in sınıfa gizlice girip grup listesini değiştirdiğini zihninden okumuş olmasıydı.

Ama bunu elbette açıklayamazdı.

Anya’nın kafası hâlâ karışıkken, Becky kendi hayal dünyasında konuşmaya devam etti:
“Gerçekten cesaret işiydi bu, Anya. Eminim, en azından biraz da olsa… duyguların ona ulaşmıştır.”

Bu sırada Damian’ın yüzü haşlanmış ahtapot gibi kıpkırmızı kesilmişti.
“N-n-ne saçmalıyorsun sen?! Seninle aynı grupta olmak… hayatımda başıma gelen en kötü şey olabilir. Kısa bacakların, saçma suratın ve o sapık gibi bakışlarınla ne işimiz olur bizim?”

Ah, onu bir kez daha yumruklamanın nasıl da güzel olacağını hayal etti Anya.
Elleri farkında olmadan yumruk şeklini almaya başlamıştı ki— bir fısıltı duydu:

“Zarif değil.”

Henderson Öğretmen, nasıl olduysa hiç fark edilmeden arkalarına gelmişti.
Uyarısı yumuşak bir sesle gelmişti belki ama… öğrenciler o anda yerlerine çakıldı.

“Bay Desmond.”
Henderson’ın yumuşak sesi zarafet ve otoriteyle yoğruluydu.
“Bir beyefendi, bu denli çirkin hakaretler eder mi?”

Henderson’ın bakışları altında Damian büzüldü, sadece bir iç çekiş mırıldanabildi.
Ama aklından geçenler daha netti:

Lanet olsun! Yine bu salak yüzünden azara uğradım! Ne zaman bu tipsizle aynı gruba düşsem her şey altüst oluyor. Gerçekten bu ‘kurtadam ufaklığı’ beni lanetlemiş olmalı!

Damian’ın iç sesini duyan Anya, hayal kırıklığıyla irkildi.
Daha ilk konuşmada Operasyon Kamp Arkadaşı çökmüştü.

Bir yanda suratını çeviren Damian, diğer yanda başı öne düşen Anya…
Henderson, bembeyaz bıyığının altından derin bir iç çekiş bıraktı.

“Yapmanız gereken tek şey, bana engel olmamak. Anlaşıldı mı?”
Damian öne atılıp kızlarla pişirme eşyalarının durduğu çantanın önünde durarak bir çeşit lider pozisyonu takındı.

O akşam yıldızların altında sunulacak akşam yemeği okulun şefleri tarafından hazırlanacaktı.
Ama öğle yemeği her grubun kendi sorumluluğundaydı — ve Damian, liderliği üstlenmişti.

“Burası doğa sınıfı olabilir ama neticede hâlâ bir sınıf sayılır. Siz yüzünden bir kara not daha alırsam, bir ‘stella yıldız’ şansım daha gider. Ben bir Desmond’um. Bir itibarı temsil ediyorum.”

Damian, neredeyse her zaman olduğu gibi, onur öğrenciliğine geçmek için gerekli olan sekiz stella yıldızını kafasına takmıştı.
Okul aynı zamanda tonitrus yıldırımları denilen uyarılar da dağıtıyordu; sekiz tanesi, doğrudan okuldan atılma demekti.

“Bu ormanın en iyi öğle yemeğini biz yapacağız, o kesin.”

Onun bu kendinden emin konuşmalarına aldırmayan Becky, pişirme çantasını kurcalıyordu bile.
“Bu malzemelerle yapılabilecek en kolay şey pot-au-feu olur.”

“Pot o fuu?” dedi Anya, kafasını yana eğerek.

“Pot-au-feu,” diye yavaşça tekrar etti Becky.
“Malzemeleri doğrayıp suya atıyoruz, sonra tuzla karabiberle tatlandırıyoruz. Bu kadar basit!”

“Karabiber sevmem,” dedi Anya burun kıvırarak.

“Bazen ne kadar çocuk olduğunu unutuyorum,” diye iç geçirdi Becky.
“Peki tamam, senin hatırına karabibersiz yaparız.”

“Yaşasın!” diye sevindi Anya, sevimli bir zafer çığlığı atarak.

“Şimdi ben sebzeleri soyayım, sen de—”

“Hey! Kim seni grup lideri yaptı ki?!”
Damian, kızların onu tamamen göz ardı etmiş olmasından kıpkırmızı olmuştu.

“Kes sesini.”
Becky göz devirdi.

“Öyle kafana göre kararlar veremezsin! Sana güvenebileceğim tek iş su ve odun getirmek olurdu. Hadi, uzaklaş buradan da işimizi yapalım.”

Damian ne kadar buyurgan ve kibirli olursa olsun, yancıları onun her sözünü yere göğe koymadan onaylardı.
Uzun yüzlü olana Ewen, tombul yüzlü ve tavşan dişli olana ise Emile deniyordu.
“Evet evet, patron doğru söylüyor,” diye güldü Emile.
“Siz ikiniz hayatınızda hiç ateş bile yakmamışsınızdır!”

“Ne kadar beceriksiz olduğunuz ortada,” diye ekledi Ewen küçümseyerek.
“Yapabileceğiniz tek şey—hiçbir şey yapmamak.”

“Siz sanki ateş yakmayı çok iyi biliyorsunuz da,” diye karşılık verdi Becky, sesi bıkkınlıktan kupkuru.

Üç oğlan kıkır kıkır gülmeye başladı, yüzlerinde mağrur bir ifade vardı.

“O iğrenç kahkaha da neyin nesi?” diye sordu Becky, yüzünü buruşturarak.

“Bay Green’le birlikte doğa gezilerine katıldık biz,” dedi Damian, gururla.
“Hani şu custos olan adam? Zamanında deniz komandosuymuş. Yani, biz ateş yakmayı biliriz.”

“Doğru dedin, patron.”

“Bizi rafting yapmaya da götürmüştü! O nehrin akıntısı baya tehlikeliydi, değil mi Damian?”

“Aynen öyle,” dedi Damian, göğsünü kabartarak.

Gururla konuşmasına rağmen, Damian’ın aklında beliren sahne tamamen farklıydı:
Nehrin sularına düşmüş, can havliyle yardım isterken çırpınan bir çocuk...
Anya bu görüntüye dayanamayıp hafifçe kıkırdadı.

Çok fena çuvallamışsın, Sy-on Çocuk.

Ama öte yandan, deli akıntılarda botla gitmek gerçekten eğlenceli görünüyor, diye düşündü.

“Keşke ben de bota binebilsem,” dedi iç geçiren bir ses tonuyla.

“Senin gibi kısa bacaklı bir velet botta ne yapacak ki?”
diye sırıttı Damian.
“İlk sarsıntıda suya uçarsın.”

“Bu söylediğin şey… senin için bile fazla kötü!” diye çıkıştı Becky.
“Üstelik mantıksız! Kısa bacaklı olmasıyla kürek çekmenin ne alakası var ki?!”

“Ne?!” diye bağırdı Anya, şok olmuştu.
“Sen de mi kısa bacaklı olduğumu düşünüyorsun?!”

Becky onu savunmaya çalışmıştı, bunu anlamıştı Anya.
Ama bu “savunma” onun moralini Damian’ın hakaretinden daha çok bozmuştu.

“Hem zaten…” diye homurdandı,
“Botun dışına uçan Sy-on Çocuk’tu.”

Bu neredeyse fısıltı hâlindeki karşı atış, Damian’ın bir anda dona kalmasına ve kıpkırmızı kesilmesine yetti.

“N-nereden bildin onu?!”

“‘Bwaaah! Yardım ediiiiin!’”
Anya abartılı bir şekilde ellerini savurarak Damian’ı taklit etti.
“‘Ben Desmond ailesinin varisiyim! Gluk! Glurgh!’“

“Ooo, gerçekten düştün mü yani?”
Becky, Damian’a acıyan gözlerle baktı.
“Bu… baya acınası.”

Damian, tamamen afallamış bir halde öfke dolu bir bakışla karşılık verdi.
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra yardımcılarına döndü:

“Eğer birinize laf ettirdiyseniz—”

“Vallahi kimseye bir şey demedik!” diye atıldı Emile.

“Sana bunu yapar mıyız hiç?! Kesin şansa denk getirdi!” dedi Ewen de, başını hararetle sallayarak.

Sadık(!) yandaşlarının bu paniklemiş inkârları sonunda Damian biraz rahatladı.
Derin bir nefes aldı, ama yanaklarındaki kızarıklık hâlâ geçmemişti.
Bakışlarını tekrar Anya’ya çevirdi:

“Senin gibi bir salak… beni nasıl bu hale soktu, aklım almıyor.”

Anya, avuçlarına baktı.
Ellerinde hiçbir şey yoktu.
Ama bu cümle, sanki kazananın o olduğunu ima ediyordu.
O da öyleymiş gibi davrandı.

“Oh olsun sana.” dedi kendinden emin bir ifadeyle.

“Bunu da kim söylüyor? O harika otuz puanlık dehan mı?” diye alay etti Damian.

“Geçmişte takılıp kalan adamı hiçbir kadın beğenmez,” dedi Anya ciddi bir yüzle.

“…Bu da ne demek şimdi?”

Anya’nın da tam olarak bir fikri yoktu.

“Bondman böyle diyordu,” diye itiraf etti.
“Çizgi filmde.”

“Çizgi film mi?! Allah aşkına… biraz büyü artık!”

Damian sinirle çıkışırken, Anya’nın içini gizli bir rahatlama duygusu kapladı.
Az önce o kadar sinirlenmişti ki, güçlerini gizlemeyi bile unutmuştu.
Ama kimse fark etmemiş gibi görünüyordu.

Becky, onların bu tartışmasını pür dikkat ve keyifle izliyordu.
“Aah! Kavga eden çiftler bambaşka oluyor! Şöyle ‘acaba sevgili olurlar mı, olmazlar mı’ tarzı ilişkiler… tam da Berlint’te Aşk dizisindeki gibi!”

Anya, Becky’nin ne dediğinden hiçbir şey anlamamıştı.
Becky yana eğilip kulağına “Merak etme, bu iş bende,” diye fısıldadığında… olay daha da karmaşıklaştı.

Anya başını yana eğdi, hâlâ kafası karışıktı.

Bu sırada Becky, gruba dönerek söz aldı:
“Şimdilik şöyle yapalım: bir ekip nehirden su getirip sebzeleri yıkasın, diğer ekip de odun toplayıp ateşi başlatsın.”

Ve bu sözlerle birlikte, Becky’nin yüzünde yaramazca bir gülümseme belirdi.

“Şu Blackbell kızı neyin kafasını yaşıyor acaba?” diye homurdandı Damian.

“Becky iyi biridir,” dedi Anya.

Anya, Damian’ın sinirli oluşunun Becky’nin grubu yönetmesinden mi yoksa kendisiyle eşleşmiş olmasından mı kaynaklandığından emin değildi.
Becky, kendi liderliğinde görev dağılımı yaparken Damian’ı Anya’yla birlikte su görevine, Emile ve Ewen’le birlikte kendini de ateş görevine yerleştirmişti.

Aferin Becky, diye düşündü Anya.
Sayende Operasyon Kamp Arkadaşları hedefe bir adım daha yaklaştı!
Şimdi yapması gereken tek şey Damian’ı kamp konusundaki bilgisiyle etkilemekti.

Yor’la birlikte kampçılık hakkında kitap üstüne kitap okumuşlardı.
Ve Anya, artık bu işin uzmanı olduğuna yürekten inanıyordu.

Göğsünü gere gere Damian’ın önüne geçti ve nehre giden patikada liderliği üstlendi.
Orman içindeki dar yol ağaç kökleriyle doluydu ve yürümek hiç kolay değildi ama…
Dünya barışı uğruna bu kadarcık zorluğa katlanılırdı.

“Emin misin doğru yoldan gidiyoruz?” diye sordu Damian, su kovasını gelişigüzel sallarken.

“Merak etme,” dedi Anya, Damian’a tam güvenle dönüp.
“Ne yaptığımı çok iyi biliyorum.”

Damian birkaç saniye onu şaşkın şaşkın süzdükten sonra sordu:

“Ne o? O salakça surat neyin nesi?”

“Aynı grupta olmamıza sevindim sadece,” dedi Anya.

Damian’ın yüzü bir anda pancar gibi kızardı.
Ağzını açtı, kapattı—bir akvaryum balığı gibi çırpındı ama doğru kelimeyi bulamadı.

“Senin kampta en iyi olmak istediğini biliyorum. Çünkü bu okul karnene iyi yansıyacak,” diye devam etti Anya.
“Ve ben sana bu konuda yardım edebilirim!”
Sonra sadece kendisinin duyabileceği kadar sessiz bir sesle ekledi:
“Dünya barışı için.”

Damian’ın düşünceleri bir anda sağanak gibi Anya’nın zihnine hücum etti:

Ne oluyor ya?! Bu kız niye birdenbire bana iyi davranmaya başladı?!
Yok, bunu daha önce de yapmıştı—beni umursuyormuş gibi davranmıştı, sanki okuldan atılsam üzülürmüş gibi... Ama neden? Diğerleri gibi mi? O da sadece babamın gözüne girmek için mi yaklaşıyor bana?

Anya, Damian’ın kendisine boş boş bakışlarını yakaladı.
Ama o bakışın içinde bir şeyler vardı—anlam veremediği tuhaf bir huzursuzluk, omurgasında süzülen bir ürperti gibi.

Ugh… Midem bir garip oldu, diye düşündü Damian.
Tüylerim diken diken...

Bu, Anya’nın telepatik güçlerinin onda yarattığı ilk tuhaflık değildi ama elbette Damian bunu bilmiyordu.
İçindeki karmaşık duyguları bastırmaya çalışan Damian, gözlerini Anya’dan ayıramıyordu.

“Sana yardım etmek istiyorum,” dedi Anya.
“İşte bu yüzden kamp hakkında bu kadar çalıştım!”

“Sen…” dedi Damian, sesi titriyordu.

Hayır! Sakın ona kanma!

Bir anda Anya’nın zihninde yankılanan bu gür ve net sesle irkildi.
Hemen etrafına bakındı, bu sesi kimin düşündüğünü bulmaya çalıştı.
Ama birkaç saniye sonra fark etti ki bu ses... Damian’a aitti.

Damian’ın zihnindeki karmaşa bir anda yerini soğuk ve katı bir düşünceye bıraktı:

Ewen’le Emile’in hep dediği gibi…
Bu kız da diğer yalakalardan farksız. Hepsi babamın gözüne girmek için yanımda.

Ne?!
Sy-on Çocuk’un kafası neden birdenbire babasına kaydı?!
diye şaşırdı Anya.

Acaba planını açık mı etmişti?
Ya da Papa’sıyla Desmond’un buluşması için uğraştığını Damian anlamış mıydı?

Ama hayır… Damian’ın özel gücü falan yoktu ki.
Operasyon Kamp Arkadaşları yalnızca Anya’nın kafasında vardı.
O zaman nasıl bilebilirdi?!

Anya paniklemişti.
Böyle bir şeyi hiç hesaplamamıştı.
Ne yapacağını, ne diyeceğini bilmiyordu.

Sessizliği ilk bozan Damian oldu.

“Yürüsene artık, ağırdan alıp durma.”

Anya’yı beklemeden patikadan ilerlemeye başladı.

Şaşkınlık içindeki Anya da hemen ardından koşarak onu takip etti.

“Daha ne kadar kaldı ya?” diye homurdandı Damian.

“Az kaldı, hemen ilerde olmalı,” dedi Anya.

Bu cevap Damian’ın sinirlerini daha da bozdu.
Her dönemeçte nehrin görüneceği söylenmişti ama yürümekle bitmiyordu yol.
Umutları bir bir suya düşüyor, morali her adımda daha da bozuluyordu.
Anya onun moralini biraz olsun düzeltmek için yerde bulduğu koca solucanı gösterdi ama bu, Damian’ı daha da sinirlendirmekten başka işe yaramadı.

Artık Anya bile bu yürüyüşün fazlasıyla uzun sürdüğünü düşünmeye başlamıştı.
Önlerinde sadece göz alabildiğine uzanan yemyeşil ağaçlar vardı. Nehirden ise eser yoktu.

“Bay Green ne demişti? Tabelanın oradan patikaya gireceksiniz, dümdüz gideceksiniz ve ilk çatallanmadan sola döneceksiniz. Haritaya bile gerek yok, o kadar basit demişti,” diye söylendi Damian.
“Bu, kesinlikle o tarif değil.”
Birdenbire yüzü bembeyaz kesildi.
“Sen… Sağını solunu ayırt edebiliyorsun, değil mi?”

“Tabii ki ayırt edebiliyorum.”

“O zaman sol elini kaldır,” dedi Damian, emreden bir sesle.

“Oki Doki!”
Anya kendinden emin bir gülümsemeyle Damian’a baktı ve... sağ elini havaya kaldırdı.

Damian ellerini başına götürüp saçını yolacak gibi oldu.
“O senin sağ elin, aptal!”

Anya, kendini neredeyse fiziksel olarak küçülür gibi hissetti.
Sonunda farkına varmıştı—Damian’ı etkilemek için o kadar heveslenmişti ki, sağını solunu karıştırmış, onları yanlış yöne sürüklemişti.

Ormanda aniden sessizlik çöktü.
Yalnızca zaman zaman gelen garip kuş sesleri duyuluyordu.

Anya irkildi.
“Ş-şimdi biz… kaybolduk mu?” diye sordu korkuyla.

“Evet,” dedi Damian.
“Ve hepsi senin suçun.”

Birbirlerine baktılar.
Ne bir kelime çıktı ağızlarından, ne de bir hareket…

O sırada yanlarındaki çalılıktan bir hışırtı geldi.
İkisi birden çığlık atarak oldukları yerde donakaldı.
Neyse ki… çıkan şey, yanakları tıka basa dolmuş minik, sevimli bir sincaptı.

“Aww, minik bir sincap!” diye kıkırdadı Anya.

“Yahu korkutma bizi böyle,” dedi Damian, yavaşça gevşeyerek.

Anya’nın yüzündeki korku yerini tekrar neşeye bırakırken, Damian da derin bir nefes aldı.

“Tamam,” dedi sonunda.
“Haydi dönelim kampa. O kadar da uzaklaşmadık. Geldiğimiz yoldan geri gidersek kolayca buluruz.”

“Evet!” dedi Anya, bir anda hatırlayıp heyecanla.
Aslında dönüşü garantiye almak için önlem almıştı. Yor’la birlikte okudukları kitaplardan birinde öğrendiği ufak bir kamp hilesi!

“Hiç sorun değil,” dedi neşeyle.
“Yürürken yolu işaretledim.”

“Ciddi misin?”
Damian, ilk defa bir tebessüm etti.
“Aklın çalışıyor ha! Güzel düşünmüşsün.”

Anya’nın yüzü sevinçten parladı.
“Fena değilim, değil mi? Resmen kamp dahisiyim!”

“Hiç de bile, çünkü zaten bizi sen kaybettin. Neyle işaretledin yolu?”

Anya, eşofman ceketinin cebine uzandı.
İftiharla içinden küçük bir kese çıkardı.

“Fıstıkla! Hem yemeklik, hem de yol işaretlemek için süper!”

Damian ona öylece bakakaldı.

Neden hiç ses çıkarmıyor?
Anya övgü, minnet, belki bir damla gözyaşı falan beklemişti ama Damian’ın tek yaptığı çenesini düşürüp omuzlarını salmak oldu.

“Ne oldu, Sy-on Çocuk? Yoksa fıstıkları görünce mi acıktın?”

Damian, ağzının içinde bir şeyler geveledi ve bir noktayı işaret etti.

Anya arkasını döndü—ve işte o anda… sevimli sincap biraz ötede, yerde bir şey görüp ona doğru koşuyordu. Kuyruğu neşeyle titriyordu.
Çimenlerin arasına daldı… ve bir saniye sonra, patilerinde bir fıstıkla gururla ortaya çıktı.

Anya’nın gözleri bu minik gösteriye kilitlendi.
Sincap, ön dişleriyle kabuğu çatır çatır kırarken o kadar tatlıydı ki… Anya, ne anlama geldiğini fark edene kadar birkaç saniye geçmişti.

Sincap, bıraktığı bütün fıstıkları takip etmişti.

Tüm izler... silinmişti.
Anya, öfkeyle çığlık attı.
Bir anda gelen sesle irkilen sincap, yarım bıraktığı fıstığı olduğu yerde bırakıp fırlayıp kaçtı.

“Şimdi ne yapacağız peki?!” diye bağırdı Damian.
“O izler kesin çoktan silinmiştir! Fıstık mı dedin sen? Koca ormanda kuşlar ve hayvanlar tarafından yenmeyecek bir şey bulamadın mı yani, salak mısın sen?!”

Anya’nın gözleri yaşla doldu.
Ve çok geçmeden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Damian’ın sesi tekrar çıktığında, öncekine kıyasla hayli yumuşamıştı.

“Şey… bak. Sonuçta öyle karmaşık bir patika değil. Geldiğimiz yolu hatırlayıp geri dönebiliriz bence.”

Anya başını sallayıp gözyaşlarını koluyla sildi.

“Hadi o zaman,” dedi Damian, cesaret vermeye çalışarak.
“Gidelim buradan.”

Anya tam arkasından yürümeye başlamıştı ki… alnında bir damla sıvı hissetti.

“Su mu bu?” diye mırıldandı.
Yukarı baktığında, ağaçların arasından gökyüzünü örten koyu gri bir bulut gördü.
Onlar kavga ederken, ormanın kararmaya başladığını fark etmemişti bile.

“Harika,” dedi Damian kuru bir sesle.
“Şimdi de yağmur başladı.”

Önce tek tük damlalarla başlayan yağmur, kısa sürede şiddetli bir sağanağa dönüştü.
Yağmur damlaları, sanki gökyüzünden çakıl taşları yağıyormuş gibi sert ve iri damlalar hâlinde düşüyordu.
O kadar yoğundu ki, gözlerini açık tutmakta bile zorlanıyorlardı.

“Hey, kendine gel!” diye bağırdı Damian, Anya yeniden ağlamaya başladığında.
Onun kolunu yakalayıp sıkıca kavradı ve kulağına doğru eğildi.

“Biraz geride küçük bir mağara görmüştüm. Oraya gidelim.”

Anya’nın cevap vermesini bile beklemeden patikayı geriye doğru tırmanmaya başladı.

Yol çamur içindeydi ve kaygan zeminde birkaç kez neredeyse düşüyorlardı ama sonunda ikisi de tepenin yamacındaki sığ bir mağaraya ulaşmayı başardılar.
“Yağmur biraz olsun durunca döneriz,” dedi Damian.
İki çocuk, küçük mağaranın içinde yan yana oturuyordu.

“Oki Doki” diye mırıldandı Anya. Sesi yorgun ve cılızdı. Saçları ve eşofmanı tamamen sırılsıklamdı.
Üstündeki suyu sıkmayı başarmıştı ama ayakkabıları hâlâ fena halde su çekmişti ve bu da onu iyice rahatsız ediyordu.
“Her yanım ıslak,” diye homurdandı.

“Ben de ıslandım. Katlanacaksın artık,” diye karşılık verdi Damian. Ardından bir kez daha hatırlattı:
“Hem zaten hepsi senin suçun.”

Anya başını eğdi, iyice içine kapandı.
Mağaranın dışında gökyüzü hâlâ karanlıktı ve sağanak hâlâ dinmek bilmiyordu.
Barınak bulmuş olmanın rahatlığına rağmen, şiddetli yağmurun yarattığı kasvet ve gök gürültüsü, Anya’nın yüreğini korku ve umutsuzlukla doldurmuştu.

Farkında bile olmadan Damian’a doğru biraz daha yaklaştı.

“O kadar yaklaşma,” diye çıkıştı Damian.
Anya bir kez daha ağlamanın eşiğine geldi.

Keşke Papa burada olsaydı… Mama burada olsaydı sarılırdı bana… Bond olsa gözyaşlarımı yalıyardı...
Anya’nın morali her düşüncesiyle daha da bozuluyordu.
Bunun yerine şu kötü kalpli Sy-on Çocuğuyla baş başa kaldım.

Bir anda dünya bembeyaz oldu.
Anya çığlık attı ve korkuyla kendini top gibi büküp kapandı.
“B-bir şey oldu—”

Damian’ın cevabı, mağaranın duvarlarında yankılanan sağır edici bir gök gürültüsüyle bastırıldı.
Damian bile o an kasıldı.
Kulaklarında hâlâ uğultu varken, gökyüzü ikinci kez daha da parlak şekilde çaktı.

“Hadi ama…” diye inledi Damian. “Daha ne kadar kötüleşebilir ki?”

İkinci şimşek daha da gürültülüydü.
Patlama gibi bir ses mağarayı sarstı, hatta titreşimleri ciltlerinde hissedilebiliyordu.
Gök gürültüsü dağıldığında, bir ağacın devrildiğini düşündüren bir ses de duymuşlardı sanki.

Anya artık korkudan kendini tutamıyordu.

“Papaaa! Beni kurtar! Çok korkuyorum!” diye ağlayarak haykırdı.
Kendini yere kapatmış, gözyaşları arasında sadece dizlerini görebiliyordu.

Sonra bir el, onun elini tuttu.

“Ş-şey… Bir şey olmayacak, tamam mı?” dedi titrek bir ses.
Tutulan el Anya’nınkiyle aynı boyuttaydı. En az onunki kadar da titriyordu.
“Şimşekler uzun şeylere düşer ya… Buralarda bizden çok daha uzun ağaçlar var. Hem bu mağara da sağlam kaya. O yüzden korkmana gerek yok.”

Anya başını kaldırıp yanındaki Damian’a baktı.
Onun yüzü de bembeyazdı.
Kendi gözyaşlarının arasından bile, Damian’ın gözlerinde de yaş birikmiş gibi görünüyordu.

Ve sonra Damian’ın zihninden geçen düşünceler, sel gibi Anya’nın zihnine aktı.

Eğer buraya yıldırım düşerse… Baba, çok korkuyorum… Hayır! Ben Desmond ailesinin veliahdıyım! Ağlayan bir kızı koruyamayacaksam neyim ben?! Ama çok korkuyorum… Hayır hayır, korkamazsın! Hatırla… Sen babanın oğlusun…

Hmm, diye düşündü Anya. Sy-on Çocuk da yıldırımdan korkuyormuş demek.
Ama buna rağmen onu teselli etmeye çalışıyordu.
Bu düşünce, Anya’nın kalbindeki korkunun gevşemesine neden oldu.

Anya, onun elini hafifçe sıktı.

Damian ona dönüp bir an baktı, şaşkınlıkla.
Sonra hızla gözlerini kaçırdı ama el sıkışı biraz daha güçlendi. Artık titremiyordu.
Ne kadar da sıcak, diye düşündü Anya.

Bir süre sonra Damian, “Acıktım,” dedi.

“Bende fıstık var,” dedi Anya umutla.

“Fıstık hariç her şey olur,” diye homurdandı Damian.

“Keşke şu pot foo’yu yiyebilseydik,” dedi Anya, kederle.

“Böyle şeylerden bahsetme, aptal! Acıktığımızı daha da fark ettiriyor!”

“Becky kesin çok endişelenmiştir.”
“Muhtemelen herkes ağlamanın eşiğindedir,” dedi Damian, başını onaylarcasına sallayarak.
“Öğretmenlerse kesin çok sinirlenmiştir.”
“Kesinlikle,” diye onayladı Damian. “Tonitrus yıldırımı yiyeceğimiz kesin.”

Her ne kadar ikisi de hâlâ sırılsıklam, tir tir titriyor ve dinmek bilmeyen fırtınanın gölgesinde korkuyla oturuyor olsalar da, mağaranın içi artık daha sıcak hissettiriyordu. Zamanla Damian’ın elinden yayılan o ılıklık Anya’nın yanaklarına ulaşmış, gözyaşlarını usulca kurutmuştu.

Tam o sırada bir ses yükseldi:

“Bay Desmond! Bayan Forger!”

Yağmur sonunda durduğunda, iki çocuk mağaranın girişine yöneldi. Patikadan onlara doğru hızla yaklaşan Müdür Henderson ve Bay Green göründü.

“İkinizin de sağ salim olduğuna çok sevindim,” dedi Bay Green, rahat bir el hareketiyle selam vererek.
Ancak Müdür Henderson’ın yüzü, öfkeyle buruşmuş bir aslanı andırıyordu.

“Kamptan bu şekilde ayrılmanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamanız gerekirdi,” diye azarladı. “Tüm öğretmenler şu an ormanın dört bir yanına dağılmış, sizi arıyor. Dağlık arazide yağmur ve yıldırım asla hafife alınmaz! Custos Green iz sürme konusunda deneyimli olmasaydı, başınıza neler geleceğini düşünmek bile istemiyorum!”

“Denizci iken öğrendiğimiz bir şeydir bu,” diye ekledi Bay Green, gülümseyerek. “Özel timle birlikte epey iz sürdük ama bu yağmur adım izlerinizin çoğunu silmiş. İkinizi bulmam resmen mucizeydi. Şanslısınız, haberiniz olsun.”
Çocuklara yarı şaka bir bakış attı.

Müdür Henderson yüksek sesle boğazını temizledi, fazla yumuşak davranan meslektaşını susturmak ister gibiydi.

“Bu olayda, öğretmen gözetiminin yetersizliği de etkili oldu elbette. Rota ne kadar basit olursa olsun, yolun ortasına bir gözetmen yerleştirmeliydik. Bunun için özür dilerim. Şimdi önceliğimiz sizi kampa götürmek, kurutmak ve dinlendirmek.”
Bir an duraksayıp daha karanlık bir tonla ekledi:
“Ancak bu meseleyi burada kapatmıyoruz. Alacağınız uygun cezaya henüz karar vermedim.”

“Müdür Henderson, bir dakika!”
Anya, öğretmeninin eşofmanına sıkıca sarılarak seslendi.
“Yani… şey… Bay Henderson değil, Müdür Henderson!”
“Evet, Bayan Forger?”
“Gerçekten çok üzgünüm,” dedi başını önüne eğerek. “Haritada yönleri karıştırdım, kaybolmamıza sebep olan bendim. Sy-on Çocuk’un suçu yoktu. Ne olur onu cezalandırmayın…”

“Tamam, cüce, yeter artık. Şövalyelik taslama,” dedi Damian, ileri atılıp Anya’nın yanına geçerek.
“Takım arkadaşıysam, doğru yolda olup olmadığını kontrol etmek benim görevimdi. Bunu yapmadım. Yani onun kadar ben de suçluyum.”
Müdür Henderson ve Bay Green’in karşısında eğilerek başını öne indirdi.
“Yaşattığım tüm sorunlar için içtenlikle özür dilerim.”

Anya ona şaşkınlıkla döndü.
“Sy-on Çocuk…?”

Damian alayla burnunu çekip homurdandı.
“Desmond soyadını taşıyorsam, başkasının beni korumasına izin veremem,” diye mırıldandı.
Boynunun arkası belli belirsiz kızarmıştı.

Bay Green, Müdür Henderson’a bakarak gülümsedi.
“Ee, ne dersiniz Müdür Henderson?”

Müdür Henderson bir süre sessiz kaldı. Sıkılmış yüzü yavaşça yumuşadı.

“Belki de… bu meseleyi bir daha konuşmamıza gerek yok,” dedi sonunda.
“Ceza olarak bu akşamki yıldız gözlem etkinliğinin hazırlıklarında görev alacaksınız. Ama önce kampa dönüp duş alacak, üzerinizi değiştireceksiniz.”
Ve bununla birlikte zarif bir dönüşle çocuklara arkasını döndü.
Ama zihninden geçenler, mükemmel duruşunun ardında hâlâ Anya’nın zihnine sızıyordu:

“Elbette okul kurallarını çiğneyip hayatlarını riske atmaları, daha ciddi bir cezayı gerektirir,” diye düşündü Müdür Henderson.
“Ama Bay Desmond ile Bayan Forger’ın birbirini koruma çabasında öyle bir zarafet, öyle bir olgunluk vardı ki… Bu yaşta böyle bir büyümeye tanıklık etmek, gerçekten büyük bir sevinç.”

Anya cesaretini toplayarak bir soru sordu:

“Yani… tonitrus yıldırımı yok mu?”

“Az önce de belirttiğim gibi, başka bir ceza uygulanmayacak. Yani tonitrus yıldırımı da yok. Beni bir kez daha aynı şeyi söylemek zorunda bırakmayın.”

“Hoh... Neyse ki,”
Anya derin bir nefes vererek Damian’a döndü ve gülümsedi. Damian’ın yüzündeki aynı rahatlamayı fark etmesine rağmen, oğlan terslenerek konuştu:

“Ne sırıtıyorsun öyle? Sayende bütün öğleden sonrayı çalışarak geçireceğim!”
Kendi kendine mırıldandı:
“Yine kurt-veletin laneti vurdu...”

Böylece Damian yine eski, çekilmez hâline dönmüştü. Bir anlığına içinde taşıdığı sıcak duyguların buz gibi soğuduğunu hissetti Anya.

“Gerçekten de berbat birisin,” dedi.

“O da ne demek şimdi?”

“Sana minnettardım ama sen bana minnet duymadın,” dedi Anya. “Resmen beni dolandırdın.”

“Git ağla o zaman, çirkin şey.”

“Tam bir pisliksin, Sy-on çocuk.”

“Yeter artık,” dedi Mr. Green, bu kez alışılmadık bir yorgunlukla. Omuzlarını silkti, derin bir iç çekti.
“Bütün gezi boyunca birbirinizin gırtlağına mı yapışacaksınız? Daha kimse ağzına lokma koymadı, herkes sizi düşünmekten bitap düştü. Hadi, gidin ve iyi olduğunuzu gösterin. İçleri rahatlasın.”

Sesi sert değildi ama Anya onun içindeki bastırılmış öfkeyi hissedebiliyordu.

“Çocuklar, şuraya bakın,” dedi Müdür Henderson. “Fırtına size bir veda hediyesi bırakmış.”

Öğretmenlerinin işaret ettiği yöne baktılar. Yağmurla yıkanmış gökyüzü capcanlı bir maviliğe bürünmüştü. İkisinin de gözleri aynı anda büyüdü. Gökyüzünün berrak parçasına uzanan ışıl ışıl bir gökkuşağına hayranlıkla baktılar.



Otobüs onu apartmanının önüne bıraktığında, Anya hemen içeri girmedi. Binanın giriş kapısı önünde bir o yana bir bu yana yürümeye başladı.

Operasyon Kamp Arkadaşları bir fiyaskoydu.
Bunu yüksek sesle söylemek zorunda kalacağı düşüncesi canını yakıyordu.

“Havvv!”

Beyaz, kabarık bir bulut gibi bir şey Anya’nın üzerine atladı ve onu yere serdi. Köpeğinin kuyruğu o kadar hızlı sallanıyordu ki, Anya neredeyse yerinden fırlayacak sandı.

“Bond?”

“Havvv!”
Köpek, Anya’nın yanaklarını sıcacık ve gıdıklayıcı diliyle yalamaya başladı.

Birkaç adım geriden, Loid koşarak geldi.

“Ah, Anya! Geldin!”
Meğer Bond, yürüyüş sırasında Anya’nın gelişini önceden hissetmiş ve heyecandan tasmasından kurtulmuş.

“Hoş geldin,” dedi Loid. “Bu kadar erken döneceğini beklemiyorduk.”

“Evet...” Anya, Loid’in gözlerine bakmamaya çalışarak mırıldandı. “Geldim.”

Loid kaşlarını kaldırdı.
“Bir şey mi oldu? Keyifsiz görünüyorsun.”

“Dünya mahvoldu,” dedi Anya kederli bir şekilde.

“Dünya mı...?” Loid’in yüzü tamamen anlamdan yoksundu.

“Kampta çok kötüydüm,” dedi Anya, omuzlarını düşürerek.
“Yolu işaretlemiştim ama sincap yedi... Sonra sağımı solumu karıştırdım...”

Loid’in yüz ifadesinden, Anya’nın ne demek istediğine dair hiçbir fikri olmadığını anlamak mümkündü.

“Eğlenemedin mi?” diye sordu.

Anya; kuşları, böcekleri, daha önce hiç görmediği ağaçları ve çiçekleri hatırladı. Fırtınadan sonra beliren gökkuşağını, gökyüzünün parlak maviliğini… Becky ve diğer arkadaşlarıyla birlikte hazırladıkları nefis pot-au-feu’yu... Yıldızları seyrederken yaşadığı o büyülü anı… Becky’nin parlak beyaz çadırında, şık çikolataları yerken aralarında geçen dedikoduları...

Ve Sy-on Çocuk’un elinin sıcaklığını...

“Hayır,” dedi birden, şaşkınlıkla. “Aslında... çok eğlendim!”

“Öyle mi?” Loid’in yüzündeki o sert çizgiler yavaşça gevşedi, gülümsedi.
“Çok sevindim.”

Anya’nın içi bir anda aydınlandı, adımları hafifledi.

“Hadi, içeri geç artık,” dedi Loid. “Yor seni dört gözle bekliyor.”

“Oki doki!”

Sabahın köründen beri senin için yemek hazırlıyor,” dedi Loid.
“Hamburger biftek var... hatta pasta bile yapmış.”

“O-oki doki...” Anya aynı kelimeyi tekrarladı ama bu kez sesi daha az hevesliydi. Yor’un geçmişte ortaya koyduğu “silah sınıfı” tarifleri aklına gelmişti.
Bu... son yemeğim olabilir.
Loid, ölümle yüzleşmeye hazırlanan birinin bakışlarını hemen tanımıştı. Eğilerek kulağına fısıldadı:

“Merak etme, ona yardım ettim. Hatta neredeyse her şeyi ben yaptım. Yalnızca güney usulü yahniyi kendi başına hazırladı—ve biliyorum, o senin favorin.”

“Yuhuuu!”
Bu kez Anya’nın neşesi gerçekti ve midesi aniden dayanılmaz şekilde kazınmaya başlamıştı.

“Şimdi hemen içeri gidip Mama’nın yahnisiyle Papa’nın hamburgerini yemek ve Bond’la birlikte televizyon izlemek istiyorum!”

“Hadi Bond!” diye seslendi.

“Havv!”

“Sen de gel, Papa! Çok açım!”

“Bu çocuk nasıl da çabuk fikir değiştiriyor,” diye mırıldandı Loid.

Anya, arkasından babasını ve canım köpeği Bond’u da sürükleyerek evlerine doğru koştu—orada, onu bekleyen Mama’sı vardı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.