Bölüm 19: Onu pek sevmiyorum (Bölüm sonundaki Yazar Notu’na bakmayı unutmayınız!)
Shen Qiao sordu, “Ya gitmekte ısrar edersem?”
Cevap vermek yerine Yu Ai geri sordu, “Burası, büyüdüğün ve çocukluktan beri savaş kardeşlerin sana eşlik ettiği yer. Xuandu Dağı’nı terk edip tüm bu şeylerden öylece uzaklaşacak kalbinin olduğunu mu söylüyorsun?”
Yu Ai aynı zamanda sevgi ve gerekçeyle ikna etmeye çalıştı ama Shen Qiao’nun cevabı öncekiyle aynıydı, “Tujue insanlarıyla işbirliğinden bahsediyorsan, onaylamayacağım.”
Shen Qiao’nın asıl fikrine hala sıkıca tutunduğunu gördükten sonra Yu Ai’nin ses tonu soğudu, “Onaylayıp onaylamaman ne fark eder? Xuandu Dağı’nda artık yedi büyük var ve dördü planımı onayladı. Diğer üçü Kapalı Kapı Meditasyonunda kültive ediyorlar. Artık dünyevi meseleleri umursamıyorlar. Savaş kardeşlerimiz arasında, kıdemli ağabey barışçıl. Ona söylemek gereksiz olur. Dördüncü küçük kardeş ve kız kardeş döndüğünü gördüklerinde çok mutlu olacaklardır ama onlar da mutlaka seninle aynı fikirde olmayacaklardır. Xuandu Dağı’nın reformu şart. Yaşamım esnasında neslin en büyük sektinin yavaşça zayıflamasına tanık olmak istemiyorum, ve onlar da istemiyor.
“Yoksa, neden bu kadar kısa sürede durumu stabilize edebildiğimi ve naip sekt lideri olduğumu sanıyorsun? Onların rızası ve desteği olmadan, tek başıma başarabilir miydim?
“Senin, Efendi’nin ve hatta geçmiş nesil sekt liderlerinin düşünce tarzı artık yürümeyecek. İçinde bulunduğumuz dünya kaos ile doluysa, Xuandu Dağı’nın sadece kendi işine bakması nasıl mümkün olur?”
Gece çok sessizdi, sanki kuşlar bile kaybolmuş gibiydi. Rüzgar da durmuştu. Yaprakların hışırdayan sesi artık duyulamıyordu. Her şey durağan hale gelmiş gibiydi.
Ayın kendisini bulutların arkasına ne zaman sakladığını kimse söyleyemezdi. Dünya, uçsuz bucaksız bir karanlığa battı. Yu Ai’nin elindeki mum ışığı titredi. Gitgide karardı ve aniden söndü.
Kör olduğundan beri, Shen Qiao için geceler ve gündüzler aynıydı.
Sonuçta hala bir insandı. Yaralandığında canı yanmıştı ve çıkmaza girdiğinde endişelenmişti. Ama her zaman önünde umudun var olduğuna inanmıştı ve her zaman her şeyle iyimser bir tutumla yüzleşmeye istekliydi. Hafızası geri geldikten sonra, içinde biriken onca soruya rağmen morali bozulmamıştı. Xuandu Dağı’na gitmeyi ve yüz yüze Yu Ai’den cevap istemeyi düşünüp durmuştu.
Ancak şu anda, gerçek önüne konulduğunda, Shen Qiao aniden yüreğinin derinden yorgunlukla dolduğunu hissetti; sanki bir el onu kavramış ve buz gibi bir okyanusa sürüklüyor gibiydi.
Elindeki bambu çubuğu sıkıca tutmaktan kendini alıkoyamadı.
Shen Qiao’nun ifadesini gördükten sonra Yu Ai, biraz üzgün hissetti ama işler zaten bu aşamaya geldiği için bu kelimeleri açıkça belirtmesi gerektiğini hissetti, “Kıdemli kardeş, kimse isteyerek kendisini yalnızlığa zincirlemez. Xuandu Dağı, Cennetler altında bir numaralı Taoist sekti ve Taoist okulun etkisini tüm dünyaya yayan bilge bir hükümdarı destekleyecek güce sahip. O zaman neden o münzeviler gibi ısrarla kendimizi dağın derinliklerinde tutalım ki? Sen hariç neredeyse Xuandu Dağı’ndaki herkes böyle düşünüyor. Çok naif olan sensin!”
Shen Qiao nerin bir nefes aldı, “Kunye, Tujue’den. Onunla olan işbirliğin, Tujue insanlarının Merkezi Ovalar’a girmesine ve yönetmesine yardımcı olacak kadar ileri gitmedi, değil mi?”
Yu Ai yanıtladı, “Tabii ki gitmedi. Daha önce söyledim; Kunye ile olan işbirliği, planımdaki adımlardan sadece biri. Xuandu Dağı’nın bir kez daha dış dünyaya adım atmasını ne kadar çok istesem de, Tujue gibi birini seçmeyeceğim. Sert ve acımasız oldukları gibi, nasıl bilge hükümdarlar olarak sayılabilirler?”
Shen Qiao’nun kaşları bir çizgi halini aldı. Yu Ai’nin Xuandu Dağı’nı büyük bir planın içine sürüklediğine dair belirsiz bir hissi vardı ama şu anda biraz kafası karışmıştı ve anlayamıyordu.
Yu Ai tekrar konuştu, “Şimdi geri dönersen, eskiden olduğumuz gibi yine yakın kardeşler olabiliriz. Hiçbir yabancılaşma olmayacak. Gözlerin henüz iyileşmedi ve hala iç yaralanmaların var. Dağa tırmanmak için çok çabalamış olmalısın. Böyle bir beden daha ne kadar uzağa seyahat edebilir? Yalnızca Xuandu Dağı senin evin.”
Shen Qiao yavaşça başını iki yana salladı. “İşlek caddeyi alabilirsin, ben tek tahtalı köprümden geçeceğim. [1] Kukla bir sekt lideri olmak… Böyle bir pozisyonu almamayı tercih ederim. Şu andan itibaren...”
Tüm dostane bağlarını koparmak için bazı acımasız sözler söylemek istedi ama küçükken beraber zaman geçirdikleri sahneler ansızın gözlerinin önünde canlandı.
Bu anlar zihninde o kadar parlaktı ki, ‘Birbirimizle işimiz bitti’ gibi bir cümleyi söyleyerek gerçekten kesebileceği bir şey değildi.
Shen Qiao sessizce iç çekti. Sonunda hiçbir şey söylemedi. Yalnızca dudaklarını büzdü, arkasını döndü ve gitti.
Bu savaş kardeşlerinin, Qi Fengge tarafından öğrencileri olarak alındığı o yıllarda Shen Qiao, hepsinin arasında en yetenekli olandı. Ancak, ‘Cennetlerin altında bir numaralı dövüş sanatçısı’ gibi biri efendileri olduğundan, diğer kişilerin gerçekten kötü olması imkansızdı. Bir kişinin Qi Fengge tarafından öğrencisi olarak kabul edilebilmesi için, hem yetenekğihem de karakteri mükemmel olmalıydı.
Eski Shen Qiao ayrılsaydı, Yu Ai muhtemelen onu durduramazdı ama şimdiki Shen Qiao, Yu Ai’ye saldırmak için hiçbir neden vermemişti!
Bir anda Shen Qiao’nun önünde belirdi ve hiç düşünmeden diğer kişinin yolunu kapattı.
“Kıdemli kardeş, gitme.” Elini kaldırırken alçak bir sesle konuştu, diğer kişiyi bir vuruşla yere sermeye hazırdı.
Ancak, Shen Qiao onun hareketini beklemiş gibi bambu sopasını havada tutarken ilk önce geri çekildi, savuşturacak gibi görünüyordu.
Yu Ai tabii ki onun bu hareketini önemsemedi. Bambu sopaya doğru uzandı.
Bu kapış, başarılı olmalıydı ancak tamamen ıskaladı!
Bambu çubuk kaydı ve elini geçti. Geri çekilmek yerine, aslında Yu Ai’nin bileğine çarparak ilerledi.
Yu Ai hafifçe kaşlarını çattı. Diğer eli Shen Qiao’nun omzuna doğru giderken, parmağı ile fiske attı. Rüzgar yoktu ama kol yenleri hareket etti ve çıkışını engelleme girişimiyle Shen Qiao’nun arkasına doğru yöneldi.
Shen Qiao’nun omzu doğruca Yu Ai’nin eline düştü. Yu Ai küçük bir güç kullandı ve Shen Qiao’ya hafif bir acı verdi. Fakat Shen Qiao buna aldırış etmedi ⎼ elindeki bambu çubuk yine de Yu Ai’nin beline vurdu. Yu Ai’nin orada küçükken ağaçtan düşmeden dolayı eski bir yarası vardı. O zaman kemiğini kırmıştı. Bu nedenle tamamen iyileşse de Yu Ai’nin zihninde bir gölge bırakmıştı, öyle ki bu yer saldırıya uğradığında refleks olarak kaçardı.
Shen Qiao yalnızca dövüş gücünün kalan yüzde otuzuna sahipti. Yu Ai’nin dengi bile değildi. Ancak, çocukluktan beri birbirlerini tanıdıkları için gözleri ile görememesine rağmen yine de diğer kişinin her bir hareketini ve hangi dövüş sanatlarını kullanabileceğini çok iyi biliyordu. Yu Ai’nin hayatını almayacağını da biliyordu ve bu yüzden Shen Qiao endişelenmeden saldırabiliyordu.
Yu Ai, Shen Qiao’nun planını açıkça biliyordu. Bir süre yumruk yumruğa kavga ettikten sonra, gitgide biraz huysuzlandı ve böyle sürdürmek istemedi. Bu sefer iç qi’sini kullanarak diğer kişinin omzuna bir avuç içi fırlattı.
Shen Qiao, avuç tarafından yaratılan rüzgarın sesini duydu ve engellemek için refleks olarak bambu çubuğunu kaldırdı. Ama faydasızdı. İç qi doğruca göğsüne geldi. Kendisi birkaç adım geriye giderken bambu çubuk, bir ‘çıt’ ile iki parçaya ayrıldı. Bir süre sendeledi ve sonra yere düştü.
“Ah-qiao, kavga etmeyi bırak ve benimle geri dön. Küçük kız kardeş ve diğerlerinin geri döndüğünü öğrendiklerinde ne kadar mutlu olacaklarını hayal dahi edemiyorum!” Yu Ai öne doğru birkaç adım attı ve onu yukarı kaldırmak üzereydi.
Shen Qiao tek kelime etmedi.
Yu Ai, bileğini tutar tutmaz diğer kişinin bambu çubuğun yarısını tuttuğunu ve hafifçe şimşeğe ve gök gürültüsüne benzeyen bir momentumla ona doğru hızla ilerlediğini gördü.
Shen Qiao, diğer kişi gardını indirdiğinde böyle bir fırsatı beklemek için gücünü saklıyordu!
Yu Ai, onun kör olacak kadar ciddi şekilde yaralı olmasına rağmen direnmek için hala enerjisinin olmasını hiç beklemiyordu.
Shen Qiao’nun içinde dövüş sanatlarının sadece yüzde otuzunun kalmış olduğunu bilmiyordu. Bambu çubuk, etrafında bir rüzgar spirali çıkardı. Soğuk bahar gibi bir ürperti ile buz gibi soğukluğu, insanın kemiklerine derinden işliyor gibiydi. Fiziksel olarak darbeyi almaya cesaret edemedi, bu yüzden kaçınmak için bedenini kenara çevirdi. Şansına her nasılsa Shen Qiao kavga etmedi bile. Avucunu yarı yolda hemen geri geçti, sonra geldiği yola doğru çekildi!
Küçüklüğünden beri burada büyüyünce, Shen Qiao şu anda gerçekten görememesine rağmen hala çevreyi az çok ayırt edebiliyordu. Bu anda, hafiflik yeteneğini kullanarak ileri doğru fırladı; Yu Ai onu arkasından kovalasa bile başını geri çevirmiyordu. Sesleri dinleyerek Yu Ai’nin durumunun izini sürdü, sonra bambu çubuğun geri kalanını elinin tersiyle arkasına doğru fırlattı.
Yu Ai, onu burada tutmaya karalıydı; bu yüzden yumuşak kalpli olmayı bıraktı. Koluyla bambu çubuğu yuvarladı ve doğruca Shen Qiao’ya doğru geri attı.
Havayı delen bir ses arkasından geldi; bambu çubuk, Shen Qiao’nun omzunu sürtüp geçti ve kıyafetlerini kesti. Kan anında süzüldü. Kaçınmadı ve acıya rağmen koşmaya karar verdi ama figürü, kaçınılmaz olarak biraz sallandı.
Böylece, Yu Ai göz açıp kapayıncaya kadar ona yetişti. Shen Qiao’ya elinin tersiyle bir avuç içi fırlattı. Shen Qiao zamanında kaçamadı. Tam sırtının ortasından vuruldu. Bir ağız dolusu kan tükürdü ve tüm bedeni yere düştü, nefes nefese kalırken yerde kıvrıldı.
“Kaçmayı kes!” Yu Ai gerçekten sinirliydi. Yukarı çekmek için tekrar uzandı. “Ne zamandan beri bu kadar inatçı oldun? Seni incitmek istemiyorum, neden dinlemiyorsun!”
“Hapsedileceğini öğrendikten sonra kim kaçmaz ki? O zaman bir aptal olmalı!”
Bir alay karanlıkta duyuldu. Kulağa, belirsiz ve soğuk geldi ama kimse nereden geldiğini söyleyemezdi.
Yu Ai bir şok ile şaşkına döndü. Durdu ve etrafa baktı, fakat diğer kişinin izini bulmayı başaramadı.
“Hangi fare o? Çık dışarı!”
“İlk başta, Qi Fengge gibi Cennetlerin gururlu bir oğluna göre, öğrencilerinin ne olursa olsun bu kadar hayal kırıklığı olamayacaklarını düşündüm. Beni şaşırtan, sadece Shen Qiao yarı işe yaramaz bir insan olmakla kalmadı, dövüş sanatları açısından eh işte olan Yu Ai bile naip sekt lideri oldu. Qi Fengge bunu diğer tarafta öğrense muhtemelen mezarında ters döner.”
Sonraki an Yan Wushi, yüzünde dalga ve alayla ortaya çıktı.
Yu Ai dövüş sanatları ile, bu kişinin nereden çıktığını ya da bundan önce nerede saklandığını açıkça göremediğinin fark etti.
İçinden şaşırdı ama yüzeyde hala sakindi. “Bu seçkin bayın onurlu ismini öğrenebilir miyim? Ve sizi gece yarısında Xuandu Dağı’na ziyarete getiren nedir? Eğer saygın Efendimin eski bir arkadaşı iseniz, lütfen ana salonda bir çay için.”
Yan Wushi cevap verdi, “Qi Fengge’sız bir Xuandu Dağı gerçekten çok sıkıcı. Çaysız iyiyim. Ayrıca, henüz benimle yüz yüze çay içme zevkine erişecek kadar vasıflı değilsin.”
Yu Ai, Xuandu Dağı’nı yeniden dış dünyaya adım attırma niyetindeydi, bu yüzden önceden bunun için çok fazla hazırlık yapmıştı. Bu kişinin sözlerinin ne kadar gülünç derecede küstah olduğunu görünce, akıl ermez dövüş sanatlarına ilaveten, bir süre zihninde aradı ve aniden bir isim buldu, “Yan Wushi? Sen ‘Şeytani Egemenlik’ olan Yan Wushi misin?!”
Yan Wushi yüzünü ekşitti. “‘Şeytani Egemenlik’... Bu lakabı pek sevmiyorum.”
Yu Ai, sevme konusunu atladı. Sorgularken yüzü ağırbaşlı bir hale geldi, “Sekt Efendisi Yan’ı Xuandu Dağı’na neyin getirdiğini sorabilir miyim? Yu, şu anda bazı sekt içi meselelerle ilgileniyor ve bu yüzden sizinle iyi ilgilenemeyebilir. Sekt Efendisi Yan, lütfen gündüz vakti ziyaret için tekrar gelin.”
“Ne zaman istersem gelebilirim. Ne zamandan beri bana emir vermeye hakkın var?”
Yu Ai, az önce onun ani görünüşüyle şaşırmıştı, bu yüzden üzerinde düşünmemişti. Şimdi nihayet ona, Xuandu Dağı'nın insanların istedikleri gibi kolayca girebilecekleri bir yer olmadığı cereyan etti. Yan Wushi ve Ruyan Kehur gibi büyük-usta seviyesinde uzmanlar bile insansız bir yere giriyorlarmış gibi istediklerinde gelemezlerdi. Tek olasılık, bir uçurum ile kesilmiş olan dağın arkasındaki yoldan gelmiş olmasıydı.
Aniden arkasını döndü ve Shen Qiao’ya baktı.
Diğer kişinin kafası hafifçe eğikti, yüz ifadesi anlaşılmazdı. Eliyle yanındaki ağacı hissetti ve desteğiyle ayağa kalktı. Ani bir rüzgar onu uçurmaya yeter gibi görünüyordu.
Gerçekten rüzgar gitgide güçlendi ve insanların kıyafetleri onunla beraber titremeye başladı. Ancak o, herhangi bir yıkımın altında eğilmez görünerek yine de orada sabit bir şekilde durdu.
Yan Wushi’nin görünüşüne şaşırmadığını görünce, Yu Ai başka bir olasılığı düşündü. Aynı zamanda korktu ve öfkelendi, “Ah-qiao, Şeytani sektlerin insanlarıyla nasıl takılabilirsin?!”
Bu cümleyi duyduktan sonra Shen Qiao, yavaşça kanlı koku ile karışık düzensiz bir nefes verdi. Ağzının kenarından akan kanı sildi ve boğuk bir sesle sordu, “Sen Tujue insanlarıyla iş çevirebiliyorsan, o zaman ben neden Şeytani sektten insanlarla beraber kalamıyorum?”
Yazar Yan Notu: Buradaki ilişkileri anlamayan tatlışlar var mı emin değilim. Sizin için halledeyim: Yu Ai bir plan düzenliyor ve bu plan Tujue insanları ile işbirliği yapmasını gerektiriyor. Shen Qiao’nun ona katılmayacağını biliyor, bu yüzden liderlik pozisyonundan Shen Qiao’yu kaldırması gerekiyor. Yu Ai’nin aklında: Xuandu Dağı için yüz yıllık plan, kıdemli ağabeyden daha önemli ve bu yüzden aileme mal olsa da doğru olanı yapmalıyım. Hadi yapalım! Shen Qiao uçurumdan düştükten sonra, Yu Ai doğal olarak naip sekt lideri oldu. Tabii ki, diğer kişiler de Xuandu Dağı’nın dış dünyaya adım atması gerektiği fikrini kabul etti, yani Yu Ai büyük ölçüde desteklendi. Ama Yu Ai’nin Shen Qiao’yu zehirlediğini ve Kunye ile gizlice işbirliği yaptığını bilmiyorlar.
Shen Qiao’nun ayrılmayı seçmesinin nedeni, Yu Ai’nin daha önce çok iyi davranması. Hiçbir kanıtı yok ve gerçeği söylese bile diğer insanlar ona inanmayabilir.
Dolayısıyla, Shen Qiao çok aptal olduğu için kandırılmadı. Yu Ai’nin karakterine çok güveniyordu. Diğerleri için de aynı. Hepsi küçüklükten beri birlikte büyüdüler ve gerçek kardeşlerden daha yakınlar, bu yüzden birbirlerine karşı hiç korumaları yok.
Çünkü böyle nazik bir ortam böyle nazik bir Qiao Qiao’yu yetiştirebildi~
Bu arada şundan da bahsetmeliyim:
Şu anda Kuzey ve Güney hanedanlıklarının sonu. (MS 420-580)
Beş Barbarın Ayaklanmasından dolayı her türlü azınlık grup Kuzey bölgesinde rejimler kurmuştu.
Bu zamanda, Tujue halkının etkisi muazzamdı. Uçsuz bucaksız bir bölgeyi işgal ediyorlardı. Pers İmparatorluğu ile savaşmak için Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu ile ittifak bile kurmuşlardı.
Kuzey Zhou ve Kuzey Qi bile onlara kafa tutamıyorlardı ve ara sıra onlara teslim olmak zorunda kalıyorlardı. Bu, kuzey rejimler için utanılacak bir şey değil.
Ama herkesi temsil edemezler. Hala Merkezi Ovalar’ın ortodoksluğuna bağlı kalan ve kayıp topraklarını almak isteyen pek çok insan var.
Bu, Puliuru Jian’ı kapsıyor. Dünya hükümdarlığını elde ettikten sonra, hemen Han soyadını sürdürdü (Yang olan soyadı böylece Yang Jian oldu), vs…
Bu kitap bir tarihi kitap değil. Başlıca bunu açıklamak istiyorum çünkü, çok büyük bir arkaplan altında; Yu Ai’nin kendisi, Tujue insanlarıyla işbirliği yapmanın çok ciddi bir mesele olduğunu hissetmiyor. Shen Qiao’nun prensipleri ve sınırı var, ve geri adım atmanın doğru olmadığına inanıyor.
Aynen Shen Qiao’nun kitapta söylediği gibi. Xuandu Dağı’nın, dağı mühürlemesinin ve daha önce yaptıkları gibi dünyadan uzak durmasının uygun olmayabileceğini de düşünüyor ama hiçbir şekilde Tujue halkıyla işbirliği yapmayı asla kabul etmiyor.
Ve ters düştükleri yer burası.
━━━━━━━━━━━━━
Çevirmen Notları: [1] ⎼ İşlek caddeyi alabilirsin, ben tek tahtalı köprümden geçeceğim: Sen kendi işine bak ve beni kendi meselerime bırak.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.