20 Şubat (Cumartesi) – Okul Gezisi 4.Gün (Son Gün) – Asamura Yuuta
Bugün Changi Havalimanı’nda yağmur durmaksızın yağıyordu, sanki son birkaç gündür bize sunduğu açık havanın bedelini ödetircesine. Gökyüzü gri bulutlarla kaplanmış, gümüş damlalar yere düşüyordu. Yine de bu durum uçuşumuzu etkilemeyecekti, bu yüzden Japonya’dan ayrılırken geçtiğimiz prosedürlerin aynısını tamamladık ve bekleme alanından geçerek uçağa yöneldik. Kapıdan geçtikten sonra uçağa bindik.
Geliş yolundakiyle aynı koltuğa denk gelmem tamamen bir tesadüftü ama pencereden dışarı baktığımda manzara tamamen farklıydı. Daha doğrusu, gökyüzünü bile göremiyordum. Yağmur damlaları camı döverken, pencerenin ötesindeki her şey bulanık görünüyordu. Camdaki damlaları sayarak koltuğuma yaslanmıştım ki yanımdan bir ses yükseldi.
“Bugün bayağı sakinsin, ha?“
“Sanki düşüp ölsek bile usulca geçip gidebilirmişim gibi hissediyorum.“
“Yalan söylemeyi bırak.“
“Çok mu belli oldu?“
“Bence şeytanın bile sana ‘Hadi evine dön’ diyeceğine bahse girerim.“
“Yani beni şimdiden cehenneme yolladın, öyle mi?“
“Bunu Yoshida duysa kesin böyle söylerdi,“ dedi Maru, yan tarafa göz atarak.
Tıpkı gezinin ilk gününde olduğu gibi, yine dörderli sıralarda oturuyorduk. Pencere kenarında ben vardım, yanımda Maru, onun yanında ise Yoshida oturuyordu. Şu anda kadın yolcu komşusuyla hararetli bir sohbete dalmıştı—
“Öyle diyorsun ama bana sorarsan oldukça tatmin olmuş görünüyor,“ diye Maru’ya fısıldadım.
Bunun sebebi de gayet basitti.
“LINE ID’lerini bile değiştiler,“ dedi Maru.
Adam gerçekten çaba harcadı, bu yüzden bu ödülü fazlasıyla hak ettiğini düşünüyorum.
“Peki o zaman neden hıncını benden çıkarıyorsun?“
“Şimdi iyi dinle. Sana dünyanın en ünlü oyunundaki han sahibinin repliğini söyleyeyim mi?“
“O da neymiş?“
“‘İyi bir gece uykusu çektin—’“
“O kadar geç gelmedim, tamam mı?!“
(Burada eski İngilizce dil esprisi yapılmış.)
Sanırım düşündüğümden biraz daha yüksek sesle konuştum çünkü Yoshida ve çevremizdeki diğer insanlar bana dönüp baktılar. Maru’nun benim için çizdiği bu talihsiz tablo keşke zihnimi bu şekilde zehirlemeseydi. Olan biten tek şey, gün batımını birlikte sessizce izleyip otele geri dönmemizdi ama onun kelimeleri seçiş şekline bakılırsa, Ayase-san ile aramızdaki ilişkiyi fark etmiş olmalıydı. Bana daha önce attığı mesajda bile “ilişki“ kelimesini kullanmıştı. Üstelik hâlâ bitirmiş sayılmazdı. Boğazımı temizlerken gözlerini kısıp bana baktı.
“Peki, ne oldu?“
…Bu muhabbetin buraya geleceğini tahmin etmiştim. Öte yandan, çevremizde bu kadar insan varken her şeyi açıkça ve güvenle anlatmam mümkün değildi. Bu yüzden konuyu olabildiğince muğlak tuttum.
“Şey… her şey yoluna girdi.“
“Bunu zaten biliyorum.“
Maru’nun yorumu karşısında çaresizce başımı salladım ama bir yandan da bunu nasıl bildiğini düşünmeye başladım. Ayase-san’ı görmeye gittiğimi ona asla söylememiştim. Bunu nasıl öğrenmiş olabilirdi? Ayase-san’ın ona söylemiş olması mümkün değil…
“Sana bunu nasıl öğrendiğini sorabilir miyim?“
“Üzgünüm ama müşterimin kişisel bilgilerini paylaşamam.“
“Ne tür bir dedektiflik bürosunda çalışıyorsun sen?“
“Neyse, her şeyin yoluna girmesine sevindim. Artık bunu kabul etmeye hazır mısın?“
“Şey…“
Eve dönüş yolunda Ayase-san ile birkaç konu hakkında konuştuk. Narasaka-san’ın ilişkimizi öğrenmesine sebep olduğu için özür diledi ama ben de Maru’nun muhtemelen artık hiçbir şeyden habersiz olmadığını söyledim. Yani ikimiz de aynı derecede sakarlık yapmıştık. Sonrasında ise, ilişkimizi zorla saklamaya çalışmayı bırakmaya karar verdik. Açıkça sergileyebileceğimiz bir şey olmasa da, sırf gizlemek uğruna kendi isteklerimizden vazgeçmemiz de gerekmiyordu.
Kardeş ve sevgili olarak yaşadığımız ilişki, bu dünyadaki diğer çiftlerin gözünde hoş karşılanmayabilir. Yine de, biz bu yolu öyle bir noktaya kadar yürüdük ki artık geri dönmek istemiyoruz. O köprüde birbirimize sarılırken hissettiğimiz sıcaklık, ikimizin de değer verdiği bir şey haline geldi.
“Gerektiğinde devreye girmem lazım, değil mi?“
“Sen bir kahin falan değilsin… İşlerin buraya varacağını hiç düşünmemiştim.“
“Öyle mi? Şey… giriş sınavları yaklaşınca şimdiye kadar ısındığın her şey biraz soğuyacaktır muhtemelen.“
Bunu, beni bu yüzden iteklemiş gibi söyledi. Sanki Suisei Lisesi’nin beyzbol kulübünün baş yakalayıcısının yönettiği bir oyunda yalnızca bir piyonmuşum gibi hissettirdi. Tabii bunun en ufak bir farkında bile değildim.
“Bunu zaten biliyorsundur ama kendini fazla zorlama. Nisan ayından itibaren sınav öğrencisi olacaksınız.“
Ve şimdi de fazla zorlamamam gerektiğini söylüyor… Ayase-san ile ne yaptığımızı sanıyor acaba?
“Sen annem falan değilsin.“
“Sevgili dostum, şu an mantıklı hareket ediyor gibi görünüyorsun ama bu, geçmiş deneyimlerinin sana gerektiğinde frene basmaya neden olduğu için böyle. Şimdi hızını fazla artırma.“
“Tamam, tamam.“
“Hey, siz ne hakkında konuşuyordunuz?“ diye Yoshida bize döndü.
“Asamura’nın giriş sınavı çalışmalarına yardım ettiğimden.“
“Ah, şimdiden onun için mi endişeleniyorsun?!“
“Yoshida… Farkındasındır herhalde, hepimiz bir aydan biraz daha uzun bir süre sonra sınava girecek öğrenciler olacağız,“ dedi Maru. Yoshida ise inleyerek cevap verdi.
“Bunu düşünmek istemiyorum!“
“Zaman kimse için durmaz.“
Ve şimdi de kahinlikten bilgelere terfi etti. İçinde bulunduğumuz uçak hafifçe sarsıldı, pistte hızlanarak ilerlemeye başladı. Camdaki su damlaları giderek daha yatay hale geliyordu. Koltuğa yaslandığımı hissettiğim anda, uçak çoktan geriye doğru eğilmiş ve kara bulutların içine doğru tırmanmaya başlamıştı. Bu sefer uçağın sarsıntıları geliş yolculuğumuzdakinden çok daha fazlaydı ve emniyet kemerinin uyarı ışıkları sönmedi.
“Buradan ayrılmadan önceki son anları iyice aklımda tutmak istiyordum…“ dedi Maru, pişmanlık tonuyla. Yoshida ise hiçbir şey umursamıyormuş gibi cevap verdi.
“Tekrar gelebilirsin, değil mi?“
Bunu duyunca içimden ona katıldım. Her zaman tekrar gelebiliriz. Ayase-san ve ben… birlikte.
Ve uçak kara bulutları aştığında, bizi sonsuz bir mavi gökyüzü karşıladı. Emniyet kemeri ışığı da sonunda söndü. Hemen altımızda Singapur kıyı şeridi zar zor seçilebiliyordu. Dönüş yolculuğumuz boyunca bir dakika bile uyumadım. Nihayet hakkında çok şey duyduğum meşhur uçak yemeğinin tadını çıkarma fırsatı bulmuştum.
Japonya’ya vardığımızda güneş çoktan batmaya başlamıştı. Havalimanında tüm okul yıl boyunca beraber olduğumuz arkadaşlarımız farklı yönlere dağılırken, Ayase-san ve ben trenimizi bekleyip ona bindik. Birkaç gün önce yola çıkarken trene bindiğimiz zamana kıyasla çok daha kalabalıktı, ama burası ilk durak olduğu için oturacak yer bulmakta zorlanmadık. Tren güçlü bir sarsıntıyla hareket etmeye başladı. Beklendiği gibi, ikimiz de yorgunduk. Sadece arada esniyor, düzgün bir sohbet bile etmiyorduk.
Kısa bir sessizliğin ardından omzumda hafif bir ağırlık hissettiğimi fark ettim. Yanıma dönüp baktığımda, Ayase-san’ın nazikçe nefes alarak uyuduğunu gördüm. Onun uzaktan birkaç kez uyukladığını görmüştüm ama sanırım ilk defa bu kadar yakından uyuyan yüzünü izleme fırsatı buluyordum. Saçlarının kokusu burnuma ulaştı. Kirpikleri ne kadar da uzun… Küçük detaylar bile dikkatimi çekiyordu.
Hafif nefes alışlarıyla birlikte göğsü yavaşça inip kalkıyordu. Neredeyse kalp atışlarının bana doğru iletildiğini hissedebiliyordum, bu da benim kendi kalp atışlarımın hızlanmasına neden oldu. Bunu fark ettiğimde, Ayase-san’ın da bunu hissedip hissedemeyeceği konusunda endişelenmeye başladım. Ailemle tanışmaya gittiğimizde aynı odada uyumuştuk ama o zaman bile yüzünü bu kadar yakından görememiştim. Şu an öyle savunmasız görünüyor ki… Ve onunla ne kadar yakınlaştığımızı fark etmek içimi sıcak ve mutlu bir hisle doldurdu.
—Ama geçmiş deneyimlerinin sana gerektiğinde frene basmaya neden olduğu için böyle.
Maru’nun sözleri zihnimde yankılandı. Frenler, huh? Ben de ona kalbimi, onun bana açtığı kadar açtım mı? Belki de bizi eşit bir seviyeye getirmeye çalışmalıyım? Sonuçta, böyle zamanlarda başkalarına güvenmek gerçekten önemli. Trenin her sarsıntısı birleşerek hoş bir ritim oluşturuyordu, bedenimi nazikçe sağa sola sallıyordu ama sanırım hiç sarsılmadan, tamamen hareketsiz kalabilseydi, bu his çok daha güzel olurdu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.