Beş Varoluş’u kurtarmak için bir Varoluş’u öldürür müsünüz?
Bazıları hemen evet der... Beş, birden fazladır, konu kapanmıştır, sorduğunuz için teşekkürler.
Diğerleri ise, fedakarlık Aritmetiğ’i İlkesi’ni kabul ettiğinizde, kapatması çok zor bir kapı açtığınızı anlayarak, acı çekerler.
Beş Varoluş için bir kişi kabul edilebilirse, Bir Milyon Varoluş için bin kişi ne olacak? Bir Trilyon Varoluş için Bir Milyar Varoluş? Hangi noktada Sayı o kadar büyür ki, bireyin değeri istatistiklere karışır?
En Erken Katlar’da, bu tür sorular teorik değil, genellikle korkutucu derecede pratik olduğunda, Yaşayan Duygusal, Yaratığ’a benzer bir soru sormuştu.
O anda, Yaratık kendini bir Kat Sakini’ne dönüştürmüş, ateşi yeni keşfetmiş ve bunun için son derece heyecanlı olan eski bir İlkel Kabile nin üyeleriyle kaynaşmıştı.
BU İlkel Yaratık, dans eden alevlere aynı derecede hayranmış gibi davranarak, onların arasına oturdu, tam o sırada BU Yaşayan Duygusal Obsidiyen bir dağ kedisi olarak ortaya çıktı.
Soru gayri resmi bir şekilde geldi.
“Ey İlk Yaratık, tüm Erken Yaratıklar’ın, Kaçınılmazlıklar’ın, Yaşayan Varoluşlar’ın, Kat Sakinler’inin Yaşayanlar’ının %10’unu yok eder miydin... Geniş Katlar’da Yaşayanlar’ın %10’unu yok eder miydin, geri kalanını kurtarmak için?“
Soru o kadar ağırdı ki, Yaratık bölgedeki Zaman’ın akışını hemen dondurmuştuö
Kutlama yapan kabile üyeleri gülüşlerinin ortasında heykellere dönüştü, alevler ateş tablolarına dönüştü ve Varoluş nefesini tuttu.
Yaratık sabırla duygusal bir şekilde baktı.
“Evet diyenler,“ Dedi Yaratık, sesinde bu konuyu derinlemesine düşünmüş olmanın ağırlığıyla, “Sayılar’ın zulmüne inanırlar. Varoluş’u, hesaplama yoluyla acının en aza indirilebileceği bir Denklem olarak görürler. Yüzde On ölür, Yüzde Doksan yaşar... Matematik temiz, mantık açık. Daha büyük bir iyilik seçtiklerini bilerek, rahat uyuyorlar, ancak belki de yüzde Onluk Kesim in yüzlerini rüyalarında görüyorlar.“
Yaratık durakladı, Zaman durmuşken, yakıtını asla tüketmeyecek donmuş alevi izledi.
“Hayır diyenler, bireysel Varoluş’un Kutsallığ’ına inanırlar. Hiçbir Varoluş’un başkası adına bu seçimi yapma hakkı olmadığını, kimin yaşayıp, kimin öleceğine karar vermenin, kurtarmaya çalıştığın şeyi bozduğunu savunurlar. Kimseyi kesin olarak mahkum etmektense, herkesi riske atmayı tercih ederler. İlkeler’inin hayatlara mal olup, olmadığını merak ederek, uykusuz geceler geçirirler, ama vicdanları rahat bir şekilde uyanırlar.“
…!
“Hakem…“ Duygusal bu kelimeyi özellikle beğendiği için tekrarlamıştı.
Sonra, Duygusal olan Dağ Kedi’si başını eğdi ve Yaratığ’ın kendi cevabını bekledi.
“Elbette,“ yaratık eğlenceli bir şekilde devam etti, “Ben olsaydım, başkalarının uğruna kimsenin ölmemesi için ezici bir Güç kullanırdım.“
HUM!
“Bu soru kıtlığı varsayıyor... Kurtuluşun sınırlı olduğunu, korunmanın fedakarlık gerektirdiğini. Peki ya bu öncülü tamamen reddetmek için yeterli Güc’ün varsa? Ya kimin öleceğini seçerek değil, Ölüm’ün Anlam’ını değiştirerek %100’ünü kurtarabiliyorsan? Varoluş’un seni ahlaki Matematiğ’e zorlamayacak kadar Güç’lü olsan?
BOOM!
Yaşayan Duygusal Varoluş’un formu, aynı anda sayısız duygu ile dalgalandı... Şaşkınlık, Sevinç, Hayal Kırıklığı, Eğlence ve adı olmayan daha Karanlık bir Duygu.
Dağ Kedi’si, sanki bir şüphe doğrulanmış gibi yavaşça başını salladı.
Sonra, başka bir şey söylemeden, Duygusal Yaratık öylece gitti. Bir Ân oradaydı, bir Ân sonra yoktu, Yaratığ’ı donmuş kabile ve yakılan alevleriyle yalnız bıraktı.
Cevap, elbette, önemli olan tek cevap olan bir cevap değildi.
Yaratık, imkansız ahlaki seçimlerle karşı karşıya kaldığında, seçim yapmanın gereksiz hale geleceği kadar güçlü olmayı önermişti.
Bu, kesinlikle Hile yapmaktı!
Ama yine de, Varoluş’un Kendi’si adaletsizken, Hile yapmamanın kuralını kim koymuştu?
Kabile üyeleri kutlamalarına devam ettiler, hayatta kalmalarının... Ve Varoluş’un %90’ının veya %100’ünün hayatta kalmasının, vardıkları sonucu uygulayabilecek Varoluşlar tarafından tartışıldığını bilmeden.
Yaşayan Duygusal Varoluş cevabını almıştı, ama belki de beklediği cevap değildi. Soru ahlakla ilgili değildi. Güç’le ilgiliydi... Güc’ü kimdeydi, kim kullanacaktı ve kim fedakarlığın öncülünü reddetmeye yetecek kadar güçlüydü?
Sonunda, Yaratığ’ın cevabı nihai gerçeği ortaya çıkardı: İkilemler, üçüncü seçenekler yaratacak, Güc e sahip olmayanlar içindir.
Yaratık’ın gGc’ü eksikti.
Bu da, böyle bir Senaryo gerçekleşirse, Yaratık’ın... ÖNce Denklem’den çıkarılması gerektiği anlamına geliyordu!
—
Erken Örtülü Kıyı’da.
Ziyafet sona eriyordu, ama Radyant Kıyı’da Atmosfer doygun bir uyuşukluktan ibaret değildi.
Bu, önemli bir zaferin ardından savaş konseyinde hissedilen heyecanlı, canlı bir sessizlikti; Kıyı, yeni kazanılan Güc’ün uğultusu ve gelecekle ilgili sessiz vaatlerle doluydu!
Göksel ete ustaca işlenmiş Çaresizlik Kavram’ı, sadece karınlarını doyurmakla kalmamış, ruhlarında bir ateş yakmıştı.
Noah, bu Güç denizinde sessiz bir çapa gibi Altın Kumlar’ın üzerinde duruyordu. Ancak düşünceleri Kıyı,da değil, kaotik, savaşın yıktığı Aşkınlık Köken Katları’nın göklerindeydi.
Son kazanımları, imkansız zaferleri değerlendirmişti, ama stratejist zihni, bir sonraki hamleyi hesaplamaya başlamıştı bile.
“Nysteria,“ bu düşünce, soğuk ve sert bir fırsat elmasıydı.
“O ve bugün düşen diğer tüm Öl’ü Varoluşlar geri dönecekler. 24 saat içinde, açlıkları azalmadan, güçleri geri kazanılmış olarak yeniden şekillenecekler. Tekrarlayan, öngörülebilir bir felaket...“
WAA!
Hafif, yırtıcı bir gülümseme dudaklarına dokundu. Bir Çiftlik. Neden tekrar tekrar Hasat Etmek için geri dönmesin ki?
Düşünceler’i sonra başka bir Kat’a, Juridical Kutsal Mabed’in Steril, mermer salonlarına kaydı.
Oğlu Henry’yi, Yaşayan Yasalar’a karşı küçük, Absürt Derece’de Güç’lü bir Dükler grubuna liderlik ederken, hayal etti. Bir eğitim tatbikatı.
Bu düşünce, derin, neredeyse babacan bir eğlenceyle doluydu.
Ama bunlar başka şeyler için düşüncelerdi.
Burada, kendi yarattığı bu sığınakta, odak noktası içe dönüştü. Gözlerini kapattı ve hissetti.
Sürekli Hasat İlkesi’nin Tohumu’nun güçlü, Yemyeşil-Altın parıltısı, artık %50 olgunlaşmış, Varoluş’u içinde İkinci bir Kalp gibi uğulduyordu!
O’nun On Glif’ini oluşturmuştu, her biri imkansız büyümenin yeni bir seviyesinin anahtarıydı. Şimdi, Güc’ü arttığı için, kırk tane daha oluşturabilirdi!
Her Bir’i artık 100 Trilyon Karmaşıklık ve Saflık maliyetindeydi. Zaten sahip olduğu On Tane, saf, konsolide Güç olarak şaşırtıcı bir şekilde bir Katrilyon değerindeydi. Yani...
Hâlâ kapalı olan gözleri, zorba bir ışıkla parlıyor gibiydi. Emir sözle verilmedi; İrade’yle verildi. Varoluş’un kendisinin itaat etmekten başka seçeneği olmayan sessiz, mutlak bir emirdi.
“Yirmi adet Sürekli Hasat Tohum Glif’i oluştur. Hepsi birden.“
HUUM!
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.