##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
“Max yeğenim, daha ne kadar bekleyeceğiz?” Avcılar Kasabası içindeki portaldan geçtiğimizden beri bu soruyu kaçıncı duyuşum bilmiyorum, hepsinde de aynı kişinin imzası var. “Biraz daha bekleyelim abi!” “Bekleyelim bekleyelim de on iki saat oldu buraya geleli!” Benim ekranda sistem saati olduğunu bilmemesi mümkün değil, söylemek istediği başka bir şey. Hemen arkamızdaki binlerce kişinin peşi sıra gelmesi bu kadar uzun süremez diyor, haklı da! “Tamam abi, bir yarım saat daha duralım sonra yola çıkarız!” Daha fazla zapt edemeyeceğim, benim içim de fokurduyor. Geçitten geçtiğimiz gibi Jennifer’ in peşine düşecektim ama koca gündür olduğum yerde bekliyorum. Derken yarım saatte geçti, zaman dediğin ne ki su gibi akıyor. Haritayı açtığımda devasa boşluğun ortasında bir yer göründü, kaçarı yok oraya gideceğiz. Ağır tempo tutturdum, belki geçitten gelen olursa bizi yolda yakalar diye ama nerde? Bir saat oldu, toz dumandan başka bir şey yok. Avcılar Kasabası’nın olduğu yer değişik bitki örtülerine ve hava durumlarına sahipken, burası tamamen çorak topraklarla kaplı. Güneş tepeden öyle bir vuruyor ki ağzı olsa küfür edeceğine adım gibi eminim. Boğazım kurudu, neyse ki ne olur ne olmaz diyerek içecek ve yiyecek tedarikimiz sağlam. “Abi, sana almanı söylediğim içeceklerden verir misin?” Seslendim ama cevap yok, Şükrücük hiç böyle yapmazdı. “Abi?” “Ne abisi yeğenim?” “Hani söylemiştim ya, içecek? Yiyecek?” “He sen onu mu diyorsun, vallahi onu demeden hemen önce cebimizde ne var ne yok aldığın için ben bir şey alamadım. Kusura bakma!” İyilik Puanı kasacağım diye elde avuçta ne varsa harcadım, bir yudum su alacak para bırakmadım iyi mi? Ulan şişko, eğer dediklerin trolse seni kimse elimden alamaz! “Hızlanalım o zaman, haritaya göre bir saat daha yolumuz var!” “Benim için hava hoş. Elenora!” Tankımız ismini söyleyince Elenora; Şükrücük, Toraman, Rimel ve kendisini içinde bırakan alana Çığ yeteneğini kullandı ve birkaç saniye sonra iptal etti. Vay be, demek damağı gırtlağına yapışan bir ben varım. Paraları çarçur ettiğim için arkamdan kutsal ittifak kurulmuş. Birlik içinde birlik, derin Akıncılar bunlar!” İçimden coşsam da ses çıkarmadan devam ettim ama biraz insaf be, yol boyunca tek bir gölge olmaz mı? Koca bir saat boyunca yandım, yandım kavruldum ve en sonunda haritada belirtilen yere ulaştım. “Bu ne yahu!” “Oha, dibi görünmüyor!” “Vay, vay, vay!” “Elenora abla, baksana şuraya!” Haritada kare şekliyle belirtilen yere gelince bir sürpriz bizi bekliyordu. İşareti bina olarak düşündüm ama işin aslı öyle değildi; dibi görünmeyen koca bir çukur çıktı karşımıza. “Aloooooo!” O harfi o kadar fazla yankı yaptı ki gereksiz hareketin sahibi Şükrücük bile utandı. Çok da büyük, kare şeklindeki çukurun bir kenarı en az yüz metre. 4x100 bayrak yarışı yapılacak kadar uzun ve sesin dibine ulaşamadığı kadar derin. “Ben bir şeyler yiyip içeceğim!” Aç, susuz, bir çareyim! Diğerleri çukurla uğraşırken etrafı süzdüm ve tek katlı uzun yapıyı gözüme kestirdim. Dehliz Tavernası! Koşarak içeri girdim, kovboy filmlerindeki kapılar gibi iki kanatlı ahşap parçası gıcırdayarak izin verdi. Ortamdaki tek ses buydu, ne kadar bakarsam bakayım bir kişiyi bile göremedim. “Değerli müşterimiz, hoş geldiniz?” Değerli? Müşteri? Günahkâr denilerek ötekileştirilmeye alışmış kulaklarım iki hitabı arka arkaya duyunca, beynim ne olduğunu çözümleyemedi. “Lütfen, oturun! Sizin için ne hazırlamamı istersiniz?” Bardaki adam uzun boylu, kısa kesilmiş beyaz saçlara sahip. Eli yüzü tertemiz, kıyafetleri de ışıldıyor. Beyaz gömleğinin yakaları ve manşetleri kar gibi, pantolon askısıyla kullandığı pantolonlarıysa jilet gibi ve simsiyah. “Şey, önce mönüye bakabilir miyim? Üzerimde ödeme yapmaya yetecek kadar altın olduğuna emin değilim!” “Çok şakacısınız efendim! Sizin kadar İyilik Puanına sahip birini daha önce hiç görmemiştim. İsterseniz, Dehliz Tavernası’nı komple satın alabilirsiniz!” “Ben yine de isteğinizi yerine getireceğim, işte mönünüz!” İnce uzun adam önüme bir şey koydu ve gitti. Şey diyorum çünkü bunun ne olduğunu çözemedim, sanırım gelmiş geçmiş en geniş mönü olmalı. Heyecanla son sayfayı açtım ve neredeyse dilimi yutacaktım, bin iki yüz otuz dört sayfa var. Her sayfada en az on çeşit olduğunu varsayarsak, şimdi başlasam on senede hepsini yemeyi başaramam! Gözüm fiyat kısmına kayınca bir kez daha şok oldum; 1 porsiyon 1 İyilik Puanı yazıyor. Sayfaları deli gibi çevirdim ve sonuç ne biliyor musunuz, en pahalı yemek 10 İyilik Puanı. Yalnız dikkatinizi çekerim; en pahalı derken ciks yerlerde gelen ve koca tabak içinde bir çatal yemekten bahsetmiyorum. Örnek olarak kuzu çevirmeyi verebilirim, bütün bir kuzu sadece 10 İyilik Puanı. “Max!” “Yeğenim, neredesin?” “Max abi?” Bizimkiler geldi, bakalım bu işe ne diyecekler! “Merhaba, şu an çok değerli bir misafirimiz var. Sizi daha sonra ağırlayabileceğiz. Güle güle!” Garson Şükrücük’ ün sırtına elini koyduğu gibi bir harekette kapı eşiğine kadar sürükledi, resmen kibarca kapı dışarı ediliyorlar!” “Bir dakika! Bekleyin!” Komutumla beraber garson durdu ve sıcacık bir gülümseme eşliğinde bana döndü “Buyurun değerli Misafirimiz!” “Rahatsızlık vermiyorlar. Bir köşede oturabilirler!” Ne olduğunu anlamadım ama yakında çıkar kokusu, bizimkiler tavernanın kuytu bir köşesine oturdular. Ben mi? İşletmenin forsunu arttırmak ya da abazan çekmek için cam kenarına oturtulan paralı müşteriler gibiyim, geometrik olarak tam ortada oturuyorum. “Efendim, arzuladığınız bir şey var mı?” “Evet. Şunu, şunu bir de şunu istiyorum!” Mönüye parmaklarımı sıkıştırdım, her seferinde sayfalarca mesafe kat ederek söylüyorum. “Afiyet olsun! Bu ne be? Siparişlerim ışık hızında geldi, şaka yapmıyorum, ne istediysem masada. Daha ben içecekler önce gelsin demeden, baloncukların asidi burnumu yaktı. Göz ucuyla derin Akıncılara bakıyorum, çıt yok. Sudan çıkmış balık gibiler. Bana hava hoş, saatlerdir yanıp kavrulmanın acısını kafamdan büyük sürahiyle gelen buz gibi limonata eşliğinde çıkarırken, bir yandan da karamelli dondurmayla ağzımı uyuşturuyorum. “Şey, merhaba, girebilir miyim?” Kapının tek kanadı açıldı ve içeri heybetli bir adam girdi ama sanki biri ona dublaj yapıyordu. Kalıbına hiç uymayan bir ses ağzından ısrarla çıkıyordu. “Yemek yiyebilir miyim?” “Çık dışarı hadsiz. Sen kim, değerli misafirimizin olduğu yerde yemek yemek kim. O burada oldukça, nefes almaya bile hakkın yok. Kemiklerini kırmadan defol!” Hayda, garsonun içinden canavar çıktı. Benim için yerlere kadar eğilen adam mı bunların söyleyen. “Rahatsız olmayın efendim. Sizin gibi Değerli bir kişinin rahatsız edilmemesi için her türlü önlemi canım pahasına alacağım!” İşler iyice ilginçleşiyor. Tatsız başlayan gün benim için ballanırken, uçtaki masada yüzler bir hayli asık.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.