Bu korkunç Ritüel’in çok üzerinde, Paradoksal Katlar’da Gökyüzü görevi gören çarpık Uzay’da, başka bir topluluk oluşmuştu. Otuz Dük, dikkatleri üzerine çeken tek bir Figür’ün etrafında mükemmel bir Düzen içinde uçuyordu!
Gösterişle değil... Aksine, bu tür Şeyler’in derin yokluğuyla.
Dük Schrodinger, sanki Şimdi’ye kadar yapılmış en rahat Koltuk’muş gibi boşlukta oturuyordu, yırtık pırtık Giysiler’i, Görünüş’ün önemli olduğu Kavram’ına karşı bir meydan okuma bayrağı gibi Vücud’una asılıydı.
O, Otoritesi’ni İlan Etmek için Altın Zırh giymiyordu, saygı talep etmek için Kraliyet Cüppe“si giymiyordu.
Yine de O’nu çevreleyen Otuz Dük... Her Bir’i, Kendi İstekler’ine göre Varoluş’u Yeniden Şekillendirebilecek bir Güc’e sahipti... Tam olarak Anlamadıklar’ı ama karşı koyamadıkları bir Güneş’in etrafında dönen Gezegenler gibi O’nun etrafında dizilmişlerdi.
Gülümseme’si korkunç derecede basitti, Katlar’ın Her Olası Sonuc’unu görmüş ve Hepsi’ni eşit derecede eğlenceli bulan Bir’inin ağırlığını taşıyordu.
Diğer Dükler O’na saygı ve Belirsizliğ’in karışımı bir ifadeyle bakıyorlardı, sanki O’nun Cevaplar’i bildiğini biliyorlar ama soru sormaya korkuyorlardı.
Bu, En Gerçek hâliyle Güç’tü... Yok etme veya Yaratma Yeteneğ’i değil, Hiç Göstermeden Başkalar’ının Otoriteniz’i tanımasını Sağlama Yeteneğ’i.
Schrodinger bağırmaya, poz vermeye veya tehdit etmeye gerek duymadı. O Alan’da sadece Varoluş’u bile, diğer Güçler’i Kendisi’ne çeken bir Çekim Güc’ü yarattı, neden ihtiyaç duyduklarını Anlamasalar bile O’nun Onay’ını aramalarına neden oldu.
Bu önemli Yaşayan Paradokslar, Hava’nın bile nefesini tutmasına neden olan Toplu bir beklentiyle aşağıdaki ritüeli izlerken...
BOOM!
Patlayan Ses tam olarak Ses değildi... Varoluş’um, Temel bir Şey’in değiştiğini fark etmesinin hissiydi!
Cesed’in Sonsuz Göz Çukurlar’ı, Bir Zamanlar Sayılamayacak Kadar Çok Boyut’u Algılayan Gözler’in bulunduğu o uçsuz bucaksız Boşluklar, birdenbire imkansız olması gereken bir Işık’la parlamıştı!
HUUM!
Bu Boşluklar’ın içinde, Paradoksal bir parlaklık çiçek açtı... İlk Baş’ta loş bir şekilde, Varoluş’un Başlangıc’ından Beri sadece Karanlığ’ı tanıyan Mağaralar’da yakılan Mumlar gibi.
Loş. O kadar loş ki, Hayal Güc’ü Olabilir, Dilekler’in şekil almış hali olabilir.
Diviticus, Kalp olmayan Kalb’in ortasında dururken, Yüz’ünde şüphe belirirken, ağır ağır nefes aldı!
O’nun içinden Akan Güç muazzamdı, Dvet, ama yeterli miydi? Bu İmkansız girişimde başarısız mı olmuşlardı?
Göz Çukurlar’ındaki ışık çok zayıftı, çok Belirsiz’di. Belki de Ceset çoktan Ölmüş’tü, Geri Getirilemeyecek kadar tamamen Ölmüş’tü...!
Âni’den farkına varmasıyla yüzündeki ifade dehşete dönüştü. Anlamadan önce hissetti... Otorite’si o kadar Hız’lı bir şekilde ondan çekiliyordu ki, Varoluş’u bile sönmeye başlamıştı!
Birikmiş Güc’ün sağlıklı parıltısıyla ışıldayan Cild’i, yağmurda kül gibi grileşmeye başlamıştı. Tüm Bunlar’ı mümkün kılan Yarım Damla Kan’ın parıltısı, İmkansız bir Hız’la Tüketiliyor, yanıyordu.
“DAHA FAZLA!“ diye bağırdı, Bu kelime boğazından sadece Ses çıkarmaktan Öte bir çaresizlikle koparak, çıktı. “BANA DAHA FAZLA VERİN!“
HUUM!
Sekiz Dük tereddüt etmeden yanıt verdi, Işınlar’ı yoğunlaşarak, Göğüs boşluğu başka Boyutlar’dan bile görülebilecek bir Işık’la parladı.
Onlar, O’na verebilecekleri Her Şey’i verdiler ve sonra daha fazlasını verdiler, mantıklı Varoluşlar’ın saygı duyacağı Sınırlar’ı Aştılar!
Ve sonra, Kabuslar’ın Gerçeğ’e dönüşmesinin korkunç kesinliği ile, Cesed’in uçurum gibi görünen Gözler’i kırpıştı.
Basit bir hareketti. Artık Var Olmama’sı gereken göz kapakları, içinde boşluktan başka bir şey olmayan Yüzeyler üzerinde hareket ediyordu. Ancak bu kırpışma Varoluş’un Kendisi’ni fark ettirecek kadar önemli bir Anlam taşıyordu.
O kırpışan Gözler’den...
BOOM!
Patlayan şey, Dil’in Geliştirdiğ’i her türlü tanımlamayı Aşıyor’du.
Patlama ve Fısıltı, Işık ve Karanlık, Başlangıç ve Son, hepsi bir Ân’da gerçekleşmişti.
Ortaya çıkan Güç, İlkel Yapısı’yla korkutucuydu, Yaş Kavram’ının Kendisi’nden bile Daha Eski bir Arkaikliğ’e sahipti! Bu, Varoluş’un belirli bir Şey olmayı öğrenmeden önceki hâlinin görsel temsilidir.
Obsidiyen Işık... Terim olarak bir Çelişki olsa da, tanıkların gördüklerini mükemmel bir şekilde tanımlayan bir Şey, O eski yuvalardan patlamıştı!
Boyutlar boyunca, çoğu Varoluş’un Varoluş’undan Haberdar olmadığı Gerçeklik Katmanlar’ı boyunca yukarı doğru fırladı ve Katmanlar’ın üzerinde bir Çatlak oluşturdu!
Bir çatlak... Katmanlar ve Katlar boyunca!
Tanıklar bu Çatlak’tan muazzam bir karanlık algılayabiliyorlardı... Işığ’ı önemsiz kılan bir Şey’in Varoluş’unu. Bu, Ölçülemez bir Derinlik, Aınırsız bir Boşluk, Anlaşılamayacak kadar Engin bir Zeka ile geriye bakan bir Uçurum’du.
Obsidiyen Işık yukarı doğru fırlamaya devam etti, Anlamsız Uzaklıklar’a kayboldu, ancak o kadar derin bir korku yaydı ki, Onur’ku Yaşayan Paradokslar bile Kendiler’ini İstem Dış’ı geri çekilirken buldular.
Bu, Hücresel Düzey’de bir korkuydu, Bilinc’in Öncesi’nde Var Olan, Düşünce’nin Önünde’ki Boşluk’ta var olan Tür’den bir Dehşet’ti.
Sonra, Öl’ü bir Beden’in yapması imkansız olan bir hareketle, Cesed’in El’i kıpırdadı.
Bu hareket kasıtlı, amaçlıydı ve Var Olmaması gereken bir Bilinc’e Seslenen bir niyet taşıyordu.
Her Parmağ’ı Çarklar’dan Daha Büyük olan o devasa Uzuv, Yarattığ’ı Yarığ’a doğru uzandı. Açmak istemediği bir Kapı’yı Kapatan Bir’inin rahatlığıyla, El, Gerçekliğ’in ve Varoluş’un Öatlağ’ının kenarlarını Kavra’dı ve Onlar’ı birbirine çekti!
...!
HUUM!
Yırtık, sanki o da dayanamayacak kadar korkunç bir Şey görmüş gibi, Varoluş’un rahat bir nefes almasıyla kapandı.
Toplanan Yaşayan Paradokslar, Olası her duyguyu içeren ifadelerle izlediler... Başardıklar’ı şey karşısında hayranlık, uyandırdıkları Güc’e saygı ve serbest bıraktıkları Şey karşısında, Rasyonel Düşünce’nin Ötesi’ne Geçen Korku ifadesi sergilediler.
Sonra, dağların yürümeyi öğrenmesinin ağırlığını taşıyan hareketlerle, Erken Yaratığ’ın Cesed’i dik oturdu.
...!
“Yaşıyor!“ diye bağırdı Bir’i, Düşünce O’nu sansürlemeden önce Sözler ağzından kaçtı.
“YAŞIYOR!“ diye bağırdı Diğerler’i, Sesler’inde Histeriye varan bir zafer duygusu vardı.
Tüm bunların merkezinde, geçici bir Kalp hâline gelen göğüs boşluğunda, Diviticus her Şey’i riske atmış ve Hayal bile edilemeyecek Ödüller kazanmış Bir’inin çılgın coşkusuyla gülüyordu.
Ozymandias Bu’nu yapmış olabilir miydi?!
O’nun zavallı Güc’üyle mi?
Uyanmış Ceset’ten Obsidiyen Güc’ü O’na akıyordu, O’nu Tüketmiyor, besliyordu, Varoluş’unu Birkaç Dakika öncesine göre Kat Kat Daha Güç’lü bir Şey’e dönüştürüyordu.
O, Cadece Cesed’i kontrol etmiyordu, O’nunla bir oluyordu, Bilinc’i O’nun Eski Damarlar’ına yayılıyor, İrade’si O’nun İrade’si, Arzular’ı O’nun Amac’ı oluyordu!
Yarım Damla Kan Ahahtar olmuştu ama şimdi O Kilid’in Kendi’si, bu İmkansız Diriliş’in işlediği mekanizma hâline geliyordu.
Uzakta, basit ama heybetli pozisyonunda süzülen Dük Schrodinger, bu şok edici gelişmeleri derin bir kasvetle izliyordu.
Sonunda konuştuğunda, Sözler’i Felsefi bir ağırlık taşıyordu.
“Ölüm,“ Dedi, her kelime durgun Su’ya düşen taşlar gibi, Ancak O’nu kontrol etmeye çalışmayı bıraktığımızda gerçekten yenilebilir. Son’u kontrol ettiğimize inandığımız Ân’da, Son’un Baş’ından beri Biz’i kontrol ettiğini keşfederiz. Ölüm’ün kucaklamasından yükselen Şey, içinde Ölüm’ü taşır ve Dokunduğ’u Her Şey’e bu durumu yayar. Bugün Ölümlülüğ’ü yenmedik... O’na sadece yürümesi için Bacaklar ve Kavrama’sı için Eller verdik.“
Oh.
Oh!
O, oturur pozisyondan, Ayağ’a kalkmayı derin bir Anlam ifade eden bir eylem gibi gösteren hareketlerle kalktı ve sanki Asırlar’ın tozunu silkeliyormuş gibi yırtık pırtık giysilerini okşadı.
“Pekala,“ dedi aynı Korkunç gülümsemeyle, “Bakalım tüm bunlar nereye varacak.“
O gün, Yaşayan Paradokslar bir seçim yapmıştı... Uyku’ya dalmış Olan’ı Uyandırmak, hareketsiz kalması gerekeni harekete geçirmek, Geçmiş’te kalması Gereken’i günümüze getirmek.
Bu Ssçim’in nereye varacağına gelince... Kim bilebilirdi ki?
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.