Lin Xitang'ın Gökyüzünün Gizemi'ndeki fevkalade yetenekleri akılalmazdı. Kişinin gelişim potansiyelini uyandırabilmek etkilerinden sadece biriydi. Gerçekten sıra dışı doğal bir yetenek, bu etkiler altında sık sık olağandışı olaylar üretiyordu. Bu olağandışı olaylar beş sınıfa ayrılıyordu. Örneğin hurdalıktaki ufak parıltılar en düşük sınıftı ve sadece o kişilerin köken gücü gelişimi potansiyeli olduğunu gösteriyordu. Bir diğer taraftan birinci sınıf yeteneklerin çeşitli renklere sahip ışık çizgileri olurdu. Üstüne üstlük garip tayflar bu ışık sütunlarının evresinde güneşin çevresindeki gezegenler gibi dönmeye başlar, o kişinin herkes tarafından saygı görecek biri olacağının ipuçlarını verirdi. Bu nedenle ortaya çıkan tayflar kişinin doğal yetenek yolunu temsil ederdi. İkinci sınıf bir yeteneğin sadece ışık çizgisi olurdu ve çevresinde hiç tayf bulunmazdı, üçüncü sınıfta ise kükreyen alevlere benzeyen göze çarpan bir ateş, dördüncüde ise herhangi bir olay olmaksızın sadece parlak bir ışık olurdu. Söylentilere göre ilk sınıfın üstünde süper bir yetenek sınıfı vardı. Ona sahip olanlar gerçekten de yetenekle dolup taşan dahiler olurdu ve ortaya çıkan olaylar yuvarlanan tepeler, kükreyen nehirler gibi canlı temsilciler ve hatta efsanevi yaratıkların, kuşların canlı görüntüleri bile olabilirdi. Karanlığın perdesi altında o kırmızı ışık sütunu en düşük dereceye sahip birinci yetenek sınıfı demekti. Buna rağmen İmparatorluğun sayısız gelişimcisinin arasında birinci sınıf bir yetenek, yüz binde bir bulunurdu. Birinci sınıf bir yeteneğin ortaya çıkışı İmparatorluğun dikkatle ayırdığı kaynaklara değerdi, böylece bu kişi gelecekte ordunun bir dayanağı haline gelebilirdi. O kırmızı ışık Gu Tuohai'nin yüzünün sızlamasına neden olan bir tokat gibiydi. "Gidip bir bakalım!" Geminin harekete geçmesini bile beklemeden Lin Xitang kamaradan dışarı çıkıp gemiden zıplayarak birkaç yüz metre yükseklikten düşmeye başladı. On adet tam zırhlı koruması da uyum içinde onu takip ettiler, Lin Xitang'ın peşinden gemiden sıçradılar. Bu sırada Gu Tuoahi öfkeyle pencereye vurmuş, ama sonunda onları takip etmeye karar vermişti. Küçük çocuktaki ani değişimi gören büyük çocuklar bir anda şaşırdı, ama tam anlamıyla şaşkına dönen kişi küçük kızdı. Gücünün çarpıcı bir şekilde yükseldiğini keşfettikten sonra daha da büyük bir taşı kaldırdı ve onu bu tarafa sürükledi. Çocuk afallamıştı. İnleyerek arkasını döndü. Bir anda başının yanında süet deriden yapılma kalın, bir çift askeri bot belirdi. Botlar yere değmiyordu, birkaç santim yukarıda süzülüyordu. Görünmez bir güç alanı sessizce çevreye yayılıp tüm tozu, kir ve çöpü uzaklaştırdı. Şaşkın kız yaptıklarını bırakıp bir anda belirmiş gümüş saçlı adama bakmaya başladı. Koca, masum gözlerini açarak aynı derecede zararsız, çocuksu ifadesini yüzüne yerleştirdi ve hemen elindeki büyük taşı bir kenara fırlattı. O fark etmemiş olsa da vücudunda parıldayan, giysilerini aşan bir ışık vardı. Avuçlarını tamamıyla kaplamış ter tamamıyla buharlaşmıştı. Ama o gümüş saçlı adam gözünün köşesiyle bile ona bakmıyordu. Lin Xitang kaşlarını çatarken biraz ilerideki çocuğun vücudundaki yaralara baktı. Belli ki ilk görüşte görülenden daha yaralıydı, hatta yaraları hayati organlarına ulaşmış gibi görünüyordu. Ellerini salladığı anda bir ışık sisi ortaya çıktı. Yeşil yağmur damlacıkları düşürdü ve damlacıklar, çocuğun çevresini sardı. Yeşil damlalar yoğun bir güç içeriyordu ve çocuğun yaraları gözle görülür bir şekilde iyileşti. İnlerken bilincini tekrar kazandı ve gözlerini yavaşça açtı. Küçük çocuğun ilk gördüğü şey o gümüş saçlı adamın sert, kararlı yüzüydü. Çocuk neler olduğunu anlamıyordu, ama içgüdüsel olarak yerde yatmayı reddetti ve doğrulmak için mücadele etmeye başladı. Etrafına baktı ve büyük çocukları görünce hemen olan bitenleri hatırladı ve ifadesi anında değişti. Lin Xitang çocuğun bakışlarını takip etti ve yerdeki bir yağlı kâğıt torbasının kalıntılarına, bir de etraftaki çocuklara baktı. Anında çocuğun neden bu kadar yaralandığını anladı. Sonuçta bu hurdalıkta bu şeyler o kadar çok gerçekleşiyordu ki artık yaygın sayılırdı. Lin Xitang tekrar odaklandı ve eğildi, elini çocuğa uzatırken nazikçe konuştu, "Hadi, elini ver. İsmin nedir?" Ama küçük çocuk hemen irkildi ve büyük bir zorlukla cesaretini yeniledi. "Qian... Qianye." diye usulca konuştu. Küçük elleri uzanmaya başlasa da yarı yolda durdular. Daha fazla elini uzatmaya cesaret edememişti. Küçük elleri inanılmaz derecede kirliydi. Yaraları o ışık tarafından iyileştirilmiş ve artık kanamıyor olsa da kabuk bağlamış kan lekeleri hala oradaydı. Ellerini o gümüş saçlı adamın büyük, pürüzsüz ellerine götürmeye cesaret edemedi. Ama o anda Qianye'nin minik gözlerinde, ona uzanmış o büyük eller dünyadaki tek ısı kaynağı gibiydi. Lin Xitang gülümseyip onu cesaretlendirdi, "Sorun yok, elini ver." Gu Tuoahi o an aşağı uçtu. Qianye'nin yaralarını görünce yüzüne yerleşen ifade diğerlerine biraz öfkeli olduğunu göstermişti. Derin derin homurdanmadan ve çevredeki çocuklara soğuk bakışlar atmadan edemedi. Yavaş yavaş toplanmış çocukların kalabalığında, herkesin yüzlerinde dehşete düşmüş ifadeler vardı ama o on garip görünümlü koruma çoktan çevredeki tüm yolları kilit altına almıştı. Kaçmaya çalışmaya bile cüret edemiyorlardı. Lin Xitang biraz daha uzanarak sabırla onun elini bekledi. Lin Xitang'ın parlak bakışları altında Qianye sonunda cesaret bulup ellerini Lin Xitang'ın sıcak, kuru ve güçlü ellerine yerleştirdi. Lin Xitang ellerinin yarısı büyüklüğündeki elleri sıkıca kavradı, gözlerini kapatıp sessizce onları hissetmeye koyuldu. Gu Tuohai Qianye'ye bakarken bir şey fark etmiş gibi kaşları anında çatıldı. Lin Xitang bir iç çekip gözlerini açtı. Qianye'ye bir kez daha baktı ve küçük çocuğun bu birkaç giysi parçasından kurtulmak için elini uzattı ama gözlerini bir anda bir şey üstüne çekti. Qianye'nin çıplak göğsünde koca bir yara vardı, kalbinden göbek deliğine kadar uzuyordu. Bu çirkin, çıkıntılı yaraya sadece bakarak, Lin Xitang o korkunç yaranın Qianye'nin içini delip geçtiğini anlamıştı! Ama Qianye epey küçüktü. Nasıl olmuştu da hayatta kalmıştı? Bir an şaşıran Lin Xitang tekrar sakinliğini kazandı ve konuştu, "Kardeş Tuohai, tıpta benden çok daha iyisin. Onu incelememe yardım et." Gu Tuohai sessizce Qianye'nin yanına yürüdü, çocuğun kirlerini biraz bile umursamadı ve ellerini uzatıp dikkatle Qianye'yi incelemeye başladı. Qianye Gu Tuohai'nin ellerinin ulaştığı her yerde sıcak, kırmızı iğneler vücuduna girip çıkıyormuş gibi hissediyordu, ama dişini sıkıp kendini hiç ses çıkarmamaya zorladı. Gu Tuoahi'nin gözleri anlık bir şokla parıldadı, Qianye'yi övdü; "Bu kadar küçük bir yaş, ama bu kadar cüretkâr. İlginç!" Doğrulup Lin Xitang'a seslendi. "Bu çocuk aslında üst sınıf bir yetenek olarak düşünülebilirdi, ama o kadar ağır yaralanmış ki fiziği yok olmuş. Bunun yanı sıra, vücudunda kristalleşmiş bir köken gücü parçası bile olabileceğinden şüpheleniyorum." Lin Xitang hemen yasak bir tabiri düşündü; köken gücü hırsızlığı! Gözlerini biraz kıstı ve anlamamış gibi yaptı. "Yani demek istiyorsun ki..." "Hayır, bu sadece bir şüphe. Sen bile böyle bir şeyin büyük bir tabu olduğunu bilirsin. Yarası yıllar geçmiş ve epey iyileşmiş. Yani yaralandığında yaşı üç bile olmamalı. Ancak, görebildiğin gibi temeli ağır zarar görmüş. Gelişim potansiyeli buradaki herkesten iyi olsa bile artık üst sınıf bir yetenek değil." Gu Tuohai acı acı konuştu. Qianye'nin eski yarası çok ciddiydi, ama kırmızı bir ışık sütunu oluşturabilmişti. Bu onun asıl yeteneğinin süper bir sınıfta bile olabileceğini gösteriyordu, ama şu anki durumuyla dördüncü sınıf olması bile zordu. Dördüncü sınıf yetenek demek, sıradan birinden sadece hafifçe güçlü olmak demekti. İmparatorluk ordusundaki Lin Xitang ve Gu Tuohai gibi yüksek yetkilere sahip insanlar için aşağı yukarı işe yaramaz biri demekti. Üstüne üstlük Qianye'nin koca yarası gizli bir tehlikeydi ve eğitimde hayatta kalıp kalamayacağı, emin olamayacakları bir şeydi. Gu Tuohai bir iç çekti, çocuğa epey acıdı. Lin Xitang kendine bakan küçük Qianye'ye baktı. Belki de Lin Xitang'ın avucundaki sıcaklık tamamen kaybolmadığından, çocuğun gözlerinde onun bile fark etmediği bir umut parıltısı vardı. Lin Xitang'ın kalbi hafifçe titredi, nazikçe konuştu, "Burada karşılaşmamız kader olmalı. Bak ne diyeceğim, seni buradan götüreyim ve sonra nereye gideceğine kendin karar verirsin." Birkaç pürüzsüz yeşim tablet çıkardı, onları hızlıca ovdu ve üstlerine birkaç söz işledi. İşlemeli tarafları aşağı bakacak şekilde onları seçmesi için Qianye'ye verdi. Qianye biraz tereddüt etti, ama ortadaki yeşim tablete elini uzattı. Üstünde iki kelime vardı, ama onları anlamamıştı. Gu Tuohai bakıp bir iç çekerek başını iki yana salladı. "Sarı Pınar," Lin Xitang kelimeleri Qianye'ye okuduktan sonra yeşim tableti geri aldı ve çocuğun başını yumuşak yumuşak okşayıp sordu, "Soyadın nedir?" "Bir... Soyadım yok. Sadece ismim var, Qianye." Lin Xitang nazikçe cevap verirken başıyla onayladı. "Pekâlâ. Buradan canlı çıkmak istiyorsan benim soyadımı kullanabilirsin, 'Lin'!" Qianye Lin Xitang'ın ne dediğini anlamayarak dinlemeye devam etti. Lin Xitang'ın şu an onun anlamasını sağlamasına gerek yoktu. Dönüp astlarına talimatlar verdi, "Onu 'Yeşil Kuş'a götürün, yıkayıp yaralarını temizleyin, giysilerini değiştirin ve besleyin." Onlara talimat vermeyi bitiren Lin Xitang ve Gu Tuohai yavaşça yükselmeye ve uzaklaşmaya başladı, gökyüzündeki gemiye doğru ilerlediler. Diğer büyük çocuklar uzun bir süre kenarda bekleyip her şeyi izlemişti. Yetişkinlerin ne söylediğini anlamasalar da yıkanmak, beslenmek ve giysi kelimeleri... Bu aşırı derecede dayanılmaz kelimeleri net bir şekilde duymuşlardı. Korumaların Qianye'yi götürmek üzere olduğunu gören diğer tüm büyük çocukların başı koştu, bağırmaya başladı, "Beni alın! Beni alın! Ben de banyo ve yemek istiyorum!" Korumaların bacaklarına sarılıp Qianye'ye ulaşmaya ve onu onların arasından çekip almaya çalıştı. Yaralı lider Qianye'nin bacaklarından birini kabaca çekip bağırdı, "Bu konumda ben olmalıyım! Sen kim olduğunu sanıyorsun? Millet, gelin de şu melezi ölümüne dövelim! Biraz önce bana kafasıyla vurmaya cüret etti! Tüm yemek benim olmalı!" Lider geçmişte olduğundan daha da vahşiydi ve kasten Qianye'nin yaralarını pençeliyordu. Bu hurdalıkta hayatta kalmanın tek bir kuralı vardı; birini öldürürsen sahip olduğu her şeyi alırdın. Dağlara benzeyen büyük korumalar hareket bile etmedi ve büyük çocukların liderinin gürültü yapmasına izin verdi. Bunu gören küçük kız, sessizce uzaklaşmaya başladı. Sadece lider Qianye'yi yüzünün kızarıp acımasına neden olacak kadar azimle çekmeye çalıştığı anda korumaların kaptanı soğukça konuştu. "Yeter. Bay Tuohai'nin bile bu konuda söz hakkı yok." Korumaların kaptanı konuştuğu anda vahşet, Qianye'yi taşıyan korumanın boş yüzünde parıldadı. Tek bir tekmeyle çocuğu acımasızca tekmeleyip metrelerce havaya uçurdu. O ayakta karanlık, ölümcül bir güç vardı ve büyük çocukların lideri havaya uçarken, bir anda patlayıp kanlı bir sise dönüştü! Diğer koruma sadece gülümseyip adımını öne attığında bacağını gerdi. Ayağını yere vurup konuştu, "Bir avuç cılız fare Mareşal Lin'in işlerine karışamaz!" Adamın ayağını vurduğu yerde yer yarılmaya başladı ve yarık hızla yayıldı. Çocuk grubu bir güç dalgasıyla havaya fırladı, etrafa korkunç kanlar saçıldı. Kemikleri sertçe çatlarken, tanımlanamaz bir hale gelmişlerdi. Bu dalga aynı zamanda kaptanın ve diğer korumaların yanından geçti, ama bir santim bile hareket etmediler. Hepsi hiç etkilenmeden ondan kurtulmuş gibi görünüyordu. Ancak, mucizevi bir şekilde küçük kıza da o dalga vurmadı. Kaptan konuşurken büyük çocukların geri kalanı sersemlemiş, liderlerini dinleyip aptalca Qianye'ye saldırmıştı; ama kız arkasına bile bakmadan hayatı pahasına kaçmaya başlamıştı. Zar zor kaçmayı ve mucizevi bir şekilde hayatta kalmayı başardığı işte bu yoldu. Küçük kızın gerçekten kaçmayı başardığını gören korumanın yüzü bir anlığına kızardı. Sesli bir şekilde homurdanarak ayağını tekrar yere vurmak üzere kaldırdı! Gücünün onda üçünü bile kullanmıyordu. Ancak kaptan hemen uzanıp korumanın omzuna elini atarak ayağını yere vurmasını engelledi. Kaptan bir şeyi dinliyormuş gibi görünüyordu, sonrasında başını yukarı aşağı sallayarak Qianye'ye büyük gözleriyle baktı. Sonra bir beylik tabanca getirip küçük Qianye'nin ellerini tetiğe koydu. Kaptan namluyu direkt küçük kızın göğsüne doğrultup sabitledi. Qianye'ye seslendi, "O seni defalarca kez öldürmeye çalıştı. Hadi, tetiği çek. Biraz güç uygula ve... Beng! Ölür!" Küçük elleriyle Qianye sıkı sıkı tetiği kavradı. Tökezleyerek kaçan kızın siületine bakarken tetiği çektiği anda, kızın giysilerinin kana boyanacağını biliyordu. Tamamıyla sakindi, siyah, parlak gözleri onu izledi; ama bir süre sonra başını iki yana sallayıp silahı bıraktı. Geminin üstündeki Gu Tuoahi gülümseyerek konuştu, "Tam da beklediğim gibi, haha! İhtiyar Lin, bu kaybedilmeyecek kadar nadir! Gel, gel, iddia ve yenilgiyi kabul etmek için yeterince cüretin varsa, o "Mavi Tütün"ü teslim et! O artık benim!" Lin Xitang'ın yüzündeki soluk gülümseme hala oradaydı. Başlangıçtan beri gözlerinin derinlikleri su yüzeyi gibi dingindi. Oldukça parlak ve berraklardı, tüm dünyayı yansıtıyor, ama hiçbir şey içermiyor gibi görünüyorlardı. Korumalar Qianye'yi gemiye götürdü. Gemi döndü, yükseldi ve kanlı ayın ışığıyla birleşirken ortadan kayboldu. Küçük kızın hayatı pahasına kaçtığı bu küçük hurdalık ise... İşte böyle unutuldular, tıpkı terk edilmiş bu kıta gibi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.