Shen Qiao açıkladı, “Az önce tanışmaya çalıştığın sırada seninle ilgilenmediklerini gördüm. Ayrıca, biz vardığımızda tamamen sessiz kaldılar. Yani ya bize karşı tetikteler ya da bizimle konuşmak istemiyorlar. Hangisi olursa olsun, korkarım arzun başlamadan bitecek.”
Shen Qiao'nun söylediklerinin doğru olduğunu itiraf etmesine rağmen, Chen Gong oldukça mutsuzdu. “Öf! Bu insanların benim gibi alt sınıf insanları küçük gördüğünü biliyorum. Ama, benim de herkesin üstüne basacağım ve önümde diz çökmelerini sağlayacağım bir günüm olacak!”
Shen Qiao, Chen Gong’un kalbindeki ağrılı noktanın büyürken yaşadığı şeyden geldiğini ve ondan birkaç kelimeyle giderilmesinin mümkün olmadığını biliyordu. Bu yüzden onunla konuşmaya çalışmayı bıraktı.
Bulutların Ötesinde Manastır’ı o kadar mütevaziydi ki vejetaryen yemekleri bile daha basit olamazdı: bir kase beyaz pirinç congee’si ve birkaç küçük yan yemekler. Yan yemekler rahipler tarafından salamuralanmış olsa tatları oldukça iyiydi.
Shen Qiao epey yavaşça yedi, ancak Chen Gong çok hızlıydı. Altı Ahenk Birliği'nden insanlarla ilişkisini güçlendiremedi, bu yüzden kötü bir ruh halindeydi. Yan odaya geri dönmeden önce alelacele sadece birkaç ağız dolusu yuttu.
Ayrıldıktan kısa bir süre sonra, onlarla aynı odada kalan iki kişi de akşam yemeğine geldi.
Shen Qiao şimdi biraz ışık algılayabilse de, hala net bir şey göremiyordu. Ayrıca, çok uzun süre bakarsa gözleri acıyacaktı, bu yüzden onları çoğunlukla kapalı tuttu ve sadece başka seçeneği kalmazsa kullanacaktı.
O anda, belirsiz bir şekilde dört şekil gördü-elbiselerinden değerlendirilirse ikisi kadın gibi görünüyordu. Ona doğru yürüdüler ve başka bir uzun masaya oturdular.
Shen Qiao'nun durum hakkında bir fikri vardı. Altı Ahenk Birliği’nin bu yolculukta oldukça önemli olan bazı yüklere eşlik etmesi gerektiğini biliyordu. Bu nedenle, dördü birlikte akşam yemeği için buraya gelmek yerine, onu korumaları için yan odada iki kişi bırakmak zorunda kaldılar. Bu iki kadın aslında küçük keşişlerin odasını ödünç alan iki bayandı.
Onların işine karışmadı. Congeesini hissederek bitirdikten sonra yanındaki bambu çubuğa uzandı.
Tık! Bambu çubuk yana doğru kaydı ve yere düştü.
Shen Qiao hafifçe kaşlarını çattı. Eli henüz çubuğa dokunmamıştı, bu yüzden o şekilde düşmesi imkansızdı.
“Yanlışlıkla çarptım. Lütfen beni bağışlayın, Bayım.” sopayı almak için eğilirken ve Shen Qiao'ya teslim ederken bir kadın yumuşakça dedi.
“Endişelenme,” Shen Qiao sopayı aldı. Onun yönünde başını sallayarak, ayrılmak için ayağa kalktı.
Kadın devam etti, “Her karşılaşma bir kaderin sonucu olduğundan, Beyefendinin saygın ismini öğrenmem mümkün mü?”
“Aile adım Shen.”
“Bay Shen şehre mi gidiyor?”
“Evet.”
“Şehir içinde birçok taverna ve han var. Bayım şehre girdikten sonra bir yer bulmak yerine neden gece kalmak için böyle perişan bir manastırı seçti?”
Tabii ki Shen Qiao’nun kimliğini inceliyordu. Eğer başka biri olsaydı, kesinlikle ona geri sorardı, “Sen de burada kalmıyor musun? Kimsin de başkalarının işine karışıyorsun?” Ancak Shen Qiao iyi huylu biriydi ve yine de cevapladı, “Yeterli paramız yok ve şehir içinde konaklamak daha pahalıya mal olacak. Bu şekilde şehre yarın sabah erkenden girebiliriz ve geceyi içeride geçirmemize gerek kalmaz.”
Sesi kulaklara oldukça hoş geliyordu. İçinde doğal olarak başkalarında iyi bir izlenim bırakan bir şey vardı, insanların onunla arkadaş olmak istemesine neden olan bir şey. Herhangi birinin onu görmezden gelmesi zordu-kaba kıyafetlerine rağmen- ve hatta onu Chen Gong ile aynı türde biri olarak görmek daha zordu.
Bu sebeple, bu iki – stil ve görgü açısından tamamen bağdaşmayan – kişi yoldaş olarak aynı yolda seyahat etmeye bir araya geldiğinde, kaçınılmaz olarak başkaları tarafından şüphelenmelerine ve kelimelerle test edilmelerine yol açtı.
Ancak, aslında biraz bile dövüş sanatlarına sahip olmayan sıradan insanlardı.
Cevabı makul ve dürüsttü. Yun Fuyi hiçbir kusur bulamadı, bu yüzden nazikçe özür diledi, “Lütfen küstah olduğum için beni affedin. Aile adım Yun, Yun Fuyi.”
Shen Qiao başını salladı, “Lütfen, afiyet olsun Leydi Yun, müsaadenizle.”
Yun Fuyi cevap verdi, “Bayım, kendinize iyi bakın.”
Shen Qiao çubuğuyla yönünü hisseti ve kapıya doğru yürüdü.
Giderek uzaklaşan figürüne bakarak Yun Fuyi kaşlarını hafifçe çatladı ama hiçbir şey söylemedi.
Yanında oturan Hu Yu öne sürdü, “Korkarım, bu iki kişinin bu zamanda burada bulunması bir tesadüf değil. Diğer oğlan çok önemli değil ama bu Shen adamı – kör gözüküyor, fakat neden kör bir adam etrafta dolaşır ki? Belki de eşlik ettiğimiz malların peşinde.”
İkiz erkek kardeşi Hu Yan gözlerini ona doğru çevirdi, “Sen görebiliyorsan, Başkan Yardımcısı’nın göremeyeceğini mi düşünüyorsun?”
Yun Fuyi açıkladı, “Az önce test ettim. Ne iç qi’si var ne de ismimi duymuş. Yalan söylüyor gibi gözükmüyor. Neyse, bu gece dikkatli olalım. İlk başta, şehirde çok fazla insan olup konuştuğundan şehre girmemenin daha güvenli olacağını düşünmüştüm. Ama şimdi öyle görünüyor ki bu da işe yaramayabilir.”
Hu Yu sordu, “Kargoda ne tür bir nadir hazine var ki? Aldığımızdan beri, arka arkaya iki grup insan ele geçirmeye çalıştı ve hırsızlar da güçleniyor. Hala buradan Jiankang'a oldukça uzun bir yol kat etmemiz gerekiyor. Korktuğum tek şey malların başına bir şey gelmesi. Parçayı kaybetmek küçük bir mesela, ancak Altı Ahenk Birliği'nin itibarını mahvetmek kesinlikle büyük bir şey olacaktır.”
Sayıca fazla olmasalar da, bu insan grubu Altı Ahenk Birliği’nin elitleri olarak sayılabilirdi. Düşünün, başkan yardımcıları Yun Fuyi bile seyahate kendisi geldi. Ne kadar zayıf olabilirler ki?
Böyle olsa bile, kimse yine de gardını indirmeye cüret edemedi.
Yun Fuyi kafasını iki yana salladı, “Başkan sıkı bir emir verdi. Ne olursa olsun onu Joiankang’a iletmeliyiz. Bize yetişip Luo Eyaletinde bizimle buluşacağını söyleyen önceden bir mesaj gönderdi, sonra birlikte güneye ineceğiz.”
Başkanın kendilerinden çok uzakta olmadığını duyunca, hem Hu Yan hem de Hu Yu çok daha fazla canlı hissettiler. Birlikten bu kadar ciddi bir tutumu hak eden iki kutuda neler olduğu konusundaki tartışmalarına devam ettiler.
Altı Ahenk Birliği’nin kolları Lóng Nehri’nin kuzey ve güney taraflarında bulunuyordu ve uzun yıllar boyunca sayısız ticari işler yapmışlardı. Eşlik ettikleri mallar arasında İmparatorluk Sarayı'ndan da hazineler vardı; ancak bu tür bir kargo olsa bile, daha yüksek olanların bu kadar önemli olduğunu hiç görmemişlerdi.
Başkan yardımcısı tarafından bizzat refakat edilmek ve başkanın kendisi tarafından teslim alınması - bu bir ilkti.
Hu Yan ve Hu Yu, Ejderha Kapısı Sekti’nin öğrencileriydi ve onlar da pugilistik dünyada tanınmış uzmanlardı. Buna ek olarak, hala gençtiler. Arka arkaya iki soyguncu grubu savaş ruhlarını hiçbir şekilde defedemedi; tam tersine, kardeşleri meydan okumayla yüzleşmek için daha istekli hale getirdi.
Onlardan farklı olarak, Yun Fuyi'nin aslında gizli endişeleri vardı. “Ne olursa olsun, başkanla görüşünceye kadar tetikte kalsak iyi olur.”
…
O gece.
Kenar mahalleler, şehrin içinden daha sessizdi. O kadar sessizdi ki biraz korkutucu geliyordu.
Küçük manastırda geceleri fazla eğlence yoktu; bu yüzden herkes erken yattı.
İki kardeş Hu Yan ve Hu Yu haricinde, dövüş sanatlarında Hu kardeşleri geçen Altı Ahenk Derneği’nin iki salon görevlisi de vardı. Dördü, Shen Qiao ile aynı yatakta yattı. Böyle bir diziliş, pugilistik dünya kapsamında bile etkileyici olarak kabul edilirdi. Chen Gong o dünyaya dair çok az şey biliyordu, ancak tüm bu insanların etkileyici olduklarının farkındaydı.
Altı Ahenk Birliği’ne katılmak için, onlarla herhangi bir şekilde arkadaş olmayı, bir solucan gibi yolunu yapmayı umarak aklına gelebilecek her numarayı denedi. Ancak, büyük çabalarına rağmen, boşunaydı. Basitçe ona sırtlarını döndüler, gönülsüzce dinliyorlardı – Chen Gong’a kıyasla aslında Shen Qiao’ya karşı daha naziktiler.
Birkaç denemeden sonra, Chen Gong’nun hevesi kırıldı. Yatakta uzandı; zihni, öfke ve yeterince samimi olmadığı düşünceleri arasında değişiyordu. Onlara yarın Altı Ahenk Birliği'ne, su serpmek ve zemini süpürmek gibi ev işleri yapmak için bir uşak olarak katılmaktan başka bir şey istemediğini söyleyecek olsaydı, belki o zaman kabul edelerdi.
Bir insan, doğal olarak, kafasında karmakarışık düşünceler dolaşırken uykuya dalmakta zorlanırdı. Chen Gong birkaç kez bir o yana bir bu yana döndü. Sonra, bir anda, yanında Altı Ahenk Birliği’nden birinin kıpırdadığını hissetti.
Hareketleri hafif ve hızlıydı. Cübbelerini giyip ayakkabılarını geçirdiler ve göz açıp kapayana kadar kayboldular. Chen Gong bir tuhaf hissetti. Ayağa kalkıp bir göz atmak istedi, ama aniden yanında bir el belirdi ve onu aşağı bastırdı.
Chen Gong’un epey irkilmesine neden oldu. Sonra, onu bastıranın Shen Qiao olduğunu fark etti.
“Dışarı çıkma. Burada kal.” Shen Qiao sessizce söyledi.
Chen Gong cevapladı, “Sadece kapıyı biraz aralayıp bakacağım. Bir şey olmaz.”
Cümlesini bitirir bitirmez, dışarıdan bağırış ve kavga sesleri geldi.
Aniden hayalinin pugilistik dünyasına bir adım daha yaklaştığını fark eder etmez gerginlik ve heyecan bir anda Chen Gong’u ele geçirdi.
Ancak, elleri kapıyı az çok açmıştı ki birdenbire parmak uçları uyuştu. Tüm kapı yüksek bir gümbürtüyle sonuna kadar açıldı ve bir rüzgar, kasırga gibi dışarıdan içeri daldı.
Chen Gong’un kenara çekilmesi için yeterli zaman yoktu. Acıyla haykırdı ve belini yatağın kenarına çarparak geriye doğru düştü, hemen haykırışını bir çığlığa çevirdi!
Fakat bu son değildi. Bir sonraki an, birisi boğazından sıkıca tuttu.
Kişi, onu koluyla hafifçe kaldırdı ve Chen Gong istemeden arkasından “uçtu”. Bakış açıcısı değiştiren bu dönümle, dışarıdaki sahne içeride yerini aldı.
Chen Gong’un gözleri dehşetle açıldı, ama hiç ses çıkaramadı. Ayaklarını büyük zorlukla sonunda dengelediği zaman, birinin güldüğünü duydu, “Üçüncü genç efendi, aptal mısın? Bir bakış bile bu çocuğun dövüş sanatlarına dair hiçbir şey bilmediğini söylemeye yeter. Altı Ahenk Birliği’nden değil. Onu yakalamanın ne anlamı var?”
“Ne? Altı Ahenk Birliği’nden değil mi? Kahretsin! Yakalamanın çok kolay olmasına şaşmamalı! Demek işe yaramaz bir çöpü yakaladım!”
Diğeri, lanet okumaya başladı ve kavrayışını sıktı, Chen Gong’un o kadar çok acı çekmesine neden oluyordu ki gözyaşları gözlerinden akmaya başladı.
‘Bitti! Öldürüleceğim!’
Durumun farkına vardı ve odada sessizle saklanmak yerine az önce Shen Qiao’yu dinlemeyip bakmaya ısrar ettiğine gerçekten pişman olmaya başladı.
Pugilistik dünya hala ona çok uzaktı, oysa ölüm artık çok yakındı.
Kısa bir süre sonra, Chen Gong’un yanağından keskin bir acı yayıldı – boğazının ezilmek üzere olduğunu gösteren bir işaretti.
Fakat bir süre sonra, onu öldürmek isteyen kişi beklenmedik bir şekilde şaşırma sesiyle elini geri geçti ve uzaklaştırdı. Chen Gong’un üzerindeki baskı hemen hafifledi. Dizlerinin üzerine düştü ve durmadan öksürdü, tepeden tırnağa güçsüz hissediyordu.
Murong Xun, Chen Gong’u öldürecekken, bu iki kişiyi ciddiye almasa da, odada başka birinin daha olduğunu biliyordu. Beklemediği şey, çocuğu bitirirken diğer kişinin ona gizlice saldırarak bir açık hamle yapmaya cesaret edeceğiydi.
Bambu çubuk, ona bağlı tek bir iç qi izi olmadan bir tüy kadar hafifti. Murong Xun aslında kolayca yakalayabileceğini düşündü, ancak eli çubuğun kenarına değdiği anda garip bir şekilde yana doğru kaydı, sırtındaki çok önemli bir akupunktur noktasına doğru vuruyordu.
Murong Xun’un Chen Gong’u bırakıp kenara atmaktan başka seçeneği yoktu.
“Sen kimsin?!” Gözlerini kıstı, diğer kişiye aşağı yukarı bakıyordu.
“Ne Altı Ahenk Birliği üyeleriyiz ne de dövüş sanatçılarıyız. Biz sadece bu gecelik burada kalıyoruz. Burada olan garezinizle alakasız olduğumuza göre, lütfen elini merhametle kaldırıp bizi bırakabilir misin?” dedi Shen Qiao.
Gece yeterince ışık yoktu, bu yüzden Murong Xun’u göremedi. Kabaca diğerinin nerede olduğunu tahmin edip ellerini o yöne doğru birleştirdi.
Fakat, Murong Xun bir bakışta keşfetti: “Körsün!”
…
Bir gecede, küçük Bulutların Ötesi Manastır’ında kargaşa yükseldi ve kuvvetli bir şekilde dalgalandı.
Yun Fuyi önceden bir saldırı öngörmüş olsa da, o geceki durum yine de beklentilerinin çok ötesindeydi. (ÇN: Yun Fuyi bir kadın.)
Kendini geriye doğru sürüklediği sırada, avuç içi ile vuruş yaparken elbisesinin kolları yukarı uçtu. Duruşu zarif ve tamamiyle peri gibiydi. Başkalarının gözünde, daha çok zarifçe dans ediyormuş gibi görünüyordu; avucunda tuttuğu güç miktarından asla şüphelenmezlerdi.
Rakibi, kollarından birini sıvarken diğerini havaya kaldırdı; Yun Fuyi’nin saldırısını kolaylıkla dağıtıyordu. Ancak Yun Fuyi, söğüt yaprakları kadar ince olan iki Ağustosböceği Kanadı Bıçaklarının kollarından kaydığını açıkça gördü. Fark edilmeden dağılan avcunun yarattığı şiddetli enerjinin yanı sıra, bıçakların ışığı da uçuştu ve hemen sonrasında kayboldu.
‘Bu rakip korkunç’, diye fark etti Yun Fuyi.
“Bulutlar tarafından taşınan bir çiçek yağmuru geçti, ancak bırakmadı birinin giysisinde bir taç yaprak bile. [1] Altı Ahenk Birliği’nin başkan yardımcısı olarak adlandırılmayı hak ediyorsun. Dışarıdakilerin hepsi Yun Fuyi'nin bir kadın olduğunu ve bundan dolayı muhtemelen sadece bir kukla olduğunu söylüyor. Ama korkarım söyleyenlerin Başkan Yardımcısı Yun’un kapasitesini hiç deneyimleme şansı olmadı!”
Kelimelerinin yanı sıra, halı gibi sessiz bir hava akımı Yun Fuyi’ye doğru geldi. Yüzü biraz değişti. Murong Qin ile savaşırken üzerinde olan sakinlik artık mevcut değildi.
Elleri rüzgarda çırpındı, lotus çiçeklerine benzer avuç izleri yaratıyordu. Taşıdıkları iç qi hızla doğruca yükseldi, daha sonra düz itilen bir duvar haline geldi.
İki hava akımı birbirleriyle çarpıştı. Ancak o zaman Yun Fuyi, diğer kişinin iç qi’sinin hızla değişen, öngörülemeyen formları olduğunu fark etti. Daha çok iğneler gibi, nerede bir boşluk bulursa itiyordu, her açıklıktan içeri giriyordu. Avuç içi ona ulaştıktan hemen sonra, anında bedenine teninden yayılan ve daha sonra doğruca kemiklerinin içine ilerleyen soğuk cereyan dalgalarını hissetti.
Ellerini geri çekmesi için artık çok geçti. Diğer kişi açıkça karşılık vermesi için şans bırakmamıştı. İç qi’si ileriye doğru itti, katman üstüne katman, ilkbahardaki nehrin gelgitleri gibi bir dalga bir diğerinin arkasından geliyordu. Yun Fuyi gizli sakatlıklar yaşadığı için, kafa tutmaya isteksizdi ve önünü açık bırakacağını bilmesine rağmen geri çekildi.
Yere indiğinde, çoktan göğsünü sıkıştıran bir acı vardı. Boğazında bir kan tadı olutu, ama tükürmek yerine, hiçbir şey olmamış gibi yuttu. “Kimsiniz, Efendim?”
Yun Fuyi’nin teninin hala normal göründüğünü gören diğer kişi, şaşkınlık sesi çıkardı, biraz şaşırma ve takdirini ortaya çıkarıyordu: “Qi ülkesindeki tüm insanlardan, sadece birkaçı bu avuç içime katlanabiliyor. Gerçekten epey yeteneklisin.”
“Kimsiniz, Efendim?” Yun Fuyi tekrar sordu.
Diğer kişi ellerini arkasında kibirli bir şekilde birleştirdi ve küçümsedi, “Sen ve adamların şimdi Qi topraklarının içindesiniz ve Qi’nin eşyalarını ülke dışına taşımaya çalışıyorsunuz. Qi mahkemesi buna dikkat etmemeli mi? Bugünün konusuna gelince, Altı Ahenk Birliği öğeyi burada bırakmayı kabul ederse, sizin için daha fazla zorlaştırmayacağım ve hepinizin Qi ülkesinden güvenle ayrılabileceğinizi garanti edeceğim!”
Qi mahkemesinden bahsettiğini duyan Yun Fuyi’nin kalbi bir an tekledi, ama hemen kendine geldi, “Qi’den misiniz? Murong Qin misiniz?!”
Yan Hanedanlığından sonra, Murong Klanı birkaç hanedanlık için oradan oraya dolaşmıştı. Murong Klanının mevcut Patriği Murong Qin, Qi’nin hizmetkarı haline geldi; Murong ailesinin soyundan geldiğini iddia etmesine rağmen imparator Gao Wei’ye hizmet ediyordu. Diğerleri ona, sadece Qi'de bir numaralı uzman olma ününü elinde tuttuğu için, ona dikkatli olma amacı ile varlığına büyük bir saygı ve övgü gösterirdi.
Başka bir gün olsaydı, Murong Qin gelse bile, Yun Fuyi onunla savaşmaktan korkmazdı. Ama şimdi, apaçık eşlik ettiği malların peşinden geliyordu ve onu almaya oldukça kararlıydı, yani…
“Liu Qingya ve Shangguan Xingchen nerede?!” Onunla yolculuğa çıkan diğer iki salon yöneticileri hakkında sorulduğunda yüz ifadesi biraz değişti.
Hu Yan da soruyu duyunca şaşırmıştı. “Salon Yöneticisi Liu ve Shangguan, ikisi de yan odada malları koruyorlar. Bir sorun olmamalı...” diye cevap verdi.
Yun Fuyi, “Qi ülkesinin en büyük uzmanı, muhteşem Murong Klanının Patriğinin gizlice saldırılar için bile astlarını getirmesini beklemiyordum. Eğer bunun haber çıkarsa, mutlaka başkaları tarafından gülünecektir!”
Murong Qin küçümsedi, “Başkan Yardımcısı Yun bizzat geldi, kibirli davranmaya nasıl cüret ederim? Ayrıca bu gece burada olan sadece biz değiliz. Hangi fare hala karanlıkta saklanıyor? Kendini gösterme zamanı geldi!”
Çevirmen: arythsea
Çevirmen Notları: [1] – Bir çiçek yağmuru…: Yun Fuyi’nin adının geçtiği bir şiirden alıntı, hafiflik yeteneğine övgü gönderiyor.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.