Zaman aktı ve bir ay hızlıca geçti. Oldukça sıradan bir vadinin dışında ürkünç bir kükreme duyulurken büyük, ağır bir askeri kamyon kara bulut dumanları kusarak ilerliyordu. Vadinin dışındaki yollar asfaltsızdı ve her yönde, uçsuz bucaksız tarlalarda doğal çukurlar uzanıyordu. Ama kamyonun devasa, insan boyutundaki lastikleri için ufak engeller bile değillerdi. Kamyon vadinin girişine doğru ilerleyip aniden frene bastı. Kocaman, yaratıkvari vücudu şiddetle titreyip yana saparken yavaşladı ve durana kadar bir hilal şekli çizdi. Aracın motor bölümünde gümbürtüler duyuluyordu, büyük egzoz borulardan çıkan kara dumanlar azalırken, kapakçıklar büyük buhar bulutları püskürtüyordu. Sürücü tarafındaki kapı açılınca otuzlu yaşlarda bir adam dışarı baktı ve tek hareketle iki metrelik sürücü koltuğundan sıçrayıp, kolları arasındaki çocuğu yere indirdi. Küçük çocuğun berrak ve güzel gözleri vardı, yumuşak, siyah saçları teriyle alnına yapışmıştı ve yüzü solgundu, midesi bulanıyormuş gibi bir ifadesi vardı, belli ki bu çılgın sürüş onu hırpalamıştı. Titredi, kendine sarılıp etrafındaki siyah, buz gibi soğuk rüzgârları engelleyen örtüyü daha da sıkı sardı. Vadinin girişinde tek gözlü bir adam duruyordu. Bu delici, soğuk rüzgârda göğsü çırılçıplaktı ve ellerini düzgünce arkasına almış, ayakları omuz hizasında duruyordu. Bu ordunun ilk öğrettiği şeylerdendi ve adamın bir hayli etkileyici görünmesini sağlamıştı. Tek başına tüm vadinin giriş yolunu engelliyordu. Orta yaşlı asker Qianye'yi taşıyarak tek gözlü adamın birkaç metre ötesine kadar ilerledi. Durduktan sonra konuştu, "Long Hai, değişmemişsin." Long Hai sırıttı, altın ve gümüş dişlerle dolu bir ağzı vardı. "Shi Yan, üç dakika geciktin." "Yolda karanlık ırklardan bir grupla karşılaştık, onları yok etmek için biraz geciktik," Shi Yan cevap verdi. Long Hai gururla güldü, "Tek bir karanlık grup sizi geciktirebiliyor mu? Anlaşılan yıllardır gücünüz artmamış! Lin Evi'nin köpekliğine kendini kaptırdın da yeteneklerini bile kayıp mı ettin?" Bu sözler Shi Yan'ı biraz bile sinirlendirmedi, adam mülayim bir tavırla konuştu, "Mareşal Lin İmparatorluğumuzun önemli insanlarından biri. Onun kişisel yardımcısı olmak bile beni bol bol tatmin ediyor. Böyle şeyleri anlamanın imkânı yok." Long Hai homurdanarak Shi Yan'la daha fazla tartışmadı. Gözlerini Qianye'ye çevirdi, "Şu üstlerin konuşup durduğu velet bu mu? Neden küçük bir kız gibi görünüyor peki? İşe yarayacak mı ki?" Shi Yan güldü, "Senin vesayetinde olacak, ondan hoşlanmayıp icabına bakmak istersen seni kim durdurabilir?" Long Hai bir kere daha homurdandı. "Biliyorum, burada arka plan ya da kimlikleri önemli değildir, hepsine eşit davranılır." "Onu pek iyi biliyorum." "O zaman zaman harcamayı bırak da yolla onu!" Shi Yan Qianye'nin önünde eğildi, duygusuz yüzünde Qianye'nin başını okşarken küçük bir gülümseme vardı. "Hadi bakalım, Eğitmen Long'u takip et. Unutmaman gereken ilk şey, senden istedikleri her şeyi derhal yapmandır! Umarım senin birkaç yıl sonra oradan canlı çıktını görebilirim." Qianye küçük ve pek fazla şeye kafası basmayan biri olsa da, adamın sözlerindeki ağırlığı fark etti ve ciddiyetle başını yukarı aşağı salladı. Shi Yan gülümsedi. Yolculukta bu küçük elemana epey ısınmıştı. Qianye çoğunlukla sessiz bir çocuktu, ama inat konusunda gerçekten inanılmaz bir çocuktu; bir şeyi kafasına koyduğunda ondan vazgeçmiyordu. Bunu gören Long Hai'nin yüzünde bir şaşkınlık belirdi. "Seni yirmi yıldır tanıyorum, ama hiç bu kadar fazla gülümsediğini görmemiştim!" Shi Yan doğrulduğunda duygusuz, sert bakışına döndü, "Sana bakarken nasıl gülümseyebilirim ki?" Bu sözlerin hemen ardından Long Hai'nin şakaklarındaki damarlar anlık olarak şişti. Kısa bir üre sonra ağır nakliye kamyonu kükredi ve Qianye Long Hai'yi vadinin girişine doğru takip etti. Dağ yolları epey kayalıktı, rüzgâr her yerden esiyordu ve iki saat kadar sonra bile bir son görmemişlerdi. Qianye iki tarafına bakıp aniden kocaman, kanlı birkaç harf görmüştü. CEHENNEME HOŞGELDİNİZ! Qianye tüm kelimeleri okuyamadı, ama gözleri ona çekilmiş gibi görünüyordu, gözlerini oradan alamamıştı. Yürümeye devam ederken, artık o kelimeleri göremeyecek kadar uzaklaştıkları yere kadar ona bakmaya da devam etti. Sonrasında onu daha fazla göremese de, üstlerinden kan damlayan tüm o harfler küçük kalbine derinden kazınmıştı! Zaman geçerken gökyüzü gitgide karardı. Koca bir yaratığın ağzı gibi olan vadi Qianye'yi bekliyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Qianye cehennemden de beter bir yerde olduğunu fark etti, Sarı Pınarlar Eğitim Kampı'ndaydı. Saatin akrebi gece yarısına doğru ilerledi. Normalde bu saatlerde birçok kişi rüyalar dünyasına dalardı, ama Sarı Pınarlar Eğitim Kampı'ndaki çocuklar için bu, cehennemdeki ilk günlerinden farksızdı. Soğuk, büyük bir salonda Qianye ve onun yaş gruplarındaki, sayıları yüz civarında olan çocuklar bir araya getirilmiş, Long Hai'nin dersini dikkatle dinliyorlardı. Long Hai bu çocukların bir önünde, bir arkasında yürüyor, nadiren duruyor ve korkunç bakışları çocukların arasında geziyordu. "Burada sadece üç şeyi hatırlamanız gerek. Birincisi mutlak itaat. İkincisi mutlak itaat, üçüncüsü ise mutlak itaat! Burada emirler bir kere verilir ve itaat edeceksiniz! Şimdi, herkes sırtlarını duvara verip tek sıra olsun, yeni emirler verilmeden konuşmayacak, hareket etmeyeceksiniz!" Çocuk kalabalığı karmaşık bir şekilde birbirlerini itip kakarak geçti ve hepsi duvarın önünde sıra olarak sonraki emri beklemeye başladı. Long Hai ellerini arkasında bağladı, büyük salondan dışarı yöneldi ama on dakika kadar sonra, bazı yerinde duramayan çocuklar böyle beklemeye devam edemedi. Qianye'nin yanındaki minik bir çocuk ona bakıp fısıldadı, "Ben Liu Kai, ailem Jianzhang Bölgesi'nde bir işletmeye sahip. Buranın epey korkunç olduğunu duydum, o yüzden arkadaş olsak iyi olur! Babam hep birlikte olmanın tek başına hayatta kalmaktan kolay olduğunu söyler." Ama o anda Qianye'nin tek düşündüğü Shi Yan'ın ayrılırken söyledikleriydi: Long Hai'ye itaat etmesi lazımdı. Ve Long Hai, konuşmayacaklarını ve hareket etmeyeceklerini söylemişti. Qianye'nin cevap vermediğini gören Liu Kai pes etmeyi reddetti, "Hey! Kimse bize bakmıyor! En azından adını söyleyebilirsin, değil mi?" Qianye'nin cansız bir heykel gibi dikilmeye devam ettiğini, parmaklarının bile seğirmediğini gören Liu Kai bir şeyler mırıldandı ve çaresizce bir nefes verdi. Yarım saat geçti ve birkaç çocuk fısıldaşmaya başladı, ötekiler ise ağrıyan ve kaşınan bacaklarını geriyor ve sağa, sola kayıyordu. Büyük salonun bir köşesi aniden sesli bir hale geldi. Bazı çocuklar kısa bir süre içinde kavgaya dönüşen sebepsiz tartışmalara girişmiş, hararetli hararetli tartışıp duruyordu. Kargaşa çoktan bir hayli büyümüş olsa da hiçbir eğitmen çıkıp onları durdurmamıştı. Bu da çocukların daha da rahatlamasına sebep oldu. Bir tur dövüşen birkaç çocuk ayrılıp orijinal konumlarına dönüyordu, artık çocuklar konuşup oturmaya, kalkmaya başlamış ve koca salon yavaş yavaş sesli bir hal almıştı. Saat bire geldiğinde çelik kapı bir anda açıldı ve Long Hai içeri geldi. Arkasında vahşi ve öfkeli görünen bir grup adam vardı, her birinde bir kırbaç bulunuyordu. Salondaki ısı hızla düştü ve biraz önce eğlenip neşeyle konuşan çocukların yüzleri soldu, titremeye başladılar. Long Hai'nin gözü çocukların arasında gelip giderken adam başını yukarı aşağı salladı. "Güzel! Çok güzel! Bazılarınız dövüştü, bazılarınız konuştu. Hepinize yeterince derin bir izlenim bırakmadığımdan endişe etmiştim, ama şimdi görüyorum ki endişelerim yersizmiş!" Long Hai'nin yüzü karardı, kavga eden çocukları işaret etti. "Onları yakalayıp, emirlere itaatsizlik edince ne oluyormuş herkese gösterin!" Bu biraz garip duyulmuştu, çocukların çoğu durumu anlamamıştı ama bazı zeki olanlar çoktan olanları anlayıp, içlerinde büyümeye başlayan bir dehşetle birlikte neredeyse felç olmuştu. Kavga eden altı çocuk küçük tavuklar gibi salonun merkezine atıldı ve tek sıra haline geldiler. Lang Hai'nin yüzünde vahşi bir gülümseme belirdi. "Burada, emirlere itaatsizlik etmenin tek bir sonucu vardır... Ölüm!" Arkasındaki adamlardan biri garip bir tüfek gibi görünen bir nesneyle çocuklardan birine nişan aldı. Silahın namlusu o kadar büyüktü ki bir çocuk yumruğu içine rahatça sığardı! Silah büyük, kırmızı bir ışıkla aniden ateşlendi ve tüm salonda yankılanarak neredeyse herkesi sağır etti! Kırmızı bir ışık parıldarken o çocuğun vücudunun üst kısmı ortadan kayboldu ve geriye sadece bacakları kaldı! On metre çevresine taze kan fışkırırken, karşı taraftaki duvara bile sıçramıştı. Adamın yüzüne kana susamış ve zalim bir gülümseme belirdi, diğer çocuğa nişan aldı. Biraz önce kurallara pek uymayan o çocuk sonuna kadar panikleyerek bağırmaya başladı, "Hayır! Ölmek istemiyorum, amcam İmparatorluğun generallerinden biri! O..." Silah bir kere daha ateşlendi ve çocuğun cümlesini, geri kalanından kimsenin bir daha emin olamayacağı şekilde yok etti. "İmparatorluk generali mi? Hehe, bir İmparatorluk Mareşali'nin oğlu olsa bile buraya geldiği anda emre itaatsizlik etmenin sonucu aynı olacaktır!" Adam sesini yükseltti. Ateşler devam etti ve altı silah sesi duyuldu, büyük salonun merkezi kırmızıya boyanmış, her yere bağırsaklar saçılmıştı. O anda Long Hai konuştu, "Şimdi, ağzını açmış olanlarınız, öne çıkın, giysilerini çıkarın ve yüzüstü yatın! Bugün şanslısınız, tüm cezanız sadece üç kırbaç olacak. Ancak, eğer ki bana yalan söylemeyi tercih ederseniz, sonunuz o altı küçük piçle aynı olacak!" Çocuklar birbirine baktı, birçoğu titreye titreye de olsa dürüstçe salonun merkezine doğru yürürken giysilerini çıkardı, yattı. Kalanların sayısı yirmiden fazla değildi. "Gerçekten başka kimse yok mu?" Long Hai tekrar sordu. Duvarda duran iki çocuk daha titreye titreye öne çıktı. Long Hai başıyla onayladı. "İkinize kişi başı beş kırbaç!" Çocukların yüzü anında soldu, ama pişman olmak için çok geçti. Long Hai ellerini gerdi ve duvarda duran dört çocuğu işaret etti, sesi buz kesiyordu, "Siz dördünüz gerçekten bana yalan söylemeye cüret ettiniz, öyleyse cehenneme gidin." Ağlayan dört çocuk büyük salonun ortasına atıldı, dört yüksek silah sesi daha duyuldu. Bu şekilde, Sarı Pınarlar Eğitim Kampı'ndaki ilk gece geçmiş ve Qianye, emirlere uymamanın ne tür sonuçları olacağını net bir şekilde anlamıştı. Aynı gece, yeni gelmiş bu öğrencilerin arasından on kişi eksilmişti. Gece saat üç olduğunda Qianye ve diğer çocuklar bir aradaydı ve büyük bir odaya götürüldüler. İçeride ranza yataklar vardı ve her çocuk sessizce bir yatak seçti, derhal uyudular. Hiçbiri tek kelime etmemiş, hiç kimse ağlamamıştı. Qianye alışkanlıkla her zaman yaptığı gibi yere yattı, ama sırtından gelen keskin bir acıyla bir anda ayağa kalktı. Karanlıkta çocukların acı acı ağlayışları kesilmek bilmiyordu, ama belliydi, herkes olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordu. Qianye hemen yatağın üstüne çıktı, yatağın sırtındaki yaraya dokunmasını engellemeye çalıştı. Qianye de bir kez kırbaçlanmıştı. Ve tıpkı onun gibi, emirlere oldukça sıkı uymuş on beş kişiye özel bir muamele yapılmıştı; hepsi sadece bir kez kırbaçlanmıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.