Tabii ki hapishaneden ayrılmak gibi bir niyetim yok. Ben o kadar aptal değilim. Suçumun hafif olduğunu biliyorum ve kısa süre sonra zaten buradan çıkacağım. Bu sırada tek yapmam gereken kendimi biraz eğlendirmek.
Şimdi erkek kahramanla flört etsem bile aramızda oluşan sevgi hakkında endişelenmeme gerek yok. Dışarı çıkmam çok uzun sürmeyecek ve ben gittikten sonra kadın kahramanın ortaya çıkması çok daha uzun sürecek, bu nedenle erkek kahramanın etkileşimlerimizi unutması için bolca zamanı olacak.
Ne kadar parlak bir düşünce İana.
Şimdilik Ricdorian ve ben, güzel ve havalı kadın kahraman görünene kadar çok daha fazla etkileşime gireceğiz. Ve kadın kahraman geldiğinde Ricdorian ile ilgilenecek kişi o olacak.
Her neyse, yağmur hakkında endişelendiğim için bir süreliğine Ricdorian'ı ziyaret etmeyi bırakmaya karar verdim.
Yağmur yağmaya devam ediyordu ve bana o gün nereye gittiğimi soran Baron yüzünden biraz sinirliydim. Onu ziyaret etmememin büyük bir nedeni vardı, ama… Şimdilik, eylemlerimi ve neden işlerin bu hale geldiğini düşünmem gerekiyordu. Kendime sürekli Ricdorian'ın lanet altındaki bir yarı bir canavar olduğunu hatırlattım. O, havlayan bir köpek yavrusundan ziyade dikkatsiz bir canavardı. Neden ona sevimli bir köpek yavrusuymuş gibi davranıyordum ki?
İç çektim.
O gün hücresinden ayrılabilmiş olmam tamamen şanstı. Aslında her şeyin ne zaman yoluna gireceğini bilmiyorum. Eğer doğru hatırlıyorsam Ricdorian, romanda demir parmaklıkları kırmıştı bir keresinde. Bu gerçeği görmezden gelmemeliydim çünkü o, daha çok gençti.
Önce güvenlik. Ama aslında onu ziyaret edemememin en büyük nedeni…
"Neden gelmiyorlar?" diye düşündüm ama cevabı zaten biliyordum.
Çünkü Hans'a rüşvet verebileceğim başka bir şey yoktu. Başımı eğdim ve boş masamı düşünmeye devam ettim. Genelde iki veya beş günde bir mektup gelirdi, yanında sigara ve alkol de olurdu. Ama neredeyse iki haftadır hiçbir şey gelmedi. Genellikle masama en az üç hediye yığılmış olurdu ancak bugünlerde hiçbir hediye yoktu.
İlk etapta mektupları istemiyordum ama mektuplarla birlikte gelen hediyeler hapishane yaşantımı çok kolaylaştırıyordu. Bu yüzden bir zamandan sonra sürekli mektupları bekler hâle geldim.
Sonuç olarak Hans ya da diğer gardiyanları cezbetmek için kullanabileceğim hiçbir eşyam olmadığından özgürlüğümü kaybettim ve hücremde kaldım.
Benim gibi hafif suçları olan mahkûmların odası sıradan bir odaydı. Odada bir yatak, bir halı ve bir masa vardı. Ayrıca küçük bir de penceresi vardı ve manzarası çok güzeldi. Benim hücrem genellikle soylu birinin odasından yaklaşık beş kat daha küçüktü. Daha önce bir konakta yaşamadım, bu yüzden bu hücrelerin diğer mahkûmları tatmin edip etmediğini bilmiyordum. Muhtemelen bu hücreler, onlar için yeterli değillerdi.
Her neyse, en nihayetinde sürekli masanın üstüne konan ya da kapının altından bırakılan mektup bu sefer gelmemişti. En son aldığım mektuptan beri de epey bir süre geçmişti. Neden mektup gelmedi acaba? Taleplerimden mi sıkıldılar?
Pencereye bakmak için başımı diğer tarafa eğmek üzereydim, aniden bir ses düşüncelerimi bölmeden önce hâlâ boş masamı düşünüyordum.
"Ne için bu kadar endişelisin, bayan?"
"Ah, merhaba Baron."
Masanın sonunda oturan adam Baron'du. Kollarını gererek doğal bir şekilde benim tam karşıma oturdu.
Bacaklarımı çaprazladım ama takım elbise giymediğim ve çizgili kıyafetler içinde olduğum için bu hareketimin şık ve havalı görünmeyeceğini düşündüm.
“Canın sıkılmış gibi görünüyorsun. Ne oldu?"
“Ah. İçimi gördün sanırım. Bu gece ne yiyeceğimizi düşünüyordum.” diye yalan söyledim.
“Ah, bu problemi çözebilirim. Ucuz olmayan ama aynı zamanda pahalı da olmayan bir hindi yemeği hazırlıyorlar. Ugh, küçük kuzu bifteği de yapsalar keşke.”
Baron gerçekten birinci sınıf bir biftek yemek istediğini söyledi. Çok komik olduğu için onu taklit ettim ve biraz kızdırdım.
"Bir mahkûmun birinci sınıf bir tavırla konuşması çok komik."
Kasten yavaş bir şekilde zarafetle konuştu ve gülümsedi.
Burada servis edilen hindinin harika bir tadı oluyordu ve neden bu hindiyi ucuz bulduklarını bilmiyorum. Bazen burada mahkûmların zihinlerine ayak uydurmak zor oluyor. Belki de bunun nedeni, genlerimde soylu olarak doğmamış olmamdır.
“Bana başka ne anlatacaksın? Bir şeyler anlatabilsen çok iyi olur.”
“Genç bayan için iyi bir hikaye anlatıcısı olmak büyük bir zevk. Seninle konuşmak benim için bir hobi. Kont Andrea'yı duydun mu?”
Baron'un hapishane içinde ve dışında geniş bir bağlantısı vardı. Ağ oluşturmanın aristokratların temel erdemlerinden biri olduğunu söylüyorlar. Ancak Baron'a bakarken herkes dikkatli olmalı çünkü aslında bir dolandırıcıya bakıyorlar. Belki de bu yüzden anlattığı haberlerden ve hikayelerden çok etkileniyordum.
"Histeri yüzünden bayılan lorddan mı bahsediyorsun? Gardiyan söylemişti. Yandaki odada kalıyordu.” ÇN: Histeri, taşkınlık, ani sinirlenme, hareket bozuklukları, geçici kişilik değişimi ve günlük hafıza kaybı gibi çeşitli sistemlere ait psikosomatik şikayetlerle kendini gösteren psikonevrotik bir bozukluktur.
Mahkûmlar arasında bir suç işlediğini kabul edemeyen bazıları vardı ve Kont bunlardan biriydi.
“Birkaç gün önce onun çığlık seslerinden dolayı uyandım.” (İana konuşuyor)
Her gece masum olduğunu söyleyerek çığlık atardı. Birkaç gün önceki sinir krizi ile birlikte attığı yüksek sesli çığlıklar beni de şaşırtmıştı.
"Evet. Histerik olan. O çığlık öyle basit bir şey değildi. Kont Andrea öldü. Daha doğrusu öldürüldü.”
“Hey, sence bir Kont bir gecede kolayca öldürülebilir mi?”
Böyle bir şey mümkün müydü? Kurabiyemi yerken Kontun öyle kolayca öldürülmüş olması düşüncesi gözlerimin genişlemesine neden oldu.
Oh, kurabiye yemek bana unutmam gereken bir şeyi hatırlattı. Bugün kurabiye yememeliydim. Hatta bundan sonra asla kurabiye yememeliydim. Gerçi bundan sonra hiç kurabiye görmesem bile bir çocuğun elimi yaladığını unutmak o kadar kolay olmayacaktı.
"Elbette ki normal şartlarda öyle kolayca öldürülemezdi ama onu Kara Güller öldürdü."
“Domulit mi?”
Nasıl buraya geliyorlardı?
“Yoksa… Sence bunu onlar mı yaptı?”
"Evet. Ailenin bir sonraki Kara Gülü olan Chaser Rube Domulit büyük bir gösteri yaptı.”
Kötü bir aile oldukları için mi böyle bir şey mümkündü?
“Ama esas olay şu ki bunu duyunca şok olacaksın: Kont Andrea, Hel Arşidükü'nün sağ koluydu.”
"Aman Tanrım! Kırmızı Gül mü?”
"Evet. O Hel!”
-------Çevirmen Notu-------
Herhangi bir hatamı söylemek için, öneri ve şikayetlerde bulunmak için discord kanalımıza beklerim. https://discord.gg/9GhxJCn
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.