Yukarı Çık




9   Önceki Bölüm 
           
Çeviri: SaikiMood
☃ İyi Okumalar
Bölüm 10: Dışarı Çıkmak

“Bak şimdi… sadece gözünü kulağını getir, fazla konuşma. Bir şey sormak istersen, eve dönünce sor. Ani hareketler yapma, zıplama, hoplama, hele bir yere doğru koşmak yok… Sessiz sakin yanımda yürü, tamam mı?”

Xu Qing, Jiang He’nin oda kapısına yaslanmış, ona tam anlamıyla çıkış talimatı veriyordu. Dışarıda bir “kung fu şovuna” dönüşmesinden korkuyordu çünkü.

Bu dijital çağda, dikkatli olmak şarttı.

Jiang He ayakkabılarını değiştirmiş, birkaç kez yere vurup uyumuna bakmıştı. Xu Qing bir kez daha baştan aşağı süzdü onu.

Eğer gözlerindeki dövüşçü ateşiyle, yüzündeki o donuk ve ifadesiz hal olmasa, rahatlıkla sıradan bir üniversite öğrencisi sanabilirdin.

“Gül biraz.”

“…”

Jiang He sessizce baktı ona.

“Boş ver, boş ver... Hiç ifade olmayınca biraz korkutucu oluyorsun.”
Xu Qing burnunu kaşıdı, arkasını dönüp kapıya yöneldi. Bir kez daha uyardı:
“Ama sakın ha sakın, öyle hoplama zıplama yok. Sakin sakin dolaşacağız. Güvenli yani—şu kılıcı da bırak artık.”

Jiang He’nin kılıca uzanmasıyla Xu Qing bir an tereddüt etti.
Bu kızı dışarı çıkarmak acaba hata mıydı?

Ama düşününce… başka bir dünyaya ışınlansan, elinde kılıç olmadan nasıl güvende hissedersin ki?

“Dart yok mu? Onu al. En azından dikkat çekmez. Dışarısı benim gibi insanlarla dolu. Şey yani…”
Kendi vücuduna işaret etti, “… böyle narin tipler. Dışarıdan uzun falan gözükebilirler ama, sen bi yumruk at, hepsi yere yapışır. Anladın mı?”

Açık açık söylemese de, ”sen bana bir vursan, yalvarırım acıma” demek istiyordu.

“Anladım.”

Jiang He, kemerine taktığı dart kılıfını yokladı. Kılıcı bırakmaya razı olmuştu sonunda.

“Bir roman karakteri olsan, kesin o gizli güçlü, sessiz baş karakterlerden olurdun…”

Xu Qing kendi kendine konuşarak telefonu çıkardı ve hızlıca Jiang He’nin fotoğrafını çekti. Jiang He kaşlarını çattı ama Xu Qing sırıtıp geçti:
“Hadi, yürü. Önce bir çevre turu atalım. Yakın dur bana.”

Gerçekten dışarı çıkmadan, anlattıklarının anlamı olmazdı.
‘Bin iki yüz yıl sonra’ demekle olmaz, yaşaması gerekirdi.

Hava kararmaya başlamıştı.
Güneş henüz tam batmamıştı ama incecik bir hilal belirmişti gökyüzünde. Dünkü sağanağın ardından hava serinlemiş, hafif bir akşam esintisi başlamıştı.

Xu Qing apartman kapısının önünde durdu, bir nefes aldı, Jiang He’ye baktı. Yanında sessizce duran bu kızla birlikte dışarı çıkmak, çok garip ama heyecanlıydı.

“Rahat ol, sakin ol,” diye fısıldadı Jiang He’ye.
Ellerini cebine soktu, birkaç adım attı, sonra hafifçe ona yaklaştı. Jiang He yarım adım gerideydi, çevreyi dikkatle inceliyor, ağzını açmadan yürüyordu.

Uzaktan bakan biri, panikleyen kişinin Xu Qing olduğunu sanabilirdi.

“Burası bir site. Her aile kendi evinde kalıyor.”

“Şurası ana kapı, dışarısı cadde. İki tarafında da dükkanlar var; yiyecek, içecek, giysi, aklına ne gelirse…”

Yavaş yavaş yürürken, çevreyi fısıltıyla anlatıyordu Xu Qing. Şanslıydılar, saat akşam yemeğine yaklaştığı için pek insan yoktu.

Ana girişe vardıklarında, daha güvenlik görevlisi Amca Zhao’ya “selam” diyemeden, yakında biri dikkatlerini çekti.

Kadının saçları kıvırcık, simsiyah, boynunda fular, üzerinde mavi-kırmızı çiçekli bluz vardı. Ama elindeki file sepet bu şıklığa hiç uymuyordu.

“Ahaha… ne diyordum…” diye gülen Teyze Cheng, Amca Zhao’yla sohbet ediyordu. Sonra gözü Jiang He’ye takıldı, aniden sustu.

“Ne var teyze?” dedi Xu Qing, kadının bakışlarını fark ederek.

“Bu kızı bir yerden tanıyorum sanki.”

“Sevgilin mi bu, Xu Qing?” dedi Amca Zhao, sigarasını tüttürürken.
Gözlerini Jiang He’ye dikti, sırıtarak koltuğuna yaylandı.

İşte mahalle samimiyeti dedikleri şey bazen böyle batıyordu.

Xu Qing hafifçe öne çıkıp Jiang He’nin önünü kapattı.
“Arkadaş sadece. Normal arkadaş.”

“Ha öyleee… tamam tamam,” dedi Amca Zhao, göz kırpar gibi bakarak.

“Bir dakika, bu kız… dün merdivende elinde kılıçla duran kız değil mi?” dedi Teyze Cheng.

Xu Qing’in yüreği hop etti.
Kızın dünkü kıyafeti gerçekten fazla dikkat çekiciydi.

“Kılıç mı?” Amca Zhao şaşırdı.

“Şöyleydi uzunluğu, simsiyah…” diye tarif etmeye başladı Teyze Cheng, elini uzatarak.

“Cosplay!” dedi Xu Qing hemen, kahkaha atarak. Jiang He’ye de güven verici bir bakış attı.

Jiang He olanları anlamaya çalışıyor, sadece merakla onları izliyordu.

“Gençlerin eğlencesi işte, siz bilmezsiniz. Zombi, peri, ninja gibi giyiniyorlar. Alt kültür diyelim.”

Xu Qing usulca Jiang He’nin kolunu tuttu. O hafif bir direnç gösterdi ama sonra bıraktı.
“Biz kaçalım, görüşürüz teyze. Akşama yemek var.”

Suçluluk duygusu tam olarak buydu.

“Ne demek bilmiyoruz? Torunum bir keresinde zombi olmuştu!”

“Yok artık, onlar da mı var?”

“Vallahi çocuklar bizden daha yaratıcı artık…”

Sesleri arkada azaldı. Xu Qing ve Jiang He biraz uzaklaşınca rahatladı.
Tam o sırada Jiang He, kolunu onun elinden çekti ve gözlerini dikti.

“Dün seni gördü mü?” diye sordu Xu Qing.

Jiang He sessizce başını salladı.

“Ben gelmeden önce merdivende karşılaştınız, değil mi? Konuşmadı ya da sen cevap vermedin. Sonra o da yürüyüp gitti?”

Jiang He gözlerini kırpıştırdı, düşündü, sonra önce başını salladı, sonra hayır anlamında salladı.

“Yani şimdi evet mi, hayır mı?”

Xu Qing duraksadı, sonra gülümseyerek anladı.
Kız gerçekten dediklerini ciddiye alıyordu. Ona “fazla konuşma” demişti, o da hiç konuşmuyordu!

Beklenmedik bir sadakat.

“Dur ben tahmin edeyim. Kadın seni gördü, sen baktın ama bir şey demedin, sonra o da çıktı gitti.”

Bu sefer doğruydu. Jiang He başını salladı, sonra yoldan geçen arabalara merakla baktı.

Neyse ki sadece bakmış… Eğer başka biri olsaydı, ya da güvenlikten biri… iş çığırından çıkabilirdi.

Xu Qing rahatladı. Etrafa göz atarak yürümeye devam etti.

“Şu gördüğün şeyin adı araba. Dört tekerlekli metal kutu gibi düşün. At arabası gibi ama at yok. Motor var, gizli at gibi çalışıyor…”

Kaldırımda yan yana yürürken, biri yaklaşsa susup bekliyorlar, sonra konuşmaya devam ediyorlardı.

Işıklı kavşağa geldiklerinde, Xu Qing yukarıyı işaret etti:

“İşte şu.”

Trafik lambasının üstündeki güvenlik kamerasını gösterdi. Jiang He’nin bu dünyanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamasını istiyordu.

“Az önce izlediğimiz her şey… bu kameralarla çekiliyor. Her yerdeler. Şu an bile, biz burada beklerken, bin mil ötede biri bizi izliyor olabilir. Ama endişe etme, genelde kimse ilgilenmez. Ama… duvara tırmanmaya kalkarsan falan, sistem hemen alarm verir, polis anında burada olur.”

Jiang He’nin yüz ifadesi değişti. Gözlerini kameraya dikti.

“Ne düşünüyorsun?” dedi Xu Qing. Kızın eline baktı, sonra kameraya tekrar göz attı.

“Yoksa… o kamerayı mı indireceksin?!”

Jiang He, dart kabzasına göz attı…
Sonra tekrar Xu Qing’e baktı.

”O şeyi çabuk cebine koy!”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

9   Önceki Bölüm