Yukarı Çık




4312   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 4313: Biz Onun İradesini Takip Ediyoruz! II


Perde… Yaşayanları ve Ölüleri ayıran o kavşak, Bilinc’in kendisi kadar eski bir Kavram’dı! 


Farklı kültürlerin, Varoluşsal rahatlık düzeylerine göre yorumladıkları, Varoluş’un Kumlarına çizilmiş bir çizgi.


Bazıları için bu, yalnızca bir Metafordu, Bilinen ile Bilinmeyen arasındaki Sınırı tanımlamak için Şiirsel bir Yoldu. Bunlar, geceleri rahat uyuyan, Ölümün sadece başka bir geçiş olduğunu düşünen, sesleri titremeden “vefat etti“ ve “daha iyi bir yerde“ gibi ifadeler kullanan insanlardı.


Onlar, perdeyi doğal bir Düzen olarak görüyorlardı, ufuktan daha tehditkar olmayan... Var olan ama aslında önemi olmayan bir çizgi, çünkü geçince geçecektiniz.


Diğerleri için ise bu, bir bağlantı noktası, Mistik Âlemler’e açılan kutsal bir eşikti.


Sunaklar kurdular, adaklar bıraktılar, “Perdenin hemen ötesinde“ olduklarını iddia ettikleri atalarıyla konuştular, onları dinlediler ve ara sıra müdahale ettiler.


Bu Varoluşlar yakınlıkta, ölümün komşular arasında çok ince bir duvar olduğu ve yeterince yüksek sesle konuşurlarsa, birbirlerini duyabilecekleri fikrinde rahatlık buldular.


Ve sonra onu gerçekte olduğu gibi görenler vardı: Düzenli Varoluşlar’ı ile aç, mutlak karanlık arasında ince, yıpranmış bir perde. Bir Tabu. Bir tehlike!


Bunlar, bazı kapıların bir nedenden dolayı kapalı olduğunu, bazı Sınırların Aşılmamak için değil, asla ve asla bir araya gelmemesi gereken şeyleri ayrı tutmak için var olduğunu anlayanlardı.


Hangi grubun haklı olduğu konusunda ise?


En çok endişelenenler, her gölgede canavar görenler en haklı olanlardı.


Çünkü Perde sadece bir Sınır değildi. Bir Sınırlama Sistem’iydi.


Düşünün: Ölüm doğal ve huzurlu olsaydı, neden tüm Canlılar onu önlemek için bu kadar Enerji harcardı? Perde’nin ötesindekiler zararsız olsaydı, neden onu geçmek sadece tek yönde mümkün olurdu? Ölüler gerçekten huzur içinde yatıyor olsaydı, neden her canlı türünün, öyle olmadığında neler olduğu hakkında Hikâyeler’i vardı?


İyimserler, Perde’nin Sınırlılık yoluyla hayata anlam kazandırmak için var olduğunu söylediler. Mistikler, Ruhsal Evrim’in Aşamalar’ını ayırmak için var olduğunu söylediler. Ama kötümserler... Ah, kötümserler anladılar!


Perde vardı, çünkü o olmasaydı, Ölüler, kumdan kaleleri eriten bir gelgit gibi Yaşayanlar’ı yok ederdi.


Kötülükten değil. Şeytanilikten değil. Sadece Entropi’nin aç olduğu ve Düzen’in lezzetli olduğu basit gerçeğinden dolayı.


Ölüler, kışın yazdan nefret ettiği kadar canlılardan nefret etmiyorlardı.


Onlar, sadece vardı ve Varoluşlar’ı Canlılar’ın “Yaşam“ olarak adlandırdığı Atomlar’ın ve O’nun Atom Altı Parçaçıklar’ından ve Enerji’nin dikkatli Düzen’ine zıttı.


Onları ayrım olmadan aynı alana koyarsanız, Yaşayanlar yok olurken, Ölüler, Dokunduklar’ı şeyi emerek, biraz daha somutlaşarak Varoluşlar’ını sürdürürlerdi.


Bu yüzden Perde önemliydi.


Metafor olarak değil, Mistik bir geçit olarak değil, Varoluş’un, bilinç deneyiminin ortaya çıktığı aç karanlığa Yeniden Emilmesini önlemek için yaptığı çaresiz bir girişim olarak!


Şu anda, Katlar’da gözyaşları çoğalırken ve Ölüler, Yaşayanlar’ın özenle inşa ettiği güç dengelerini alay eden Karmaşıklıklar’la ortaya çıkarken, gerçek ortaya çıktı.


Perde Felsefe ya da Şiir değildi.


Ve şimdi inceliyordu. Yıkılmıyordu... Bu çok basit olurdu. İnceliyordu, tıpkı çok fazla kullanımdan, her iki taraftan gelen çok fazla baskıdan, çok fazla gözetleme ya da delme girişiminden yıpranmış bir kumaş gibi.


İyimserler, daha önce “Korkunun yapay yapıları“ olarak adlandırdıkları engellerin değerini aniden fark ederek, tutumlarını değiştiriyorlardı.


Mistikler, Atalar’ının “onları koruduğu“ndan çok, “giderek, yetersiz hâle gelen Altyapı tarafından engellendiğini“ keşfediyorlardı. Peki ya Kötümserler?


Kötümserler, “Ben demiştim!“ demek için koşmakla meşguldüler.


Çünkü Varoluşsal Korku konusunda haklı olmak, aslında onunla başa çıkmada sizi daha iyi yapmaz.


Dolapta canavarı doğru bir şekilde tespit eden paranoyak kişi, yine de dolapta bir canavar olduğu gerçeğiyle başa çıkmak zorundadır.


Perde, endişeli Varoluşlar’ın her zaman şüphelendiği şeydi... Varoluş ile Kendi Yok Oluş’u arasında duran tek şey.


Ve çoğu güvenlik özelliği gibi, onu ancak çalışmayı bıraktığında, gerçekten takdir ediyordunuz.


Ölüler, çok uzun bir yolculuğun ardından eve dönenlerin rahatlığıyla gözyaşları arasından ortaya çıktılar!





Tam o anda, Katlar’ın geniş, birbirine bağlı Dokumalar’ı boyunca, Peçe yırtılıyordu.


Varoluş’un Dokusu’nda pürüzlü, Nekrotik Yaralar olan çok sayıda Varoluş Yırtığ’ı, içeriklerini Yaşayanlar Âlem’ine akıtıyordu.


Ancak bu Yırtıklar’ın ötesinde, Peçe’nin Ötesi’nde, Ölüler’in Diyarlar’ının derinliklerinde... Ölüler’in Katları’nda... Yaşayanlar’ın hayal bile edemeyeceği harikalar ve Karmaşıklıklar vardı!


Burada, bu Sonlar’ın diyarında, Sayısız Gigaparsek boyunca seyahat edilebilirdi, sessiz, sürünerek ilerleyen Altı Trilyon’dan fazla Ölü’nün denizini geçerek, hem zayıf hem de güçlü olanları.


Ve daha da ileride, sıradan Ölüler’in Kaotik, Akılsız Açlığ’ının Ötesi’nde, Varoluş şeye rastlardı... Kripto Topraklar’ı. 


Bu topraklar, sürünerek, yürüyen ordulardan farklı olarak, bir tür... Düzen duygusuna sahip, korkutucu derecede güçlü Ölü Varoluşlar ile doluydu.


Düzen!


Mezarlık Diyarlar’ının kalbinde, sessiz, yıldızsız boşlukta büyük bir kale süzülüyordu.


Bu, imkansız, korkunç güzellikte bir Nekropol, şaşırtıcı, parlak beyaz bir Düzen ışığıyla titreşen bir ölüm şehriydi.


Burası Nagash-Prax, İlkel Ölüm’ün Kale’si idi.


Milyarlarca unutulmuş yaratığın erimiş kemiklerinden ve sayısız  Kurutulmuş Uyuyan Kıyılar’ın parçalanmış, taşlaşmış kalıntılarından oluşturulmuş geniş, dairesel bir adaydı.


Çapı, Figapersekler kadar genişti, hiçbir şeyin olmadığı bir okyanustaki ölüm kıtasıydı. Bu adadan, cilalı kemiklerden yapılmış devasa, obsidiyen beyazı duvarlar, Kat’ın Gök Kubbesi’ne değecek kadar yükseğe yükseliyordu.


Ve o duvarların üzerinde duruyorlardı.


Erken Yaratıklar.


Ama bunlar, derileri altın parlaklığıyla veya hayatın Yemyeşil Işıltısıyla parlayan, İlk Katlar’ın canlı, devasa Varoluşlar’ı değildi.


Bunlar onların Ölü yankıları, zombileşmiş yansımalarıydı. Derileri, çürüyüp, altındaki parlak, Obsidiyen kemiği ortaya çıkarmadığı yerlerde, soluk, neredeyse yarı saydam bir beyazdı, ancak korkutucu, güçlü bir ışıkla parlıyordu.


Sanki çürümeleri onları daha az değerli hâle getirmemiş, aksine özlerini daha güçlü, Daha Mutlak bir Varoluş Biçim’ine damıtmış gibiydi!



Not: Güncel de İyice saçma hâl aldık. Çaba Evrimleşerek, Noah’ı iyice yenmek zorlaştı. Evet Çaba Evrimleşti. Onun dışında 15 Kentilyonlar’ı gördük. 


Komutlar:

- Noah’ın Çaba Kavram’ı üzerindeki Otorite’si artık Mutlak hâle gelmiştir.

- Noah’ın harcadığı Çaba artık... Ölçülemez bir faktörle güçlendirilmiştir.

- Noah’a karşı harcanan herhangi bir Çaba artık... Neredeyse imkansız hâle gelmiştir.

- Sürekli Hasat, Varoluş’unun ilk eylemi olarak Noah’ın Varoluş’u üzerine bir Yasa ilan etmiştir: O’na karşı bir hamle yapmak için gereken çaba, artık 3 Kentilyon Karmaşıklık ve Saflık Seviyesinde’dir.

Bundan daha azı, Varoluş’un Noah’a düşmanca bir bakış atacak Güc’ü bile bulamamasına neden olacaktır.



Not: Noah’a Harcanan Çaba 10 Kat idi sanırım. Ve şimdi İmkansız. Dostum.... Sjkdkdkskdkd. Gülün geçin. 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

4312   Önceki Bölüm