Bir süre sonra, birinci yer altı katındaki ‘gizli zindan’ın girişine doğru ilerledik. Lee Jihye, Lee Gilyoung ve Jung Heewon’un arkasından yürürken telefonuma bakıyordum.
「…Başını yaran bir ağrının ortasında Yoo Joonghyuk bilincine kavuştu.
‘Bu hayattan vazgeç.’
Bu, Yoo Joonghyuk’un sekizinci yaşamının sonuydu. 」
Olamazdı. Bu henüz gerçekleşmemişti.
…Lanet olsun, bu adam neden daha üçüncü turda böyle bir şey yapıyordu?
İkinci hayatındaki gibi dikkatli hareket etseydi, orta hatta son senaryolara kadar ilerleyebilirdi.
Kafamı kaldırdığımda Jung Heewon’un bana baktığını gördüm.
“Dokja-ssi, neye bakıyorsun?”
“…Ah, takvime… Yaşananlar yüzünden zaman algımı kaybettim.”
Aslında şu an takvime bakmak bile daha ilginç geliyordu. Bazen bu romanı nasıl bitirdiğimi merak ediyordum.
Jung Heewon bana şüpheyle baktıktan sonra başını Lee Jihye’ye çevirdi.
“Şey… adının Jihye olduğunu söylemiştin değil mi? Sen de kılıç mı kullanıyorsun?”
“Evet. Kılıcı seviyorum.”
“Değil mi? Kılıç en iyisi. Onlarla kesmek harika hissettiriyor.”
“…Unnie demek o hissi sen de biliyorsun?”
Jung Heewon, Lee Jihye’nin kılıcına bakarken gülümsedi. Kılıç su gibi akıp giden, kaliteli bir kılıçtı. Muhtemelen Yoo Joonghyuk tarafından verilmişti.
“Kılıcın çok iyi görünüyor.”
“Ah, Usta verdi bana. Unnie…?”
“Benimki… B-Ben de benimkini seviyorum.”
Groll boynuzu kılıcına bakan Jung Heewon, ardından Lee Jihye’nin belindeki kılıca kaçamak bir bakış attı. Yanlış bir şey yapmamıştım ama yine de kendimi suçlu hissettim. Lee Jihye’nin dikkatini dağıtmaktan başka çarem yoktu.
“Hey, Heewon-ssi ile konuşuyorsun ama beni görmezden mi geliyorsun?”
“Şey… ben biraz yaşça büyük kadınlara karşı zaafım var.”
Lee Jihye titrek bir sesle karşılık verdi ve Jung Heewon, onu sevimli bulmuş gibi hemen kafasına kolunu doladı. ‘İblis avcıları’ arasında bir tür bağ var gibiydi.
Lee Jihye zor bela baş kilidinden kurtuldu ve sordu.
Düşününce, yalnızca Lee Jihye değil, takımyıldızları da hareketlerimi merak ediyor olmalıydı. Fırsat bulsa beni öldürecek bir adamdı. Onu kurtarmak için koşa koşa gitmem tuhaftı.
[Takımyıldızı ‘ Şeytanvari Ateş Yargıcı’, düşmüş bir dostunu kurtarma arzunu beğendi.]
[100 jeton sponsor olundu.]
Bu takımyıldızı beni yanlış anlamıştı. Ama Şeytanvari Ateş Yargıcı… Başmelek Uriel’in beklentilerinin aksine, Yoo Joonghyuk’u kurtarmamın çok kişisel bir nedeni vardı.
Ölümünden sonra ‘regresyonunu’ engellemek.
Ölümden sonra regresyon. Kulağa iyi geliyordu. Her öldüğünde tetiklenen bir ‘regresyon stigması’. Ana karakterin hile gibi bir yeteneği vardı.
Sorun, bu yeteneğin etraftaki yan karakterlerde karmaşık düşünceler uyandırmasıydı.
「Bu arada, sen geri döndükten sonra dünyaya ne oluyor?」
Yan karakterlerden biri, Yoo Joonghyuk’un regresyon sayısı çift haneye çıktığında ona bunu sormuştu.
Adını hatırlamıyordum ama o zaman Yoo Joonghyuk’un cevabı açıktı.
「…Ben de bilmiyorum. Her zaman daha fazla insanın yaşayabileceği bir dünyayı tercih ederim.」
Kulağa makul geliyordu ama gerçekte Yoo Joonghyuk, geride bıraktığı dünya hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Aslında Hayatta Kalma Yolları’nda dünyanın başına ne geldiğine dair kesin bir teori yoktu.
Bilim, büyü, her ne olursa olsun.
Bu yüzden endişeliydim.
Regresör ortadan kaybolduktan sonra dünyaya ne olurdu?
Regresyonla birlikte dünya sıfırlanır mıydı?
Yoksa paralel bir evren mi oluşurdu?
İkincisi iyi olurdu ama eğer ilkiyse…
“Hyung?“
“Ah, evet?”
Kıyafetimin ucunu tutan Lee Gilyoung, kaygılı gözlerle bana baktı.
“Sanırım geldik?”
[Dış bölgeye yaklaşıyorsun. Senaryo alanının dışına çıkmamaya dikkat et.]
Mesaj belirdi.
Önemli değildi. Chungmuro’nun gizli zindanı ‘iç bölge’ olarak sayılıyordu.
Köşeyi döndük ve 1 numaralı çıkış göründü. Uğursuz bir gölgeyle çevrili zindanın girişi bizi karşıladı.
[Bir gizli zindan buldun!]
[Bu zindan daha önce biri tarafından keşfedilmiş. İlk keşif başarımını alamazsın.]
[Yeni bir gizli senaryo geldi!]
[Gizli Senaryo – Sinema Zindanı]
Kategori: Gizli
Zorluk: A-
Temizleme Koşulları: Sinema Zindanı’nın efendisini yen.
Zaman Sınırı: Yok
Ödül: 4,000 Jeton
Başarısızlık: —
“Bu da ne? Sinema Zindanı mı?”
Lee Gilyoung irkildi. Bu, gizli bir senaryoyla karşılaştıkları ilk sefer olmalıydı. Jung Heewon da konuştu.
“Zindan olarak sinema salonu… kulağa romantik geliyor.”
Romantik. Bunu demesinin tek nedeni sinema salonunun ne kadar korkunç olabileceğini bilmemesiydi.
Salona girdik. Çoklu salonun tanıdık lobisi bizi karşıladı.
[Sinema Zindanı’na girdin.]
Kasvetli zindana adım atarken hepimiz gergindik. Burası, B1’den 8. Kata kadar toplam dokuz kattan oluşan bir sinema kompleksiydi.
“Hyung, posterler yırtılmış. Bunu kim yapar ki?”
“Emin değilim.”
Böyle demiştim ama aslında gerçeği biliyordum. Bu Sinema Zindanı’nın özü, duvardaki posterlerdi. Muhtemelen Yoo Joonghyuk yukarıya çıkarken bütün posterleri bir bir yenmişti. Tüm ödülleri süpürmek istiyordu.
Yırtılmış posterler dışında B1’de hiçbir gariplik yoktu. Ne eşya vardı ne de canavar. Tek istisna köşedeki kapısı parçalanmış asansördü.
Lee Jihye sordu.
“Bu bir zindan değil mi? Neden hiçbir şey yok?”
“Bir şeyler çıkacak.”
“…Bir şey mi biliyorsun?”
“Biraz.”
“Nasıl? Ahjussi, sende bir tuhaflık var. Bu senin ikinci hayatın falan mı?”
Bu, onun ustası için geçerliydi. Üstelik üç kez yaşamıştı.
Sonra Jung Heewon araya girdi.
“Dokja-ssi’nin arkasındaki sponsor yüzünden.”
“…Gerçekten mi?”
İki kadını görmezden geldim, zemin kata yönelmek isterken Lee Gilyoung beni yakaladı. Kafasındaki hamamböceği hızla hareket ediyordu. Aynı anda Lee Jihye kılıcını çekti fakat ağzını elimle kapattım.
“Şşşt, bizden başka birileri var.”
Tam o sırada hafif sesler duyulmaya başladı. Üst katta. Sonra… lobi?
Önce Yoo Joonghyuk olduğunu düşündüm ama ses ona ait değildi.
“…Emin misin? Burada… bir sürü şey var.”
“Evet. Bu bilgiyi 1.000 jetona aldım.”
“Kâhinlerden mi?”
“Evet. İğrenç tipler ama verdikleri bilgi güvenilir.”
Konuşma sesleri duyuyordum. Yürüyen merdivenden yukarı çıkıp yaklaşmaya başladık. Görünüşe göre 1. Kat lobisinde dört kişi toplanmıştı. Lee Jihye fısıldadı.
“Kim bunlar? Chungmuro’da yüzlerini hiç görmedim.”
“Belki yer üstü girişinden gelmişlerdir.”
“Yer üstü mü? Orası zehirli sisle kaplı değil miydi? Hem senaryo―”
“Farklı istasyonlarda senaryolar farklı hızlarda ilerler. Bizden daha hızlı bitirenler olabilir. Zehir hafifse yeraltı yaratıklarının etini yiyerek dayanabilirler.”
Böyle söyledim ama aklım karışmıştı.
‘Kâhinler mi?’
Yoo Joonghyuk’un hayatlarında böyle kişilerle ilgili hiç bilgi yoktu. Bu noktada gizli zindanı bilen tek kişiler Yoo Joonghyuk ve ben olmalıydık.
Bu değişkenlerin sebebi neydi? Söylemeye bile gerek yok, bunu öğrenmem gerekiyordu.
“Öyleyse hadi içeri girelim.”
Konuşan adamların üzerinde mavi bir spot ışığı süzülüyordu. Parlak bir ışık onları sardı ve ardından ortadan kayboldular.
“…Onlara ne oldu?” diye sordu Jung Heewon. Ama cevap vermedim. Bunun yerine duvardaki posterleri inceliyordum. Şu yırtılmış, bu da öyle… duvarın sonuna geldiğimde yalnızca bir tanesinin yırtılmamış olduğunu gördüm.
Posterin üzerindeki yazıları okudum.
‘İnsanlık tarafından unutulmuş bir zaman… Yeniden yaratıldı…’
Şu pislik Yoo Joonghyuk… yalnız bunu bırakmış ha? Üçüncü regresyondan beklenirdi.
Tam o sırada ışık tekrar yandı. Bu kez spot ışığı bizim üzerimize çevrilmişti. Şaşkına dönen Lee Jihye ve Lee Gilyoung geri adım attı ama kaçmanın bir yolu yoktu. ‘Işın’ kelimesi buna uygundu.
Jung Heewon’a sordum.
“Heewon-ssi, filmleri sever misin?”
“Elbette. Sen sever misin?”
“Bu olaydan sonra nefret edebilirsin.”
“Ne demek istiyorsun—“
[Bir projeksiyon ışını tarafından vuruldun.]
[Gösterim başlıyor.]
Etrafımızdaki manzara yavaş yavaş değişmeye başladı. Bu basit bir illüzyon değildi, bu nedenle Dördüncü Duvar önceki gibi devreye girmedi. Eski linolyum zemin yeşil çalılıklarla kaplandı; danışma masası ve mısır standı yemyeşil bir yağmur ormanına dönüştü. Tavan ise bulutsuz ve ucu bucağı görünmeyen masmavi bir gökyüzüne döndü.
Lee Jihye kısık bir sesle mırıldandı.
“Biz… nerenin içine düştük böyle?”
Lee Jihye etrafındaki ağaçlara ve çalılara bağırarak kılıç salladı ama hiçbir şey değişmedi. Lee Gilyoung ise sakin bir şekilde böcekleri incelemeye başladı.
Yakındaki ağaçlara dokunmayı denedim. Sert ve nemli bir dokusu vardı. Burası gerçekten Mezozoik çağa ait bir yağmur ormanıydı. Bu, hortlağın Hayali Hapishanesi’nden farklı bir gerçeklikti. Bu, zindanın 8. Katındaki sinema efendisinin gücüydü.
“Bu bir film.”
“…Gerçekten saçma şeyler oluyor.”
Bir roman gerçeğe dönüşmüştü. Bir filmin de gerçeğe dönüşemeyeceğine dair hiçbir kural yoktu. Jung Heewon hızlıca uyum sağlayan biriydi ve hemen anladı.
“Ahjussi, bu hangi film?”
“Yakında öğreneceksin.”
“…Söylesen olmaz mı? Bir dakika, şu çocuk ne yapıyor…?”
Tam o anda çalılık hareket etti ve Lee Gilyoung’un önüne bir şey sıçradı. Devasa bir peygamberdevesine benzeyen bir böcek. Boyu yaklaşık 40 cm civarındaydı. Lee Jihye korkuyla bağırdı.
“Hey Çocuk! Geri çekil!”
Ama Lee Gilyoung paniğe kapılmadan sakin bir şekilde yanıt verdi.
“Bu bir peygamberdevesi değil. Triyas dönemine ait bir Titanoptera.”
“Ne?”
Lee Gilyoung elini Titanoptera’ya doğru uzattı. Böcek dokunuşu reddetmedi ve kısa bir süre sonra Lee Gilyoung ile böceğin bedeni mavi bir ışıkla sarıldı. Lee Jihye aptalca bir ifadeyle izliyordu.
“Bu… ne?”
“Fabre.”
Lee Gilyoung’u getirmiş olmam gerçekten çok iyi olmuştu. Bu çocuğun yeteneği, geçidi çok daha kolay aşmamızı sağlayabilirdi. Dev peygamberdevesi büyük ağzını oynattı ve Lee Gilyoung başını salladı. Ne konuştuklarını bilmiyordum ama aralarında bir iletişim olduğu kesindi.
Lee Gilyoung’un yüzü böcekle konuşurken birdenbire bembeyaz oldu.
…Ne olmuştu?
Lee Gilyoung aceleyle bana döndü.
“Hyung!”
Tam o anda, bir sarsıntının gümbürtüsü duyuldu. Sanki bir şey muazzam bir hızla geliyor, devasa palmiye ağaçlarını parçalıyordu.
Kuuoooooh!
Yağmur ormanının içinden çıkan dev sürüngenin ağzı kırmızımsı kanla kaplıydı. Önünde ise kanlar içinde bazı adamlar koşuyordu. Bunlar bizden önce içeri giren kişilerdi.
“Kuaaack!”
“B-Beni kurtarın!”
Lee Jihye geri çekildi ve Jung Heewon’la konuştu.
“Bu filmin ne olduğunu biliyorum.”
“…Evet, ben de.”
Boyu onlarca metreyi buluyor, derisi zırh gibi sert görünüyordu. Tüm vücudu vahşi kaslarla kaplıydı. Mezozoik Çağ’ın en güçlü yırtıcısı karşımızdaydı. İlk bakışta 7. Seviye bir canavara benziyordu. Zindanın 1. Katı için bu zorluk seviyesi tam bir delilikti.
Ama kalbim güm güm atıyordu. Zorluk ne kadar fazlaysa, gizli zindanın ödülü de o kadar iyiydi. Kılıcımı çıkardım.
“Hadi, savaşa hazırlanın.”
Belki de Yoo Joonghyuk bu filmi, içeriği yüzünden atlamıştı. Sinema Zindanı’nın asıl ödülü, filmin içeriğiyle bağlantılıydı. Yoo Joonghyuk muhtemelen dinozorların yer aldığı bir filmde değerli bir ödül olmadığını düşünmüştü. Ama bilmiyordu.
Bu filmde gerçekten önemli bir ödül gizlenmişti.
“…Ciddi misin? Bununla mı dövüşeceğiz?”
“Çıkışı açmak istiyorsak yenmemiz lazım.”
“Çıkışı açmak mı?”
“Unuttun mu? Bir filmin içindeyiz.’
Bir T-rex hızla yaklaşıyordu. Arkasında adanın merkez laboratuvarı görünüyordu. Ve laboratuvarın çatısında bir kaçış helikopteri vardı.
Bu bir filmdi. Sinema Zindanı’nın efendisi tarafından gerçeğe dönüştürülmüş bir film. Bu yüzden buradan kaçmanın tek yolu vardı:
“Harika bir final yapalım.”
Çeviri: Sansanson Son Kontrol: Hono
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.