Anlaşılan o ki, Amanatsu-sensei bu saatlerde Sosyal Bilgiler kaynak odasındaymış.
Öğretmenler odasına gidip nerde olduğunu sorduktan sonra oraya doğru yöneliyorduk.
Yakishio omzumu dürttü.
“Hey, Tsuwabuki Festivali bitince, üçüncü sınıflar Edebiyat Kulübü’nden de çekiliyor mu?“
“Evet, o zaman görevden ayrılıyorlar. Atletizm takımı için de aynı mı?“
Yakishio, yüzü her zamankinden biraz daha az bronzlaşmış bir halde başını salladı.
“Hı-hı. Bir sonraki kaptanı çoktan belirlediler bile. İyi anlaştığım bir üst sınıf ama katı biridir, o yüzden muhtemelen artık kaytaramayacağım-“
Ellerini başının arkasında birleştirdi ve abartılı bir iç çekti.
“Koşmayı seviyorsun, Yakishio. Neden kaytarasın ki?“
“Ben kısa mesafe koşucusuyum, bilirsin. Özel bir antrenman programım falan var ama bazen, onu görmezden gelip sadece canının istediği gibi koşmak istersin.“
…? Bu demek oluyor ki-
“Bekle, kendi başına koşmak için antrenmanı mı ekiyorsun?“
“Bazen gerçekten sonsuza dek koşmak istersin, anlarsın ya?“
Yakishio anlamlı bir gülümseme sergiledi ve omzunu benimkine vurdu. Acıdı.
“O zaman kulüpte orta veya uzun mesafe koşabilirdin.“
“Yok, ortaokulda o konuda fena batırdım. Dersimi aldım.“
Bunu neşeyle söyledi ve adımlarını durdurdu. Kaynak odasına varmıştık.
Şimdi, acaba Amanatsu-sensei içeride mi. Tam kapıya uzanmıştım ki, ağır bir şeyin düşmesinin yüksek gümbürtüsüyle birlikte bir kadın çığlığı duyuldu.
…Evet, kesinlikle içeride.
Kapıyı açtığımda, Amanatsu-sensei’yi bir yığın kitap ve öğretim materyalinin altında gömülü bulduk. Yakishio panikle yanına koştu.
“Amanatsu-chan, iyi misin?“
“Ayyy…“
Yakishio’nun sensei’yi dışarı çekmesini yan gözle izlerken, bir pencere açmak için yürüdüm. Burası fena halde tozlu.
“Yakishio, ha. Beni kurtardın... bekle, ne giyiyorsun sen? Göbek deliğin görünüyor!“
“Daha yeni antrenmanı bitirdim.“
Yakishio bunu söylerken biraz dudak büktü.
Amanatsu-sensei hızlı, telaşlı hareketlerle eteğini düzeltti, ikimize de şaşkın bir bakış attı.
“Peki, siz ikiniz burada ne yapıyorsunuz?“
Yavaş yavaş, Amanatsu-sensei’nin ifadesi daha da ciddileşti.
…Yakishio ve ben, geçen dönem Beden Eğitimi deposundaki o olaydan beri onun önünde ilk kez ortaya çıkıyoruz.
Aniden, Amanatsu-sensei mendilini yere vurdu.
“Aman Tanrım, o tür şeyleri evde yapın! En azından revire gidin! Konuki-chan orada!“
Ve bu tam olarak neyi çözecek ki?
“Bekle, hayır, durun. Öyle bir şey değil. Size bir konuda danışmaya geldik.“
“Siz ikiniz… bana mı danışacaksınız?“
Başını yana eğen Amanatsu-sensei, Yakishio’nun açıkta kalan karnına baktı. Sonra yüzü hızla soldu.
“Öyle bir şey değil ve muhtemelen şu an düşündüğünüz şey de değil, sensei.“
Ne kadar da husursuz bir öğretmen.
Ben ne yapacağımı düşünürken Yakishio bana kararsız bir bakış attı.
“Nukkun, o neyden bahsediyor?“
“Şey… sanırım yetişkinlerin her zaman en kötü senaryoyu varsaydığından.“
“Hmm...? Pek anlamadım ama sorma işini ben yapacağım.“
Yakishio abartılı bir “ehem“ ile boğazını temizledi.
“Hey, Amanatsu-chan, Edebiyat Kulübü’nün danışmanı ol!“
“Vay, bu çok ani oldu.“
Evet, bu gerçekten de aniydi. Devraldım ve açıklamaya başladım.
“Affedersiniz, Edebiyat Kulübümüzün şu anda bir danışman öğretmeni yok. Tsuwabuki Festivali’nden önce bu rolü üstlenebilecek bir öğretmen arıyoruz.“
Amanatsu-sensei düşünceli bir şekilde mırıldandı ve kollarını kavuşturdu.
“Yardım etmeyi çok isterdim ama zaten Masa Tenisi Kulübü’nün danışmanıyım, biliyorsunuz~“
Bir an sessiz kaldı, açıkça üzerinde düşünüyordu, sonra aniden gözlerini fal taşı gibi açtı.
“Pekala, o işi bana bırakın! Bir şeyler ayarlayacağım!“
“Gerçekten mi, Amanatsu-chan?“
“5 yıllık öğretmenlik hayatımda, ilk kez bir öğrenci benden tavsiye istemeye geldi. Size neler yapabileceğimi göstereceğim.“
“Bekleyin, daha önce hiç soran olmadı mı…?“
Kelimeler düşünmeden ağzımdan kaçtı ve Amanatsu-sensei yanaklarını şişirdi.
“Ben… bilirsiniz. Öğretmen ve öğrenci arasındaki doğru mesafeye değer veren ciddi bir yetişkin figürüyüm. Elbette bana yaklaşmakta zorlanmaları doğal.“
“Ama Amanatsu-chan, geçen gün bizimle fotoğraf kabinine girdin.“
“O, öğrenci rehberliğinin bir parçasıydı. Eğlenceli göründüğünü düşünüp kıskandığım falan yok.“
dedi, somurtarak başka yöne dönerken. Bu kadın çocuk mu?
“Şey, her neyse, çok teşekkür ederiz. Yani danışman arayışını sizin ellerinize bırakabiliriz, değil mi?“
“Evet, o işi bana bırakın. Yakishio ve, şey, sen de-“
…Aman neyse, adımı gerçekten de hatırlamıyor.
Tam ağzımı açmak üzereyken, avucunu yüzüme doğru uzattı.
“Daha fazla konuşma. Sen benim sınıfımdansın… Nukumizu, değil mi?“
“Ha!? Sonunda adımı hatırladınız mı?“
Şaşkınlıkla ona bakarken, Amanatsu-sensei gururla göğsünü kabarttı.
“E, evet, eleme yöntemini kullandım. Henüz ezberlemediğim yüzleri isimlerle eşleştirirsem-“
“Sensei, o cümleyi bitirmenize gerek yok.“
…İçimin küçük bir kısmı buna sevindiğime pişman oldu.
*
Ertesi gün, Cumartesi .
Ailemle birlikte Toyohashi Yol Kenarı İstasyonu’na geldim.
“<-Bir Yetişkinin İlk Aşkının Limonu->… ha.”
Elimde bir limonata şişesi tutarken kendi kendime mırıldandım.
Yakishio’nun hafif olgun gülümsemesi ve limon kabuğunun acılığı—kelimelere dökemediğim imgeler, limonata şişesini rafa geri koyarken zihnimde dolaştı.
Burası yerel tatlılar ve malzemeler satıyor.
Tsuwabuki Festivali’nde satacağımız tatlılar için fikirler üretmek istediğimden ailemden beni buraya getirmelerini istedim.
“Al bakalım, onii-sama. ‘ahh~’ de bakalım.”
Yanımdan bir kaşık uzatıldı. Refleksle ağzımı açtım ve dilimin üzerinde berrak, soğuk bir tatlılık yayıldı.
Yanıma bakınca, elimde dondurma külahı tutan Kaju’nun yanımda durduğunu gördüm.
“Ah, bu gerçekten güzelmiş.”
“Anne Kaju’ya biraz dondurma aldı. Yerel bıldırcın yumurtalarıyla yapıldığını söylüyorlar.”
Kaju, kaşığı tekrar ağzına götürerek söyledi.
Aklıma gelmişken, bıldırcınlar göçmen kuşlardır. Yuvarlak küçük bedenlerinin gökyüzünde süzülüşünü hayal ederken bakışlarım bıldırcın şeklindeki sablé kurabiyelerle dolu bir rafa kaydı.
“Onii-sama, bugün buraya gelmendeki amaç ne? Aniden buraya gelmek istediğini söyledin.”
“Tsuwabuki Festivali’nde Edebiyat Kulübü’nün sergisine bağlı tatlılar satmayı planlıyoruz. Ayrıca insanların rahatlayabileceği küçük bir dinlenme alanı da kurmak istiyorum. Buranın bize bazı fikirler verebileceğini düşündüm.”
“Bir bakıma bu, okul festivali versiyonu bir yol kenarı istasyonu gibi, değil mi? Ne tür tatlılar sunmayı planlıyorsun?”
Yine bir kaşık uzatıldı ve ben de usulca ağzıma aldım.
“Meşhur bir hikâyeye göre, Natsume Soseki nankinmame’yi severmiş.”
“Nankinmame… yani yer fıstığı, değil mi?”
“Evet. Küçük paketlere koyup, kısa bir açıklama ekleyip, ucuzdan satabileceğimizi düşündüm.”
“Sade yer fıstığı mı?”
Kaju başını eğdi, kaşık hâlâ ağzındaydı.
“Sanırım Natsume Soseki’nin tatlıya düşkünlüğü vardı. Duyduğuma göre şekerlenmiş yer fıstığını severmiş ve karısından gizli yermiş.
Ama senin saklamana gerek yok. Kaju sana yedirir. Al, ‘ahh~’ de bakalım.”
Gerçekten öyle mi? Düşünmeden bana yedirmesine izin verdim.
“Ama tatlı almak için bütçemiz pek yok ve süslü şeyler yapmak da zor olurdu.”
“Peki genel plan ne durumda?”
“Bir bakalım…”
Yazarlar ve yemekler üzerine bir sergi düzenliyoruz ve sergideki eserlerle ilgili atıştırmalıkları dağıtacağız ya da satacağız.
İnsanları yiyecekle cezbetmek pek ideal değil ama eğer bu onların sergiye bakmasını sağlıyorsa sorun yok. Dün okuldan sonra birinci sınıflar olarak oluşturduğumuz plan bu.
Açıklamamı dinledikten sonra Kaju dik bir duruşla oturdu ve ciddi bir ifade takındı.
“O halde, onii-sama, yanında Kaju var.”
“…Hımm?”
Bu ne demek? Yanına baktığımda Kaju’nun bana nemli gözlerle baktığını gördüm.
“Kaju’nun nihayet sana faydalı olma zamanı geldi, onii-sama. Tatlı yapma işini bana bırak.”
“Emin misin?”
“Kesinlikle! Ve dinlenme alanıyla ilgili olarak, biraz tatami sersek nasıl olur? Kaju’nun bildiği bir yer olabilir.”
“Tatami, ha…? Bu gerçekten faydalı olabilir.”
“O zaman Kaju, Judo Kulübü’nden isteyecek.”
Bizim eski okulumuz Momozono Ortaokulu’nun doğru düzgün bir dövüş sporları salonu yok, bu yüzden Judo Kulübü antrenman için spor salonuna tatami seriyor.
“Bunu takdir ederim ama bu onların antrenmanına engel olmaz mı?”
“Kaju, öğrenci konseyi ayrıcalıklarını kullanarak spor salonunun rotasyon programını biraz değiştirecek.”
Bekle, bu yapılabiliyor mu? Hayretle ona bakarken Kaju bana yaramaz bir gülümseme attı.
“Onii-sama için Kaju her şeyi yapar.”
…Sevgili kız kardeşim, lütfen biraz kendini tut.
*
Pazartesi. Yeni hafta başlıyor. İlk dersin ardından teneffüsteyiz.
Sınıf rezervasyon talebini teslim etmek için son tarih bugün öğlendi.
Aldığımız dijital formu yazdırdım ama hala temsilcimiz Komari’nin imzasına ihtiyacım var.
İmzayı almak için 1-A Sınıfı’na gittim ama orada değildi.
Şimdi, nereye gitmiş olabilir ki?
Bu saatlerde, Komari genellikle ya kızlar tuvaletinde ya da batı binasındaki el yıkama lavabolarında olur.
Daha ilk teneffüs olduğu için, insanlar genellikle o kadar susamış olmaz.
Bu da lavabonun başında durma süresini en aza indirmek isteyeceği anlamına gelir, bu da daha yakın olan batı binasına gitme olasılığını artırır, ama-
Sabahın erken saatlerinden beri hava serin. Bu yüzden, bunun yerine yeni binanın dördüncü katına, merkezi el yıkama bölümüne yöneldim.
Merdivenleri geçtikten sonra koridorun sonunda, minyon bir kız lavaboların önünde hareketsiz duruyordu.
Tam isabet.
Yeni binanın güneş alan en üst katı, Komari muhtemelen suyun burada en azından biraz daha sıcak olacağını düşünmüştü.
Komari akan musluğun önünde durmuş, sabit bir şekilde suyun akışına bakıyordu.
…Ortamdaki hava ona yaklaşmayı biraz zorlaştırıyor gibiydi ama yine de ona doğru bir adım attım.
Beni fark eden Komari irkildi ve hızla musluğu kapattı.
“Böyle bir yerde donakalmış ne yapıyorsun?“
“N-Ne…?“
“Ah, seni arıyordum, Komari. Seninle bir şey hakkında konuşmam gerekiyordu.“
“S-Sana ben mi lazım oldum…?“
Komari, kaküllerinin altından bana baktı, gözleri hafifçe korkmuş görünüyordu. Bir kağıt uzattım.
“Bu sınıf rezervasyon formu. Temsilcinin imzası gerekiyor. Öğle arasında teslim edeceğim, o yüzden seninkini alabilirim diye umuyordum.“
Komari formu aldı ve şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.
“T-Temsilci mi? Ben mi?“
“Evet. En başından beri işleri organize eden sendin, değil mi? Senin adınla gitmesi gerektiğini düşündüm.“
Komari bir süre forma baktı, sonra hafifçe başını salladı. Uzattığım mekanik kurşun kalemle adını imzaladı ve sessizce formu geri verdi.
…Komari bugün tuhaf davranıyor.
Normalde tuhaf olmadığı bir zaman yoktu ama, bir şeyler farklıydı, sanki her zamankinden farklı bir yönde tuhaftı.
“İyi misin? Pek iyi görünmüyorsun.“
“Ueh…? B-Ben iyiyim.“
“Festival hazırlıkları yüzünden mi?“
Komari başını öne eğdi ve küçük ellerini sıktı.
Edebiyat Kulübü’nün sergi planı geçen haftanın sonunda nihayet şekillenmişti. Komari bir araştırma sunumu için liderliği üstlenmişti ama sadece ana hatlarını anlatmasını duymak bile bunun ciddi bir girişim gibi tınlamasına yetmişti.
“Kendini fazla yorma. Üst sınıflar da var. Sadece elinden geleni yap.“
“A-Ama!“
Belki de kendi sesinden irkilmişti, Komari utançla hızla bakışlarını kaçırdı.
“...Bunu y-yapması gereken k-kişi benim.“
Ve sonra sustu.
…Yanlış bir şey mi söyledim?
“Eğer engel olduysam özür dilerim. Neyse, okuldan sonra görüşürüz.“
“Eh? Şey-“
Komari kelimelere dökemediği küçük bir inilti çıkardı. Olduğum yerde durdum.
Tam o sırada, bir grup ikinci sınıf öğrencisi bir sınıftan döküldü ve koridorda yürümeye başladı.
Yollarından çekilmek için duvara doğru bir adım attım ve Komari de sırtıma saklanmak ister gibi arkama geçti.
…Görünüşe göre bu insan seli yakın zamanda dağılmayacak. Belki de bir sınıf seviyesinde bir toplantı falan vardır.
Başka seçeneğim kalmayınca, duvar boyunca yavaşça yürümeye başladım ama bir şey ceketimi çekiştirdi.
“Şey, ıı… Y-Yazmayı bitirdim. K-Kulüp d-dergisi için olan metni. Kötü kadın karakterli olanı… d-devamını.“
…Ha? Sadece bunu söylemek için neden zahmet edip beni durdurdu ki?
“Anladım. Bu sefer kulüp dergisinden ben sorumluyum, o yüzden dosyayı bana göndermen yeterli.“
“E-Evet…“
Bu kadar olmalıydı. Ama Komari kıyafetimi bırakmıyor.
“Teneffüs bitmek üzere. Ben sınıfa dönüyorum.“
“B-Ben de. Z-Zaten a-aynı yoldan g-gidiyoruz.“
Sözlerinin aksine, Komari hiç hareket etmedi.
…Yoksa ikinci sınıf kalabalığından mı korkuyor?
Yapacak bir şey yok. Kesintisiz öğrenci akışına bir göz attım, sonra dijital saatimi kaldırdım.
“Komari, şu saate bak.“
“Ç-Çok zevksiz…“
Hey, hadi ama. Bu şey güneş enerjili ve radyo senkronizasyonlu. Bana sorarsan oldukça havalı.
“Hesaplamalarıma göre, buradan sınıfa gitmek 85 saniye sürüyor. Bir dakika sonra çıksak bile, zilden önce varırız.“
“Ueh…? B-Bu ne biçim bir h-hesaplama…?“
“Bu, kalabalık azalana kadar biraz daha bekleyelim demek.“
Komari somurtkan bir şekilde ceketimin ucunu tekrar çekiştirdi.
“B-Benim sınıfım farklı… o-o yüzden biraz daha uzakta.“
“O zaman biraz daha hızlı yürürüz.“
Tsuwabuki’de yüzünü ya da adını bilmediğim öğrenciler önümüzden geçiyor.
Bu akışın ortasında, teneffüsün iki yalnız insanı bir şekilde yan yana duruyor.
Belki de insanların tesadüf dediği şey budur ya da sadece olan bir şey.
Ve Komari ile bir sonraki tesadüf geldiğinde, acaba yine şimdiki gibi arkama saklanacak mı.
Komari başını eğmiş, hala ceketimin ucunu tutarken, geçen öğrenci selini izledim.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.