Kemikler, seramik kavanoza yerleştirilirken tıkırdayarak ses çıkardı. Kavanoz ancak avuçları dolduracak kadar birkaç parça kemik alabiliyordu.
Süs püskülü gibi bembeyaz saçlar, örülmüş mavi bir saç bandıyla geriye toplanmıştı.
Artık isimsiz bir kız olan ve kemikleri bu kavanozda duran o çocuk, hiç kuşkusuz bir gün uzak bir ülkede kutsanacağını hayal bile etmemişti. Kalıntılarının uğurlanışında ona eşlik edecek insan kalabalıklarını, yolculuğunda huzur ve sükûnet için söylenecek ilahileri asla tahayyül edemezdi.
Oradan ayrılırken Maomao, yas işareti olarak taktığı siyah kuşağa dokundu—ama hepsi o kadar; sadece bir işaretti.
Tüm yaşananlardan sonra, Tapınak Rahibesi planlandığı üzere öldü. Yalnız Maomao değil, babası da cesedin muayenesinde hazır bulunmuştu. Eğer başka bir hekim olsaydı, Maomao Tapınak Rahibesi’ne bir süreliğine ölüyü taklit eden o ilacı vermeyi düşündüğü anlar olmuştu.
Ama benim ihtiyar buna asla kanmazdı. Tapınak Rahibesi’ni tehdit ettiği için kendini kötü hissediyordu ama bir yandan da babasının can söz konusu olduğunda ne kadar yumuşak olduğunu biliyordu. Onu adeta kendi suç ortaklarından birine dönüştürmüştü.
Gerçek Tapınak Rahibesi’ne gelince...
“Burası sizin için uygun mu, Tapınak Rahibesi?” diye sordu Jinshi. Görevden ayrıldığı için ona ne diye hitap etmesi gerektiğinden emin değildi ama en azından eski unvanını kullanmaya devam etmeyi uygun gördü. Artık kutsal makamı elinde tutmadığı için Jinshi gibi erkekler ona yaklaşabiliyordu.
Güneş ışığını engellemek için birkaç kat perdeyle çevrilmiş özel bir odadaydılar. “Evet, oldukça huzurlu,” dedi kadın.
“Sizin böyle düşünmenize sevindim. İhtiyaçlarınıza uymayan bir eşya olursa memnuniyetle değiştirebilirim,” diye ekledi Jinshi’nin arkasında, erkek kıyafetleri içindeki yakışıklı kişi—Ah-Duo. Onun köşkü, artık kamuya açılamayan Tapınak Rahibesi gibi insanlar için bir sığınak hâline geliyordu. İmparator hâlâ zaman zaman Ah-Duo’yu ziyaret ediyordu; çünkü Ah-Duo artık bir cariye olmasa da ortalama beceriksiz memurlardan çok daha keskin zekâlı ve anlayışlıydı. Öte yandan, belki de Majesteleri sadece içki paylaşabileceği bir dost arıyordu.
Tapınak Rahibesi’ni böyle bir yerde tutmaları için her türlü sebep vardı. Shaoh sınırları içindeyken makamından ayrılmak istememişti. Bunun yerine, yurtdışına gidip orada ölmeyi ve bedeninin yok olmasını seçmişti. Siyasi sığınma ise onun için asla söz konusu olamazdı; Tapınak Rahibesi olarak otoritesi çökerdi. Belki de artık bulunduğu konumda yapabileceği hiçbir şey kalmadığını düşündüğü için ölümü arzulamıştı.
Ama bu doğru değil.
Bunca yılın birikimi… sahip olduğu tüm bilgi… makamından çekilmiş olsa bile, hatta yabancı bir ülkede bile, hiyerarşinin en üstünde durmaya devam ettiği sürece paha biçilemezdi. Belki de yaşadığı topraklara ihanet ediyormuş gibi hissediyordu—ama bunu şu anda dile getirecek konumda değildi.
“Anlaşmamızın şartlarına uyacaksınız, değil mi?” dedi Jinshi; nezaketle ama kararlılıkla.
“Elbette. Bana karşı rehin aldığınız iki kişi yok mu?” diye karşılık verdi Tapınak Rahibesi. Söz ettiği, suçlu olarak tutuklanan Beyaz Lady ve Aylin’di. Yaptıklarını düşününce, her an başlarının vurulması gayet olağan olurdu—ve hâlâ da öyleydi. “Yine de Shaoh’a yardımınızı talep ediyorum.” Cesaret işi bir talepti.
“Sizin bize vereceğiniz bilgiler karşılığını hak ederse,” dedi Jinshi ve ışıldayan bir gülümseme takındı. Cinsiyetin ötesinde duran Tapınak Rahibesi’ne ne kadar etki ederdi bilinmez, ama loş odada bile göz kamaştırıcı görünüyordu.
Siyasette iyi ya da kötü yoktu; yalnızca sonu iyi biten işler ve bitmeyenler vardı. Bu gibi durumlar ise pek nadir sayılmazdı.
Jinshi odadan çıkarken Maomao onu takip etmeye hazırlanıyordu ki Tapınak Rahibesi’nin, “Ah, bir dakikanızı alabilir miyim?” demesi üzerine durdu. Elinde bir parşömen vardı. “Bunu al.” Parşömeni Jinshi’ye değil, Maomao’ya uzattı. Merakla açtı Maomao. Birkaç parça koyun derisi kâğıdına yapılmış, kaba çizimlerden oluşan basit bir rulo.
“Evet,” dedi Tapınak Rahibesi. Maomao etrafta çocuk olup olmadığını hatırlamaya çalıştı—ve sonra gözleri büyüdü. Evet, vardı. Konuşamayan o kız. O gün hizmetkârla birlikte gelen çocuk. Jazgul ya da öyle bir şeydi adı. Maomao, o çocuğun velisini bulabilmek için arkadaşlarıyla nasıl çırpındıklarını hatırladı. Ama villada da pek gözüne çarpmamıştı…
Maomao çizimlere baktı, anlamlarını kavramaya çalışarak. “Hımm?” diye mırıldandı. Boyalı çizimlerden birinde beyaz giymiş iki kişi vardı. Genç kadınlardı, diye düşündü. Birinin kolu bandajlıydı. “Bu… ben miyim?” diye sordu.
“Evet.” dedi Tapınak Rahibesi.
Eğer Jazgul gerçekten onu ve Yao’yu çizmişse, Maomao bu resmi kabul etmek zorunda olduğunu düşündü. Yine de tuhaftı—Jazgul’le karşılaştıklarında yanlarında En’en de vardı. Hem o gün hiçbirinin tıp görevlisi kıyafetleri üzerinde değildi. Bu gizemi düşünürken Maomao, parşömenin arka yüzündeki bazı rakamları fark etti. Muhtemelen bir tarihti ama kullandığı sayıları tanımıyordu.
“Yani...bu ne oluyor?” diye sordu.
“Jazgul bunu Shaoh’dan ayrılmadan önce çizdi.”
“Ayrılmadan önce mi?” Ama bu hiç mantıklı değildi. O zamanlar Maomao ve diğerleriyle karşılaşmalarından çok önce olmalıydı. Tapınak Rahibesinin bir şaka mı yaptığı aklına geldi.
Uzun zamandır ilk kez Tapınak Rahibesi eğleniyormuş gibi görünüyordu. “Sana söylememiş miydim? Ben ortadan kaybolduğumda başka bir Tapınak Rahibesi olacaktı. O gün, kaybolduğu gün, Jazgul alışılmadık derecede ısrarcıydı. Dışarı çıkmak istedi. Sizinle buluşmak için, eminim.”
“B... Buna ihtimal vermiyorum.” Maomao, ancak somut kanıtı olan şeylere inanırdı. Tapınak Rahibesinin şaka yaptığına emindi. İlk parşömeni rulo hâline getirdi. İkinci sayfada, ışık saçan ve Tapınak Rahibesine benzeyen bir figür, yanında ince yapılı biri ve Maomao’nun bir başka karalanmış çizimi vardı. Tam da şu anda odada bulunan kişilerdi.
Maomao hiçbir şey söylemeden parşömene baktı. “Bir tane daha var. Vaktin olduğunda dikkatlice incele,” diye öğüt verdi Tapınak Rahibesi.
Maomao ayağa kalktı, neredeyse afallamıştı; ne diyeceğini bilmiyordu.
Tapınak Rahibesi devam etti: “Bilmeni isterim ki, bir zamanlar bende de vardı. Shaoh’un Tapınak Rahibeleri bir şeyden yoksundur ama bunun yerine başka bir şeye sahiptir. Benim tenimde renk yoktur ve Jazgul’un sesi yoktur. Ne yazık ki kim olduğuma dair gerçeği öğrendiğim anda yeteneklerim yok oldu.” Kısa süre içinde epey şey öğrenmiş olmalıydı; kaldığı süre boyunca yerel dili çok daha akıcı konuşur hâle gelmişti.
Maomao hâlâ şaşkınlık içinde dururken Jinshi odaya geri döndü. “Neden oyalanıyorsun? Hadi gidelim,” dedi.
“Tamam... Elbette,” diyen Maomao onu takip etti. Jinshi ona merakla bakmış ama önden yürümüştü. Demek ki Tapınak Rahibesinin söylediklerini duymamıştı.
Tapınak Rahibesi... Gerçekten kimdi o? diye düşündü Maomao. Mantıklı bir açıklama olmalıydı ama varsa da Maomao’nun aklına gelmiyordu. Arabaya binerken hâlâ bunu düşünüyordu. Belki bu resimler tesadüftü; belki de Tapınak Rahibesi olayları zorla bu çizimlere uyduruyordu.
Arabada otururken Maomao son parşömene döndü fakat o da diğerleri kadar anlaşılmazdı.
“Bu neyi gösteriyor?” diye sordu Jinshi.
“Ben de bilmiyorum,” dedi Maomao.
Sayfadaki “resim”, yalnızca bir çizgiden oluşuyordu; çizginin üstündeki alan ise tamamen siyaha karalanmıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.