"Ah! Hadi ama, çok da umurumda. Sen beni kovmuyorsun, ben kendim istifa ediyorum."
"****!"
Kafe sahibi arkamdan küfürler savururken acaba gerçekten haksız mıydım, diye düşünmeden edemedim.
Kovulduğum kafeden uzaklaşırken elimi pantolonumun cebine soktum. İş ilanlarının yazılı olduğu listeyi cebimden çıkararak listeye göz attım. Evet, bu, bu yıl içerisinde kovulduğum on üçüncü işimdi.
Sakalımı sıvayarak otobüs durağına kadar yürüyüp banka oturdum. Mürekkebi neredeyse bitmek üzere olan kalemimle "Kafede garsonluk işi" yazılı kısma kırmızı bir çizgi çektim.
Biraz sonra otobüs geldi. Tabi ki binmedim. Hadi ama son paramı da her geçen gün zamlanan otobüs biletine veremezdim. Ne kadar bir buçuk saatlik bir yürüyüş mesafesini kat etmek zorunda kalsam bile.
Yürüdüm, elimde hâlâ iş ilanını tutuyordum. Biraz sonra gök gürledi. Yağmur ise bu gürültünün ardından kendini fazlasıyla belli etti.
Bardaktan boşanırcasına yağmaya başlayan yağmura sert rüzgarlar eşlik etmeye başladı. Elimde gevşek tuttuğum iş ilanı listemi rüzgar uçurunca olabildiğimce hızlı koştum.
Fıyuuuufhh!
Hayatım berbattı, kabul ediyorum.
Şapırt, şapırt!
Ayakkabılarımın içine su sızmaya başladı. Ben uçmakta olan kağıdın peşinden giderken su birikintileri berbat ve kirli olan kıyafetlerimi daha da berbat ve kirli hâle getirdi.
"Sonunda!"
Sonunda durmuştu. Bir su birikintisinin üzerinde durmuştu.
"Hay, ****!"
Neden...
Elime ıslanmış ve mürekkebi her tarafa dağılmış listeyi aldım.
"Bu listeyi kendi ellerimle, iki hafta boyunca sokaklarda gazete toplayıp derlemiştim."
Islanmış listeyi gerisingeri elimden bıraktım.
"Uff, yazdığım kalemin mürekkebi de bitmek üzereydi. Yeni bir liste hazırlamalı mıyım?"
Üstüm başım yağmur ve onun oluşturduğu su birikintileri yüzünden acınası haldeydi. Daha gitmem gereken bir buçuk saatlik yolum vardı.
"Off ya! ****!"
Ayağımla havaya tekme atarak küfretmek işe yaramazdı. Ben de işe yaramazdım.
Yağmurdan korunmak için bir yer bulmaya çalışırken banyo yapmış bir şekilde bir banka ulaştım. En az bir yarım saat sonra yağmur yavaşça yağmayı bıraktı.
Yürümeye devam edip bir buçuk saatlik yolumun yarısına ulaşmıştım. Ama çok yorulmuştum. Bununla beraber karnım gurulduyordu.
Otobüs biletine vermediğim parayı güya yemeğe harcayacaktım. Ama yemek de alamazdım. Yolu yarıladığımda aklıma gelen bir şeydi. Evde dünden kalma yemek dururken paramı israf edemezdim. Keşke otobüse binseydim.
Her zaman pişman olurdum.
Unutkanlığım yüzünden...
Zaman çok çabuk geçmişti. Evime yaklaşmıştım.
Çeşitli eski binaların içinde benim evim bir antikaydı.
Ve bu antika evim benim sahip olduğum tek pahalı şeydi. İçindekilerle beraber. Gerçi içindeki çoğu antika eşyayı satmak zorunda kaldım. Aman neyse ne...
Kendimi evime zar zor attığımda "Oh be!" dedim. Duş aldım ve dünden kalma yemeğimi hemen önüme aldım. Bununla birlikte elime telefonumu alarak güncel haberleri okumaya başladım.
{Dünya'nın çeşitli bölgelerinde yaşayan insanlar birkaç saniyeliğine kendini gösterip ardına kaybolan devasa büyüklüklerde karadelikler gördüklerini iddia ettiler.}
"Ne kadar da anlamsız bir haber. Sıradaki belki ilgi çekici olabilir."
Sıradakini okumaya başlarken ağzıma dünden kalma erişte yemeğini attım.
"Uf, sıcak."
Galiba biraz fazla ısıtmışım.
{Türkiye de yaşayan bir muhabir anlatılan karadeliklere benzer bir karadeliği gördüğünü söyledi. Anlattığına göre bu karadelik hareket edip duruyormuş ve en son .... Semtinde görülmüş.}
Yediğim yemeği fışkırtmamak için kendimi zor tutmuştum. Çünkü söylediği semt benim bulunduğum semtin ismiydi.
"Bu ne saçmalık! Başka haber yok mu?"
Telefonumun ekranını kaydırdıkça kaydırdım. Bütün medya sadece bu tür haberlerle çalkalanıyordu.
Ama umurumda mı? Değil. Zaten çok yorulmuştum. Kendimi yatağımın üzerine attım. Artık uyuma vaktiydi.
Yarın, evet yarın kendime yeni bir liste hazırlayacaktım. Bir de tükenmez kalemden almalıyım.
-Ne mi oluyordu, seni aptal deprem oluyordu. Hemen topukla!-
Ama nereye? Buldum yatağın altına...
-Yine aptallık ediyorsun. Sen yer yatağı kullanıyorsun.-
Kendimle olan bu çatışmayı bitirirken depremin aslında bir deprem olmadığı kanısına vardım. Tabi bu kanıya varmam çok uzun sürmedi. İnsan önünde her zaman bir karadelik görmüyordu nihayetinde.
Şaşkınlık içerisinde evimin içindeki karadeliği izledim. Kıpırdayamıyordum. Korkudan altıma kaçırmadığıma şükretmeliydim.
Hafif bir rüzgâr çıktı.
Fiyuuf!
Bu rüzgar uzun ve önüme doğru düşen saçımı dalgalandırdı. Sakalımda bundan payını aldı.
Önümdeki karanlık kocaman karadeliğin içi birden alabildiğince aydınlandı.
Öyle ki içinden bana doğru gelen kişinin yüzünü ışıktan göremedim. Gözlerimi kısıp bayılmamak için akıl sağlığımı zorladım.
Yok, yok fazla zorladım. Çünkü o kocaman karadelikten çıkan minik bir beden ve bununla beraber çocuksu bir ses çıkmıştı. O çocuksu ses bana seslendiğinde görüntü netleşti.
"Hadi babacık, evcilik oynayalım."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.