Yukarı Çık




3948   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3950 


           
Bölüm 3949: Geçmiş ve Ölüler! I


İlerlemeyi simgeleyen Altın Işık, Noah’ın yeni dönüştürdüğü Kıyı’da dalgalar hâlinde yayılmaya devam etti ve her bir iyileştirme dalgası Genişleyen Alem’e yerleşiyordu.


Ancak, bu derin dönüşümün merkezinde dururken, egemenlik alan’ının Doku’su O’nun İrade’si ve Başarılar’ına göre yeniden şekillenirken, Varoluş’un Kendi’si daha derin bir Gerçeğ’i fark etmişti. 


Tüm başarılarının büyüklüğüne, biriktirdiği Korkunç Güc’e ve Üstesi’nden geldiği imkansız denemelere rağmen, o bile, tam Kapsam’ı Anlaşılamayan Varoluş’un Dokusunda’ki tek bir İplik’ten ibaretti!


Varoluş, hiçbir zaferi kabul etmek için durmamıştı. 


Varoluş’un devasa mekanizması, herhangi bir Varoluş’un Büyüklüğ’e yükselip, yükselmediğine veya karanlığa düşüp, düşmediğine aldırış etmeden dönmeye devam etmişti. 


Sayısız çağlar önce, Noah’on adı henüz fısıldanmadan çok önce, Varoluş kendi değişmez ritmine göre gelişmişti.


Kendi Algılanamaz Dokumalar’ına göre!


Galaksiler, parlak bir hayata kavuşmuş ve soğuk karanlığa gömülmüştü. Evrenler, tekil yoğunluk noktalarından genişlemiş ve sonra onları doğuran Boşluğ’a geri çökmüştü.


Tüm Kozmos, Hayal Güc’ünün Ötesi’ne uzanan Boyutlar’da Dokumalar’ını dans ettirmişti, Her Bir’i Sınırlar’ı içinde Milyarlarca Evren’i barındırıyordu ve Her Evren Kendi Zafer ve Trajedi Hikayeler’ini saklıyordu!


Omniverseler, İlkel Kaos’tan titanlar gibi yükselmiş, Sınırlar’ı Zihnin Kavrayamayacağ’ı kadar Geniş Gerçeklikler’i kapsıyordu, ancak Zamanlar’ı önceden belirlenmiş Son’una ulaştığında, cam gibi parçalanıyordu!


Varoluş’un Çarklar’ı, Katlar’ın Yapı Taşlar’ı olarak hizmet eden bu Temel Yapılar... Ortaya çıkmış ve sürekli olarak Kırılmalar ve Dönüşümler geçirmişti.


Tüm bunlar Boyunca, Varoluş sabit kalmıştı.


Devamlılığ’ını doğrulamak için tek bir Varoluş’a ihtiyaç duymuyordu.


Harikalar’ını görmek için belirli bir Bilinc’e ihtiyaç duymuyordu.


Büyük Makine, her zaman olduğu gibi, her zaman olacağı gibi, mucizeler ve felaketler üretmeye devam etti, her ikisine de eşit bir Kayıtsızlık’la!


Ve yine de, böylesine ezici bir enginlik karşısında, bir soru akıllarda kaldı.


Noah Osmont, bu büyük Varoluş planında ne olacaktı?[Not: Dürüst olmak gerekirse, Ben bile bilmiyorum. Dostum Bu’nun bir Son’u yok. Final’de bile En Yüksek Güç Seviye’sine ulaşamayacağız. Çünkü En Yüksek Güç Seviye’si diye bir şey yok.]


Gelecekteki Varoluşlar, Noah Osmont’tan Erken Yaratıklar’a duydukları saygıyla mı bahsedeceklerdi? O’nun adı bile bilinecek miydi?


Sadece Fısıltı’yla Anlatılan bir Başka Hikaye, Güç ve Aşkınlığ’ın Gizemler’ini anlamaya çalışanlar arasında paylaşılan bir başka Masal mı olacaktı? Ötesi’ne ulaşmaya cesaret edenlerin kibirine dair bir başka ibretlik Hikaye mi olacaktı? Yoksa hiç hatırlanmayacak mıydı?


Bu sorunun cevabı, belirsizliğin sisleri içinde, Quintessence’nin perdeleri arkasında gizli kalmıştı!


Çünkü sonunda, hangi isimlerin hatırlanacağını ve hangilerinin unutulmuş Çağlar’ın sessizliğine gömüleceğini belirleme Otorite’si sadece Zaman’a aitti.


---


Varoluş’un Sonsuz Dokumalar’ı boyunca, Noah’ın dönüştürdüğü Kıyı’dan o kadar uzak Alanlar’da ki, O’nun Başarısı’nın Işığ’ı Mesafe Kavram’ını bile önemsizleştirirken, Desilyonlar’ca yıl gerekecekti, Diğer Hikayeler Kendi Kaçınılmaz Mantıklar’ına göre gelişmeye devam ediyordu!


Gerçekliğ’in Rasyonel Anlayış’ı Aşan İlkeler:e göre büküldüğü ve Kıvrıldığ’ı Aşkınlık Paradoksal Katlar’da, Yıkım’ı bir Dipnot olarak bile kayda geçmeyecek kadar önemsiz bir Dünya’da aldatıcı bir basitlik sahnesi oynanıyordu.


Dünya, bir toz zerresinden Sonsuz Derece’de çok daha küçük olarak Varoluş’unu sürdürüyordu.


Daha Büyük bir Kozmos’un içinde yer alan Küçük bir Evren’in içindeydi, bu Kozmos da Varoluş’un Temel’ini oluşturan Sayısız Varoluş Çarkları’ından Bir’inde yerini bulan devasa bir Omniverse’nin Tek bir Bileşen’i olan büyük bir Varoluş Alanı’nın İçinde’ydi.


Algılanamayacak ve Erişilemeyecek Kadar Küçük!


Bu tamamen önemsiz Dünya’da, Yaşayan Varoluşlar gibi Varoluşlar için Gülünç Derece’de Küçük görünen Sınırlar’ı olan bir krallıkta, en büyük hırsları mütevazı bir servet biriktirmek ve açlıktan kaçınmaktan ibaret olan Yaratıklar’ın yaşadığı yerleşim yerleri arasında çamurlu bir Yol uzanıyordu.


Yol’un kendisi sayısız mevsimlerin izlerini taşıyordu, yüzeyi çamurlu toprak ve durgun Su’yun tehlikeli bir karışımıydı ve üzerindeki Gri Gökyüzü’nü yansıtıyordu.


Kenarlar’ında, Çimler’in yoğun ve yabani bir şekilde büyüdüğü yerlerde, tüccarlar ve gezginler, uzak diyarlarda daha iyi bir hayat arayanların Sonsuz Göç’ünü anlatan dar patikalar açmışlardı.


Sazdan çatılı binalar, düzensiz aralıklarla Yol’un iki yanını süslüyordu. Duvarlar’ı, yerel tepelerden çıkarılan kereste ve taştan yapılmıştı.


Sayısız bacadan duman yükseliyordu. Bu duman, Odun Ateş’inin kokusunu ve binlerce insanı besleyen basit yemeklerin kokusunu taşıyordu.


Bu ortaçağ manzarasında, İnsanlık tüm çeşitliliğiyle ilerliyordu.


Çiftçiler, emeklerinin meyveleriyle dolu arabalarıyla çamurlu yolda zorlukla ilerliyorlardı. Yüzler’i Güneş ve Rüzgar’dan yıpranmış, Eller’inde ömür boyu dürüstçe çalışmanın izlerini taşıyan nasırlar vardı.


Köylüler bu çiftçilerin yanında yürüyorlardı. Giysiler’i, Orijinal Kumaşlar’ı pratik Onarımlar’ın tabanı hâline gelene kadar defalarca yamalanmıştı.


Bu mütevazı Yolcular’ın arasında, bu Basit Dünya’yı yöneten Katı Hiyerarşiler’i yansıtan Figürler de vardı.


Köleler, her adımda çınlayan zincirlerle sürünerek, ilerliyorlardı, başları boyun eğmiş ve kemiklerine kadar yorgunluktan bitkin düşmüşlerdi.


Muhafızlar’ı at sırtında yanlarında ilerliyordu, elleri, yerleşik düzene uyumu sağlayan silahlardan hiç uzaklaşmıyordu.


Ve ara sıra, Tekerlekler’i her yöne çamur sıçratan arabalar yolda ilerliyordu.


Gerçek camdan yapılmış pencerelerden, Kraliyet Ailesi’nin rahat tavırlarıyla Yüzler dışarıya bakıyordu.


Bu yolun kenarında, çamurun özellikle derinleştiği ve Çimler’in özellikle kalınlaştığı bir noktada, bir Figür görünürde ıssız bir şekilde oturuyordu!


İlk bakışta, o, imkânları ve bağlantıları olmayanlara merhamet göstermeyen bir Dünya’nın başka bir kurbanından başka bir şey gibi görünmüyordu.


Giysiler’i, açlık ve maruz kalma nedeniyle zayıflamış görünen Vücud’una yırtık pırtık bir şekilde asılıydı ve Orijinal Renkler’i kir tabakalarının altında kaybolmuştu.


Ancak duruşunda, altında gizli daha derin gerçekleri ima eden bir şey vardı!


Seçtiği kılık değiştirmenin biriktirdiği kir ve yıpranmanın altında, Deri’si her kalp atışında nabız gibi atan bir Canlılığ’a sahipti.


Bu aldatıcı sükunet Ân’ında, Dilenci çamurlu Yol’un kenarında tamamen hareketsiz otururken, İnsanlık O’nun etrafında eski dansını sürdürürken, Uyayın Doku’su bozulmaya başlamıştı! 


BZZT!


Bozulma, havada bir parıltıdan biraz daha fazlası olarak başlamıştı. Ancak Her Geçen Aaniye büyüdü ve Varoluş’ta bir yırtık hâline geldi.


Varoluşta’ki bu yırtıktan, Varoluş’u etrafındaki Uzay’ın Doğası’nı dönüştüren bir Figür indi!


Dük Elagabalus, yavaş bir ihtişamla ortaya çıktı, Vücud’u Güç yayıyordu.


Bu büyük Güc’e sahip Varoluş, en büyük endişelerinin tahıl fiyatları ve mevsimlerin değişmesi olduğu sıradan bir Dünya’nın atmosferinden aşağı inmişti. 


Eski Gözler’i, aşağıdaki manzarayı özel bir küçümsemeyle süzmüştü. 


Çamur’lu Yol’da ilerleyen İnsanlar, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi günlük rutinlerine devam ettiler. Sınır’lı algıları, bir Kurgu’daki En Sıradan Karakter’i Ezmek’ten daha az Çaba’yla tüm Dünyalar’ını Varoluş’tan Silebilecek bir Varoluş’un Varoluş’unu Algılayamıyor’du!


Dük Elagabalus aşağıya doğru süzülürken, dikkatini tamamen yol kenarında görünürde yoksulluk içinde oturan Varoluş’a vermişti. 


“Şimdiye kadar Her Şey’i gördün mü?“ diye sordu, Ses Ton’unda, Gerçek Yetenekler’i kasıtlı olarak yanlış yönlendirme Katmanlar’ının altında gizli kalan başka bir Güç’lü Varoluş’a hitap eden, Bir’inin dikkatli saygısı vardı.


“Diviticus’a O’nu yeniden canlandırma görevini verdiğim için Erken Yaratığ’ın Beden’ini elde edebildik. Ama...“


O Ân’da Dilenci gülümsedi.


Ve sakin bir şekilde konuştu!


“Seni endişelendiren şey Ozymandias,“ Fedi Dilenci, Ses’inde görünüşünün ima ettiği zayıflık yoktu. Her Kelime kristal berraklığında ve Mutlak Kesinlikte’ydi.


“Mantıken, haklı olarak, O’nun Erken Yaratık olamayacağına ikna olmuşsun. Bu doğru bir düşünce. Mantıklı, ama...“


Durakladı ve sessizliğin uzamasına izin verdi.


“O’nun Erken Yaratık olma İhtimali’nin Sonsuz Derece’de küçük olması ne olacak? Bu yüzden mi Ben’i rahatsız etmeye geldin?“


Çamurlu yol üzerinde derin bir sessizlik çöktü, sadece uzaktaki at arabalarının tekerleklerinin su birikintilerinden sıçrayansi Ses’i ve hayatta kalmak için uğraşan İnsanlar’ın fısıltıları bu sessizliği bozuyordu.


Bu sessizlikte, Hayal Edilemez Güc’e sahip iki Varoluş, sadece fiziksel formlarını değil, Varoluş’un kendisini yöneten gizemlere olan temel yaklaşımlarını da ayıran bir uçurumun iki yakasından birbirlerine baktılar!

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3948   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   3950