Xuandu Dağı, Cennetler altında bir numaralı Taoist sekti olsa da; yabancıların düşündüğü gibi, öğrencilerin arasında herhangi bir entrika ya da fesatlık yoktu.
Shen Qiao, çocukluğundan beri kibar ve huzurlu bir ortamda büyümüştü.
Efendisi şefkâtliydi, ona karşı hem bir öğretmen hem de bir babaydı. Savaş kardeşlerinin hepsi o kadar dostçaydı ki özel olarak birlikte oynadıklarında büyükler ve küçükler arasında hiçbir fark yoktu. Qi Fengge bile, öğrencileriyle karşı karşıyayken diğerlerinin ondan beklediği kadar büyüleyici değildi.
Shen Qiao, etrafındaki herkes tarafından nezaket ve yumuşaklıkla muamele görmüştü.
Sekte katıldığı zamanlama çok iyi değildi. Ne Qi Fengge’nın en büyük öğrencisiydi ne de sonuncusuydu.
Qi Fengge’nin beş öğrencisinden Shen Qiao, ikinciydi; sözde garip bir pozisyondu. Ancak, hem doğası hem de yeteneklerinin mükemmel ve kendisi başkaları ile ilgilenirken çok nazik ve affedici olduğundan, gerçekten Qi Fengge’nın en sevdiği öğrencisi oldu. Sonunda, Qi Fengge mantle’ını ona verdi.
Yu Ai öğrencilerin arasında üçüncüydü. Shen Qiao’dan iki yaş büyüktü fakat sekte sonra katıldığı için Shen Qiao’ya ‘Kıdemli Savaş Kardeşi’ diye hitap etmek zorunda kalmıştı. Çocukluklarında uzun süre bundan rahatsız olmuştu, bu yüzden Shen Qiao’nun kendisini ağabey olarak çağırması için sık sık rahatsız eder ve ona sataşırdı. Yine de, sonunda başarısız olmuştu.
İkisinin yaşları benzerdi. Küçük çocukluktan beri birlikte oynamışlardı, bu yüzden ilişkeri çok samimiydi. Eğer birisi Shen Qiao’ya bu dünyada en güvendiği kişiyi soracak olsaydı; cevabı kesinlikle efendisi Qi Fengge ve tüm savaş kardeşleri olurdu.
Savaş kardeşlerini ilişkilerinin yakınlıklarına göre sıralayacak olsaydı, Yu Ai muhtemelen bir numara olurdu.
Dağa çıkmadan önce Shen Qiao, tekrar karşılaştıklarında nasıl olacağını da hayal etmişti. Yu Ai, onun gibi ölmesi gereken birinin hayata geri döndüğüne şaşırabilirdi ya da biraz suçlu hissedebilir ve dehşete düşebilirdi, ya da Shen Qiao’yu görmek istemediğinden iğrenerek bile bakabilirdi.
Ama diğer kişinin bu kadar kadar mutlu olacağı, Shen Qiao’nun hiç aklına gelmemişti. Yu Ai’nin yüz ifadesini açıkça göremese de Shen Qiao onun sesinden sahte olmadığını söyleyebilirdi.
Başta söylemek istediği çok şey vardı. Fakat kelimeler dilinin ucuna geldiğinde, hangi soruyla başlayacağını bilemedi. Yu Ai, “Kıdemli kardeş, sekt lideri” diye bağırdıktan sonra hiçbir şey söylemedi. Shen Qiao, onun muhtelemelen kendisini dikkatlice incelediğini tahmin etti, bu yüzden açılmak için yalnızca en sıradan cümleyi seçebildi, “Sektte her şey nasıl?”
Diğer kişi cevap vermedi. Shen Qiao hafifçe başını eğdi, belirsizlikle sorarak, “Üçüncü Küçük Kardeş?”
“Gözlerine ne oldu?”
Diğer kişi tekrar ağzını açtığında ses, çoktan yanına gelmişti. Shen Qiao, bilinç altında geri adım atmak istedi ama birisi çoktan bileğinden tutmuştu.
“Gözlerine ne oldu?”
“Kunye ile olan savaşım sırasında uçurumdan düştüm. Uyandıktan sonra çoktan böyleydiler.” Shen Qiao konuyu hafifçe dağıttı.
Bileğini tutan el gevşemedi. Yu Ai, “Kıpırdama. Senin için nabzına bakacağım.”
Shen Qiao gerek olmadığını söylemek istedi, fakat kendini serbest bırakamadığı için, Yu Ai’nin istediğini yapmasına izin verdi.
Yu Ai pür dikkat nabzına baktı. Bir süre sonra nihayet sordu, “İç qi’n o kadar zayıf ki neredeyse fark edilemiyor. Ne oldu?”
Shen Qiao ifadesizce geri sordu, “Beni zehirlerken böyle bir sonucu öngörmedin mi?”
Diğer kişinin eli, onun sözleri yüzünden bir saniye durdu. Fırsattan istifade ederek, Shen Qiao elini geri çekti.
Bir kişinin dövüş sanatları Yu Ai’nin durumuna ulaştığında gece, ne kadar karanlık olursa olsun ve mum ışığı ne kadar sönük olursa olsun, görüşünü etkilemezdi.
Shen Qiao’ya dikkatle aşağı yukarı baktı. Diğer kişinin teni soğuk ve solgundu, ve figürü eskiye kıyasla çok daha inceydi. Bu günlerde dışarıda birçok zorluk çektiği açıktı. Bambu çubuğu tutan bileği, yeninin içinden yarı ortaya çıkmıştı. O kadar zayıflamıştı ve kemikliydi ki, ona bakmak insanın yüreğini sızlatıyordu.
Yu Ai yumuşak bir nefes verdi, “Geri döndüğüne göre, tekrar gitme. Yavaşça sana açıklamama izin ver, olur mu?”
Shen Qiao başını iki yana salladı. “Xuandu Dağı yeni sekt liderini seçecek. Benim gibi Xuandu Dağı’nı utandırmış eski biri burada kalırsa işleri senin için zorlaştırmaz mı?”
Yu Ai bunu garip buldu, “Xuandu Dağı’nın yeni sekt lideri seçeceğini kim söyledi?”
“On gün sonra gerçekleşecek olan Yeşim Teras Konferansı ayrıca Xuandu Dağı’nın yeni liderini tanıtmak için bir tören değil mi?”
Yu Ai başını iki yana sallayacaktı, fakat diğer kişinin hareketlerini göremediğini fark etti. Bu yüzden konuştu, “Uçurumdan düştükten sonra kaybolduğundan beri, gizlice seni aramak için her yere insanlar gönderiyordum fakat ne olusa olsun seni bulamadık. Yaşıyorsan, seni birebir görmeliyim; öldüysen bile, cesedini görmek zorundayım. Ölü olmadığın sürece, Xuandu Dağı’nın sekt lideri asla değişmeyecek. Tüm meseleleri senin adına yönettiğim doğru, ancak sadece naip bir lider olarak. Asla aşmak ve yerini almak istemedim.”
Geçmişte olsaydı Shen Qiao, Yu Ai’nin söylediği her şeye şüphesiz sıkıca inanırdı. Ancak, zaman ve durum artık farklıydı ve bugünkü Shen Qiao, bu sözleri söylemeye artık cüret etmedi.
Konuşmadan önce bir an sessiz kaldı, “O gün Kunye ile savaşırken, iç qi’min yarıdan fazlasının kaybolduğunu zaten öğrendim ve kalan qi o kadar durgundu ki düzgün akmadı. Kendimi Kunye’ye karşı tutmak için elimden geleni yaptım ama yine de boşunaydı. O zaman, ayrıca her şeyi hatırlamayı denedim ama başından sonuna kadar, ne zaman ve nerede zehirlendiğimi anlayamadım. Tüm olaylarda, senin olduğundan hiç şüphelenmedim.”
Yu Ai, canı sıkkın bir şekilde durdu. Hiçbir şey söylemedi ama kıyafetinin kolları tarafından kapatılan elleri neredeyse fark edilmeyecek şekilde titriyordu.
Bu doğruydu. Çocukluklarından beri ona karşı, hatta doğrusu Xuandu Dağı’ndaki herkese karşı Shen Qiao asla güvenini esirgememişti.
Bu; Shen Qiao’nun ne aptal ve cahil, ne de naif ve saf olduğundan değildi. Onlara inandığındandı. Bu dünyada daima iyiliğin olduğuna inanmıştı. Büyürken ona eşlik eden insanlara ve şeylere inanmıştı. Dahası, bu kardeşleri gibi olan savaş kardeşlerinin asla ona ihanet etmeyeceklerine inanmıştı. Bu yüzden kendini onlara karşı kendini hiç korumamıştı, ve bu yüzden Yu Ai başarıyı kolayca bulabilmişti.
Shen Qiao devam etti, “Daha sonra, uçurumdan düştüm ve bilincimi kaybettim. Uyandıktan sonra hafızamı kaybettim ve tüm gün boyunca cahil ve dalgın oldum. Yalnızca son zamanlarda birçok detayı sonunda hatırladım. Kunye ile olan savaşımdan önceki gece, birlikte uyumak istediğini söyleyerek bana geldin. Küçük Kız Kardeşimize ilgi duyduğunu ama onun çok soğuk olduğunu ve kimseyle gerçekten konuşamadığını söyleyerek, geçmişte olanlar şeyler hakkında çok konuştun. Rahatsız olmuştun, bu yüzden sadece Kunye ile savaşım sonrası onunla senin adına konuşmamı umarak gelip bana söyleyebildin.”
Yu Ai hiçbir yorum yapmadı.
Shen Qiao devam etti, “Kunye düello için yazılı meydan okumayı bize gönderdiğinde, ilk başta almak istemedim. Ancak, meydan okumayı kabul etmezsem Efendi ve Xuandu Dağı’nın itibarını zedeleyebileceğini söyleyerek Kunye’nin efendisi Hulugu ve Efendimizin savaşını sen hatırlattın. Sonrasında, karşımda küçük kız kardeşimize olan hoşlantını defalarca dile getirdin ama garip olan da onun karşısında hiçbir düşüncesiz ifadelerinin ve davranışlarının asla olmamasıydı. O zaman başka amaçlarının olduğundan şüphelenmedim. Hatta ikinizin yalnız zaman geçirmesi için fırsatlar yaratarak seni rahatlattım. Şimdi düşününce onların hepsi de yalandı, değil mi?”
Yu Ai sonunda nefes aldı, “Haklısın. Küçük kız kardeşe karşı hiçbir zaman aşıkane düşüncelerim olmadı. O kelimeleri söylememin nedeni, diğer şeyler için daha az şüphelenmen için seni yalnızca bir yanlış anlamaya yöneltmekti. Ayrıca son savaştan önce seninle yalnız konuşabilmem için bir fırsat yaratmaktı. Efendi’nin mantle’ı sana miras kalmıştı ve tüm savaş kardeşlerimizin arasında senin dövüş sanatların en iyisiydi. Normal zehrin üzerinde bir etkisi yoktu, bu yüzden dünyanın en nadir zehirlerinden biri olan Xiāng jiàn huān’ı [1] kullanmak zorunda kaldım. Xiāng jiàn huān insanı hemen öldürmez. Dozajı iyi ayarlandığında, kimse fark etmeden susturma yolu olarak kullanılabilir. Uzun bir süreden sonra zehir, kişinin kemiklerine sızar, doğal bir ölüm gibi gösterir.
“Ama asla hayatını almayı düşünmedim. Kunye ile savaşı kaybetmen için sadece birazcık kullandım. Dövüş sanatları seviyen ile uçurumdan düşsen bile ölmeyeceğini düşündüm. En fazla, biraz ciddi yaralanırdın ve o da birkaç ay içinde düzeltilebilirdi. Ama şansıma, işler planladığım gibi gitmedi. Sen uçurumdan düştükten sonra, anında seni aralamaları için birilerini gönderdim, fakat seni hiç bulamadık.”
Shen Qiao daha da kaşlarını çattı. “Xiāng jiàn huān son derece nadirdir. Bu zehrin Zhang Qian tarafından ilk defa Merkezi Ovalar’a Batı Bölgeleri’ne seyahatiyle getirildiği ve sonrasında kaybolduğu söylenir. Xuandu Dağı’nı bırak, İmparatorluk Sarayında bile bulunmayabilir. Nereden aldın?”
Yu Ai cevap veremeden Shen Qiao’nun ifadesi aniden değişti. Afalladı, “Kunye mi? Onu Kunye’den mi aldın?”
“...Evet.”
“Beni sekt liderliği pozisyonundan kaldırmak için Tujue insanlarıyla mı gizli işbirliği yaptın?!” (ÇN: 1. bölümün sonundaki notlara yazdım ama yine de hatırlatmak istiyorum: Tujue halkı o dönemde Çin’in kuzeyinde yaşayan Kök Türklerdir. Bu dönemle ilgili Asya haritasını bölüm sonuna ekledim.)
Zayıf bir öfke Shen Qiao’nun yüzünde belirdi. “Efendi’nin sekt liderdiği pozisyonunu bana devrettiği doğru, ama bunun için hiçbir zaman hırsımın olmadığını sen çok iyi biliyorsun. Bunca yıl boyunca sekttin meselelerini halletmeme yardım ettiğin için ayrıca sana çok güvendim. Sadece söyleseydin, kesinlikle pozisyonu sana devrederdim. Sadece sana sunulanı almak yerine Tujue insanlarının peşinden gidip uzakta olanı aramayı neden tercih ettiğini anlamıyorum?!”
Ruh hali öfke modundaydı, bu yüzden ses tonu oldukça sertti. Konuşmayı bitirdikten sonra, öksürmeye başladı.
Yu Ai, nefes almasına yardım etmek için Shen Qiao’nun sırtını okşamak istedi. Elini uzattığı anda, her nasılsa, bir saniye durdu. Sonra geri çekti ve yavaşça konuştu, “Çünkü, Xuandu Dağı böyle devam edemez. Tüm dış dünya meselelerine kendini kapatarak, Xuandu Dağı gibi Cennetler altındaki bir numaralı Taoist sekti bile eninde sonunda avantajını kaybedecek!
“Sadece etrafına bir bak. Tüm Taoist sektlerin arasında, Qingcheng Dağı’nın Chungyang Taoist Manastırı yükselen güç olarak gözüküyor. Manastır Liderleri Yi Bichen, ayrıca ilk on dövüş sanatçılarından biri ve şöhreti senden çok daha büyük. Buna karşılık, bize bak, Xuandu Dağı’nın Mor Köşkü’ne. Efendi bir ölümsüz olarak yükseldiğinden beri, onun kalan prestijinin haricinde başka neyimiz var?
“Dövüş sanatlarının, Yi Bichen’inkinden hiçbir aşağı kalır yanı yok. Dış dünyaya katılmaya gönüllüysen, en iyi dövüş sanatçısı olarak çabalaman için şansın bile olabilir. Ama isteyerek kendini sessiz bıraktın, dağın derinliklerinde bir kimse olarak kalmayı tercih ettiğini gösteriyorsun. Eğer böyle devam ederse, Xuandu Dağı’nın temelleri ne kadar derin ve zengin olursa olsun, eninde sonunda yerini başkaları alacaktır!”
Bu noktaya kadar konuşurken Yu Ai’nin ses tonu tutkulu olmaya başladı, “Dünya artık kaosta. Tüm Taoist sektleri kendi Taoist ortodoksluklarını kuruyorlar; bu sırada diğer iki okul, Budizm ve Konfüçyüsçülük, dünyanın gücünü ele geçirmesi için bilge bir hükümdara yardım etme niyetiyle, öncü ses olmak için her biri kendi hamlelerini buluyor. Bunun içinde Şeytani Sektlerin bile parmağı var! Hepsinin haricinde bizim Xuandu Dağı toplumdan çekik, dış dünyaya göz yumuyor ve kulak asmıyor. Elimizde harika bir kılıç var, ve yine de kullanmayı reddediyoruz. Eğer bir gün Budist ya da Konfüçyüs sektleri tarafından desteklenen bir lord dünyayı birleştirmeyi amaçlarsa, o zamana kadar, Taoist sektimizin yaşayacağı bir yerin hala var olacağını düşünüyor musun?!”
Sesini sakinleştirdi, “Kıdemli kardeş, yerini almayı bir kere bile düşünmedim. Soyumuzdan olmayanların elbette farklı bir kalbi olduğunun ayrıca farkındayım. Tujue insanları ile birlikte çalışmak sadece planımın bir parçası. Ancak, sen hala burada olsaydın, kesinlikle bunu yapmama izin vermezdin, bu yüzden bu kötü fikri düşünmekten başka bir seçeneğim yoktu. Şimdi döndüğüne göre, tekrar gitme. Burada kal ve iyi bir tedavi al, olur mu?”
Shen Qiao sordu, “Peki ya on gün sonra?”
Yu Ai gafil avlandı, “Ne?”
“Sektteki diğer savaş kardeşlere ve öğrencilere benim Xuandu Dağı’na dönüşümü nasıl açıklayacaksın? On gün sonra Yeşim Teras Konferansında, dünyanın dört bir yanındaki herkese nasıl açıklayacaksın?”
Kısa bir süre için Yu Ai, ona cevap veremedi.
Shen Qiao daha fazla sordu, “Sonuçta, Tujue insanlarıyla ne planlıyorsun?”
“Üzgünüm. Şu an sana hiçbir şey söyleyemem.”
“Ya karşıysam?”
Yu Ai cevaplamadı.
“Eğer karşı çıkarsam, beni ev hapsine koyacaksın. O andan itibaren, yalnızca bir daha asla gün ışığında görünmeyen göstermelik bir sekt lideri olarak kalacağım, böylece harika planını engellemeyeceğim. Haksız mıyım?”
Tekrar sessizlik ile cevaplandı.
Shen Qiao iç çekti, “Küçükken sağlığın iyi değildi. Benden iki yaş büyük olsan da, görünüşünden söylemesi zordu. Hasta iken şımarık davranmayı hep sevmiştin. Sırf yeterince sarsılmaz olmadığından dolayı küçüklerin seni hafife alacağından korktuğun için gün boyu bu, ağırbaşlı ve olgun yüzü benimsedin. Bugün bile, seni ‘Kıdemli Savaş Kardeş’ demem için ısrar ederek beni kovaladığın sahneyi hala hatırlıyorum.”
Geçmiş olaylardan bahsedildikçe, Yu Ai’nin yüz ifadesi biraz yumuşadı. “Doğru, ben de hatırlıyorum. Küçükken huysuzdum ve herkesin önünde soğuk ifade takınırdım ve sözlerim diğer kişileri sıklıkla garip durumlara sokardı. Küçük Savaş Kız Kardeş bile benden kaçındı. Tüm savaş kardeşlerin arasında en iyi huylu olan sendin ve bana tahammül eden her zaman sen olmuştun.”
“Ne kadar iyi huylu olsam da, bir sınırı olacak. Sekt lideri olmak istemen ve Kunye’ye olan yenilgimi planlaman hakkında söyleyecek bir şeyim yok. Sana çok fazla güvendiğim için yalnızca kendimi suçlayabilirim. Fakat Tujue halkı hırsa kafayı takmışlardır. Uzun süredir Merkezi Ovalara göz dikiyorlardı. Xuandu Dağı hiçbir zaman hiçbir ülkenin dünya hakimiyeti için kavgasına yardım etmese de, Tujue insanlarıyla işbirliği de yapmayacak!”
Yu Ai acı bir gülümseme verdi, “Bunu yapmama asla izin vermeyeceğini biliyordum. Aksi halde, tüm bunları planlamak için zahmeti neden çekeyim ki?”
Shen Qiao konuştu, “Sekt liderlerimizin nesilleri boyunca sürdürülen münzevi ilkeleri yanlış olabilir ancak kesinlikle Tujue halkıyla işbirliği yapmadığımız için değil. Burada durup tövbe etmen için hala vakit var.”
Yu Ai öfkeyle cevap verdi, “Xuandu Dağı benim de büyüdüğüm yer, bu yüzden tabii ki daha iyi olabilmesini diliyorum. Ona olan kalbim ve hislerim seninkinden daha az değil, o zaman neden bu aziz görünüşü takınmak istiyorsun? Bu dünyada bir tek senin haklı olduğunu ve diğer insanların haksız olduğunu mu söylüyorsun?!
“Neden gidip sektteki diğer öğrencilere sormuyorsun? Hiçbir şey söylememiş olsalar da, yıllar boyunca Xuandu Dağı’nın inzivası hakkında ayrıca hoşnutsuz hissetmiyorlar mı? Yeşim Teras Taoist Konferansı sonrasında, daha fazla öğrenci kabul etmek için kapılarımızı açacağımızı resmen duyurabileceğim. O zamana kadar, Xuandu Dağı’nın itibarı ve statüsü yalnızca daha da artacak ve Tiantai Sekti ve Linchuan Enstitüsü’nün tüm görkemi ellerinde tutmasına asla izin vermeyeceğim!”
Uzun süre Shen Qiao hiçbir şey demedi. Yu Ai’nin göğsü, tamamen öfkeden kabarıyordu. İkisi, gece rüzgarları arasında sessizce birbirleriyle yüzleştiler.
Yu Ai aniden biraz üzgün hissetti. Ne olursa olsun, eskiden sahip oldukları yakın ilişkiye asla geri dönemeyeceklerdi.
Shen Qiao nihayet konuştu, “Kararını verdiğine göre, söylememi gerektirecek bir şey yok.”
Yu Ai sordu, “Nereye gidiyorsun?”
Shen Qiao kayıtsızca cevap verdi, “Kunye’nin ellerindeki yenilgim, Xuandu Dağı’na zaten her yönüyle utanç getirdi. Diğerleri hiçbir şey söylemese de, artık sekt lideri olmak için yüzüm yok. Zehirlere gelince, kendi şahitliğim haricinde kanıtım yok. Herkesin içinde seni suçlasam bile insanlar muhtemelen inanmayacak. Yenilgimi kaybetmek istemediğim için saçlamadığımı bile düşünebilirler. Her şeyi çoktan hesaplamışsın. Neden hala nereye gittiğimi önemsiyorsun? Nereye gidersem gideyim, büyük projeni etkilemeyecek.”
Yu Ai yumuşakça ikna etti, “Ciddi yaralandın. İyileşmek için burada kalman gerek.”
Shen Qiao başını iki yana salladı, gitmeye hazırdı.
Ancak, Yu Ai’nin soğuk sesi arkasından geldi, “Gitmene izin vermeyeceğim.”
[hr]
Çevirmen Notları: [1] ⎼ 相见欢, Xiāng jiàn huān: Tam çevirisi, ‘Birbirimizi gördüğüme sevindim’. Song Hanedanlığı döneminde şiirler ve şarkılar için kullanılan bir başlık/söz kalıbıymış. ÇN: Bu zehrin adını ingilizce çevirmen tamamen kendi bir isim uydurarak yazmıştı ama ben olabildiğince ve bulabildiğimce özel çince adları olduğu gibi bırakmaya çalışıyorum.
Öncelikle bu dönemle ilgili imparatorları bilmemize gerek yok sonuçta tarihi bir roman değil ama o dönemi daha iyi anlamanız için iki harita bırakıyorum. Bu haritada Türkler, Tuyuhun ülkesi, Kuzey Qi ve Zhou, ve Chen Hanedanlığını net bir şekilde görebilirsiniz. Bu arada Xuandu Dağı; Qi Zhou ve Chen sınırlarının ortasında. Later Laing yazılan bölgede.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.