Başka biriyle göz göze gelene dek görüş alanımı yükselttim. Koridorun diğer tarafında Hizmetçi Monoayı bana sabırlı gözlerle baktı, elini salladı. Kaçma isteğini daha çok hissettim.
Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Zihnime işkence çektiren o videodan kaçmaya çalışır gibi, hızla koridorun diğer ucundaki geçite fırladım. Adım seslerim karanlık koridor boyunca yankılandı. Yine duvarlar, zemin ve tavanın tamamı betonla kaplıydı.
Beton, beton, beton, beton!
Bu geçit de betonla kaplıydı, birden fazla yetişkinin sığabileceği kadar geniş durmuyordu. Bunaltıcı bir klostrofobi hissi sezdim. Gördüğüm tek ışık ayağımı aydınlatan loş, gizlenmiş ışıktı; alan garip bir atmosfer tarafından ele geçirmişti.
Geçitte koştum ve aniden, neden bir geçitte koştuğum hakkında bir fikrim olmadığını fark ettim, endişe beni ele geçirdi. Bana bir ömür gibi gelen bir süre boyunca bu sonsuz geçitte koşmaya devam ettim. Geçit boyunca koşarken aklımdan tek geçen şey, buradan ne kadar çok çıkmak istediğimdi.
Ayaklarım aniden hareket etmeyi bıraktı.
Önümde, başka bir beton duvar yolumda duruyordu. Görünüşe göre bir çıkmaza ulaşmıştım. Hem solumda hem sağımda çıplak betondan duvarlar vardı. Ama önümdeki beton duvarda, başka bir küçük geçite açılan bir kapı gördüm.
Çıkış bu mu?
Kalbimde bu inancı tutarak elimle kapıya uzandım. Anahtar falan gerektirmedi, kapı kolayca açıldı. Büyük umutlarla kapının arkasından baktım.
Kısa bir deja vu duygusu hissettim.
Daha fazla beton vardı sadece. Duvarları, zemini ve betonu tamamıyla betonla kaplı olan küçük bir odaydı. Ama odanın diğer ucu, acayip bir manzaraydı.
İki tane paralel demir parmaklık.
Bir hapis hücresi mi?
Dikkatlice ilerledim ve ilk önce sağımdaki parmaklığın önünde durdum. Parmaklığın diğer tarafında, koyu siyah bir sis süzülüyordu. Serin, soğuk ve uğursuz bir hava karanlıktan yavaşça çıkıyordu. Çekinerek parmaklığın diğer tarafına bakmaya çalıştım.
"...Kim var orada?" Bir ses karanlığın içinden bağırdı, kalbim şok içinde zıpladı.
"Aay!"
"Kim var… orada?" Yaşlı bir adamın boğuk sesini duydum. Berbat bir şey hakkında fazla temkinli davranıyor gibiydi sesi.
Hücrenin diğer tarafında gölgeli bir silüet belirdi. Uykuya dalmış gibi, aşağı sarkan kafası ile koltukta oturmaya devam etti .
"Ş-Şey… iyi misin?" Yine de bu kişi beni duyduğuna dair hiçbir tepki göstermedi. Başımı yana eğdim.
"... Artık faydası yok."
Ses beklediğimin tersine önümdeki hücreden değil, onun yanındaki hücreden geldi.
"Dünden beri cevap vermiyor… faydasız olduğunu bilmiyor musun?"
Faydasız mı?
Ne faydasız?
Bir kez daha önümdeki hücreye baktım. Gözlerim sonunda karanlığa alıştı; aşağıya bakan, karanlıkla örtülmüş yüz yavaşça daha net hale geldi.
Yüz, canlılığını kaybetmişti. Şaşırtıcı şekilde uzun, koyu kırmızı dil; ağzından dağınık biçimde sarkıyordu. İlk bakışta anlamıştım. O uyumuyordu. Ölmüştü.
"AAAY!!" diye bağırarak geri adım attım ve sonrasında basacağım yeri yanlış ayarlayıp yere düştüm.
Çok gerçekçi görünüyordu, cesedin sahte olma ihtimali aklıma hiç gelmemişti. Bu durum, hafızamda bulunan tüm deneyimlerden daha korkunç hale gelmişti. Tüylerim o kadar ürperdi ki neredeyse acıtmış gibi hissettirdi.
"O… ölü mü?"
O ölü - soğuk hava dudaklarımın arasından geçti ve nefes alamadığımı hissettim. Hızlıca iç çekerek ciğer dolusu havayı gövdeme indirmeye çalıştım.
O anda yaşlı adamın şaşkın sesini duydum.
"Böyle panik olmanın sebebi ne? Sen… o insanların dostusun, değil mi..?"
"T-Tabii ki hayır! Lütfen beni garip maskeler takan o insanlarla aynı kefeye koyma!"
"Yani… Sen maske takmıyor musun?"
Ne tuhaf bir soru.
"Bakarak… anlayamıyor musun?" Yeni doğmuş bir geyik gibi, düzensizce sendeleyerek ayağa kalktım. Beceriksizce yürüyerek adamın sesini duyduğum bitişikteki hücrenin önüne geldim. Sandalyeye çömelmiş bir adam figürünü görebiliyordum.
"Ben göremiyorum."
"…Eh?"
Yaşlı adam başını kaldırdı. Kırışık yüzünde, normalde gözlerinin bulunması gereken bölgede, iki karanlık çukur gördüm. Gölgelerle kaplanmış değildi. İyi yapılmış siyah dikişler vardı, bir dikiş makinesi tarafından dikilmiş gibiydi; dikişlerden kan sızmış ve ipin içinde kurumuştu. Hepsi birleşerek adamın göz kapaklarını açmasına engel olan simsiyah bir yığın haline gelmişti.
"...Öğk!" Midem içindekileri boşaltma işareti verdiğinde şiddetli bir bulantı hissettim, hemen ellerimle ağzımı kapattım.
"Bunu gördüğüne şaşırmış gibisin… sen gerçekten onlarla birlikte değilsin..." Yaşlı adamın sesi birden yalvaran bir tona geçti. "...L-Lütfen, bana yardım edemez misin? Bu yerden kaçmama yardım et! Yardım ettiğinde, ne kadar teşekkür etsem az kalırdı. B-Bu yüzden… sana yalvarıyorum!"
Çaresizce yalvaran adamın gözlerinin etrafındaki deri yüzünden, yüz ifadesini anlamak neredeyse imkansızdı.
"N-Ne… oldu?" Hüzünle basit bir soru sordum.
"O-Onlar… bizi ayrı hücrelere kapattı… Çenesini kırdıkları bir kişiyi öldürmezlerdi… böyle söylediler…."
"Çenesini kırdıkları bir kişiyi… öldürmezler mi..?"
"İ-İlk başta birbirimizi yüreklendirdik… ama bu bize fazlaydı… k-korkuyorduk… keşke öncesinde onlara ihanet etmeyi akıl etseydik… seçenek yoktu… b-böylece… böylece..." Yaşlı adamın sesi nedense daha fazla kısıldı. "Böylece… çenemi kırdılar." Diğer demir parmaklığa doğru yüzünü çevirdi.
Diğer hücredeki ceset, zihnimin bir köşesinde gezindi. Bunu neden hala unutmadığımı kısa süreliğine merak ettim.
"Hey, bir anlaşma yapalım mı..?"
"Eh?"
Yaşlı adamın sesi yine yalvarır gibi çıktı, hemen tekrar konuşmaya başladı.
"Eğer olay benim bildiklerimse o zaman konuşmalıyız… zaten bunu duymaya geldin, değil mi? Karşılığında benim buradan kaçmama yardım edebilirsin… kulağa nasıl geliyor?"
"...T-Tamam." Biraz istemsizce cevapladım ve anında bunu yaptığıma pişman oldum.
Gerçekten durumla ilişkili olmayan kişi olmak daha iyi.
Onun kaçmasına yardım edeceğimi söyledikten sonra bile, nasıl yardım edebilirim emin değildim. Gitgide daha fazla pişmanlık birikmeye başladı ama yine de -
Gözleri mahvolmuş adamın hikayesi uzun zaman önce başlamıştı çoktan.
"Hazırlık okulundan insanlar benden öğrenmeye çalıştılar… bir kişinin yerini. O kişiye… Kamukura İzuru derlerdi."
Şimdilik yaşlı adamın hikayesini dinlemek en iyisi olur diye düşündüm. Zaten düzgün bir seçeneğim yok gibiydi, hikayeden sonra bunu düşünmeye zamanım olurdu.
"Nereden öğrendiler bilmiyorum ancak Kamukura'yı sakladığımızı kesinlikle biliyorlardı. Onun yerini bulsalardı… gerçek güce ulaşmaları an meselesi olurdu."
Gerçek güç - böyle acımasız bir ses karşısında çenemin sıkıca kapandığını hissettim.
"Onların amacı… bu okulu ezmek. Kamukura İzuru'nun varlığını kullanarak… Umudun Zirvesi Akademisi'ni, en temelinden alaşağı edecekler."
"E-Ezmek mi dedin?!" Aniden bağırdım. "B-Bu… çok fazla..."
Umudun Zirvesi Akademisi ezilirse Matsuda-kun'u bir daha göremem.
"Bu yüzden… bir şey yapmalı ve hazırlık okulunu durdurmanın bir yolunu bulmalısın..."
"A-Ama ne yapabilirim..?"
"Bu devam ederse Kamukura'yı, hazırlık okuluna altın tepside sunuyor olacağız… ve şüphe yok ki bu, Umudun Zirvesi Akademisi'nin sonu olacak."
"B-Böyle söylesen bile..."
"Eski okul binası… Kamukura İzuru orada."
"L-Lütfen bekleyin..." Araya girerek konuşmayı erkenden bitirdim. Hızlıca "Ryouko Otonashi'nin Anı Defteri"ne yazdım.
Eski Okul Binası.
Ama sonra...
Ha?
Aniden bir sersemlik atağı hissettim, dik durmakta zorlandım.
bu bölümün devamı yakında...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.