Yukarı Çık




90   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   92 


           
20 Mayıs (Perşembe) – Asamura Yuuta





Üçüncü sınıfa başlamamın üzerinden neredeyse iki ay geçti.

Alıştığım sınıfıma doğru merdivenleri tırmandım.

Sahanlıktaki pencereden görünen Mayıs gökyüzü berrak ve masmaviydi. Muşamba kaplı merdivenlere gün ışığı süzülüyordu.

(Sahanlık: Merdiven kollarının sonlarında yer alan bir platform veya döşeme parçasıdır.)

“Günaydınnn Asamura, seni geçtim, yine!“

Yoshida, her seferinde ikişer basamak atlayarak beni geçti ve sahanlıktan hızla dönerek yukarı çıkmaya devam etti.

“Günaydın,“ diye seslendim, ama çoktan gözden kaybolmuştu.

Üçüncü sınıfa başladığımdan beri bu sahne sayısız kez tekrarlanmıştı.

Yanından geçtiğim yüzler de artık tanıdık geliyordu.

Merdivenleri çıkarken kaç basamak geçtiğimi ne zaman fark etmez oldum? Günlük Rutinim, başta canlı ve yeni gibi hissettiren manzarayı sıradan bir şeye dönüştürmüştü. Sabahları okul kapısından girmek, giriş koridorundan geçmek ve sınıfıma çıkmak, tam anlamıyla bir alışkanlık hâline gelmişti.

Hayvanlar, tekrarlanan uyarıcılara alışır ve artık onlara tepki vermez. Buna “alışma“ denir. Beyin, güvenli ve tanıdık bilgileri yeni olarak hatırlamaya çalışmaz. Ancak tanıdık bir şey yerini başka bir şeye bıraktığında fark edersiniz.

Merdivenleri tırmanırken ayaklarıma baktım. Her gün attığım adımları hatırlamaya çalıştım. Fakat… ayaklarım birden durdu.

Aklıma gelen ilk şey, Ayase-san ile birbirimize sarılarak geçirdiğimiz geceydi. Ertesi gün, geleceğe dair düşüncelerimizi konuşmuştuk.

Ve… Umm…

Başka hiçbir şey hatırlayamıyordum.

Hareketsiz duran ayaklarıma bakarken içten içe derin bir nefes verdim. O günden bu yana bir ay geçmişti bile. Zaman ne kadar da hızlı akıp gidiyordu. Daha yeni üçüncü sınıfa başlamıştım, ama bir ay geçmişti bile. Bunun sebebi de oldukça açıktı: İlişkilerimde, Ayase-san da dahil, hiçbir önemli değişiklik olmamıştı. Günler, tıpkı bu merdivende geçirdiğim sabahlar gibi, kayda değer hiçbir şey olmadan akıp gitmişti.

Farkına bile varmadan Mayıs’ın bir hafta süren tatili, Altın Hafta, sona ermişti.

Peki, ben bu süreçte ne yaptım? Ders çalıştım.

Ben şu anda lise üçüncü sınıftayım. Geleceğimi düşünerek iyi bir üniversite hedefliyorsam, tembellik etmeye kesinlikle vaktim yok. Geçen yıla kıyasla, sınavlara hazırlık sürecimi daha da yoğunlaştırdım. Ara sınavları da göz önünde bulundurarak çalışıyorum.

Dürüst olmak gerekirse, çok meşgulüm—fazlasıyla. Okul dersleri, yemek, banyo, uyku gibi günlük zorunluluklar dışında, aklımda kalan tek anılar önümde açılmış kitaplara eğildiğim saatler.

Bu sorun değil ama asıl mesele şu ki ne kadar zaman ayırırsam ayırayım, hâlâ yeterince çalıştığımı hissetmiyorum.

Hiçbir başarı duygusu yok.

Bu… biraz garip, değil mi?

Sınav öncesi ders çalışmak benim için yeni bir şey değil, bunu sayısız kez yaptım. Hatta geleceğime güvenle bakabilmek için her zamankinden daha çok motive olmam gerekirdi ama neden içimdeki bu huzursuzluğu bir türlü atamıyorum?

Başımı sallayarak bu olumsuz düşünceleri kovmaya çalıştım. Her şey yolunda olacak. Çok çalıştım. Yapabileceğimin en iyisini yapıyorum. Daha ikinci sınıftan beri dershaneye gidiyor ve sınavları düşünerek çalışıyorum. Şu noktada tökezlemem imkânsız.

Bugün ara sınavlar başlıyor.

Şu an burada durup endişelenmeye zamanım yok. Çabucak sınıfa gidip, son bir kez daha sınav konularını aklıma kazımam gerek.

Ara sınavlara hazırlanmak için hızla sınıfa yöneldim.

Ama—

Ne kadar kararlı olursam olayım, sınav başladığında düşüncelerim hâlâ bulanık ve donuktu.

Beynimin içindeki o sisli his bir türlü dağılmıyordu ve odaklanamıyordum. Ne kadar paniğe kapılırsam, önümdeki soruları o kadar az anlıyordum…

Hayal kırıklığım büyüdükçe, sınav süresi de hızla azalıyordu.

Kendime ne yaptım ben böyle?



Neredeyse akşam yemeği vakti.

Mutfakta ayakta duruyorum. Bugün yemek yapma sırası bende. Sınav döneminde işte vardiyam olmadığı için evde sadece Ayase-san ve ben varız.

Ama ikimiz de odalarımıza kapanıp ders çalıştığımız için neredeyse hiç karşılaşmadık.

Aynı evde yaşıyoruz, aynı sınıftayız, aynı sınavlara giriyoruz. Zorlandığımız konularda birbirimize yardım etsek çok daha verimli olurdu ama mantıklı düşünen yanım, bunun imkânsız olduğunu söylüyordu.

Belli ki zihnim fazla dağınık, derslere odaklanamıyorum. Ona dokunmak istiyorum. Onun sıcaklığını hissetmek istiyorum ve bu hislerle sürekli mücadele etmek zorunda kalıyorum—sırf onu inanılmaz derecede çekici bulduğum için.

Bu konuyla ilgili olarak akıllı telefonlar üzerine bir deney yapılmıştı. Akademik yetenekleri benzer olan katılımcılar, yoğun odaklanma gerektiren dersleri çözmek için farklı gruplara ayrıldı ve telefonları farklı konumlara yerleştirildi. A Grubu telefonlarını masanın üzerine koydu, B Grubu çantalarına koydu ve C Grubu ise telefonlarını başka bir odaya bıraktı. Sonuç olarak, telefonları masada olan grup en kötü performansı gösterirken, telefonları başka bir odada olan grup en iyi sonucu elde etti.

Deneyin verileri açıkça gösteriyordu ki, eğer odaklanılması gereken bir ders varsa, telefonun yakın bir mesafede bulunması dikkatin dağılmasına neden oluyordu. Bilinçli olarak düşünmemeye çalışsanız bile, “düşünmemek“ bile beyin gücü gerektiriyordu. Görünüşe göre “düşünmemek“ bile enerji isteyen bir şeydi.

Basitçe söylemek gerekirse… Ayase-san bir akıllı telefon gibi—Bekle, bu şu anda önemli değil!

Düşüncelere öyle dalmıştım ki neredeyse tavada pişen yemeği yakıyordum. Apar topar indüksiyon ocağını kapattım.

Yemeği tabağa koyarken, Ayase-san odasının kapısından başını uzattı.

“…Uskumru mu?”

“Evet. Misoyu marine etmeyi denedim.”

İnternette, uskumru gibi yağlı balıkların bol miktarda DHA içerdiği için konsantrasyonu artırmaya yardımcı olduğunu okumuştum.

Ayase elini ağzına götürdü, sanki bir şeyi yeni fark etmiş gibi.

“Ah.”

Gözleri bir şey söylemek istediğini anlatıyordu ama devam etmediği için ben sordum.

“Sevmiyor musun?”

“Hayır, aslında denemek istiyordum.”

“Öyle mi? Sevindim o zaman.”

“Yaptığın için teşekkür ederim.”

“Rica ederim. Sanırım kötü yapmadım… umarım.”

Tarife sadık kaldım, o yüzden iyi olmuş olmalı. En azından görünüşü yeterince düzgündü. Ayrıca, Ayase-san’ın babama verdiği tavsiyeyi de aklımda tutarak baharat miktarını biraz daha hafif tuttum.

Masaya karşılıklı oturduk, ellerimizi birleştirip “Afiyet olsun” dedik.

Misolu marine edilmiş beyaz eti çubuklarımla parçalayıp pilavla birlikte ağzıma attım. Buharı yükselirken tatlı ve tuzlu aroması burnuma çarptı, yumuşak lezzeti ise dilimde nazikçe yayıldı.

Mmm, gerçekten güzel olmuş.

Ayase-san da lezzetli olduğunu söyledi ama biraz keyifsiz görünüyordu, bu da beni endişelendirdi.

“İyi misin? Hasta falan mısın?”

“Hayır, iyiyim.”

Böyle derken çubukları tekrar hareket etmeye başladı. Sanki bir şeyi hatırlamış gibiydi. Daha fazla üzerine gitmedim, onun gibi ben de sessizce yemeğime odaklandım.

Sessizlik içinde yemeğimizi bitirdik.

Bulaşıkları hallettikten sonra birbirimize doğal bir şekilde, “O zaman” ve “Evet” diyerek kısa bir vedalaşmada bulunduk ve kendi odalarımıza çekildik.

Ders çalışmaya devam etme zamanı.

Defterimi masaya yaydım.

Sonunda, bugünkü sınavı Ayase-san’a açamadım. Ona sınavın nasıl geçtiğini sorsam, aynı soruya kendim de cevap vermek zorunda kalacağım. Mükemmel geçtiğini söylemek zor olurdu ama şu an ona yalan söylemek de doğru gelmiyor. Üstelik, sınav sonuçları açıklandığında bu daha da katlanılmaz bir durum hâline gelecekti.

Sınavlardan önce, Ayase-san ile birbirimize sevgililer gibi dokunmamaya karar vermiştik—derslerimize odaklanabilmek için. İşte bu yüzden iyi sonuçlar almamız gerekiyordu.

Artık kafamı eğip çalışmam gerek.

Eğer iyi sonuçlar elde edemezsem, kendime olan güvenim tamamen sarsılacak ve yapmam gerekenleri ihmal edersem, Ayase-san ile mutlu anlar geçirebileceğimi bekleyemem—böyle bir yaklaşım doğru olmaz.

Bunu anlıyorum.

Ama işin aslı şu ki, sınavların ilk gününü yine de yeterli konsantrasyonu sağlayamadan tamamladım ve bu durumdan kaynaklanan hayal kırıklığımın yanı sıra, içimde başka bir endişe daha filizlenmeye başladı.

Ayase-san’ın hisleri.

Mimiklerine ve davranışlarına bakılırsa, Ayase-san her zamanki gibiydi. Sakin ve soğukkanlı… her zaman olduğu gibi. Arada sırada garip hissettiren anlar oluyordu ama bu muhtemelen benim normal davranamamdan kaynaklanıyordu. Belki de farkında olmadan ona da huzursuzluk hissettiren kişi bendim.

Zihin okuyabilen biri değilim, bu yüzden Ayase-san’ın hislerini tam olarak anlayamıyorum. Birbirimize dokunmaktan kaçındığımızdan beri, tuhaf bir şekilde aramızdaki duygusal mesafenin de arttığını hissediyorum.

Bip, bip, bip. Hemen başımı kaldırdım. Ayarladığım alarm çalıyordu.

Pomodoro Tekniği— Konsantrasyonu artırmak için zamanı parçalara bölerek çalışmayı esas alan bir yöntem. Alarmı 25 dakikada bir çalacak şekilde ayarlamıştım. Bir döngü, 25 dakikalık ders çalışma ve ardından 5 dakikalık bir moladan oluşuyordu.

Gözlerimi tekrar defterime indirdim. Hiç ilerleme kaydedememiştim.

Yine, çalışmam gereken zamanı, cevabı olmayan şeyleri düşünerek harcamıştım.

Böyle devam edemem.

Ama bir çözüm de bulamıyorum.

Görünüşe göre, bir şeyi bilinçli olarak düşünmemeye çalışmak gerçekten de beyin gücü tüketiyor. Hem de fazlasıyla.

Bir şekilde, beni endişelendiren her şeyi zihnimin ulaşamayacağı bir köşeye itmeyi başarmam lazım.

Ama benim için Ayase-san—yani “akıllı telefon“—ne zaman eve gelsem, okulda aynı sınıfta olduğumuzda ve hatta işte bile hep yakınımda. Son zamanlarda ise kafamın içinde bile kendine bir yer açmış durumda.

İkinci sınıfta farklı sınıflarda olduğumuz için biraz üzülmüştüm ama aynı sınıfta olmanın bizi böyle bir duruma sürükleyeceğini hiç düşünmemiştim.

Eğer bir konuda endişeleniyorsak, konuşmalıyız. Şu an huzursuz hissediyorum ama asıl sebebi ne?

Onunla bu şekilde bir ilişki kurmalıydım.

Ama ya konuşursak ve sonuç kötü olursa? O zaman ne yapacağımı bile hayal edemiyorum.

Geçen yıldan önce, yani Ayase-san üvey kız kardeşim olmadan önce, böyle bir ruh hâline gireceğimi asla düşünemezdim. Sürekli yeni duygular tarafından oradan oraya savrulmak beni zayıf hissettiriyor. Eğer kendime güvenebilseydim, bir çözüm bulabileceğimi düşünüyordum ama güvenim olmadığı için çözüm bulamıyorum, çözüm bulamadığım için de güven kazanamıyorum… Berbat bir döngü.

Aramızdaki anlaşma sallantıda.

Üvey kardeş olarak sürdürdüğümüz hayat, suyun yüzeyinde beliren ve her an kaybolacak gibi duran bir baloncuk kadar kırılgan ve geçici görünüyor.

Eğer sadece onunla bir konuşma başlatma fikri bile beni bu kadar endişelendiriyorsa, aramızdaki ilişkiyi nasıl düzeltebiliriz ki?

Bip, bip, bip.

Alarm yine çaldı.

Böyle devam edemem.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


90   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   92