Arada sırada uyandığım kiraz ağacının oraya gidiyordum. Bir keresinde bunu Villy 'nin yanında dile getirdiğimde bana tuhaf bir cevap vermişti.
"Rin...Şimdi sen söyleyince hatırladım da... Biliyor musun, burada hiç kiraz ağacı yoktu. Aslında vardı. Bilemiyorum. Bu konuyla ilgili içimde tuhaf bir his var."
"Ne demek istiyorsun Villy."
"Şey.. Sanki biz yıllardır onun varlığını bilip aslında onu göremiyorduk ya da birden ortaya çıktı ve sanki hep oradaymış gibi varlığını benimseyip, kabul ettik. Ahh. Cidden neler söylüyorum? Rin senin yanında durdukça tuhaflaşmaktan korkuyordum. Ve sanırım buna doğru gidiyorum."
O zamandan beri söyledikleri hep kafamın bir köşesindeydi. Düşündükçe ve bunu ciddiye aldıkça kendi kendime teoriler yürütüp duruyorum. Acaba ben buradan gittiğimde sanki burada hiç yaşamamışım gibi benimle buraya gelen her şey yok olacak mı? Anılar, eşyalar, varlıklar, izler.. Yaktığım merdiven korkuluğu, korkunç bir depodan minik bir yatak odasına dönüştürdüğüm sevimli odam, kılıcım, kırdığım küçük avize, Villy 'le kek yaparken aynı anda yakmayı becerdiğimiz ellerimizdeki izler, Hima 'ya doğum gününde verdiğim şapka, Glazz 'ın benim için aldığı gaz lambaları...
Bütün bu mutlu anıların içindeyken gitmek istemediğimi sanmıştım. Ama o melodi aklıma geldikçe, beni öteki dünyaya bağlayan anılarım tekrar tekrar ait olduğum yeri hatırlatıyordu bana. Evet. Hayatımda çok şey yaşamıştım. Üzüldüm, ağladım, sevindim, kızdım. Herkes gibi. Pişman oldum. Ders aldım.. Sonra bir şey fark ettim. Bu üzüntüler mutluluğumun kıymetini bilmem için gereken duygulardı. Bu acılar hayatımı güzelleştiren değerli duygulardı. Acı olmadan bir robot gibi olurdum. Duygular azaldıkça insan olmaktan uzaklaşırdım. O yüzden... Bazen herkes üzerime gelse de sarsılmaz kalbimin dimdik duracağını haykırırdım. Ve bazen de birine sarılırken o sıcaklığın hiç bitmemesini, birinin sevgisine ihtiyaç duyduğumu haykırırdım.
Var olmamın nedeni; yaşamak... Duyguları tanımak. Sevgi... Sevgiyi o duyguların hepsiyle tecrübe etmekti. Mutlulukla beraber sevgi. Hüzünle beraber sevgi. Kızgınlıkla. Kıskançlıkla. Özlemle. Ama orada hep bir sevgi vardı. Onu kaybedersem bir çok şeyi kaybederim. Herkes gibi...
Kraliçe Einfy o sevgiyi burada buldu. Ama ben aklıma ne kadar kötü anılarım gelse de ailemle olan değerli anıların kıymetini bilmeyi görmezden gelemedim. Anılar bir bir rüyalarıma aktı. Ben buraya ait değilim. Burada mutluydum ama ailem, arkadaşlarım, 22 yıl boyunca ben olduğum Rin orada kalmıştı. Büyük bir parçam eksikti. Kararımı verdim. Eve gitmenin bir yolunu bulmak zorundaydım.
Haftada bir kez o kiraz ağacının yanına gidip, dakikalarca tüm bu olanları düşündüm. Bir çıkış yolu aradım. En çok aklıma yatan fikir ise; benim gibi birilerini aramaktı. Bilgi toplayıp öyle çözüm düşünmek.
Bugün de kiraz ağacına gitmeyi düşünmüştüm. Her zamanki gibi gün doğarken kalkıp idman yaptım, hızlı bir duş alıp günlük görevlerimi yerine getirdim; odamı topladım, bulaşıkları yıkadım, otel odalarından çıkan kişilerin yataklarını çamaşır odasına taşıdım, her katın perdesini açıp avizelerdeki mumları söndürdüm, merdivenleri süpürdüm, bahçeyi suladım ve hazırlandım. Çıkmak üzereyken Villy kolumu çekiştirdi.
"Rin nereye gidiyorsun?"
Harika. Villy bir iş verdiğinde kollarım ağrıdan sızlayarak eve dönmüş oluyordum. Bu yüzden hemen kaçmak istedim.
"Biraz yürüyüş yapacaktım."
Ben hızla merdivenlerden inerken peşimden geldi.
"Öyle mi? Ne güzel. Öyleyse eksik birkaç şeyi de alabilir misin?"
"Birkaç? Villy-"
Yine o masum surat ifadesini yapıyordu. İstemeyerek cevap verdim.
"Tamam."
"Kabul edeceğini biliyordum. Al bu liste. Eksiksiz aldığına emin ol."
Listeyi kontrol etmek istedim. Elimden aşağıya doğru katları tek tek açıldı. Neyseki bir öncekinden kısaydı.
"Bana eziyet ediyorsun."
Gözlüğünü düzeltti ve elimi düz çevirip parayı bıraktı.
"Dönerken dikkatli ol. Çok geçe kalma."
Homurdanarak parayı bel cüzdanıma koydum. Ormana doğru yürüdüm. Birkaç kişi oklarını hedef tahtalarından çıkarmaya çalışıyordu. Beni gördüklerinde yanıma koştular. Başımla selam verdim.
"Bu sensin. Şövalye Ribella!"
"O gün oraya gelemedim ama sizinle ilgili abimden çok şey duydum."
Bu gibi sözleri her duyduğumda surat ifademi kontrol edemiyor, aptalca sırıtıyordum. Bu sözler her gün çalışmalarımı yaparken büyük bir moral oluyordu. Kendimi geliştirmemi ve daha da güçlenme isteğimi arttırıyordu.
Ağaca vardığımda çömeldim. Sırtımı gövdesine yaslayıp dinlendim. Gökyüzünü izledim. Listeyi kontrol edip ayağa kalktım. Geldiğim yolun tersine doğru yürüdüm. Plomeria meydanının arkasından dolaştım. Her zaman gittiğim nalbur dükkanına uğradım. Orada birkaç malzeme olmayınca adam bana yeni açılan bir dükkânın yolunu tarif etti. Pek gitmek istemedim. Oldukça yürümem gerekiyordu. Alışık olmadığım yollarda.. Sonradan Villy 'i hatırladım. Tarif ettiği yöne doğru gitmeye başladım. Her yerde aynı tür evler vardı. Yaşadığım yerden tek farkı han ve dükkân sayısındaki artıştı.
Bir ara sokaktan geçmek zorundaydım. Evlerin arasındaki yola güneş ışığı ulaşmadığı için epey karanlıktı. Daha ilk adımımı atmıştım ki istemsizce gözlerimi kapadım.
"İlk dönemeçten sağa. İlk dönemeçten sağa."
Ellerimle duvarları yoklarken bir ses duydum. Bir elim sağ duvarın köşesini tuttuğunda çoktan olduğum yerde donmuştum.
"Agghh. Lütfen. Lütfen bırak beni."
"Üzgünüm, seni öldürmem gerek."
Bu bir kızın sesiydi. Bu sesi duyar duymaz, daha önce bir yerlerde duyduğumu hatırladım. Birkaç bağırma sesiyle dar sokakların arasına sessizlik çöktü. Kızın adamı acımasızca öldürdüğünü anlamıştım. Geri dönmek aklıma geldi. Ama burada sessizce durmamın daha akıllıca bir karar olduğuna karar verdim. Gözlerim hala kapalıydı. Sessizliğin içinden bir metal sesi duydum. Ayak sesleri bana doğru yaklaştı. O yaklaştıkça içgüdüsel olarak geriye doğru gittim. Yaklaştı ve yaklaştı. Sessiz adımlarla geri geri giderken takılmamak için dua ettim. Gözlerimi açamazdım. Açtığımda gelecek tepkiye hazır değildim. Çünkü karanlıktaydım. Adım sesleri önümden geçti. Büyük ihtimal karanlıkta kaldığım için aradan beni görememişti. Eğer dümdüz gitmemiş olsaydı tek çıkış yönü olarak benim olduğum yolu kullanması kaçınılmazdı. Bu sefer hayatımdaki bütün şansı burada kullandığımı düşündüm. Çok şanslı biri olmadığımı herkes biliyordu. Bir daha bu yolu kullanmamak üzere arkamı döndüm ve geldiğim yoldan sessiz ama hızlı adımlarla uzaklaştım. Kavurucu güneş ışığı yüzüme vurduğunda gözlerimi açtım. Karanlık ara sokağın başına geldiğimde evin diğer tarafından dolaşıp adamın yanına gittim.
Adam yerde kanlar içinde yatıyordu. Üstünde eski bir gömlek ve iki kemeri olan bir pantolon vardı. Açık renk gömleği kanıyla renklenirken eğilip nabzına baktım. Ölmüştü. Onu o kadar hızlı öldürmüştü ki müdahale etmeye zamanım yoktu. Düşünmem için gereken zaman, onun adımlarını duyduğum kısa saniyeler içinde dağılıp, karanlıktayken tüm bedenimi saran korkunun beni ele geçirmesine izin vermişti. Kendimden utandım. Bugün bana övgüler yağdıran o iki adamın sarf ettiği sözlerden utandım.
Adamın yanından ayrılmadan önce ceplerini karıştırdım. Bir kağıt buldum. Cebime attım. Doğruca kızın gittiği yolu takip ettim. Koştum. Birinin gölgesini önümde gördüm. Ona doğru koştum. Seslerimi duymuş olmalı ki adımları hızlanmaya başladı.
Önümdeki dönemeci geçtiğimde birkaç saniyede olsa onu gördüm. Siyah takımının içinde, kapüşonundan sarkan uzun, parlak saçları en dikkat çekici şeydi. Kaybolmadan önce yüzünü sadece yandan görebildim. Saniyeler sonra büyük bir ışık patladı. Önümden kayboldu. Ama bir şeyden emindim. O tanıdık ses, açık karamel rengi saçlar... Asla unutmayacağım bir sima.
O kişi kesinlikle "Kayra" ydı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.