Uzun zamandır, inşa ettiğim her şeyin üzerime yıkıldığı hissini yaşamamıştım.
Belki de en son ilkokuldayken, kendime uygun bir çalışma yöntemi bulamadığım zamanlarda böyle hissetmiştim.
Acaba yaşlandıkça, damak tadım gibi bana en uygun çalışma yöntemi de değişir mi?
…Ama şimdi gerçeklikten kaçmanın sırası değil, değil mi?
Tüm zamanımı—daha doğrusu, daha fazla zamanımı—ders çalışmaya adadım. Hatta yemek yapma görevimi bile bir düzene sokarak, daha fazla ders çalışabilmek için dönüşümlü hâle getirdim. Ama eğer odaklanamazsam, iyi sonuçlar elde edemem ve eğer iyi sonuçlar elde edemezsem, kendimi asla affetmem.
Sorun çalışma yönteminde değil, bende.
Yeterince zaman harcadım. Fakat öğrendiğimi sandığım her şey, parmaklarımın arasından kum gibi akıp gidiyordu.
Soruları okuduğum hâlde kavrayamıyordum, sanki o kumu çiğniyormuşum gibi.
Gözlerimi kapattım. Yavaşça nefes aldım, sonra verdim.
Sakin kalmalıyım.
Sakin ol, Saki.
Elimden gelenin en iyisini yapmalıyım.
Ama kendimi ne kadar motive etmeye çalışırsam çalışayım, o kum hâlâ akıp gidiyordu.
Cevap kağıdımda hâlâ boşluklar varken, acımasız bir zil sesi sınavın sona erdiğini duyurdu.
O gece—
Asamura-kun gerçekten harika, diye düşündüm, onun yaptığı misolu uskumrudan bir lokma ağzıma atarken. Misonun hafif tatlılığı, bana Asamura-kun’un nazikliğinden küçük bir parça gibi geliyordu.
Uskumru, beyin fonksiyonları için faydalı olan DHA açısından zengindi.
(DHA, beyin sağlığı ve işlevselliği için elzem bir yağ asididir.)
Üçüncü sınıfa geçtiğimizden beri konsantrasyonumuzun iyi olmadığından bahsedip duruyorduk ama bunu yemekle bağdaştırmayı hiç düşünmemiştim.
Uskumruyu seçmesi, muhtemelen konsantrasyon eksikliğimizi telafi etmenin onun yolu olmalıydı.
—Ve masada misolu uskumruyu tabakta görünce, farkında olmadan “Ah” diye bir ses çıkarmıştım.
Ama bu konuyu açamıyordum çünkü suçluluk duyuyordum. Eğer açarsam, kaçınılmaz olarak konu bugünkü sınavın nasıl geçtiğine gelecekti. Bunun üzerine, ona yemek yapma konusunda yeterince çaba göstermediğim için hissettiğim suçluluk da ekleniyordu. Yetenekli bir aşçı olsaydı, bu durum onu dehşete düşürürdü.
Sonunda, Asamura-kun’a karşı mesafeli davranmaya başladım.
Onun fark etmediğini umarak, masanın karşısından gizlice ona bakmaya çalıştım ama o sessizce yemeğini yerken yüzünden ne düşündüğünü anlayamıyordum.
Acaba şu an benim hakkımda ne düşünüyor?
Bu düşünce beni korkuttu.
Yalnızdık, kimsenin bizim hakkımızda ne düşündüğünü umursamak zorunda değildik ama ne hakkında konuşmam gerektiğini bile bilmiyordum. Oysa daha kısa bir süre önce, gün içinde yaşadığımız en küçük şeyleri bile birbirimizle paylaşıyorduk.
Yoksa bu garipliği hisseden sadece ben miyim?
Uskumrunun lezzetini bile artık alamıyordum.
Sınavlar sırasında sevgililer gibi davranmamaya karar vermiştik. Bunu isteyen ben olmuştum ve Asamura-kun da şikâyet etmeden kabul etmişti.
Ve yine de—
Bana dokunmaya çalışmadığı için, bana olan hislerinin hâlâ aynı olup olmadığından bile emin olamaz hâle geldim. Önümde oturan kişinin hâlâ beni sevdiğinden şüphe etmeye başladım. Ya onun için, benim hissettiğim kadar büyük bir istek yoksa?
Ama eğer o da şu an benim hissettiğim kadar güçlü bir arzu duyuyorsa… bu kadar yakınken mutlaka bir şey yapardı, değil mi?
Dur. Ne düşünüyorum ben…?
“Ayase-san?“
“Huh? Ah.“
“İyi misin? Hasta falan mısın?“
“Hayır, iyiyim.“
Hızla başımı salladım. Bir şekilde çubuklarımla uskumruyu tuttum ve ağzıma attım.
Ama artık tadını bile alamıyordum. Yine de çubuklarımı ve ağzımı hareket ettirmeye devam ettim, sanki normalmişim gibi.
Asamura-kun endişelenmişti ama ben bir şey olmamış gibi davranıyordum. Az önce aklımdan geçen düşüncelerin yüzüme yansımasını istemiyordum ama bu düşüncelerimi fark ettiğim an, içim ürperdi.
Ya o, verdiğimiz sözü bozup beni aniden kollarına alsaydı—
Hayır, ne düşünüyorum ben?
Gözlerimin önüne sanki bir perde inmiş gibi dünyam kararmıştı.
Kendi düşüncelerimden tiksindim. Mide bulandırıcıydı.
Ve bunu kendi başıma fark ettim.
Onun sıcaklığını ne kadar çok istediğimi… ama bunu kendime bile itiraf etmek istemediğimi.
Bunun sebebini anlamak zor değildi. Eğer o ilk hamleyi yaparsa, sınavlar süresince birbirimize dokunmama sözünü bozan ben olmayacaktım. Eğer o beni kucaklarsa, iradesiz biri olduğumu düşünmek zorunda kalmayacaktım. Onu bu kadar çaresizce isteme hissini bastırmak istiyordum. Zihnimde bir denge yakalamak istiyordum ama eğer beni sararsa, tıpkı o gece birlikte uyuduğumuz zamanki gibi rahatlayacaktım. O zaman ders çalışırken odaklanabilirdim.
Bunu düşündüğüm anda, sırtımdan bir ürperti geçti.
Asamura-kun olmadan kendimi bile kontrol edemiyor muyum?
Eğer bu doğruysa, beni kontrol edemeyip tüm öfkesini annemden çıkaran öz babamdan ne farkım kalır?
Ben her zaman, içimdeki dürtülere teslim olmak yerine mantığımı kullanmaya çalışmadım mı?
Başkalarına bu kadar bağımlı olmamalıyım. Aşırı talepkâr olup onun beni sevdiğinden şüphe duymamalıyım. Nefret ettiğim hâlime dönüşmek istemiyorum.
Ağzımdaki yemeği yutarken, utanç verici düşüncelerimi de zorla mideme gönderdim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.