Gözlerimi ilk açtığımda bunun olacağını düşünmemiştim. Ani bir ölüm. Bir gazeteci olarak gecenin ilerleyen saatlerinde bir mahalle bakkalına aç karnımı doyurmak için gitmiştim ve araba kazası geçirdim. Uzak bir yerdi ve sonrasında hiçbir şey yapmadığından sanırım bir vur-kaçtı. Benden uzaklaşan bir araba görmüştüm ve zor nefes alıyordum. Bu yüzden hayatımın sona erdiğine emindim ve bir daha nefes aldığımda hayatımın farklı olacağını seziyordum. Nefes alamamamın acısını biraz hissettim. Bir bebek olarak mı doğdum? Gerçekliği inkâr etmek istediğimi düşünerek gözlerimi açtım.
Tavan örümcek ağlarıyla dolu. Bir oda mı yoksa bir hapishane mi olup olmadığını söyleyemediğim sefil bir odada gözlerimi açar açmaz gördüğüm şeydi. Eski yatak hareket ettiğinde hafif bir ses çıkardı ve oda küften dolayı nemliydi. Beyaz tozun her nefeste ciğerlerinden derince geçmesinden dolayı çıkan ses sıradan bir meseleydi. Beklendiği gibi yeniden doğmamam doğruydu. Kesin konuşmak gerekirse, bir başkasının bedenine girdim. Her neyse, şimdi olduğum yer modern zamanlar değil. Bu yüzden sefil bir odada olmanın sorun olmadığını düşünmüştüm. Orta Çağda doğdum.
Beni her gördüğünde tedirgin olup yüzünü buruşturan hizmetçi bile bana prenses dedi. O genelde sevimli en genç prensestir. Benden sonra başka bir çocuk doğmadığını düşünürsek en genç prenses olduğuna eminim. Benden önce kaç çocuk doğduğunu bilmiyorum ama çoğu zaman en küçük kız sevilir.
Bu yüzden işlerin yakında daha iyi olacağını düşünmüştüm. Birçok novelde gördüğüm gibi yakında İmparator’un geleceğinden ve sevilen bir prenses olacağımdan şüphem yoktu. Ama ne zaman hareket edersem, ağzımdan kan fışkırıyordu ve vücudumu biraz aceleyle hareket ettirmeye çalıştığımda bir şeylerin çok ters gittiğini hissettim ve başım dönmeye başladı. Üstelik sadece bu da değildi.
Gün ve gün bedenimin zayıfladığını izlerken hizmetçi beni umursamadı bile. Bir prenses olduğum için doktor çağırmaları için en ufak bir beklenti bile paramparça oldu. O bir prenses olmasına rağmen bir prenses değildi. İster öksürük olsun ister ateş, teşhis koyacak bir doktoru çağıracak bir hizmetçi ya da beni görmeye gelecek biri falan yoktu.
En kötüsü.
Sevilebilecek bir prensesten oldukça farklı olduğu ortaya çıktı. Ben, ölen ve kimsenin umursamadığı bir zaman sınırı olan bir prensesin bedeninde yeniden doğan ben. Bedeninde bir zamanlı bomba var ve ölmesi hiç garip olmayan bir prenses o.
Tabii ki, İmparator ve saraydaki her kimse orada olduğumu bilmiyor gibiydi. Yani arka odada terk edilmiş bir prenses olduğu çok açıktı ve en kötü hizmetçiye sahiptim. Bana insan olarak bile davranmıyor. Hizmetçim yeni şeyler yapabilmesi için çabucak ölmem gerektiğini söyleyerek gün ve gün ölmemi umuyordu.
Onlar, bazen yanlış olduklarında kraliyet ailesini suçlayan hizmetkârlardı ama ben suçlu değildim. Ona göre, o bana ait değildi. Hiçbir şeyden sorumlu olmayacaktı. Kraliyet ailesinden olmama rağmen öldüğümde bir cenazem bile olmayacaktı. Hiç kimse nereye gömüldüğümü bilmeyecek.
Gözlerim Ravelle’ye yöneldi.
“ Ravelle biraz su alabilir miyim? ”
Herkimse, onu ismiyle çağırıp elindeki çerçeveyi çatırdayacak kadar sert fırlattığında aşırı derecede siniri bozulmuş görünüyordu.
“ Tam bir baş belasısın. Ne demek su? Sadece içme. ”
“ Su istedim… ”
“ Her nasılsa kusacaksın yani içmek zorunda değilsin. Bundan sonra sadece günde bir defa su içeceksin. ”
Küfretti. Vay be şu sürtüğe bak. Su içmeme izin vermeyecek.
Bir dramadaki ana karakter gibi yanağına tokat atmak istedim ama çok zayıftım. Geçmişte,
Ravelle’ye bağırıp sonra da bayılmıştım. Bu yüzden bağırmak ya da vurmak benim yapabileceğim bir şey değil.
Ona gözlerim açık bir şekilde bakıp kırılgan elimi kaldırdım ve lanet bedeni suçlayarak yere indirdim
“ Eğer yanlış bir şey yaparsan kıracaksın. ”
Bana asla su vermediği gibi hizmetçinin yanağına tokat atma isteğim de hemen kayboldu. İçmeyi denesem bile içemeyeceğim açık olduğundan enerjimi harcamamaya karar verdim. Sonunda su içmekten vazgeçtim ve ateşe yeniden tutuldum. Ağzım kupkuruydu.
“ Oyuncak bebek gibi yatan biri neden aniden kalktı? ”
Daha fazla şey ummadan sessizce battaniyenin altına girdim ama bu sırada Ravelle şikâyet etmeyi kesmemişti. Bu sözler beni rahatsız edip duruyor. Vücudum zaten zayıf olduğu için en ufak bir şeyde başım ağrırdı, beklediğim gibi, biraz acı baş göstermişti.
Saplanan acıyla dudaklarımı ısırdım. Zayıf benim yüzünden dudaklarımı ısırdım ama ağzımdaki kanın tadını alabiliyordum. Öldüğümde onun çenesini kapatmış olmayı umuyordum. Yalnızca dileğimi pekiştirebilirdim. Ama zaman geçtikçe, yaşama isteğim bile kalmamıştı. Su içmek zordu ve bir şeyler yemek berbattı. Bir şey yersem hazmedemiyordum.
Sanki biri bütün vücudumu bir bıçakla parçalara ayırıyor gibi hissediyordum. Açık penceren esen rüzgâr bile acı vericiydi. Her gün adını bile bilmediğin bir hastalıktan acı çekmek. Bu bedenle yaşamaktansa ölmenin daha iyi olabileceği fikri zihnimi doldurdu.
Ve bir gün, uykuya daldığımda ağır battaniye beni rahatsız ederken tuhaf bir rüya gördüm. Sonu belli olmayacak kadar büyük olan bir ağaç geniş bir alanın ortasında duruyordu. Ve tepesinde pas parlak bir kedi oturuyordu. Kedi esnedi, aşağı bana doğru baktı ve bağırdı.
'Bu hayattaki en amaçsız insansın. Yaşama isteğin yok. Bu yüzden sana bi hediye vereceğim'
Bir hediye?
Bu rüyanın sonuydu.
Aynı şeyi tekrar sorduğumda tüm dünya yeniden karanlıkla dolmuştu. Gözlerimi açtığımda önümde örümcek ağlarıyla dolu bir tavan az önceki manzaranın bir rüya olduğunu gösterircesine duruyordu. Ama bir hediye demiştin. Gerçekliğe döndüğümde ellerimi kaldırdım. Nasılsa elimi kaldırmak hala çok zordu
“ Bir aptalsın… ”
Komiğim. Rüyada hediye kelimesine bağlanmak. Dört gözle beklediğim için absürt olmalıyım. Ölmek istediğini söyledim ama günlerdir canlı bir rüya için umudunu yitiremedim sanki yaşamak istiyormuşum gibi. Sihir gibi bir hediye aldıktan sonra daha iyi olabilirmişim gibi geçmeyen bir hissim var. Ama o rüyayı gördükten sonra daha iyi hissetmedim. Çünkü sağlığım kötüleşti. Sağlığım kötüleştiğinden her gün birinin beni zehirleyip zehirlemediğini merak ediyorum. Zar zor nefes alıyordum. Şimdi nefes almaktan ve gözlerimi açmaktan pes ediyorum.
Ölümüm sorunsuzdu.
***
Eğer erken gelseydin hoş karşılanabilirdin.
İmparator.
Bu bedenin babası beni bulmaya geldi. ‘ Şimdi gelerek ne yapacaksın? ’ Kalkmadım bile, yatakta yatarken ona baktım. Gözlerini açık tut, çünkü istersen kalkabilecek vücut sen değilsin.
Hafif kırmızımsı gümüşi saçlar, pembeye yakın parlayan mor gözler.
İlk kez gördüğüm İmparator’un yüzü sadece bir kelimeyle tanımlanabilir: Yakışıklı.
Geçmişte olsa İmparator’un görünüşünden etkilenirdim ama şimdi etkilenmiyorum. Sadece yüzümün böyle görünüp görünmediğini merak ettim. Bir prenses olduğumdan beri aynaya bakmadığımdan böyle görünüp görünmediğimi merak ettim. Ama bu kadardı. Merak çabucak yok oldu. Merak benim için bir lükstü.
Gözümün önü kararıp durduğundan onu çok iyi göremedim. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım ve İmparator’a puslu gözlerle baktım.
“ Bu topraklara gerçek ışığı verecek İmparatorluk’un Güneşi… ”
“ Dur ”
Aynı zamanlarda, onun yanındaki sandalyede uyuklayan Ravelle, misafirin varlığını geç fark etti, aceleyle ayağa kalktı ve İmparator’un önünde eğilerek selamladı.
Ravelle'in sesinin bu kadar nazik ve gür çıkabileceğini bilmezdim. Ravelle’ye ilgisizce bakan İmparator bana bakıp güldü.
'Bu o çocuk mu?'
Cevap veren Ravelle değildi.
"Evet, majesteleri. O güneş prensesi"
Dedi İmparator’un arkasındaki adam. Eğer hemen cevap vermezse bir şey olacakmışçasına acele ediyor gibiydi. Beyaz saçlı ve uzun sakallı adam resmi bir ifadeyle ellerini kaldırıp beni işaret etti. Ancak o zaman ortamın normal olmadığını fark ettim. Tek ayaküstünde duran Ravelle, bana koşarak yaklaştı ve aceleyle bedenimi kaldırdı Elbette bunun sayesinde gözlerim de karardı.
Başım döndü.
Evet gençler, yeni bir seri ile karşınızdayım. Umarım burayı okuyorsunuzdur çünkü bazı şeyleri açıklamak istiyorum. Öncelikle bu bölümün büyük bir çoğunluğu anlamsız gelmiş olabilir. Bunun için İngilizceye çeviren çevirmene teşekkür ediyorum. Sağ olsun o kadar kötü çevirmiş ki hiçbir şey anlayamadım. Sadece ben değil diğer çevirmen arkadaşlarımda bir şey anlayamadı. Çok fazla yazım yanlışı ve gramer hatası vardı. Hizmetçi anlamına gelen ‘ maid ’ kelimesi yerine mektup anlamına gelen ‘ mail ‘ kelimesini yazması gibi. Gramer saçmalığına girmiyorum bile. Ne yazık ki başka bir İngilizce kaynakta bulamadım. Elimizden geldiğince ekip arkadaşlarımla mantıklı olabilecek şekilde çevirmeye çalıştık ama ancak bu kadar olabildi. Bir sonraki bölüme daha da uğraşmam gerek. Her neyse, umarım bu ilk bölümün saçmalığı sizi yıldırmaz ve bir sonraki bölümleri okursunuz. Şimdiden çok teşekkürler.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.